Thomas Mann’ın 1919 yılında yayımlanan ve otobiyografik öğeler barındıran anlatısı, Mann ailesiyle yaşamış av köpeği kırması Bauschan ve sahibi ekseninde temellenir. Yazar, salt büyük bir romancı değil, aynı zamanda daha küçük metin türlerinin de üstadı olduğunu bir kez daha hissettirdiği bu anlatısında olağanüstü canlı, titiz ve ayrıntılı, yer yer mizah yüklü betimlemeleriyle pastoral bir portre çizer okuruna. Okur, Bauschan ve sahibiyle birlikte Münih’te nehir kıyısında ve kentin yeşil alanlarında günlük gezintilere çıkar, Bauschan’ın fiziksel ve karakteristik özelliklerine yakından bakma fırsatına sahip olur; köpek ile sahibinin arasındaki ilişkiye tanıklık eder: Bauschan’ın öyküsü, köpeğin, insanın yaşam alanının bu denli içinde olmasına karşın ona hâlâ ne kadar yabancı olduğunu anlatır.Modern edebiyata içkin alegori ve parodi unsurlarının izlerini sürebileceğimiz Efendi ile Köpeği, kent ile kırsal arasında kalmış, tarihin yok oluşa mahkûm ettiği idilde sığınak arayan bireyin, Birinci Dünya Savaşı’yla değişime uğrayan Avrupa burjuvazisinin yaşam deneyimine ilişkin bir tasvir olarak da okunabilir.
*
Köşeyi dönmüş geliyor
Yılın o güzel mevsimi adının hakkını verdiğinde, eğer bir de önceki günü zamanında bitirdiğim için kuşların cıvıltısı beni vakitlice uyandırabildiyse, günün ilk öğününden önce şapkamı almadan yarım saat açık havaya, evin önündeki ağaçlı yola çıkarak, bazen de daha uzaktaki yeşil alanlara giderek taze sabah havasından birkaç nefes çekmeyi ve işe güce dalmadan önce erken saatlerin berraklığının verdiği keyfe biraz ortak olmayı severim. Böyle günlerde evin kapısına çıkan basamaklarda durup iki tondan, ana ses ve daha kalın çeyrek sesten oluşan bir ıslık çalarım, tıpkı Schubert’in Bitmemiş Senfoni’sinin ikinci bölümündeki melodinin başı gibi; iki heceli bir ismin notadaki karşılığı sayılabilecek bir işarettir bu. Hemen sonra, ben bahçe kapısına doğru ilerlerken uzaklardan önce zor duyulan ama süratle yaklaşıp netleşen hafif bir şıngırtı, bir künye tasmanın zincirinin metaline çarptığında çıkan sese benzer bir ses gelir; dönüp baktığımda Bauschan’ın sarkmış sanki beni ezip geçmeye niyetlenmişçesine hızla evin arka köşesini dönerek bana doğru koştuğunu görürüm. Harcadığı çabadan altdudağı hafifçe sarkmış, böylece alttaki ön dişlerinin iki-üç tanesi ortaya çıkarak sabah güneşinde muhteşem bir beyazlıkla parlar.
Çıkıp geldiği yer, arka tarafta payandaların desteklediği verandanın zemini altında bulunan, değişken gecelerin ardından benim iki heceli ıslığımla alabildiğine canlanana dek uzanıp kısa bir sabah şekerlemesi yaptığı kulübesidir. Kulübenin kaba kumaştan perdeleri vardır ve içi saman kaplıdır, o yüzden de Bauschan’ın yatmaktan azıcık birbirine karışmış tüylerinin, hatta patilerinin arasında daima bir saman çöpü kalır: Bana her seferinde, vaktiyle izlediğim, son derece özenli bir hayal gücünün ürünü bir gösteride, zavallı ayaklarının iki örgü parmağı arasında bir saman çöpüyle açlık kulesinden çıkan Moor Kontu’nu anımsatan bir görüntüdür bu. Üzerime doğru koşunca gayriihtiyarı kenara çekilip savunma pozisyonu alırım; zira ayaklarımın arasına dalarak beni düşürme yönündeki sahte amacının şaşmaz bir kandırma gücü vardır. Oysa son anda, bana çarpmadan hemen önce, hem bedensel hem de ruhsal özdenetiminin bir kanıtı olarak fren yapmayı ve yön değiştirmeyi bilir; sonra da hiç ses çıkarmadan –çünkü yüksek perdeden, ifade yüklü sesini idareli kullanır– etrafımda karmakarışık bir selamlama dansı yapmaya başlar; tepinmeler, özel olarak bu işi gören bir ifade aracı olan kuyrukla sınırlı kalmayıp kaburgalara kadar bütün arka kısmı sarsan dizginsiz sallanmalar, dahası vücudunun kıvrılarak büzülmesi ve kendi ekseni etrafında dönmelerle birlikte gittikçe hızlanan, şiddetlenen zıplamalar; yine de ilginç bir biçimde ben ne yana dönsem tam ters tarafta sergileyerek bakışlarımdan uzak tutmaya çalıştığı gösteriler. Fakat yere eğilip elimi uzatır uzatmaz bir sıçrayışta yanımda biter ve omzunu baldırıma yapıştırıp heykel gibi durur: Güçlü patilerini yere dayayarak bana yaslanır, yüzünü benimkine doğru kaldırır, böylece bana doğru döner, aşağıdan gözlerimin içine bakar ve ben alçak sesle söylediğim güzel sözlerle kürekkemiğine pat pat vururken süren hareketsizliğinden de yine az önceki coşkusundaki yoğunluk ve tutku yayılır.
Kendisi kısa tüylü Alman bir av köpeğidir – tabii bu tanımı fazla katı ve kesin almayıp belli bir esneklik payıyla kabul edecek olursak; çünkü aslında Bauschan kitaplarda görülen o can sıkıcı klasiklikteki av köpeklerinden değildir. Bir kere böyle bir köpeğe göre muhtemelen fazla küçüktür; kendisi –ki bunun vurgulanması gerek– kesinlikle bir av köpeğinden daha ufak tefektir, ayrıca ön bacakları düz değil, azıcık dışa kıvrıktır ve bu da aynı şekilde safkanın o ideal görünüşüne ancak belli belirsiz uyar. Yüzüne son derece ağırbaşlı bir ifade veren hafif bir “gıdı”, yani boyunda kat yapmış sarkık derisi ona müthiş yakışır; fakat büyük olasılıkla bu da acımasız safkancılar tarafından bir kusur olarak görülecektir; çünkü duyduğuma göre av köpeğinin boyun derisi, gırtlağı sımsıkı sarmalıymış. Renkleri çok güzeldir. Tüyleri kızıl kahve üzerine siyah harelidir. Fakat araya bolca beyaz da karışmıştır ve bu beyazlar göğsünde, patilerinde ve karnında belirgin şekilde yoğunlaşır; öte yandan basık burnu tamamen siyaha batırılıp çıkarılmış gibi görünür. Geniş kafatası çatısının üzerinde ve hafif soğuk dış kulaklarında siyah tüyler kızıl kahve olanlarla kadifemsi, güzel bir desen oluşturur; görünüşünün en hoş yanıysa, beyazların göğsünde kıvrılarak içine karıştığı ve yaşlı göğüskafesinden enlemesine taşan, saçak ya da püskül sayılabilecek tüy demetidir. Bu arada tüylerindeki biraz keyfî renk dağılımı da soyun kurallarını kişilik değerlerinden önde tutan birine “kabul edilemez” gelebilir; çünkü klasik av köpekleri herhalde tek renktir ya da farklı renk katmanlarıyla süslüdür ama tüyleri kaplan gibi benekli değildir. Yine de Bauschan’ı katı bir biçimde kalıplaşmış bir sınıflandırmanın dışında tutan en önemli unsur, dudaklarının kenarından ve ağzının alt kısmından sarkan, insanın bıyık ya da sakal olarak nitelerken hiç de haksız sayılmayacağı ve onları incelediğinde uzaktan ya da yakından pinscher veya schnauzer cinsi köpeklerin tipini anımsayacağı tüylerdir.
Neticede ister av köpeği olsun ister pinscher; dizime dimdik yaslanışı ve kafasını kaldırıp derin bir sadakatle bana bakışıyla Bauschan nasıl da güzel ve iyi bir hayvandır! Özellikle gözleri güzeldir; bakışları belki biraz donuk olsa da yumuşak ve zekidir. İrisi kızıl kahve, yani tüyleriyle aynı renktir; fakat aslında simsiyah yansıyan gözbebeği iyice büyüdüğünde bu renk yalnızca ince bir halka oluşturur ve göz akına taşarak orada dağılır. Kafa duruşunun ona verdiği ifade, bu aklı başında mertlik ifadesi, onun ahlakının erkeksi yönlerinden birini ortaya koyar, vücut yapısı da bu erkeksiliği fiziksel boyutta tekrarlar: Pürüzsüz ve yumuşak derisinin altında kaburgalarının kuvvetle belirginleştiği şişkin göğüskafesi, içeri çekilmiş kalça, damarları belli olan kaslı bacaklar, sağlam ve biçimli ayaklar – bütün bunlar mertliğin ve erkek ahlakının, köylülere özgü avcı kanının ifadesidir, evet, Bauschan’ın vücut yapısında avcı ve lider kimliği son derece baskındır, bana sorarsanız o gerçek bir av köpeğidir, bununla birlikte varlığını kesinlikle herhangi bir kibirli safkan edimine borçlu değildir; kürekkemiğine pat pat vururken söylediğim, normalde epey karman çorman ve mantıken düzensiz sayılabilecek sözlerin sebebi tam da bu olabilir.
Orada durur ve bakar, ses tonuma kulak kesilir; onunla konuşurken belirgin şekilde yaptığım ve varoluşunun kati onayı anlamına gelen vurgularla birlikte bu sesin içine girer. Ve birdenbire, başını öne uzatarak ve dudaklarını süratle açıp kapayarak, burnumu ısırmak istercesine yüzüme doğru bir hamle yapar; belli ki sözlerime cevap mahiyetinde bir pantomimdir bu ve her seferinde benim kahkahalarla arkaya doğru sendelememe neden olur; Bauschan da bunu önceden bilir. Bu, şefkat ile cilveleşme karışımı bir tür öpücük gönderme, küçüklüğünden beri Bauschan’a özgü olan ve başka hiçbir selefinde gözlemediğim bir manevradır. Bu arada kuyruk sallamalar, kısa reveranslar ve mahcup-mutlu bir yüz ifadesiyle az önce gösterdiği ataklık için derhal özür diler. Sonra bahçe kapısından geçerek açık havaya çıkarız.
Etrafımızı deniz sesi gibi bir ses sarar; evim, hızla akan ve alçak akarsu teraslarında köpüren nehrin neredeyse hemen kıyısındadır; nehir ile evim arasında yalnızca kavaklı bir patika, üzerine akçaağaç fidanları dikilmiş, etrafı çitle çevrili çimen şeritleri ve muazzam telli kavakların, çayır çimene benzer tuhaf hareketlerle salınan ve tohum taşıyan beyaz pamukçukları haziran başında bütün mahalleye kar gibi yağan bu devlerin kenarını süslediği yükseltilmiş bir yol vardır. Nehrin yukarısında, şehre doğru bir yüzer köprüde istihkâmcılar talim yapar. Ağır çizmeleriyle tahta zeminde attıkları adımlar ve amirlerinin bağırışı ta buradan duyulur. Karşı kıyıdan da işleyen sanayinin sesi gelir; orada, evden biraz nehirden gidildiğinde, yüksek pencereleri gecenin her saati karanlığın ortasında ışıl ışıl parlayan, çağa uygun şekilde faaliyet alanı genişletilmiş bir lokomotif fabrikası vardır. Fabrikaya deneme amaçlı yeni ve pırıl pırıl cilalı makineler gelir gider, bazen bir buhar düdüğünün tiz sesi duyulur, ara sıra nereden geldiği bilinmeyen boğuk bir gümbürtü havayı sarsar ve ince uzun bacalardan duman tüter; ama uygun bir rüzgâr bu dumanı alıp karşı yakadaki ormanlara doğru sürükler; yine de duman ancak nehri geçene kadar dayanır. Kısacası bu bölgenin banliyölere ve yarı kırsal alanlara özgü tenhalığında, kendi içine gömülmüş doğanın sesi insana özgü hareketliliğin seslerine karışır, bütün bunların üzerini sabah saatlerinin parlak tazeliği örter.
Dışarı çıktığımda resmî uygulamaya göre saat yedi buçuk olabilir; yani aslında altı buçuktur. Ellerimi arkada kavuşturarak yumuşak güneş ışığında, kavakların uzun gölgelerinin taradığı yoldan aşağı yürüyorum, buradan nehri görmüyorum ama onun geniş, tekdüze akışını duyuyorum; ağaçlardan yumuşak fısıltılar geliyor, ötücü kuşların cik ciklemeleri, şakımaları, cıvıltıları ve hıçkırığı andıran ses titretmeleri havayı dolduruyor, nemli mavi gökyüzünde doğudan gelen bir uçak, kaskatı mekanik bir kuş, hafifçe yükselip alçalan bir uğultuyla toprağın ve nehrin üzerinden geçerek kendi bağımsız yolunda ilerliyor, Bauschan da çimen şeridinin solundaki alçak çitin üzerinden bir o tarafa bir bu tarafa yaptığı güzel, sıkı atlayışlarla gözümü şenlendiriyor. Atlamasının nedeni benim bundan hoşlandığımı bilmesidir; seslenerek ve pat pat vurarak onu sık sık çitin üzerinden geçmeye teşvik etmiş ve isteğimi yerine getirdiğinde de övmüşümdür; o yüzden şimdi de neredeyse her atlayıştan sonra, kendisine cesur ve zarif bir atlayıcı olduğu söylensin diye gelir, bunu duyduktan sonra da yüzüme doğru sıçrayıp ona engel olmak amacıyla kaldırdığım kolumu ağzının ıslaklığıyla pisletir. Bu egzersizleri aynı zamanda jimnastikli bir sabah temizliği niyetiyle de yapar; sportif hareketlerle birbirine karışmış tüylerini düzleştirerek onları çirkinleştiren yaşlı Moor kontu samanlarından kurtulur.
Sabah böyle dışarı çıkmak iyidir; duyular tazelenir, ruh, gecenin şifalı banyosuyla ve Lethe’den1 uzun uzun içtiği sularla temizlenir. Önünde uzanan güne güçlü bir güvenle bakar ve yine de ona başlayıp başlamama konusunda keyifli bir tereddüt yaşarsın; rüya ile başlamakta olan gün arasındaki sıra dışı, üzerinde hak iddia edilmeyen, dertsiz tasasız, göstermiş olduğun ahlaklı davranışların ödülü olan bir zaman diliminin efendisi olursun. İstikrarlı, basit, derli toplu ve rahatça kendi içine dönmüş bir hayat yanılsaması, tamamen kendi kendine ait olma yanılsaması seni mutlu eder; çünkü insan o anki ruh halini –bu ruh hali ister neşeli olsun ister karmaşık, ister huzurlu olsun ister tutkulu– hayatının gerçek, kendine özgü ve sabit ruh hali sayma, özellikle de her mutlu tesadüfü hayalinde hemen güzel bir kural ve bozulmaz bir âdet haline getirme eğilimindedir; oysa ki gerçekte hazırlıksız ve ahlaken kıtı kıtına yaşamaya mahkûmdur. İşte şimdi sen de sabah havasını içine çekerek kendi özgürlüğüne ve erdemliliğine inanıyorsun; fakat bilmen gerekir ve aslında bilirsin ki dünya seni içine hapsetmek için ağlarını hazır tutuyor ve muhtemelen yarın yine saat dokuza kadar yataktan çıkmayacaksın; çünkü geceleyin o yatağa saat ikide ateşli tartışmaların hararetiyle, kafan dumanlanmış olarak gireceksin… Olsun varsın. Bugün sen ayıklığın ve erken saatlerin adamısın; o arkadaki dünyayla değil de kendisiyle olmak istermiş gibi göründüğün için sevinçten az önce yine çitin üzerine çıkan av köpeğinin sahibisin.
Ağaçlı yolu yaklaşık beş dakika boyunca takip ederiz, ta ki ağaçlı yol olmaktan çıkıp nehir boyunca ilerleyen bir çakıltaşı çölüne dönüştüğü noktaya dek; oraya arkamızı vererek geniş ve tıpkı ağaçlı yol gibi içinden bir bisiklet şeridi geçen ama yapımı henüz tamamlanmamış, daha küçük çakıllarla kaplı bir sokağa saparız; sağdaki bu sokak alçaktaki ağaçlıkların arasından, Bauschan’ın yaşam alanı olan nehir kıyısı mahallemizin doğu sınırındaki yamacına doğru çıkar. Ormanla çayırlık arasından bomboş ilerleyen ve benzer özellikler gösteren bir başka sokağa geçeriz, bu sokak daha yukarıda, şehre ve tramvay durağına yaklaştıkça apartmanlarla doludur; aşağı inen bir çakıltaşlı patika bizi güzel düzenlenmiş, park görünümlü bir alana götürür, bu saatte bütün bölge gibi burası da ıssızdır, kıvrımlı yollarda dinlenmek için banklar vardır ve bu yollar birçok yerde bakımlı çocuk parklarının bulunduğu yuvarlaklara ve geniş çimenliklere açılır; çimenliklerde park düzenine uygun gruplar halinde duran yaşlı ve biçimli ağaçların –karaağaçlar, kayınlar, ıhlamurlar ve gümüşümsü söğütler– dalları yerlere sarkar, öyle ki çimlerin üzerinde köklerinin yalnızca küçük bir parçası görünür. Bana ait olsa bundan daha rahat dolaşamayacağım bu özenli alandan büyük keyif alırım. Hiçbir şeyi eksik bırakılmamıştır. Alanı çevreleyen yumuşak çimenli yamaçlardan inen yollara bile beton kaldırım taşları döşenmiştir. Ayrıca bütün bu yeşilliğin arasından yer yer görünen ve her iki tarafta uzaklardan alana bakan iki villadan birinin mimarisi derin ve hoş manzaralar sunar.
Burada kısa bir süre yollarda gezinirim; Bauschan ise vücudunun merkezkaç yönünde eğik duruşuyla, geniş alanın verdiği mutluluğun sarhoşluğu içinde, çimenlikleri bir sağa bir sola hoplayıp zıplamalarla doldurur; arada bir de içinde öfke ile zevkin birbirine karıştığı havlamalar eşliğinde, korkudan büyülenmiş gibi uçan ya da onunla şakalaşmak için burnunun neredeyse ucunda kanat çırparak kaçan küçük bir kuşu kovalar. Ben bir banka oturunca o da yaklaşarak ayağımın üstündeki yerini alır. Çünkü hayatının kurallarından biri ancak ben de hareket halindeyken koşmak; ama ben bir yere oturur oturmaz aynı şeyi yapıp sükûneti muhafaza etmektir. Bunun akla yakın bir gerekliliği yoktur ama Bauschan kurala sıkı sıkıya bağlıdır.
Yakıcı sıcaklığı ayağıma işleyen gövdesiyle orada oturuşunu duyumsamak tuhaf, hoş ve eğlencelidir. Onun yanındayken ve etrafa onun gözüyle bakarken içim neredeyse sürekli neşe ve empatiyle dolar. Kürekkemiklerini dışa çevirip patilerini orantısız şekilde içe kıvırışıyla Bauschan’ın oturuş tarzı köylülerinkine çok benzer. Bu pozisyonda vücudu gerçekte olduğundan daha küçük ve hantal görünür; komik bir etki sonucu göğsündeki beyaz tüy kıvrımı da bu sırada öne çıkar. Fakat vakarla ensesine dayadığı başı, içindeki o yoğun odaklanmayla, güzel oturuşa ilişkin bütün eksiklikleri telafi eder… Ortalık o kadar sessiz ki ikimiz de bu sessizliğe uyarız. Uzaklardan boğuk bir seda halinde nehrin şırıltısı gelir. Etraftaki küçük, gizli hareketler anlam kazanarak duyuları uyarır: bir kertenkelenin kısa hışırtısı, bir kuş cıvıltısı, yerdeki bir köstebeğin toprağı eşeleyişi. Bauschan’ın kulakları, bu geniş, sarkık kulaklardaki kasların izin verdiği ölçüde dikilir. İşitme duyusunu keskinleştirmek için başını yana eğer. Ve nemli siyah burnunun kanatları bitmek bilmeyen, kokulara duyarlı bir hareket halindedir.
Sonra yere yatar, bunu yaparken de ayağımla temas halinde olmaya özen gösterir. Asırlar öncesinden kalma, simetrik, hayvansı-puta benzer sfenks duruşuyla profilini bana doğru çevirir, başı dik, göğsü çıkıktır, dört uyluğunu gövdesine yapıştırıp patilerini birbirine paralel olarak öne doğru uzatır. Sıcak bastığı için ağzını açar, bu da yüzünde toplanmış olan bütün o zekâ ifadesini bir anda hayvansılığa dönüştürür, gözleri kırpışa kırpışa küçülür ve beyaz, kuvvetli köpekdişlerinin arasından koyu pembe bir dil upuzun sarkar.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıEfendi ile Köpeği
- Sayfa Sayısı112
- YazarThomas Mann
- ISBN9789750725661
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ustam ve Ben ~ Elif Şafak
Ustam ve Ben
Elif Şafak
Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de… Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan’dan gelen beyaz bir fil ve...
- Mutlu Prens ~ Oscar Wilde
Mutlu Prens
Oscar Wilde
Oscar Wilde’ın masalsı hikâyelerinde, diğer masallarda olduğu gibi, insanlarla hayvanlar, canlılarla cansızlar bir arada yaşıyor. Bir bülbül gül ağacıyla konuşuyor, su sıçanı yavrularına yüzme...
- Dokunmak ~ Ahmet Cemal
Dokunmak
Ahmet Cemal
Ahmet Cemal, edebiyatseverlerin yakından tanıdığı bir ad. Deneyimli, usta bir denemeci, usta bir çevirmen. Köşe yazılarıyla da sesini duyuran Ahmet Cemal, şimdi, ilk kez...