Jane Austen (1775-1817): İngiliz edebiyatının kült romancılarındandır. Eserlerinde güçlü kadın karakterleri başkahramanlar olarak yer aldı. Bütün romanları sinemaya uyarlanan Jane Austen, özellikle aile değerleri ve akrabalık ilişkileriyle kadın duyarlığı ve aşkı ele alır. 1815’te yayımlanan Jane Austen’ın dördüncü romanı Emma on dokuzuncu yüzyıl İngiltere’sinde evlilik ve sosyal statüyü hicvederek irdeler. İyi bir çöpçatan olduğunu düşünen Emma’ nın işgüzarlıkları, yanlış anlamalarıyla eğlenceli olay örgüsü ön plandadır. Yazarın alametifarikası hafif ironi ve keskin gözlem gücüyle çizdiği başkarakterinin çekiciliği Emma’ yı en sevilen romanlarından biri kılmıştır.
Hamdi Koç (1963): İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Hokka dergisinin yayın kurulunda bulundu. 1992’de Çocuk Ölümü Şarkıları’ndan başlayarak hemen her yapıtıyla dikkati çeken Hamdi Koç’un o tarihten bu yana altı romanı ve 2010 yılında Rüyalarıma Giren Kadın adıyla denemeleri yayımlandı. Eserlerini çevirdiği yazarlar arasında W. Shakespeare, W. Faulkner, S. Beckett, J. Joyce ve J. Austen yer alıyor.
*
BİRİNCİ KİTAP
Bölüm I
Emma Woodhouse güzel, akıllı ve zengindi; rahat bir evi, mutlu bir yaradılışı vardı; hayatın en büyük ayrıcalıklarını kendinde toplamış gibiydi ve onu üzecek, sıkacak pek bir şey olmadan hayattan neredeyse yirmi bir sene almıştı.
Gayet sevecen, ilgili bir babanın iki kızının küçüğüydü; ablası evlenince çok erken yaşta evin hanımı olmuştu. Annesi, okşayışlarının belli belirsiz anısından fazlasını hatırlayama- yacağı kadar uzun zaman önce ölmüş, yerini sevgi konusun- da onu aratmayan harikulade bir mürebbiye doldurmuştu.
Miss Taylor, Mr. Woodhouse’un ailesine katılalı on altı yıl olmuştu; mürebbiyeden çok arkadaştı ve her iki kıza da çok düşkündü, bilhassa da Emma’ya. Emma’yla aralarında abla kardeş yakınlığı vardı. Miss Taylor mürebbiyelik görevini fiilen bırakmadan önce bile huyunun yumuşaklığı yasaklar koymasına izin vermemişti; resmiyetin gölgesi uzun zaman önce geçip gittiğinden, ortak bir bağlılıkla arkadaş arkadaşa birlikte yaşıyorlardı; Emma canı ne isterse yapı- yordu; Miss Taylor’ın görüşlerine elbette önem veriyordu ama daha çok kendi bildiğini okuyordu.
Emma’nın asıl kusurları her şeyi biraz fazlaca kendi bildiği gibi yapma iradesi ve kendini pek bir beğenme eğilimiydi; bunlar onu bekleyen birçok keyifli anı bozabilecek olumsuz
luklardı. Yine de tehlike şimdilik fark edilmekten öyle uzaktı ki bu olumsuzluklar talihsizlik gibi durmuyordu.
Hüzün de geldi -hafif bir hüzün- ama katlanılmaz bir duygu şeklinde değil. Miss Taylor evlendi. Miss Taylor’ı kaybetmek oldu üzüntüyü ilk getiren. Sevgili arkadaşının düğün günü Emma ilk kez biraz sürekliliği olan yaşlı bir ruh hali içinde oturdu. Düğün bitip de konuklar gidince Emma’yla babası yemekte bir başlarına kalıverdiler, uzun akşamı neşelendirecek bir üçüncü kişi ihtimali olmadan. Babası yemekten sonra her zamanki gibi kendini uykuya verdi ve Emma işte o zaman oturup ne kaybettiğini düşünmek zorunda kaldı.
Durum arkadaşı için her bakımdan mutluluk vadediyordu. Mr. Weston istisnai düzgünlükte, geliri yerinde, yaşı makul ve tavırları hoş bir adamdı; Emma’nın, başından beri bu evliliği ne fedakâr, cömert bir dostlukla istediğini ve desteklediğini düşünmekte memnun edici bir taraf vardı ama bu onun için hüzünlü bir çaba olmuştu. Miss Taylor’ın yokluğu günün her saati hissedilecekti. Geçmişteki iyiliğini hatırladı, on altı yılın iyiliğini, şefkatini, beş yaşından beri nasıl ona sağlıklı günlerinde öğretmenlik ve oyun arkadaşlığı yaptığını, tüm varlığını onu oyalayıp hoş tutmaya adadığını ve nasıl çocukluğun türlü hastalıkları boyunca ona baktığını. Büyük bir minnet borcu vardı burada; ama son yedi yılın beraberliği, Isabella’nın evliliğinin hemen ardın- dan baş başa kalmalarıyla gelen eşitlik ve kusursuz açıklık daha da değerli, daha da duygulu bir anıydı. Pek az kişinin sahip olabileceği bir dost ve can yoldaşıydı: zeki, bilgili, faydalı, nazik, ailenin girdisini çıktısını bilen, meselelerine ilgi duyan, Emma’nın tüm zevkleri, tüm hayalleriyle bilhassa ilgilenen, aklına gelen her düşünceyi o an söyleyebildiği ve onu kusur bulamayacak kadar seven biri.
Değişime nasıl dayanacaktı? Doğru, arkadaşı onlardan sadece yarım mil uzağa gidiyordu, ama Emma onlardan sadece yarım mil uzakta olan bir Mrs. Weston’la evde olan bir Miss Taylor arasındaki farkın büyük olacağını biliyordu; tabiatı ve eviyle ilgili tüm ayrıcalıklarına rağmen şimdi zihinsel yalnızlıktan mustarip olma tehlikesi içindeydi. Babasını çok seviyordu ama babasıyla sohbet edemiyordu. Babası onun kadar akıllı da değildi, eğlenceli de.
Aralarındaki gerçek yaş farkının (Mr. Woodhouse erken evlenmemişti) yol açtığı uyumsuzluk, babasının mizacı ve alışkanlıkları yüzünden daha da artıyordu; hayatı boyunca hiçbir akıl veya beden faaliyeti göstermeden yaşayan bir hastalık hastası olduğu için birçok bakımdan yaşından çok daha yaşlı bir adamdı; dost canlısı ve yumuşak tabiatlı olduğu için her yerde sevilmekle birlikte meziyetleri onu pek de aranan biri yapmıyordu.
Ablası ise evlenince aman aman uzağa gitmediği, sadece on altı mil mesafedeki Londra’ya yerleştiği halde her gün görüşebileceği kadar yakınında da değildi; dolayısıyla Christmas zamanı Isabella, kocası ve küçük çocukları ziyarete gelip evi dolduruncaya, Emma’nın neşesini yerine getirinceye kadar uzun ekim ve kasım akşamları Hartfield’da sıkıntıyla mücadele halinde geçecekti.
Hartfield’ın ayrı korusuna, fidanlıklarına ve adına rağmen aslında bağlı olduğu ve neredeyse kasaba kadar büyük ve kalabalık olan Highbury köyü ise Emma’ya kendi dengi birilerini sunamıyordu. Woodhouselar oranın en önde gelen ailesiydi. Herkes onlara hürmet ederdi. Orada birçok tanıdığı vardı, çünkü babası herkese kibar davranırdı, ama hiçbiri yarım günlüğüne bile Miss Taylor’ın yerini tutamazdı. Kederli bir değişim olmuştu; Emma düşündükçe içini çekiyor, imkânsız şeyler diliyordu, ta ki babası uyanıp neşeli görün- meye mecbur kalıncaya dek. Babasının ruh hali destek isti- yordu. Asabi bir adamdı, kolay canı sıkılırdı; alışkın olduğu herkese düşkündü ve onlardan ayrılmaktan nefret ederdi; her tür değişimden nefret ederdi.
Evlilik değişime sebep olduğu için ona her zaman sevimsiz gelirdi; kendi kızının evlenmesiyle bile henüz uzlaşamamıştı; tümüyle aşk evliliği yaptığı halde kızından acımayla bahsederdi; şimdi Miss Taylor’dan da ayrılmak zorunda kalıyordu; hassas bencilliğinin alışkanlıklarından, başka insanların ondan farklı hissedebileceğini akıl edememesinden ötürü Miss Taylor’ın kendisi için de onlar için de fena bir şey yaptığını, hayatının geri kalanını Hartfield’da geçirecek olsa çok daha mutlu olacağını düşünme eğilimindeydi. Emma elinden geldiğince neşeyle gülümsedi, konuştu babasını bu düşüncelerden uzak tutmak için; ama çay servis edildiğinde babası yemekteki sözlerini tekrar etmeden duramadı:
“Zavallı Miss Taylor! Keşke yine burada olsa. Mr. Weston’ın ona talip olması ne kötü oldu!”
“Bu düşüncenize katılamam baba, imkânı yok. Mr. Weston öyle iyi huylu, sevimli, kusursuz bir adam ki iyi bir eşi fazlasıyla hak ediyor; üstelik kendi evini kurma şansı varken benim bütün o tuhaf hallerime katlansın diye Miss Taylor’ı hayat boyu yanımızda tutamazdık.”
“Kendi eviymiş! Kendi evi olacak da ne olacak? Bu ev oradan üç kat geniş; ayrıca senin de tuhaf hallerin filan yok tatlım.”
“Sık sık onları görmeye gideriz artık, onlar da bizi görmeye gelirler! Her zaman buluşuruz! Ama ilk adımı biz atmalıyız, hemen gidip hayırlı olsun dememiz lazım.”
“Tatlım, o kadar uzağa nasıl giderim ben? Randalls ta neresi. Yarısına kadar bile yürüyemem.”
“Hayır baba; kimse yürümenizden bahsetmedi. Arabay- la gideceğiz tabii ki.”
“Araba olmaz! James o kadar kısa mesafe için atları bağlamak istemez; hem biz otururken zavallı atlar ne yapacak?”
“Mr. Weston’ın ahırında duracaklar baba. Bunları çoktan hallettiğimizi biliyorsunuz. Dün gece Mr. Weston’la her şeyi konuştuk. James’e gelince, Randalls’a gitmekten her zaman
memnun olacağından emin olabilirsiniz, çünkü kızı oraya hizmetçi oluyor. Aksine, bizi artık başka yerlere götüreceğinden kuşkuluyum. Bu da sizin sayenizde baba. Hannah’ya o iyi işi siz buldunuz. Siz bahsedinceye kadar Hannah kimsenin aklına gelmedi. James size öyle minnettar ki!”
“Kızı akıl ettiğime memnunum. Şansım yaver gitti, zavallı James’in herhangi bir şekilde hakarete uğramış gibi hissetmesine katlanamazdım; ayrıca eminim ki çok iyi bir hizmetçi olacak; nazik, tatlı dilli bir kız, çok beğeniyorum. Ne zaman görsem gayet hoş bir şekilde selam veriyor, sağlığımı soruyor; buraya dikiş nakışa çağırdığın zaman bakıyorum, kapının kilidini her zaman doğru yana çeviriyor, kapıyı asla çarpmıyor. Mükemmel bir hizmetçi olacağından eminim; etrafında alıştığı birinin olması da zavallı Miss Taylor’a büyük rahatlık olacak. James kızını görmeye her gittiğinde Miss Taylor bizden haber alır artık. James nasıl olduğumuzu söyler.”
Emma bu mutlu düşünce akışını sürdürmek için hiçbir çabayı esirgemedi ve tavla yardımıyla babasının akşamı ma- kul biçimde geçirmesini sağlamayı umdu; kendi üzüntüsü zaten ona yetiyordu. Tavla masası yerleştirildi; ama hemen arkasından içeri bir ziyaretçi girdi ve tavlaya gerek bırakmadı.
Otuz yedi otuz sekiz yaşında akıllı uslu bir adam olan Mr. Knightley sadece ailenin çok eski ve yakın bir arkadaşı değil, aynı zamanda Isabella’nın kocasının ağabeyi olarak aileyle akrabaydı da. Highbury’den bir mil kadar uzakta yaşıyordu; sık sık ziyarete gelir, her zaman iyi karşılanırdı; bu kez her zamankinden daha iyi karşılandı çünkü doğruca Londra’daki ortak tanıdıklarından geliyordu. Birkaç günlük yokluktan sonra akşam yemeğine geç saatte yetişmiş, sonra da Hartfield’a yürümüştü Brunswick Meydanı’nda her şeyin yolunda olduğunu söylemek için. Faydalı bir ziyaret oldu, Mr. Woodhouse’u bir süreliğine canlandırdı. Mr. Knightley’nin ona her zaman iyi gelen neşeli tavırları vardı; “zavallı Isabella” ve çocukları hakkındaki sayısız sorusu en
tatmin edici şekilde cevaplandırıldı. Bunlar bittiği zaman Mr. Woodhouse minnettarlıkla şu gözlemde bulundu:
“Bu geç saatte çıkıp bize gelmeniz büyük nezaket Mr. Knightley. Korkarım zorlu bir yürüyüş yapmışsınızdır.”
“Hiç de değil, efendim. Ayın aydınlattığı güzel bir gece; hava öyle ılık ki büyük ateşinizden uzak durmam gerekiyor.” “Yine de çok rutubetli ve pis olmuştur. Dilerim üşütmezsiniz.”
“Pis mi, efendim! Ayakkabılarıma bakın. Tek bir leke yok.” “Valla, bu çok şaşırtıcı, çünkü feci yağmur yağdı burada. Biz kahvaltı ederken yarım saat çok şiddetli yağdı. Nikâhı ertelemelerini istedim.”
“Bu arada, henüz sizi kutlamadım. İkinizin de neler hissettiğini gayet iyi tahmin ettiğimden tebrik konusunda acele etmedim; ama umarım her şey yolunda gitmiştir. Nasıl karşıladınız? Kim en çok ağladı?”
“Ah zavallı Miss Taylor! Ne kederli iş!”
“Zavallı Mr. ve Miss Woodhouse diyebilirim izniniz- le; ‘zavallı Miss Taylor’ diyemeyeceğim. Size ve Emma’ya büyük saygım var, bağımlılık ya da bağımsızlık söz konu- su olunca işler biraz değişiyor ama! İki kişidense bir kişiyi memnun etmek daha kolay.”
“Hele de ikisinden biri böyle kaprisli, zor bir yaratıksa!” dedi Emma şakayla. “Aklınızda bu var, biliyorum. Babam yanımızda olmasa böyle derdiniz.”
“Bence bu doğru tatlım, cidden,” dedi Mr. Woodhouse iç çekerek. “Korkarım bazen çok kaprisli ve zor oluyorum.” “Babacığım! Sizi kastettiğimi ya da Mr. Knightley’nin sizi kastettiğini düşünmeyin. Ne korkunç bir düşünce! Hayır! Sadece kendimi kastettim. Mr. Knightley bende kusur bulmayı sever, biliyorsunuz -şaka yollu- sadece şaka. Biz her zaman birbirimize her istediğimizi söyleriz.”
Doğrusu Mr. Knightley Emma Woodhouse’un kusurlarını görebilen birkaç kişiden biri ve bunları ona söyleyebilen tek kişiydi; Emma bundan pek hoşlanmıyordu ama asıl babasının hiç hoşlanmayacağını biliyordu, o yüzden babası onun herkesçe kusursuz bulunmuyor olması gibi bir durum- dan kuşkulansın istemezdi.
“Emma ona asla iltifat etmediğimi bilir,” dedi Mr. Knightley, “ama amacım kimseye bir imada bulunmak değildi. Eskiden Miss Taylor’ın memnun edeceği iki kişi vardı, şimdi bir kişi var. Kazançlı çıkmıştır demek istedim.”
“Aslında,” dedi Emma konuyu geçiştirme isteğiyle, “nikâhı sormuştunuz; anlatmaktan zevk duyarım, çünkü hepimiz şahane davrandık. Herkes saatinde geldi, herkes gayet şıktı: Ne bir gözyaşı ne de asık bir yüz vardı. Hayır; hepimiz aramıza sadece yarım millik bir mesafe girdiğini bi- liyorduk ve her gün görüşeceğimizden emindik.”
“Emma’cığım her şeyi metanetle karşılıyor,” dedi babası. “Fakat Mr. Knightley, zavallı Miss Taylor’ı kaybettiğine hakikaten üzüldü; eminim onu sandığından daha çok özleyecek.”
Emma gözyaşlarıyla gülümseme arasında bölünmüş hal- de başını öte yana çevirdi.
“Emma’nın öyle bir can yoldaşını özlememesi imkânsız,” dedi Mr. Knightley. “Bunu düşünebiliyor olsak kendisini bu kadar sevmezdik, ama evliliğin Miss Taylor için ne kadar hayırlı olduğunu biliyor; Miss Taylor’ın yaşında insanın kendi evine yerleşmesinin çok doğal olması gerektiğini, konforlu bir hayat güvencesinin onun için ne kadar önemli olduğunu biliyor, o yüzden sevinci üzüntüsünden büyük olur. Miss Taylor’ın her arkadaşı böyle mutlu bir evlilik yaptığı için memnun olmalı.”
“Bana mutluluk veren bir konuyu unuttunuz,” dedi Emma, “hem de çok önemli bir konuyu. Evliliği bizzat ben ayarladım. Hem de dört yıl önce ayarladım; birçok kişi Mr. Weston bir daha evlenmez derken evliliğin olması ve haklı çıkmam benim için en büyük teselli.”
Mr. Knightley ona başını salladı. Babası sevecenlikle şöyle cevapladı: “Ah tatlım, keşke çöpçatanlık yapıp kehanette bulunmasan, çünkü ne desen çıkıyor. Lütfen artık kimsenin arasını yapma.”
“Kendim için yapmayacağıma söz veririm baba; ama cidden başkaları için yapmak zorundayım. Dünyanın en büyük eğlencesi! Hem bunca başarıdan sonra, yani! Herkes Mr. Weston bir daha evlenmez diyordu. Hadi canım! Onca yıldır dul olan, kendi başına gayet keyfi yerinde görünen, ya şehirde işiyle ya da burada arkadaşlarıyla haşır neşir olan, nereye gitse kabul gören, her an neşeli Mr. Weston, istemezse yılın tek akşamını bile yalnız geçirmek zorunda değilmiş. Hadi canım! Mr. Weston hayatta tekrar evlenmezmiş. Bazıları karısına ölüm döşeğinde söz verdiğinden, başkaları da oğluyla dayısının izin vermediğinden bahsediyordu. Konuyla ilgili her türlü ağır laf edildi ama ben hiçbirine inanmadım.
Dört yıl kadar önce Miss Taylor’la ona Broadway Lane’de rastlamıştık; yağmur çiselemeye başladığı zaman koşa koşa gidip çiftçi Mitchell’dan bize iki şemsiye ödünç aldı, işte o günden beri bu konuda kararlıydım. Daha o saat evliliği planladım; bu durumda bana böyle bir başarı kısmet olmuşsa babacığım, çöpçatanlığı bırakmamı düşünemezsiniz.”
“Başarıyla neyi kastettiğini anlamıyorum,” dedi Mr. Knightley. “Başarı diyebilmek için çaba sarf etmiş olmak gerekir. Eğer son dört yılını bu evliliği gerçekleştirmeye sarf ettiysen zamanını doğru ve güzel bir şekilde harcamış sayılır- sın. Genç bir hanımın aklına yaraşır bir uğraş! Ama eğer, ki öyle sanıyorum, evliliği gerçekleştirmek derken sadece plan yapmayı, boş bir gününde kendine ‘Mr. Weston onunla evlenirse Miss Taylor için çok iyi olur,’ dediğini, sonra da bunu kendine arada bir tekrar ettiğini kastediyorsan niye başarı- dan bahsediyorsun? Becerin nerede? Neden gurur duyuyorsun? Şanslı bir tahmin yaptın, o kadar.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Edebiyat Hasan Ali Yücel Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap AdıEmma
- Sayfa Sayısı516
- YazarJane Austen
- ISBN9786254050541
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sonunda Ben de Sevdim ~ Victoria Alexander
Sonunda Ben de Sevdim
Victoria Alexander
1854 yılında Londra’da evliliğe kesinlikle karşı olan dört yakın arkadaş birer şilin ve bir şişe kaliteli konyağın ödül olarak belirlendiği bir bahse tutuşurlar. Aralarında...
- Hapishane: Mahrem Bir Yalnızlık Hikâyesi ~ Cesare Pavese
Hapishane: Mahrem Bir Yalnızlık Hikâyesi
Cesare Pavese
Hapishane, politik görüşleri nedeniyle Calabria’ya sürgüne gönderilen Pavese’nin kendi yaşam deneyiminden izler taşır: Stefano bir süre cezaevinde kaldıktan sonra bir köye sürgüne gönderilir. Gündüzleri...
- Tanrıyı Gören Köpek ~ Dino Buzzati
Tanrıyı Gören Köpek
Dino Buzzati
Romancı, öykü ve oyun yazarı Dino Buzzati, kendine özgü taşlama ve mizah anlayışıyla çağdaş İtalyan edebiyatının en saygın yazarlarından biri. Edebiyat çizgisinin kökleri genellikle...