Bir kokuda, bir desende, bir eşyada yahut bir türküde büyüyen hatıraların kitabıdır bu.
Ata yadigârı hanların önünde bekleşirken gerçekleşen yiğitlik hikâyelerinin serencamına, Anadolu’nun her biri başka anlama gelen motifleriyle Efeli Hayriye’de şahit olacaksınız.
Dili lâl bir kızın sesini kuşlara emanet etmesi, bayramların en gururlu ve en yetim yanı, gaz lambasının ışığında yaşmak bağlayan kadınlar, evlatlarını yitiren anneler, balıkçı barınakları, başkasının hayatında kendini görmenin ne olduğu, iki arada bir derede yapılan zor seçimler, hayatın belki de en ağır yükü olan isimlerin hikâyelerine nakış nakış işlenirken geriye sadece düğümün bir ucundan tutup çözmek kalıyor.
İÇİNDEKİLER
EFELİ HAYRİYE • 11
DEĞİRMEN • 16
ATABARI • 20
TÜRKAN • 26
BORDO İSKARPİNLER • 31
HATİCE • 37
FATMA • 43
SIĞINAK • 48
HEAVY METALCİ KIZ • 52
UNUTMAK MI, UNUTULMAK MI? • 56
YANMAK MI, YAKMAK MI? • 60
DOĞUM GÜNÜ • 63
CELAL • 66
İCLAL • 69
HARMAN YERİ • 74
SÜRGÜN • 77
ZEYNEP • 80
EMANET • 83
ELİF • 86
İĞDE KOKUSU • 89
ZÖHRE ANA’NIN TACI • 92
SIRDAŞ • 94
SON BAKIŞ • 96
“Han kapısında göçünü toplayıp uçmağa varan
atalarımın hatırasına…”
EFELİ HAYRİYE
Selçuklu Veziri Celalettin Karatay tarafından İpekyolu’nun Kayseri-Malatya güzergâhı üzerinde 1240 yılında yaptırılan Karatay Hanı Kervansarayı kutlu akşamlarından birini yaşıyordu. Hayli yüksek duvarlarıyla kale görüntüsüne sahip hanı aydınlatan çıralar coşkuyla şahlanıyor, adeta gökyüzündeki yıldızları kıskandırıyordu. Penceresi, Gölyeri’ndeki harmana bakan küçük odada tatlı bir telaş vardı. Nesiller boyunca hanın idaresini üstlenen Sunguroğulları’nın kıymetlisi Hayriye ile büyük âlimlerden Bekir Hoca’nın oğlu İsmail’in kuracağı yuvanın heyecanı sarmıştı dört bir yanı.
Çanakkale Cephesi’nde savaşan Sunguroğlu Hüseyin’in eşi Hatice, küçük kızının kınasını kararken dualar ediyor, bacısını hazırlamakta olan büyük kızı Sare’yi hüzünlü bir tebessümle izliyordu. Annesinin el emeği göz nuru olan kıyafetiyle kardeşini donatırken dudakları kıpır kıpır eden Sare, işliğin üzerine kenarları işlemeli üç eteğini giydirdi, beline şalını doladı. Onun da üstüne işlemeli önlüğünü bağladı. Yün çoraplar ve deri yemenilerin kınalı ayakları sarması uzun sürmedi. Sırada, damadın düğün hediyesi olan en görkemli parça vardı. Kardeşinin geceden siyah saçlarını iki yana belik ördü. Yanlarından, boncuk ve kare akik taşlarla süslü gümüş yanak dövenler sarkan, alnı gümüş pullarla işli fesi, güzeller güzeli kardeşinin başına özenle taktı. Çift katlama yapığını bağlayıp gelin alını örttü. Selvi boyu, ince beli, zümrüt yeşil gözleri, ipeksi beyaz teni, beline kadar inen uzun ve gür saçlarıyla asalet.
DEĞİRMEN
Sis inmiş yüreğiyle tozlu yolda ağır aksak yürüyordu Melike. Başı önünde patikadan çıkarken başlayan yağmur, gözlerinden süzülen damlalarla birleşiyor, içindeki özlemi damıtıyordu. Rüzgârın getirdiği kokuyla bir an önce kavuşmak için can attığı sevdasına yetişmeye çalışan Melike, yağmurlu havayı çok severdi. Kimselerle paylaşamadığı dertlerini yağmur tanelerine anlatır, en kıymetlilerini onlarla birlikte toprağa uğurlardı. Yolun sonuna geldiğinde viraneye dönmüş değirmeni gördü. Hüzün dolu gözleriyle tebessüm ederek tahta kapıya doğru ilerledi. Kapının paslı demir kolunu usulca tuttu. Açmaya çalıştı. Zorlasa da açamadı. Paslanan ellerini, yüreğindeki pas ile kıyasladı. Ellerinin daha temiz olduğunu düşündü. Çürümeye yüz tutmuş tahtaların arasından içeriye doğru baktı. Kırılmış pencereden vuran loş ışıkta tozların içinde kalan değirmeni görünce gözlerini kapattı. Eskiden olduğu gibi değirmenin bulgur öğütürken çıkardığı kepekleri ve onu hayal etti. Hasretle içine çektiği koku sadece burnunun direğini değil bütün benliğini sızlattı. Titreyen elleriyle tekrar kapıyı zorlarken gözlerinden süzülen yaşlar, değirmenin yanındaki kurumuş arka akıyordu.
ATABARI
Oturduğu iskemleden çocukların son provalarını izleyen Şahin öğretmenin gözleri Ceylan’a takıldı. Folklor ekibinin en küçük üyesi olan öğrencisini baştan ayağa iyice bir süzdü. Omuzdan aşağı inen siyah gür saçları, irice kara gözleri, kaşlarına değercesine uzun kirpikleri, ürkek bakışları, süt gibi yüzünü daha da sevimli yapıyordu. Ceylan, bir taraftan oyunun ritimlerini kaçırmadan tüm gayreti ile ekibe uyum sağlamaya çalışıyor, bir yandan da ufacık ağzıyla türküyü mırıldanıyordu. “Bahçası var, bağı var, Ayvası var, narı var, Atamızdan yadigâr, Bizde atabarı var.” Heyecanını yenemeyen öğrencisindeki gelişmeyi izleyen Şahin öğretmenin gözlerindeki gurur, perde perde açılarak onu okulun ilk açıldığı güne kadar götürdü. Köyün ileri gelenlerinden Talip Ağa, kızı Ceylan’ı elinden tutarak okulun bahçesinde kendisine emanet etmişti. Varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu; üzerindeki jilet gibi ütülü yeni önlüğü, işlemeli yakası, kurdeleli tokaları ve rugan iskarpin ayakkabılarından belliydi. Ürkek tavırlarıyla çantasına sıkı sıkı sarılan kızı, sınıf arkadaşlarının yanına götürmüştü. Çocuklar tören için sırada beklerken Ceylan’ın babasıyla sohbete dalmıştı.
TÜRKAN
Gaz lambasının fitilini yükselten Türkan, kara gecesini aydınlatmak mı istiyordu yoksa güz ayazında donan gözlerini ısıtmak mı? Sobanın üzerinde tıslayarak ısınan güğümde buz kesmiş ellerini ısıttı. Sonra “Bismillah.” deyip bir eline güğümü diğerine gaz lambasını alarak ekmek hamurunu yoğurmak üzere gitti. Lambalığa gaz lambasını koyduktan sonra gündüz ekmek için elediği un dolu leğenin yanına oturdu. Tuzunu, mayasını ekledi. Güğümdeki ısınmış suyu yavaş yavaş dökerek hamurunu yoğurmaya başladı. Kenarda hazır tuttuğu tastaki suya ara ara ellerini daldırıyor, hamurunu kıvama getirmek için olanca gücüyle yoğuruyordu. Gün boyu yaptığı işlerden yorulsa da gelin geldiği köyde yaşmak bağlama âdetinden dolayı kayınbabası ve kaynanasının yanında konuşamıyor, içine attığı bütün dertlerini dökmek istercesine hamuru yumrukluyordu. Kıvama gelen hamurun üzerine temiz bir sofra bezi örterek minderlerle iyice bastırıp sabaha kadar mayalanması için bıraktı. Ellerini yıkayıp odasına geçti. İçi dolu bir çuval gibi yatağa bıraktı kendini. Yorgunluktan sızlayan bedeni körpecik gelini esir almış, sağından soluna bile döndürmüyordu. Kıpır kıpır eden dudakları dualarını tamamlayınca üzerinde tonlarca yük varmış gibi ağırlaşan göz kapaklarının kapanmasına mâni olamadı. Sabah ezanıyla bir çırpıda yatağından kalktı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Hikaye
- Kitap AdıEfeli Hayriye
- Sayfa Sayısı98
- YazarSümer Tek
- ISBN9786254086380
- Boyutlar, Kapak13,5 cm x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Vaktinden Evvel Bir Zemherir ~ Taner Ay
Vaktinden Evvel Bir Zemherir
Taner Ay
Edebiyatımızın unutulan isimlerine ve İstanbul’un edebiyatçılarına dair denemeleriyle bilinen Taner Ay, bu uzun hikâyesinde, 1902 ile 1916 arasındaki İstanbul’u, mahalleleriyle, sokaklarıyla, ahşaplarıyla, meyhâneleriyle ve...
- O Ada Senin Bu Ada Benim ~ Adil İzci
O Ada Senin Bu Ada Benim
Adil İzci
Ada! Ne güzel bir sözcüktür o! Söylemesi de, türlü türlü imgesi de… Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” öyküsünün ilk bölümcelerini anımsayalım: Bırakalım yüz yüze...
- İstanbul’un Çocukları ~ Oğuz Akdeniz
İstanbul’un Çocukları
Oğuz Akdeniz
Anılarımız hayatın kilometre taşları. Bizimle birlikte çocukluğumuzdan itibaren depolanan, her fırsatta kendini hatırlatan birer mihenk taşı. Benim öyküm de tıpkı anlattıklarım gibi yıllar öncesine...