Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Duygusal Anatomi
Duygusal Anatomi

Duygusal Anatomi

Ahmet Tulgar

“Devrime de aşka da dair önemli emareler gördüm ben. Duydum da. Sadece kitaplardan edinmedim bu işaretleri. Kendi hayatımda da var. İstedim mi bulurum. Ben…

“Devrime de aşka da dair önemli emareler gördüm ben. Duydum da. Sadece kitaplardan edinmedim bu işaretleri. Kendi hayatımda da var. İstedim mi bulurum. Ben devrimin ve aşkın mümkün olduğunu biliyorum.” Ahmet Tulgar’ın yeni öykülerini bir arada bulacağınız Duygusal Anatomi, güncel gelişmelerin, olayların, haksızlık ve baskıların edebiyata nasıl hem “zamanında” hem de nitelikli bir biçimde yansıyabileceğini göstermesi bakımından önemli. Tulgar’ın sözünü ettiği “duygusal anatomi” kuşkusuz yalnızca iç dünyalarımızı ilgilendiren bir “deşme” çalışması değil. Toplumsal hassasiyetlerimizin, kırılma noktalarımızın ve “iç kırmızısı” çizgilerimizin de bir fotoğrafı aynı zamanda. Öykünün tadına varacak, keyifle, biraz da içiniz burkularak okuyacaksınız.

Hikâye anlatırken mutsuzluklarımızı da beğenir,
gurur duyarız. Gerçek mutluluk da budur zaten:
hikâye anlatmak.
Burada değilim. Hikâyelerimdeki olayların
geçtiği yerlerdeyim.
Türkiye’den Türkçeye sığınmış biriyim ben. Burası iyi.

İçindekiler

Nehir ……………………………………………………………………..15
Libero (Pêxas) …………………………………………………………21
Sırt …………………………………………………………………………25
Renâs’ın Yolu …………………………………………………………..29
Sınır ……………………………………………………………………….33
Zulüm Haritası ………………………………………………………..41
Halk Mahkemesi ……………………………………………………..49
Sendikacı ………………………………………………………………..57
Yağlı Halka ……………………………………………………………..63
Kırmızı Kamyonet ……………………………………………………67
Servis ……………………………………………………………………..77
Hotel Paranoya ………………………………………………………..83
Şenol Yüzbaşı ………………………………………………………….87
Bahçıvan …………………………………………………………………93
Nilgün İle Yılmaz …………………………………………………….99
Minibüs Yolcusu …………………………………………………….107
Koro ……………………………………………………………………..113
Japone Kollu Elbise …………………………………………………121

NEHİR

Bu hikâye aslında suya dair. Su her yerde. Sadece son ânında uzaktaydı. Biraz daha yakında olsaydı onu kaybetmezdim. Tanıştığımız günü hep Bach’ın “Goldberg Varyasyonları” ile eşzamanlı hatırlıyorum. Sonradan eklendi müzik oysa. Piyano sonra damladı. Önce onun tok sesini duydum. Arka sıralardan upuzun ayağa kalkmıştı. “Barış en çok da biz Kürtlerin hasreti. Ülkemiz yanıyor ve biz bu yangının ortasında suya duyulan ihtiyaç gibi hasretiz barışa. Ama onurumuz bizden daha kıymetli. Bizim barışımızdan söz ederken başına onuru eklemeyi ihmal etmezseniz sevinirim,” dedi ve oturdu. Moderatör, “Sorunuz yok mu?” dediğinde, başını iki yana salladı. Panel bittiğinde hemen terk etmedim parti binasını. Beni utandırmıştı. Ama ben daha çok ondaki kırgınlıkla ilgiliydim. Soru sormaması bir işaretti. Kırgınlık, bizlere duyduğu kırgınlık her insanda olduğu gibi onda da kendine, göğsüne doğru bir dönüşe, eve dönüyormuşçasına göğsüne dönmesine yol açmıştı. Oradan yapmıştı bu birkaç cümlelik konuşmayı. Sesi göğsünden gelmişti. Kırgınlıkla göğüs arasındaki bu bağlantı: duygusal anatomi. Böyle bir şey var, evet

Ben kalabalığın arasından ona yürüyecektim ki o bana doğru yürüdü. O zaman gelişi iki defa kıymetli oldu. Memnuniyetle gülümsedim, daha yanıma gelmeden. Salondakilerin çoğu yüksek tirajlı gazetecinin etrafına toplanmış dinliyordu. Diğerleri ise yanımızdan geçip salonu terk etti. Bir köşede baş başa kalmamızı bekledi; ancak ondan sonra konuştu. “Cezaevinde bütün kitaplarınızı okudum. Halkımın mücadelesine sizi yalnızlığınızın yönelttiğini nasıl da kendinizi sakınmadan anlatıyorsunuz aslında. Satır aralarında hep bu var. Saygımı kazandınız,” dedi. Belki de kendime bile itiraf etmediğim bir gerçeği böylesine minnetle, saygı ile anması onu daha yakından tanıma isteğimi artırmıştı. Devam etti kesmeden: “Ama esas üslubunuz beni çok etkiledi. Bir anafor gibi.

Hem döndürüyor hem derine çekiyor insanı.” Sustu. Teşekkür etmeme fırsat vermeden konuştu yine: “Neyse, bunları söylemek için almıyorum vaktinizi. Sizin bildiğiniz şeyler bunlar. Benim sizden bir ricam var. Ben de yazıyorum. Daha çok makaleler ve şiirler. Bu dosyadakilere bir ara göz gezdirir, fikrinizi söylerseniz çok sevinirim. Telefonumu da, mail adresimi de yazdım ilk sayfaya.” “Bir kahve içelim isterseniz,” dedim. Uçağa yetişmek zorunda olduğunu söyledi. “Numaranızı verin isterseniz. Uçağı kaçırma ihtimalim var. O zaman rakı bile içeriz,” dedi. Numaramı verdim. Fırat o gün uçağı kaçırmadı. O, Van’a indiğinde herhalde ben de dosyasını yarılamış olmalıydım. Yazdıkları su gibi akıyordu. Bir klişe değil bu söylediğim. Yazdıklarını başından aşağı döküyor, yazdıklarının altında duruyor, yazdıkları başından aşağı akıyor, bazı kelimeler, kavramlar su damlaları gibi göğsünde takılıp kalıyor, bazıları en derinine iniyordu.

Sadece kendisinden yola çıkarak, yazısının altında kendisine bakarak halkını, halkına duyduğu büyük aşkı ama aynı zamanda öfkeyi de anlatıyor, sadece şiirlerinde değil, kuramsal metinler diyebileceğim makalelerinde de sona doğru müthiş bir arzuyla özgürlüğe yöneliyordu. Tam buralarda, sanki bilerek, bir kekeleme halini alıyordu yazısı, su kesilir gibi. Kendisine hem çok hayran olduğunu gizlemiyor ama aynı metinde kendisine müthiş hoyrat davranıyordu. Halkına yaklaşımı da aynıydı. Sonrasında onun yazılarını okurken onu hep suyun altında ya da içinde çıplak düşünürdüm. Bu imgeden kurtulmaya çalışmaktan vazgeçmiştim. İlk mail’imde yazmıştım ona bunu.

“Çırılçıplaksın. Yazdıklarında yıkanıyorsun. Bu üslubun Kürt yazınının geleceği olduğunu düşünüyorum,” dedim. Burada makalelerinden alıntılar yapmak ya da bir şiirini olsun buraya almak isterdim. Ama bana yayımlamayı düşündüğünü bir kere bile söylemedi. Ben de kendisine ve halkına pervasız bir acımasızlıkla yönelttiği pasajlar yüzünden belki de, kendimi bunu yapmaya yetkili görmüyorum. Cevabı bir-iki saat sonra geldi. Telefonumdan okudum cevabi mail’ini. “Benimle konuştukça fark edeceksin ki ‘çırılçıplak’ kelimesini sık kullanırım. Kürt yazısının geleceğine gelince de, gurur duydum ve korktum. Ama samimiyetine inanıyorum.” Partisinin Başkale ilçe başkanıydı. Çok yoğun bir dönemdi Kürt siyasetçiler için. Sadece iki kere daha yüz yüze görüştük, bir kez daha partinin İstanbul il binasında, bir de bir kafede, yine İstanbul’da, toplasan iki-üç saat. Bir kere bile rakı içmedik. Ama çok sık yazışıyorduk. Yazdığı her şeyi gönderiyor, bazen, “Bir oku istersen,” diye yazıyor­du gönderinin başına, bazen de sadece sonunda, “Sana emanet,” diyordu. Her şeyinin, her yazdığının bir kopyasının bende olmasını istiyor gibiydi. Yüz yüze görüştüğümüz o iki seferde ve bazen geceleri saatlerce süren internet görüşmelerimizde sağlamasını yaptım “çırılçıplak” kelimesine yüklediği yükün ağırlığının. Onun konuşma terminolojisinde “çırılçıplak aşk” kadar, “çırılçıplak özgürlük” kadar, “çırılçıplak savaş” da, “çırılçıplak teori” de, “çırılçıplak pratik” de, “çırılçıplak halk” da vardı. “Çırılçıplak kahramanlık” da. “Çırılçıplak ölüm” de. Yazısında ise pek rastlanmıyordu, bu yine onun deyimiyle “kavramsallaştırmalarına”. Yazısında zaten çırılçıplaktı.

Suyun altındaydı. Benim ilgim ve merakım ise göğsünde takılıp kalanlaraydı artık. Daha aşağı inmeyenlere. Göğsünde takılan kelime damlalarına. Kendisinin erken yaşta yaptığı akraba evliliğine değinip geçiyordu. Kız kardeşinin on yedi yaşında, üç aylık evliyken gerillaya katılışını teorize etmeden belirtiyor, bir yıl sonraki şehadetinden ise onunla düşen gerillaların yanı sıra mesafeli bir saygıyla bahsediyordu. Babasına öfkeliydi ama sebebini öğrenemiyorduk. Annesini hiç katmıyordu yazdıklarına. Bunlardan gayrı kendisi olan her şey çıplak ve ortadaydı. İstanbul’da entelektüeller arasında geçecek bir hayatın, içinde bir ukde olarak kaldığını bile açık açık yazıyordu. Korkusuzca. Onu bir kez rüyamda gördüm. Bir nehirden yüzerek geldi. Ben kıyıda bekliyordum. Sudan çıkarken heyecanlandım. Ayağını suda yere basıyor. Göğsüne güneş ışığı vuruyor. Göğsüne güneş ışığı vuruyor. Göğsüne güneş ışığı vuruyor. Parlıyor. Gözlerim kamaşıyor. Göğsünü göremiyorum. Artık yüzünü de göremiyorum. Uyanıyorum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıDuygusal Anatomi
  • Sayfa Sayısı128
  • YazarAhmet Tulgar
  • ISBN9789750725432
  • Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2015

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Trajik Nüans ~ Ahmet TulgarTrajik Nüans

    Trajik Nüans

    Ahmet Tulgar

    Her kentin kalabalığı içinde böyle insanlar vardır. Kent kaderi olmuş. Terk edemeyeceğini bildiği halde, o kentte, içinde hep bir terk etme arzusu ile dolaşan. Bu kentin içinde o kadar çok acı çekmiş ki, bu yüzden de mutluluğun yine en yakın burada olduğuna inanıyor.

  2. Bu Hikâye Senden Uzun Osman ~ Ahmet TulgarBu Hikâye Senden Uzun Osman

    Bu Hikâye Senden Uzun Osman

    Ahmet Tulgar

    “Öyle işte. Hâlâ biraz soğuk geliyor ama battıkça alışıyorum. Kendimi boşa aldım bayırdan aşağı koşuyorum. Düşüyorum gibi görünüyor olabilir ama bakma aslında uçuyorum. Söylediklerimin...

  3. Çocuklar ve Canavarları ~ Ahmet TulgarÇocuklar ve Canavarları

    Çocuklar ve Canavarları

    Ahmet Tulgar

    “Onu gördüğüm anda ne hissedeceğimi merak ediyordum. Öfkem, nefretim, utancım, her ne olacaksa hissettiğim, bunu ölçecektim. Şu anda aşamayacakmışım gibi gelse de aşıp aşamayacağımı...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Çeşitli Yalnızlık Söylentileri ~ Mehmet Can ŞaşmazÇeşitli Yalnızlık Söylentileri

    Çeşitli Yalnızlık Söylentileri

    Mehmet Can Şaşmaz

    “Her yazarın, bir de kitaplarında görünen ve biyolojik yaşı süresince, kendi içindeki yolculukları nasıl geçirdiğini gösteren bir yaşı vardır. Henüz 22’sindeki Mehmet Can Şaşmaz’ın,...

  2. Kaça Bölersin? ~ Güzin ÖztürkKaça Bölersin?

    Kaça Bölersin?

    Güzin Öztürk

    Bir portakal en fazla kaça bölünebilir? Güzin Öztürk’ün kaleme aldığı Kaça Bölersin?, dolapta kaderine terk edilmiş son portakalı yemek için birbirleriyle yarışan çekirdek bir ailenin deli dolu...

  3. O Sonbahar, O Kış ~ Kâmil ErdemO Sonbahar, O Kış

    O Sonbahar, O Kış

    Kâmil Erdem

    Varışsız yollar, yok yolcular, yarım kalan yarınlar, kırık segâhlar, acı ve kahır dolu bir geçmişten süzülerek gelen zamanın ağır aktığı deltalar… Kâmil Erdem her...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur