Bayan Ariadne Oliver o ara arkadaşı Judith Butler’da kalıyordu. Genç kadınla birlikte çocuklar için tertiplenen ve akşam verilecek o partinin hazırlıklarına katılmaya gitmişlerdi.
Ortalık karmakarışıktı. Bir takım kadınlar telaşla içeri girip, çıkıyor, sandalyelerin, küçük masaların, vazoların yerlerini değiştiriyor, kucaklarında taşıdıkları iri balkabaklarını uygun noktalara yerleştiriyorlardı.
Bir Halloween partisiydi bu. Toplantıya on ile yedi yaş arasındaki çocuklar davetliydiler.
***
Bayan Ariadne Oliver o ara arkadaşı Judith Butler’da kalıyordu. Genç kadınla birlikte çocuklar için tertiplenen ve akşam verilecek o partinin hazırlıklarına katılmaya gitmişlerdi.
Ortalık karmakarışıktı. Birtakım kadınlar telaşla içeri girip, çıkıyor, sandalyelerin, küçük masaların, vazoların yerlerini değiştiriyor, kucaklarında taşıdıkları iri balkabaklarını uygun noktalara yerleştiriyorlardı.
Bir Halloween partisiydi bu. Toplantıya on ile yedi yaş arasındaki çocuklar davetliydiler.
Esas gruptan ayrılan Bayan Ariadne Oliver boş bir duvara yaslanarak elinde tuttuğu iri, sarı balkabağını yukarı kaldırarak bunu dikkatle inceledi. Çıkık alnına düşen kırçıl saçlarını geriye iterek, «Balkabaklarını en son Amerika’da gördüm,» dedi. «Geçen yıl… Belki yüzlerce balkabağı vardı. Bütün eve yayılmışlardı bunlar. Ömrümde bu kadar çok kabağı bir arada gördüğümü hatırlamıyorum.» Düşünceli bir tavırla ilave etti. «Doğrusu ben kalbakağıyla yemeği yapılan diğer kabak arasındaki farkı da pek bilmem. Bu nedir?»
Geçerken arkadaşının ayağına takılan Judith Butler, «Affedersin, şekerim,» diye mırıldandı.
Bayan Oliver duvarın önünde iyice büzüldü. «Kabahat bende. Burada durmuş, herkese engel oluyorum. Ama doğrusu böyle bol kabağı birarada görmek çok ilgi çekici bir şeydi. Her yerde rastlıyordum bunlara. Manavlarda, evlerde, içlerine mumlar dikilmiş, bir kısmı ise yükseğe asılmıştı. Fakat bütün bu hazırlıklar bir
‘Cadı Partisi’ değil, Şükran Günü içindi…»Telaşla koşuşan kadınlardan çoğu Bayan Oliver’in ayağına takılıyorlardı ama onu dinleyen de yoktu. Hepsi de kendi işlerine dalmışlardı.
Kadınların arasında daha ziyade anneler ve bir iki de becerikli ihtiyar kız vardı. On altı, on yedi yaşında gençler ise el merdivenlerine tırmanarak veya sandalyelere çıkarak duvarlara birtakım süsler, balkabakları ve parlak renkli
‘Cadı Küreleri’ asıyorlardı. On bir ile on beş yaşındaki kızlarsa bir kenara çekilmiş, aralarında gülüşüp duruyorlardı.
Bayan Ariadne Oliver bir kanepenin kol dayanacak yerine ilişti. «Veya onların Şükran Günü için olduğunu sanıyorum. Bu Cadılar Toplantısından çok farklı. Öyle değil mi?»
Bu soruya cevap veren olmadı. Partiyi veren Bayan Drake sesini yükselterek, «Ben buna ‘Cadılar Toplantısı’ adını vermiyorum,» dedi. «Tabii aslında Cadılar Partisi bu. Ama bence bu toplantıya ‘on bir yaşın-dakilerle daha büyükler için eğlence’ demek daha doğru olacak. Çünkü davetlilerin çoğu bu yaşlarda.» Bayan Rowena Drake orta yaşlı fakat hâlâ güzel olan bir kadındı.
Miss Whittaker kelebek gözlüğünü hoşnutsuz bir tavırla düzelterek, «Ama bu isim efe pek uygun değil, Rowena.» diye itiraz etti. Öğretmen olan Miss Whittaker, her adın konuya muhakkak uygun olmasını isteyenlerdendi.
Bayan Oliver mahcup bir tavırla oturduğu yerden kalktı. «Ben de hiçbir işe yaramıyorum. Buraya oturmuş, balkabakları ve diğer kabaklar hakkında saçma sapan şeyler söyleyip duruyorum…» Hafif bir vicdan azabıyla, ayaklarımı da dinlendiriyordum, diye düşündü. Ama kendisini fazla suçlu hissetmediği için bunu açıkça söylemedi.
«Şimdi ne yapabilirim?» diye sordu. Sonra ekledi. «A, ne güzel elmalar bunlar.»
Biri elinde bir kâse dolusu elmayla içeri girmişti. Bayan Ariadne Oliver ise elmalara bayılırdı.
Bayan Oliver, «Kıpkırmızı…» dedi.
Rowena Drake, «Aslında bu elmalar pek de iyi cins değil,» diye cevap verdi.
«Neyse ki, tam partiye uyacak gibiler. Görünüşleri çokhoş. Bunları ‘Suda elma avlama’ oyunu için kullanacağız. Yumuşak oldukları için davetliler bu elmalara dişlerini geçirebilecekler. Onları kütüphaneye götürür müsün, Beatrice? Suda elma yakalamaya çalışırken ortalık kirleniyor. Fakat kütüphanedeki halı çok eski olduğu için buna aldırmayacağım. Ah, teşekkür ederim, Joyce.»
On üç yaşlarında güçlü kuvvetli bir kız olan Joyce elma dolu kâseyi aldı.
Elmalardan ikisi yere yuvarlanarak, sanki sihirliymişler gibi tam Bayan Ariadne Oliver’in ayağının önünde durdular.Joyce, «Siz elmalardan çok hoşlanıyorsunuz, değil mi?» dedi. «Bunu gazetede okudum. Ya da televizyonda izledim. Siz cinayet romanları yazıyorsunuz, sanırım.»
Bayan Oliver başını salladı. «Evet.»
«Size cinayetlerle ilgili bir şey yaptırmalıydık. Örneğin, bu gece partide bir cinayet işlenir, davetliler de bunu çözerlerdi.»
Bayan Oliver, «Aman teşekkür ederim,» diye konuştu. «Bir daha böyle bir şeye kalkışacak değilim.»
«Ne demek istiyorsunuz?»
Bayan Oliver içini çekti. «Bir defa öyle bir şey yaptım. Pek başarıya ulaştım sayılmaz.»
Joyce, «Bir sürü kitap yazmışsınız,» dedi. «Herhalde onlardan bir hayli para kazandınız.»
Yazarın aklına vergiler geldi. «Evet… Bir bakıma…»
«Sanırım romanlarımızdaki dedektif de Finlandiyalı bir adam.»
«Öyle…»
Bayan Oliver’in on birine eriştiğini pek sanmadığı ufak, şişmanca bir çocuk, ciddi bir tavırla, «Adam neden Finlandiyalı?» diye sordu.
Orgcunun karısı Bayan Hargreaves soluk soluğa içeri girdi. Elinde yeşil plastikten koskocaman bir kova vardı. «Bu elma avına yarar mı? Kovanın rengi pek hoş.»
Doktorun yardımcısı Miss Lee, «Bence teneke kova daha uygun» dedi. «Kolayca devrilmez. Elma avı nerede olacak, Bayan Drake?»
«Kütüphanede. Oradaki halıya su dökülmesinin bir sakıncası yok.»«Pekâlâ. Bunları oraya götürelim. Rowena, işte bir sepet elma daha.»
Bayan Oliver, «Ben de size yardım edeyim,» diye atıldı. Ayağının dibindeki iki elmayı aldı. Sonra da hemen hemen ne yaptığını bilmiyormuş gibi bir tavırla elmalardan birini ısırarak yemeye başladı. Bayan Drake ciddi bir tavırla ikinci elmayı onun elinden alarak, sepete attı. Odada her kafadan bir ses yükseliyordu.
«Evet ama ‘Alevli Ejderha’ nerede olacak?» «Bunu kütüphanede yapmalı. Orası daha karanlık.» «Hayır. Alevli Ejderhaya yemek odası daha uygun.» «O zaman daha önce masanın üzerine bir şey sermemiz gerek.» «Alta yeşil örtü, üzerine de muşamba yayarız.» «Aynalar ne olacak? Onlarda gerçekten evleneceğimiz adamların yüzlerini görecek miyiz?»
Bayan Oliver usulca ayakkabılarını çıkararak, koltuğa yerleşti. Hâlâ sessiz sedasız elmasını yiyordu. Sonra odadakileri teker teker incelemeye başladı.
Romancılara has bir tavırla, eğer bu insanlar hakkında bir kitap yazmaya kalksaydım, diye düşünüyordu. Bunu nasıl yapardım? Görünüşte çok iyi insanlar ama böyle şeyler hiçbir zaman belli olmaz.
Bir bakıma onlar hakkında bir şey bilmemesi romancının daha hoşuna gidiyordu.
Arkadaşı Judith Butler ona bazıları hakkında bir iki şey söylemişti tabii. Hepsi de Woodleigh’de oturuyorlardı. Toplantıyı tertipleyen Bayan Rowena Drake köydeki her işi idare ediyor gibiydi. Odada kadınlardan başka bir sürü çocuk ve genç de vardı.
Öyleyse onların hepsi Bayan Oliver için sadece birer isimden ibaretti. Biri Nan’di, diğeri Beatrice. Bir Cathie ve bir Diana vardı. Joyce denilen kız ise fazla soru soruyordu ve övünmeye de meraklıydı. Ann adlı kız ise uzun boylu, kendisini beğenmiş bir şeydi.
Ufak bir oğlan çocuk çekine çekine içeri girdi. «Annem bu aynaları , yolladı, işinize yarayıp yaramayacağını soruyor.» Biraz soluk soluğaydı küçük.
Bayan Drake aynaları aldı. «Teşekkür ederim.»
Ann adlı kız, «Ama bunlar alelade el aynaları,» dedi. «Onların içinde evleneceğimiz adamları gerçekten görebilecek miyiz?»
Judith Butler, «Bazılarınız göreceksiniz,» diye cevap verdi. «Bazılarınız da görmeyeceksiniz.»
«Siz bir toplantıya gittiğiniz zaman müstakbel eşinizin yüzünü görmüş müydünüz?
Yani böyle bir toplantıya katıldığınız zaman?»
Joyce atıldı. «Tabii ki görmedi.»
Ukala tavırlı bir kız olan Beatrice, «Belki de görmüştür,» dedi. «Böyle şeylere telapati deniliyor.» Memnun bir tavırla gülümsedi.
Ann, Bayan Oliver’a döndü. «Romanlarınızdan birini okudum. ‘Ölen Balık’ı.» Nazik bir tavırla ekledi. «Hiç de fena değildi.»
Joyce, «Ben o romanı beğenmedim,» dedi. «Kanlı değildi. Ben kanlı cinayetlerden hoşlanırım.»
Bayan Oliver mırıldandı. «Etrafın batıp çıkması herhalde pek hoş olmaz…»
Joyce, «Ama böyle şeyler heyecanlı olur,» diye cevap verdi.
Bayan Oliver içini çekti. «Şart değil bu.»
Joyce, «Ben bir keresinde bir cinayete tanık oldum,» dedi.
Öğretmen Miss Whittaker onu azarladı. «Saçmalama, Joyce.»
Joyce inatla tekrarladı. «Bir cinayete tanık oldum.»
Cathie gözlerini iri iri açarak Joyce’a baktı. «Sahi mi? Sen gerçekten bir cinayete tanık oldun mu?»
Bayan Rowena Drake, «Tabii ki olmadı,» dedi. «Saçmalayıp durma, Joyce.»
Joyce bağırdı. «Ben bir cinayete tanık oldum. Oldum. Oldum. Oldum.»
Bir el merdivenine çıkmış olan on yedi yaşlarındaki bir genç ilgiyle aşağıya baktı. «Nasıl bir cinayetti bu?»
Beatrice, «Joyce’un sözlerine hiç inanmam,» dedi.
Cathie’nin annesi de söze karıştı. «Tabii. Joyce böyle bir hikâye uydurdu.»
«Hayır, hayır. Ben cinayeti gözlerimle gördüm.»
Cathie sordu. «Öyleyse neden polise gitmedin?»
Çünkü olayı ilk gördüğüm zaman onun bir cinayet olduğunu anlamadım. Olayın cinayet olduğunu çok sonra farkettim. Birinin, bir iki ay önce söylediği bir söz yüzünden birdenbire, a, diye düşündüm. Demek benim gördüğüm bir cinayetti.»
Ann başını salladı. «Duyuyorsunuz ya? Hepsi hikâye.»
Beatrice sordu. «Olay ne zaman oldu?»
Joyce, «Yıllar önce,» diye cevap verdi. «Ben o zaman çok küçüktüm.»
Beatrice, «Kim kimi öldürdü?» dedi.
Joyce homurdandı. «Bunu hiçbirinize açıklamayacağım. Çünkü bana karşı çok kötü davranıyorsunuz.»
Miss Lee elinde başka bir kovayla içeri girdi. Bu defa plastik kovayla tenekenin mukayesesi yapılmaya başlandı. Kesin karar verebilmek için kütüphaneye gidildi.
Bazı gençler oyunu provaya, daha doğrusu elma avında ne kadar usta olduklarını ispata kalkıştılar. Saçlar ıslandı, sular ortalığa saçıldı. Havlular getirtildi.
Sonunda teneke kovanın, kolaylıkla devrilen parlak renkli plastik kovadan daha uygun olduğuna karar verildi.
Bayan Oliver elindek^elma dolu kâseden bir tane daha aldı.
Kızlardan biri, Ann veya Susan onu suçlar gibi, «Gazetelerde elmayı çok sevdiğinizi okudum,» dedi.
Çocuklardan biri, «Kavuna meraklı olsaydınız keşke,» diye atıldı. «Daha ilginç olurdu bu. Kavunlar o kadar suludur ki. Düşünün, etraf ne kadar kirlenirdi kimbilir…»
Herkesin oburluğundan bu şekilde söz etmesinden fena halde sıkılan Bayan Oliver, kurtuluşu ikinci kata kaçmakta buldu.
Judith Butler, «Bu toplantı gerçekten harika olacak,» dedi. «Rowe-na Drake her şeyi iyi organize etmesini bilir.»
Bayan Oliver içini çekti. «Doğrusu toplantıya gitmeyi hiç istemiyorum. O kadar yoruldum ki.»
«Odana çıkıp bir iki saat yat. Bak gör, toplantıya gittiğin zaman ne kadar eğleneceksin. Keşke Miranda’nın ateşi olmasaydı. Kızım, Cadı Partisine gidemediğine çok üzülüyor.»
Toplantı yedi buçukta başladı. Bayan Oliver de arkadaşının haklı olduğunu itirafta gecikmedi. Herkes zamanında geldi. Toplantı dikkatle hazırlanmıştı ve her şey bir saat düzeniyle yerine getiriliyordu.Merdivenlerde kırmızı ve mavi ışıklar, etrafta da bir sürü sarı balkabağı vardı.
Davetliler, ellerinde cadıların binip uçtukları iddia edilen çalı süpürgeleriyle geldiler. Bunlarla yarışmaya gireceklerdi.
Rowena Drake misafirlere hoşgeldiniz dedikten sonra toplantının programını ilan etti. «Önce çalı süpürgesi yarışması yapılacak. Birinci, ikinci ve üçüncüye armağan verilecek. Sonra un kesme yarışması yapılacak. Serde olacak bu. Bunu, kütüphanede yapılacak olan ‘Elma Avı’ izleyecek. Eşlerin isimlerini gösteren listeyi şuradaki duvara iğneledik. Ondan sonra da dans edilecek. Işıkların her sönüşünde eşlerinizi değiştireceksiniz. Daha sonra kızlar küçük çalışma odasına geçecekler. Orada kendilerine aynaları verilecek. Bunu da yemek, Alevli Ejderha ve armağanların dağıtılması takip edecek.»
Bütün toplantılar gibi başlangıçta kimse fazla eğlenmedi. Çalı süpürgeleri hayranlıkla seyredildi ama aslında bunların içinde öyle dikkati çekecek gibisi yoktu. Rowena Drake arkadaşlarına usulca, «Böylesi daha iyi,» dedi. «Çünkü bir iki çocuk hiçbir şeyde ödül kazanamayacaklarını biliyorlar. Onun için bu yarışmada onlara biraz ayrıcalık tanıyabilirim.»
«Ama bu haksızlık, Rowena.»
«Hiç de değil. Ben her şeyin uygun ve eşit bir şekilde dağıtılmasına çalışıyorum. Sonuçta herkes bir şey kazanmak ister.»
Ariadne Oliver sordu. «Un oyunu nedir?»
«Sahi, biz bunu prova ederken siz burada değildiniz. Bir bardağa un doldurur ve bunu sıkıştırırsınız. Sonra bardağı bir tepsiye çevirirsiniz. Un kalıp halinde çıkar. Bunun tepesine para koyarsınız. Yarışmaya
girenler parayı düşürmeden unun bir kısmını ayırmaya çalışırlar. Geriye kalan parayı alır. Haydi bakalım…»
Toplantı birdenbire canlanıverdi. Artık kütüphaneden elma avına girişenlerin kahkaha ve çığlıkları geliyordu. Daha sonra yarışmacılar ıslak saç ve elbiselerle dışarı çıktılar.
Kızlar en çok Hallowen cadısının gelmesine sevindiler. Cadı rolünü köyde oturan gündelikçi kadın Bayan Goodbody oynuyordu. Kadının tam bir cadıya yakışacak gibi sipsivri bir çenesi ve gaga bir burnu vardı. Ayrıca şarkı söyler gibi, esrarlı bir tavırla konuşmasını da biliyordu.
«Gel bakalım, kızım… Adın Beatrice, değil mi? Ah, Beatrice. Çok ilginç bir ad bu. Demek evleneceğin adamın nasıl biri olacağını öğrenmek istiyorsun? Şimdi, yavrum, şuraya otur bakayım. Evet, evet şu ışığın altına. Şu küçük aynayı da elinde tut. Işıklar söndüğü zaman aynada müstakbel eşinin hayalini göreceksin.
Aynayı sıkı tut. İni mini mayni mo… Beatrice… Beatrice.. Aynada eşini görmek istiyor.»
Birdenbire paravanın arkasına yerleştirilmiş olan el merdiveninin tepesinden bir ışık fışkırdı âdeta. Bu belirli bir noktaya çarparken, aksi de Beatrice’in elinde heyecanla tuttuğu aynaya vurdu.
Kız, «Ah,» diye bağırdı. «Onu gördüm! Onu gördüm! Onu aynada gördüm!»
Işık kayboldu. Tavandaki lamba yandı. Bir kartona yapıştırılmış olan renkli bir fotoğraf tavandan aşağıya doğru uçtu. Beatrice heyecanla odada dans ediyordu,
«işte bu! Ta kendisi! Onu aynada gördüm! Ah, ne güzel, kıpkırmızı bir sakalı var.»
Yakında duran Bayan Oliver’e koştu. «Bakın, bakın! Ne yakışıklı değil mi?
Şarkıcı Eddie Pres’e benzemiyor mu?»
Bayan Oliver resimdeki gencin her sabah gazetesinde göre göre bıktığı o şarkıcılardan birine benzediğini düşündü. Kendi kendine, «Bu sakal fikri pek dâhice bir şey,» dedi.
Sonra da arkadaşı Judith Butler’a döndü. «Bu resimler nereden geldi?»
«Onları Nicky çekti. Arkadaşı Desmond da yardım etti. Nicky fotoğraf çekmeye çok meraklıdır. Arkadaşıyla makyaj yaptılar. Saçlar, sakallar, favoriler taktılar.
Tabii ışık yüzlerine vurduğu zaman, kızlar hayallerini aynada görüyorlar ve o zaman sevinçten deliye dönüyorlar.»
Ariadne Oliver, «Bana şimdiki kızlar biraz gülünçmüşler gibi geliyor.» dedi.
Rowena Drake sordu. «Her zaman da öyle değiller miydi?»
Bay Oliver bir an düşündü. «Galiba siz haklısınız.»Bayan Drake sesini yükseltti. «Şimdi yemeğe!»
Yemek iyi geçti. Özellikle misafirler dondurmalardan pek hoşlandılar.
Rowena, «Şimdi,» dedi. «Gecenin son oyunu. Alevli Ejderha. Şu karşıki odaya gideceksiniz. Tamam, tamam… Şimdi önce hediyeleri dağıtalım.»
Kazananlara ödülleri verildi. Sonra da tiz, çığlığa benzer bir ses duyuldu.
Çocuklar tekrar koşarak yemek odasına doluştular.
Tabaklar kaldırılmış, masaya muşamda yayılmıştı. Bunun ortasına içi kuru üzüm dolu, büyük bir kayık tabağı konuldu. Üzümler alev alev yanıyordu. Çocuklar bağrışarak, tabaktan üzüm kapmaya çalıştılar.
«Ay, yandım!»
«Ne güzel değil mi?»
Nihayet Alevli Ejderha söndü. Işıklar yakıldı. Toplantı sona ermişti.
Rowena, «Parti iyi oldu,» dedi.
«Eh, tabii. Bu kadar zahmetten sonra.»
Judith de mırıldandı. «Her şey çok güzeldi. Çok güzel…» Sonra da hafifçe gülerek ilave etti. «Şimdi biraz etrafı toplamalıyız. Her şeyi yarın sabah gelecek olan gündelikçi kadınlara bırakamayız.»
Londra’da bir apartman dairesinde telefon çalıyordu. Katın sahibi olan Hercule Poirot, koltuğunda hafifçe kımıldandı. Kapı açılarak içeriye uşağı George girdi.
Poirot, «Acaba arayan kim?» diye mırıldandı. «Beni ilgilendirecek biri olmadığından eminim. Ama neyse…» Omzunu silkti. «Belki biraz oyalanırım…»
George başını salladı. «Evet, efendim…»
Uşak dışarı çıkarken, Hercule Poirot da telefona uzandı. Sonra da kendisini arayanın üzerinde büyük bir etki yapabilmek için kurumla, «Ben Hercule Poirot,»
dedi.
Heyecanlı bir ses, «İşte bu çok iyi,» diye bağırdı. Konuşan bir kadındı. Soluk soluğa bir kadın, «Sokakta olduğunuzu, sizi evde bulamayacağımı sanıyordum.»
Poirot, «Neden?» dedi.
«Çünkü son zamanlarda her şey aksi gidiyor. Hemen biriyle konuşmanız lazım geldiğini, bekleyemeyeceğinizi düşünüyorsunuz. Ama ondan sonra sabırla beklemek zorunda kalıyorsunuz. Oysa benim sizinle hemen… ama hemen konuşmam lazımdı.»
Poirot sordu. «Peki ama siz kimsiniz?»
Karşıdaki bu soruya hayret etmişti. Şaşkın şaşkın, «Bilmiyor musunuz?» dedi.
Belçikalı, «Biliyorum… Biliyorum… Siz benim arkadaşım Ariadne’si-niz.»
Ariadne Oliver, «Çok feci durumdayım,» diye bağırdı. «Evet, evet, sesinizden belli bu. Galiba bir hayli de koşmuşsunuz. Nefes nefesesiniz.»
«Onun sebebi koşmak değil, heyecan heyecan. Hemen gelip sizi görebilir miyim?»
Poirot cevap vermeden önce bir an düşündü. Arkadaşı Bayan Oliver’in sesinden kadının gerçekten oldukça heyecanlı olduğu anlaşılıyordu. Muhakkak ki dertlerini, üzüntülerini, endişelerini uzun uzun anlatmaya kalkışacaktı.
Poirot’nun koltuğuna yerleştikten sonra oradan kolay kolay kalkıp evine de gitmeyecekti. Bayan Oliver’i heyecanlandıran öyle çok ve öyle beklenmedik şeyler vardı ki, bunları incelemeye kalkmadan önce uzun uzun düşünmek gerekirdi.
«Bir şeye mi üzüldünüz?»
«Evet. Tabii üzüldüm. Ne yapacağımı bilmiyorum… Bilmiyorum. Ah… hiçbir şey bilmiyorum. Oraya gelip, sizinle konuşmam gerek. Olanları size anlatmalıyım. Bu işin çaresini ancak siz bulabilirsiniz. Bana neyapmam gerektiğini sadece siz söyleyebilirsiniz… Onun için… hemen gelebilir miyim?»
«Tabii, tabii. Sizi görmek beni daima sevindirir.»
Bayan Oliver ahizeyi yerine şiddetle oturttu. Poirot uşağı George’u çağırdı.
Kısa bir tereddütten sonra adama limonata yapmasını, kendisine de bir kadeh konyak getirmesini emretti.
«Bayan Oliver on dakika sonra burada olacak.»
George odadan çıktı. Biraz sonra tekrar döndüğü zaman elindeki tepside Poirot için konyakla, bir bardak limonata vardı. Alkollü şeylerden hoşlanmayan romancı www.netevin.com
sadece bunu içerdi. Belçikalı konyağından bir yudum alarak, Bayan Oliver’le yapacağı konuşmaya kendisini hazırlamaya çalıştı.
Kendi kendine, kafasının o kadar karma karışık olmasına üzülüyorum, diye mırıldandı. Buna rağmen zeki bir kadın. Belki de bana anlatacakları hoşuma gidecek. Ama… Bir an düşündü. Anlatacakları saçma sapan şeyler olabilir.
Üstelik bu konuşmanın saatlerce sürmesi de ihtimal dahilinde… Eh, ne yapalım… Hayatta bazı şeyleri göze almak lazım.
Kapının zili çalmaya başladı. Romancının elini dış kapının ziline dayadığı ve bir daha da çekmediği anlaşılıyordu.
Poirot içini çekti. «Ariadne’nin fazla heyecanlı olduğu belli.» i George’un kapıya gittiğini duydu. Kapı açıldı. Ancak uşağı salonun eşiğinde durarak, ziyaretçinin adını söyleyemeden, Ariadne Oliver top gibi içeri daldı.
Uşak da peşinden. Adam, kadının sırtındaki, balıkçı muşambalarına benzeyen acayip nesneyi çıkarmaya çalışıyordu.
Hercule Poirot, «O arkanızdaki de nedir?» diye sordu. «Bırakın da George çıkarsın onu. Sırsıklam olmuş.»
Bayan Oliver, «Tabii sırsıklam olur,» dedi. «Dışarıda yağmur yağıyor. Şimdiye kadar suyu hiç düşünmemiştim. Korkunç bir şey bu.»
Poirot romancıya ilgiyle baktı. «Limonata içer misiniz? Veya sizi biraz Leau de vie içmeye ikna edebilir miyim?»
Bayan Oliver, «Sudan nefret ediyorum,» dedi.Belçikalı hayretle kaşlarını kaldırdı.
«Sudan nefret ediyorum. Bunu şimdiye kadar düşünmemiştim. Onun neler yapabileceğini…»
George kadının sırtındaki ıslak muşambayı çıkarırken, Poirot da, «Sevgili dostum,» dedi. «Gelin, oturun. Bırakın George sırtınızda o şeyi alsın… Sahi bu giydiğiniz nedir?»
Bayan Oliver, «Onu Cornwall’den aldım,» diye cevap verdi. «Balıkçıların giydikleri muşambalardan bu.»
Poirot, «Herhalde çok işe yarıyor. Ama korkarım size pek uygun değil. Sanırım, oldukça da ağır. Haydi, gelin oturun da bana meseleyi anlatın.»
Ariadne Oliver bir koltuğa çöktü. «Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Bazen bana olanlar rüyaymış gibi geliyor. Ama aslında gerçek bu…»
Poirot, «Anlatın,» dedi.
«Ben de buraya onun için geldim zaten. Ama şimdi işin güçlüğünü anladım. Çünkü söze nereden başlayacağımı bilmiyorum.»
Belçikalı, «Başından başlasanız olmaz mı?» diye sordu. «Yoksa bu sizce pek alelade bir şey mi olur?»
«Ben başlangıcın ne olduğunu bilmiyorum ki. Gerçekten bilmiyorum. Her şey uzun zaman önce başlamış olabilir.»
Poirot başını salladı. «Sakin olun, sakin olun. Konunun ayrıntılarını kafanızda biraraya toplayın ve bana öyle anlatın. Sizi bu kadar üzen nedir?»
Bayan Oliver, «Bu durum sizi de üzerdi,» dedi. «Yani… ben öyle sanıyorum.» Ama yüzünde şüphe dolu bir ifade vardı. «Aslında insan sizi neyin üzeceğini, neyin üzmeyeceğini pek bilmiyor. Bazı şeyleri öyle sükûnetle karşılıyorsunuz ki.»
Poirot gülümsedi. «En doğrusu da bu değil midir?»
Bayan Oliver derin bir soluk aldı. «Pekâlâ… Her şey bir toplantıda başladı.»
Poirot sıradan, akla yakın bir şeyden, bir partiden söz edildiği için rahatlamıştı. «A, evet… Demek bir partiye gittiniz ve orada bir şey oldu?»
Bayan Oliver sordu. «Siz Halloween partisinin ne olduğunu bilir misiniz?»
«Halloween’in ne olduğunu bilirim. 31 Ekimdir bu.» Gözlerinde muzipçe bir parıltıyla ekledi. «O gece cadılar, çalı süpürgelerine binerek etrafta uçuşurlarmış.»
Bayan Oliver, «Orada da çalı süpürgeleri vardı,» dedi. «Onlar için ödüller verildi.»
«Evet. En iyi süslenmiş çalı süpürgeleri için.»
Poirot hafif bir endişeyle arkadaşına baktı. Parti lafını duyunca biraz ferahlamıştı ama şimdi tekrar endişelenmeye başlıyordu. Bayan Oliver’in içki içmediğini bildiği için onun sözlerini neye yorması gerektiğini bilememekteydi.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıElmayı Yılan Isırdı
- Sayfa Sayısı 173
- YazarAgatha Christie
- ÇevirmenGönül Suveren
- ISBN9789754053418
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 1999
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sondan Sonra ~ Megan Hunter
Sondan Sonra
Megan Hunter
“Londra gözlerimin önünden yüzerek geçti.” Londra’nın sular altında kaldığı bir çevre felaketi sırasında doğum yapan bir anne, hayata ve bebeğine histerik bir güçle tutunur....
- Majestelerin Ejderhası ~ Naomi Novik
Majestelerin Ejderhası
Naomi Novik
FANTASTİKTE YENİ BİR SOLUK VE SIRADIŞI BİR DÜNYA Tarih ve fantastik kurgunun iç içe geçtiği, zekice kurgulanmış, sürükleyici ve nefes kesici bir roma ‘‘Temeraire,...
- Anılar Yetmeyince ~ Dacia Maraini/ Pınar Gökpar
Anılar Yetmeyince
Dacia Maraini/ Pınar Gökpar
1988-1995; öyküyü anlatan Vera’nın genç arkadaşı Flavia’ya gönderdiği mektuplarda anılan yedi yıl. Romanın başında “bayramların çocuğu” Flavia, altı yaşındadır, “gezgin oyun yazarı” Vera ise,...