— Hızlı gideceğiz. Boynuma sarıl. Bacaklarını sık. Tamam.Hadi bakalım… Kocaman sarı bir köpeğin sırtına bineceğiz ve sonra ver elini gökyüzü… Usta yazar Yusuf Atılgan’ın kaleminden çıkan bu öyküleri okumanın yaşı yok; her sayfayı büyük bir beğeniyle okuyacaksınız. Başlayın sayfaları çevirmeye…“Kitaplar çocuklar için yazılmamalıdır ama kişi, yetişkinler için yazılmış eserler –yani gerçek sanat eserleri– arasından uygun olanları seçmesini bilmelidir.”
Anton Çehov
İçindekiler
Korkut’a Masal, 9
Ceren’e Masal, 45
Korkut’a Masal
Çok eskiden, deve deveyken, sinek sinekken, insanlar gemilere, uçaklara, trenlere, arabalara, köpeklere binerken, eylül sonlarında güzel bir sabah Filiz’le Oğuz yanlarına küçük oğulları Korkut’u alıp İzmir’den Hacırahmanlı’ya, Yusuf’u görmeye geldiler. Yedi yaşındaki büyük oğulları Ongun gelmek istememişti. Dedesiyle çöp kebabı yemeye gidecekti. Geçen yıldan beri Yusuf’la arası çok iyi değildi. Kışın bir süre Ankara’daki evlerinde konukken salonda kibrit yakmasına, minderleri uçak yapıp uçurmasına, burnunu karıştırıp sümüğünün tadına bakmasına engel oluyordu. Yusuf’un odasında oturup konuşmaya başladılar. Bu konuşmaların nasıl uzayıp gittiğini bilirdi Korkut. Canı sıkılıyordu. Odada ilgi çekici bir şey de yoktu.
Birkaç kez duvarda Yusuf’un iki ağaç arasında asılmış resmini gösterip “Bak, bunu Ongun yaptı,” diye lafa karıştı ama ya kimse aldırmadı ya da bir “ha, evet”le geçiştirildi. Kimse onu dinlemediğine göre ne işi vardı burada? Odadan çıktı. Hayadın köşesindeki gaz tankının musluğunu açmaya uğraştı; çok sıkıydı, açamadı. Eline bir değnek alıp tatlı bir hava çalmaya başladı tankın üstünde. Şu büyükler rahat bırakmazdı insanı; içerden “Yeter!” diye bağırdı Oğuz. Değneği bıraktı, sundurmanın altındaki kömür yığınından ince bir kömür seçip banyonun duvarına çok güzel bir resim çizdi. “Ongun bile yapamaz bunu,” dedi. Gene de biri geliyor mu diye arkasına baktı, çünkü büyükler pek anlamazdı resimden. (Haklıydı. Ertesi gün Yusuf bunu görünce, “Gidi kırık, yediği halta bak şunun,” dedi.) Öteki duvara yürürken yerde kocaman bir karınca gördü; ağzına ölü bir sinek almış, kapıya doğru gidiyordu. Kömürü atıp ardına düştü. Şimdiye dek böylesine azman bir karınca görmemişti. Üstelik çok hızlı yürüyordu. Eğilip tutmak isteyince daha da hızlandı, kapının altından çıktı. Korkut da kapıyı açıp sokağa çıktı. Karıncaya yetişip diz çöktü, elini uzattı, ama tutamadı. Emekliyordu artık; kötü bir niyeti yoktu aslında, bu görülmemiş sinekler gibi yakından inceleyecek, gerekirse “bakalım ne yapacak,” diye birkaç bacağını koparıp yere bırakacaktı gene. Ama ne bilsin karınca, can derdine düşmüş, ağzından sineği atmış, koşuyordu. O önde öteki arkada köşeyi döndüler. Korkut birden durdu: Burnunun dibinde sarı bir yığın vardı. Doğrulup kalkarken baktı, iri yarı bir köpekti bu; kaçamadı, dondu kaldı orada. Köpek yattığı yerden gözlerine bakıyordu Korkut’un, kuyruğunu üç kez ağır ağır yere vurdu, “Ne var korkacak?” dedi.
Korkut yutkundu, diliyle dudaklarını yaladı.
— Ko… korkmuyorum, dedi.
— Niye emekliyordun öyle?
— Karıncayı… şey… karıncaya bakıyordum.
— Nerelisin sen?
— İzmir’den geldik.
— Şu araba sizin mi?
— Anneannemin.
— Baban hızlı sürer mi?
— Oğuz mu? Oğuz bilmez. Filiz kullanır.
— Neden anne, baba demiyorsun onlara?
— Ongun da demiyor.
— Kim bu Ongun?
— Kardeşim. İki yaş büyük benden.
Köpek başını salladı, “Şaşılacak şey,” diye mırıldandı. Şaşılacak bunca şey varken köpeğin buna şaşmasına şaştı Korkut.
— İnsan gibi konuşuyorsun sen, dedi. Köpek sinsi sinsi çevresine baktı, kimseler yoktu. Günün bu vakti hemen herkes ovada olurdu.
— Başkalarıyla konuşmam, ilk seninle konuşuyorum. Adın ne senin?
— Korkut. Ama “Cukcuk” diyor Yusuf.
— Şu bizim suratsız komşu mu? Bana da “Sarışın” der. Erkek olduğumu bilmezmiş gibi “ne haber Sarışın,” der yanımdan geçerken.
— Senin adın ne? Köpek duraksadı, çoban köpeğiyken Sarıbaş’tı adı ama şimdiki sahibi nedense “Ayıcık” diyordu.
— Sarıbaş dersin bana, dedi. Sarıbaş ağır ağır kalktı; bacaklarını yaydı, kuyruğunu dikti, gerindi. Sonra da kocaman bedeninden umulmadık bir çeviklikle silkinip Korkut’u toza boğdu.
— Eh, bu iş de oldu. Korkut hangi işin olduğunu anlayamadı ama gözünü ovuşturduğu için, köpek alınmasın diye gönül alıcı bir şey söylemek istedi.
— Tüylerin ne güzel senin.
— Kıllarım demek istiyorsun. Gençliğimde görecektin beni. Eskiden çoban köpeğiydim ben…
Bütün yaşlı hayvanlar gibi hayatını anlatmaya başlayacakken durdu. Sırası değildi şimdi. Başını uzattı,
— Dokunmak istersen dokun, dedi. Korkut başına dokunurken köpek elini yaladı.
Birden elini çekti.
— Özür dilerim, alışkanlık, dedi köpek. Korkut konuyu değiştirmek için sordu:
— Niye kulakların yarım senin?
— Ufakken kestiler yarısını. Dedim ya, çoban köpeğiydim ben.
— Hep keserler mi?
— Keserler.
— Neden?
— Yağmurlu gecelerde kulağına su kaçsın da uyumasın diye. Çoban köpeği dediğin, gece uyumayacak. Kurt iner sürüye. Yatarken kulağı açık olmalı.
— Hep burada mı yatarsın? Sarıbaş, burnuyla Yanar’ın araba kapısı altındaki su akağını gösterdi.
— Sıcak havalarda şurda yatarım. Hava güzel bugün. İstersen sırtıma bindirip kırlarda gezdireyim seni.
— İsterim.
Yüreği çarparak bir adım attı ama Sarıbaş durdurdu:
— İçeri git de söyle, merak etmesinler.
— Şimdi gelirim, dedi Korkut.
Koşup avluya girdi. Oğuz’a soracaktı elbet. Çocuklar istedikleri bir şeyi yaptırmak için kime na
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye-Roman-Masal
- Kitap AdıEkmek Elden Süt Memeden
- Sayfa Sayısı64
- YazarYusuf Atılgan
- ISBN9789750735790
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Çocuk / 2022