Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Düşüş
Düşüş

Düşüş

Albert Camus

Bazı durumlarda devam etmek, yalnızca devam edebilmek insanüstü bir şeydir.Başarılı ve saygın bir avukat olan Jean-Baptiste Clamence, bir akşam evine dönmek için Seine Nehri üzerindeki bir köprüden geçerken…

Bazı durumlarda devam etmek, yalnızca devam edebilmek insanüstü bir şeydir.

Başarılı ve saygın bir avukat olan Jean-Baptiste Clamence, bir akşam evine dönmek için Seine Nehri üzerindeki bir köprüden geçerken tanık olduğu olaya dek, Paris’te halinden son derece memnun bir yaşam sürmektedir. Fakat o akşamın ardından Clamence’in olağan varoluşu sekteye uğrayacak, zirvede yaşayan biriyken yavaş yavaş düşmeye, bir birey olarak kendini ve içinde yaşadığı toplumu sorgulamaya başlayacaktır.

Aynı zamanda bir itirafname sayılabilecek bu kısa romanda Camus, toplumun ikiyüzlülüğünü, insanlığın alçak yanını, yaşanan her şeyden her birimizin eşit derecede sorumlu olduğunu anlatırken, insanlık durumunun vahametini sırtlanıp alaycı ve keskin bir dille aynayı kendimize çeviriyor.

“Düşüş, Camus’nün muhtemelen en güzel ve en az anlaşılan romanıdır.” Jean-Paul Sartre

Si­ze hiz­met­le­ri­mi su­na­bi­lir mi­yim, ba­yım, ca­nı­nı­zı sık­ma­dan? Kor­ka­rım ki bu ku­ru­lu­şun ka­de­ri­ni elin­de tutan say­gı­de­ğer go­ril­le an­laş­ma­yı bil­mi­yor­su­nuz. Ger­çekten de Hol­lan­da di­lin­den baş­ka dil bil­mez o. Siz da­va­nı­zı sa­vun­mak için ba­na izin ver­me­dik­çe, si­zin ar­dıç ra­kı­sı is­te­di­ği­ni­zi an­la­ma­ya­cak­tır. İş­te ba­kın, uma­rım ki, be­ni an­la­dı; ba­şı­nı böy­le sal­la­yı­şı onun be­nim ka­nıt­la­rı­ma boyun eğ­di­ği­ni gös­te­ri­yor ol­ma­lı. Ger­çek­ten de dav­ra­nı­yor o, ace­le edi­yor, akıl­lı bir ya­vaş­lık­la. Şans­lı­sı­nız, ho­mur­­ dan­ma­dı. Hiz­met et­mek is­te­me­di­ği za­man, bir ho­mur­tu ye­ter ona: Kim­se üs­te­le­mez. Key­fi­nin kra­lı ol­mak, ko­ca hay­van­la­rın ay­rı­ca­lı­ğı­dır. Ama ben gi­di­yo­rum, ba­yım, size hiz­met et­ti­ğim için mut­lu ola­rak.

Te­şek­kür ede­rim si­ze, eğer can sı­kı­cı bir kim­se ro­lü oy­na­ma­ya­ca­ğım­dan emin ol­say­dım, ka­bul eder­dim. Faz­la iyi­si­niz. Bu yüz­den bar­da­ğı­mı si­zin­ki­nin ya­nı­na ko­ya­ca­ğım. Hak­lı­sı­nız, sus­kun­lu­ğu sa­ğır edi­ci onun. İl­kel or­­ man­la­rın ses­siz­li­ği­dir bu, ağ­zı­na ka­dar yük­lü olan. Bi­zim o sus­kun dos­tu­mu­zun uy­gar dil­le­re su­rat as­mak­ta inat et­me­si­ne şa­şı­yo­rum za­man za­man. Onun işi gü­cü, neden­se Mexico-City adı­nı tak­tı­ğı bu Ams­ter­dam ba­rı­na her ulus­tan de­niz­ci­le­ri ka­bul et­mek. Böy­le­si gö­rev­ler­le, onun bil­gi­siz­li­ği­nin ra­hat­sız edi­ci ol­ma­sın­dan kork­maz mı­sı­nız? Cro-Mag­non in­sa­nı­nın Ba­bil Ku­le­si’n­de oturdu­ğu­nu dü­şü­nün! En azın­dan yurt öz­le­miy­le kah­ro­lurdu ora­da. Ama öy­le de­ğil iş­te, bi­zim­ki­si sür­gün­lü­ğü­nün acı­sı­nı duy­mu­yor, yo­lun­da yü­rü­yor yi­ne, hiç­bir şey te­dirgin et­mi­yor onu.

Onun ağ­zın­dan işit­ti­ğim na­dir tüm­celer­den bi­ri ya seç­mek, ya seç­me­mek ge­rek­ti­ği­ni bil­di­riyor­du. Ne­yi seç­mek ya da seç­me­mek ge­rek­liy­di? Kuş­kusuz ken­di­si­ni. İti­raf ede­rim, bu açık yü­rek­li ya­ra­tık­lar çe­ker be­ni. Mes­lek ya da eği­lim ge­re­ği, in­san üze­rin­de çok dü­şün­dü­ğü­müz za­man, pri­mat may­mun­la­ra öz­lem duy­du­ğu­muz olur. Art dü­şün­ce­le­ri yok­tur on­la­rın.

Doğ­ru­su­nu söy­le­mek ge­re­kir­se, bi­zim ko­nu­ğu­muzun bir­kaç art dü­şün­ce­si var, her ne ka­dar bun­la­rı bu­lanık bi­çim­de için­de bes­li­yor­sa da. Ya­nın­da söy­le­nen­le­ri an­la­ma­ya an­la­ma­ya, so­nun­da kuş­ku­cu bir ka­rak­ter kazan­dı. Bu alın­gan cid­di­yet ha­va­sı bun­dan ile­ri ge­li­yor; san­ki in­san­lar ara­sın­da bir şe­yin ak­sa­dı­ğın­dan kuş­ku­lanır­mış gi­bi, en azın­dan. Bu du­rum, ken­di işi­ni il­gi­len­dirme­yen tar­tış­ma­la­rı da­ha güç kı­lı­yor. Ör­ne­ğin, ba­şı­nın üs­tün­de­ki, dip du­var­da du­ran, ye­rin­den in­di­ril­miş bir tab­lo­nun izi­ni bel­li eden şu boş dört­ge­ne ba­kın. Ger­çekten de ora­da bir tab­lo, işin en il­ginç ya­nı, ger­çek bir başya­pıt var­dı. Evet, ora­da­ki gö­rev­li onu al­dı­ğı ve bı­rak­tı­ğı za­man ben ora­day­dım. Her iki du­rum­da da ay­nı gü­vensiz­lik için­de ol­du bu, haf­ta­lar­ca ka­fa­sın­da evi­rip çe­virdik­ten son­ra. Bu nok­ta­da top­lum, ka­bul et­mek ge­re­kir ki, ken­di do­ğa­sı­nın iç­ten ya­lın­lı­ğı­nı bir öl­çü­de boz­du.

Şu­nu dik­ka­te alın ki, onu yar­gı­la­dı­ğım fa­lan yok benim. Onun hak­lı gü­ven­siz­li­ği­ni de­ğer­len­di­ri­yo­rum ve bu­nu onun­la se­ve se­ve pay­la­şır­dım, eğer be­nim ile­ti­şimci do­ğam, gör­dü­ğü­nüz gi­bi, bu­na kar­şı gel­me­sey­di.Ya­zık ki ge­ve­ze­yim ve ko­lay­ca bağ­la­nı­yo­rum. Uy­gun me­sa­fele­ri ko­ru­ma­sı­nı bil­sem de, her tür­lü fır­sat el­ve­riş­li ge­li­yor ba­na. Fransa’­da ya­şar­ken, akıl­lı bir adam­la kar­şı­laş­tı­ğım za­man he­men ar­ka­daş­lık kur­ma­dan ede­mez­dim. Ah! Gö­rü­yo­rum ki, şart ki­pin­de­ki bu de­yiş­te du­rak­sı­yor­sunuz. Bu ki­pe kar­şı ve ge­nel­lik­le gü­zel di­le kar­şı duy­duğum zaa­fı iti­raf ede­rim. Bu zaa­fım­dan do­la­yı suç­lu­yorum ken­di­mi, ina­nın. İyi bi­li­rim ki, ni­te­lik­li ça­ma­şır zevki in­sa­nın ayak­la­rı­nın il­le de kir­li ol­ma­sı­nı ge­rek­tir­mez.

Bi­çem de, pop­lin ku­maş gi­bi, ma­ya­sı­lı giz­ler ço­ğu zaman. Enin­de so­nun­da kem küm eden­ler de te­miz de­ğildir di­ye­rek avu­tu­yo­rum ken­di­mi. El­bet­te, ar­dıç ra­kı­sı içe­lim yi­ne.

Amsterdam’­da uzun za­man ka­la­cak mı­sı­nız? Gü­zel kent, de­ğil mi? Çok mu çe­ki­ci? İş­te uzun za­man­dır duyma­dı­ğım bir sı­fat. Yıl­lar­dır, Paris’­ten ay­rıl­dı­ğım gün­den be­ri. Ama yü­re­ğin bel­le­ği var­dır ve ben bi­zim o gü­zel baş­ken­ti­mi­zin hiç­bir ye­ri­ni unut­ma­dım, rıh­tım­la­rı­nı da. Pa­ris ger­çek bir göz cüm­bü­şü­dür, dört mil­yon si­lue­tin otur­du­ğu gör­kem­li bir de­kor­dur. Son sa­yım­da beş milyon mu? De­se­ni­ze, yav­ru­la­mış­lar. Şaş­mam bu­na. Ba­na hep öy­le gel­miş­tir ki, hem­şe­ri­le­ri­mi­zin iki tut­ku­su var: fi­kir­ler ve zi­na. Ras­ge­le, san­ki. On­la­rı suç­la­mak­tan da ka­çı­na­lım ha­ni; yal­nız on­lar de­ğil, tüm Av­ru­pa bu durum­da. Ge­le­cek­te­ki ta­rih­çi­le­rin bi­zim için ne di­ye­cek­leri­ni dü­şü­nü­yo­rum ba­zen. Gü­nü­müz in­sa­nı ko­nu­sun­da bir tüm­ce söy­le­mek ye­te­cek­tir on­la­ra: Zi­na edi­yor­du ve ga­ze­te oku­yor­du. Bu güç­lü ta­nım­dan son­ra ko­nu bi­ter, di­ye­bi­li­rim.

Hol­lan­da­lı­lar mı, a ha­yır, on­lar çok da­ha az mo­dernler! Za­man­la­rı var, ba­kın on­la­ra. Ne ya­pı­yor­lar? Pe­ki öyley­se, bu bay­lar şu ba­yan­la­rın eme­ğiy­le ge­çi­ni­yor. Kal­dı ki bun­lar, er­kek ol­sun, di­şi ol­sun, her za­man­ki gi­bi, ya­lan düş­kün­lü­ğü ya da ah­mak­lık­la bu­ra­ya gel­miş pek kentsoy­lu ya­ra­tık­lar­dır. Kı­sa­ca­sı, düş­gü­cü faz­la­lı­ğı ya da eksik­li­ğiy­le. Za­man za­man bu bay­lar bı­çak ya da ta­ban­ca kul­la­nır­lar, ama bu­nu gö­nül­den is­te­dik­le­ri­ni san­ma­yın.

Rol ge­re­ği­dir bu, o ka­dar; son kur­şun­la­rı­nı atar­ken korku­dan ölür­ler. Öy­le ama, ben on­la­rı öte­ki­ler­den da­ha ahlak­lı bu­lu­yo­rum, ai­le için­de, ya­vaş ya­vaş yıp­ra­ta­rak öl­düren­ler­den da­ha ah­lak­lı. Top­lu­mu­mu­zun bu tür bir yok et­me için ör­güt­len­miş ol­du­ğu­na dik­kat et­me­di­niz mi? Bre­zil­ya ır­mak­la­rın­da­ki o kü­çü­cük ba­lık­lar­dan söz edildi­ği­ni her­hal­de işit­miş­si­niz­dir, ha­ni bin­ler­ce­si ih­ti­yat­sız yü­zü­cü­ye sal­dı­ran, bir­kaç sa­ni­ye­de onu kü­çük lok­ma­larla yi­yip bi­ti­ri­ve­ren ve or­ta­da ter­te­miz bir is­ke­let­ten başka bir şey bı­rak­ma­yan ba­lık­lar­dan? İş­te böy­le­dir on­la­rın ör­güt­len­me­si. “Te­miz bir ya­şa­ma ra­zı mı­sı­nız? Her­kes gibi?” Evet di­yor­su­nuz do­ğal ola­rak. Na­sıl ha­yır di­ye­bi­lir in­san? “Ta­mam. Si­zi te­miz­ler­ler. Bir iş, bir ai­le, ör­güt­lenmiş boş za­man iş­te budur.” Ve kü­çük diş­ler te­ne sal­dı­rır, ke­mik­le­re ka­dar yer.Ama yan­lış söy­le­dim. On­la­rın ör­gütü de­me­me­li. Bi­zim ör­gü­tü­müz bu, enin­de so­nun­da: Kim ki­mi te­miz­le­ye­cek! So­nun­da ar­dıç ra­kı­mız gel­di iş­te. Sağ­lı­ğı­nı­za. Evet, go­ril ağ­zı­nı açıp ba­na dok­tor, de­di. Bu ül­ke­de her­kes dok­tor ya da pro­fe­sör­dür. Say­gı gös­ter­me­si­ni se­ver on­lar, iyi­lik­le­rin­den ve al­çak­gö­nül­lü­lük­le­rin­den ötü­rü. On­larda, hiç de­ğil­se, kö­tü­lük ulu­sal bir ku­rum de­ğil­dir. As­lında he­kim de­ği­lim ben.

Doğ­ru­su­nu bil­mek is­ter­se­niz, avu­kat­tım bu­ra­ya gel­me­den ön­ce. Şim­diy­se ce­zae­vi yargı­cı­yım. Ama ken­di­mi ta­nıt­ma­ma izin ve­rin: Jean-Bap­tis­te Cla­men­ce, ku­lu­nuz. Si­zi ta­nı­dı­ğı­ma se­vin­dim. Her­hal­de işada­mı­sı­nız?.. Aşa­ğı yu­ka­rı mı? Ha­ri­ka ya­nıt! Ay­nı zaman­da akıl­lı­ca; he­pi­miz her şey­de aşa­ğı yu­ka­rı­yız. Şim­di bi­raz de­dek­tifik oy­na­ma­ma izin ve­rin.

Aşa­ğı yu­ka­rı benim ya­şım­da­sı­nız, aşa­ğı yu­ka­rı her yeri ge­zip gör­müş kırk ya­şın­da adam­la­rın de­ne­yim­li gö­zü var siz­de, aşa­ğı yu­ka­rı iyi gi­yim­li­si­niz, ya­ni biz­de ol­du­ğu gi­bi gi­yin­miş­siniz ve düz­gün el­le­ri­niz var. De­mek ki bir kent­soy­lu­su nuz aşa­ğı yu­ka­rı! Ama in­cel­miş bir kent­soy­lu! Ger­çekten de, şart ki­pin­de­ki fiil­ler­de du­rak­sa­mak kül­tü­rü­nü­zü iki kez ka­nıt­lı­yor, çün­kü ön­ce bu fiil­le­ri ta­nı­yor­su­nuz, son­ra da bun­lar si­nir­len­di­ri­yor si­zi. Son ola­rak da, si­zi eğ­len­di­ri­yo­rum ben, bu ise, övün­mek gi­bi ol­ma­sın ama, siz­de bel­li bir fi­kir açık­lı­ğı bu­lun­du­ğu­nu gös­te­ri­yor. Öyley­se siz aşa­ğı yu­ka­rı…

Ama ne öne­mi var? Mes­lek­ler mez­hep­ler­den da­ha az il­gi­len­di­ri­yor be­ni. İzin ve­rir­seniz, si­ze iki so­ru so­ra­yım, ama yer­siz bul­maz­sa­nız ya­nıt ve­rin bun­la­ra. Var­lık­lı mı­sı­nız? Bi­raz mı? Gü­zel.Yok­sullar­la pay­laş­tı­nız mı bu­nu? Pay­laş­ma­dı­nız. Öy­ley­se siz be­nim Sa­du­ki de­di­ğim ki­şi­ler­den­si­niz. Kut­sal Ki­ta­bın de­dik­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me­diy­se­niz, bu si­ze pek bir ya­rar sağ­la­maz de­rim. Sağ­lı­yor mu? De­mek Kut­sal Ki­ta­bı bi­liyor­su­nuz? Doğ­ru­su, il­gi­mi çe­ki­yor­su­nuz be­nim.

Ba­na ge­lin­ce… Ken­di­niz ka­rar ve­rin, ba­ka­lım. Boyum­la, omuz­la­rım­la ve ço­ğu za­man yır­tı­cı ol­du­ğu söy­lenen şu yü­züm­le da­ha çok bir rugby oyun­cu­su­na ben­ziyo­rum, de­ğil mi? Ama ko­nuş­ma­ma ba­kı­lır­sa, bi­raz in­ce ol­du­ğu­mu ka­bul et­mek ge­re­kir. Pal­to­mun tü­yü­nü sağ­lamış olan de­ve her­hal­de uyuz­muş. Bu­na kar­şı­lık tır­nak­larım ba­kım­lı.

Ben de oku­muş yaz­mış bir in­sa­nım, yi­ne de, yal­nız­ca yü­zü­nü­ze ba­ka­rak içi­mi dö­kü­yo­rum si­ze. Son ola­rak, iyi ta­vır­la­rı­ma ve gü­zel di­li­me kar­şın. Zee­dijk gemi­ci bar­la­rı­nın bir ge­dik­li­si­yim ben. Pekâlâ, me­ra­kı­nız bit­sin ar­tık. Be­nim mes­le­ğim çif­te yüz­lü, o ka­dar, tıp­kı ya­ra­tı­lış gi­bi. Söy­le­miş­tim, ce­zae­vi yar­gı­cı­yım ben. Bir tek şey açık be­nim du­ru­mum­da, hiç­bir var­lı­ğım yok. Evet, za­ma­nın­da zen­gin­dim, ha­yır, baş­ka­la­rıy­la hiç­bir şeyi pay­laş­ma­dım. Ne­yi ka­nıt­lar bu? Be­nim de bir Sa­du­ki ol­du­ğu­mu… Li­man­da­ki ca­na­var dü­dük­le­ri­ni du­yu­yor mu­su­nuz? Bu ge­ce sis var Zuy­der­zee’­nin üze­rin­de. Gi­di­yor mu­su­nuz he­men? Si­zi alı­koy­muş­sam ba­ğışla­yın be­ni. İzin ve­rir­se­niz, ben öde­ye­yim he­sa­bı. Mexico City’­de evim­de sa­yı­lır­sı­nız, si­zi bu­ra­da ağır­la­mak­tan son de­re­ce mut­lu ol­dum. Ya­rın ke­sin ola­rak bu­ra­da ola­cağım, her ak­şam­ki gi­bi ve da­ve­ti­ni­zi min­net­le ka­bul edece­ğim. Yo­lu­nuz… Pekâlâ… Li­ma­na ka­dar si­ze eş­lik etmem­de sa­kın­ca var mı, böy­le­si da­ha ko­lay olur­du da? Ora­dan, Ya­hu­di ma­hal­le­si­nin çev­re­si­ni do­la­şa­rak, çi­çek ve güm­bür­tü­lü mü­zik­ler­le do­lu tram­vay­la­rın geç­ti­ği o gü­zel cad­de­le­ri bu­lur­su­nuz. Ote­li­niz bu cad­de­ler­den birin­de, Dam­rak’­ta. Lüt­fen, siz ön­den bu­yu­run. Ben Ya­hudi ma­hal­le­sin­de otu­ru­yo­rum, ha­ni Hitlerci kar­deş­le­rimiz­ce mey­dan ha­li­ne ge­ti­ril­me­den ön­ce­ki adıy­la Ya­hu­di ma­hal­le­sin­de. Ne te­miz­lik! Yet­miş beş bin Ya­hu­di sü­rülü­yor ya da öl­dü­rü­lü­yor, ha­va­sız bı­ra­kı­la­rak ya­pı­lan bir te­miz­lik bu. Ben bu uy­gu­la­ma­ya, bu yön­tem­li sab­ra hayra­nım! İn­sa­nın ka­rak­te­ri ol­ma­dı mı, bir yön­tem bul­ma­sı ge­rek. Bu­ra­da bu yön­tem ha­ri­ka­lar ya­rat­tı doğ­ru­su, ben de ta­ri­hin en bü­yük suç­la­rın­dan bi­ri­nin iş­len­di­ği bir yerde otu­ru­yo­rum.

Bel­ki de be­nim go­ri­li ve onun gü­ven­sizli­ği­ni an­la­ma­ma yar­dım eden şey bu­dur. Böy­le­ce ben, da­ya­nıl­maz bir bi­çim­de be­ni sem­pa­ti­ye gö­tü­ren bu do­ğa eği­li­mi­ne kar­şı ko­ya­bi­li­yo­rum. Ye­ni bir yüz gör­dü­ğüm za­man, ben­de bi­ri bir alarm zi­li ça­lı­yor.“Ya­vaş olun.Tehli­ke var!” Sem­pa­ti­nin en güç­lü ol­du­ğu za­man­lar bi­le, tetik­te­yim.

Bi­li­yor mu­su­nuz, bi­zim kü­çük köy­de, bir mi­sil­le­me ey­le­mi sı­ra­sın­da bir Al­man su­ba­yı ih­ti­yar bir ka­dın­dan, iki oğ­lun­dan re­hin ola­rak kur­şu­na di­zi­le­cek bi­ri­ni seçme­si­ni na­zik­çe ri­ca et­miş­ti. Seç­me­si­ni, ta­sar­la­ya­bi­li­yor mu­su­nuz bu­nu? Şu­nu mu? Ha­yır, şu­nu. Ve onun alıp gö­tü­rül­dü­ğü­nü gör­me­si­ni. Üze­rin­de dur­ma­ya­lım, ama ina­nın ba­na ba­yım, her tür­lü sürp­riz müm­kün. Gü­vensiz­li­ği ka­bul et­me­yen saf yü­rek­li bir in­san ta­nı­dım. Ba­rışçıy­dı, öz­gür­lük­çüy­dü, tüm in­san­lı­ğı ve hay­van­la­rı ay­nı sev­giy­le se­vi­yor­du. Seç­kin bir ruh, evet, bu ke­sin. Avru­pa’­da, son din sa­vaş­la­rı sı­ra­sın­da kö­ye çe­kil­miş­ti. Evi­nin eşi­ği­ne şöy­le yaz­mış­tı:“Ne­re­den ge­lir­se­niz ge­lin, hoş geldi­niz, bu­yu­run içeri.” Siz­ce kim ya­nıt ve­rir bu gü­zel dave­te? Mi­lis as­ker­le­ri! İçe­ri gi­rer­ler ev­le­ri­ne gi­rer gi­bi ve ba­ğır­sak­la­rı­nı de­şer­ler ada­mın.

Ah! Ba­ğış­la­yın ba­yan! Za­ten bir şey an­la­ma­dı ka­dın. Na­sıl da ka­la­ba­lık, öy­le de­ğil mi, bu ka­dar geç bir va­kit­te ve gün­ler­dir din­me­yen bu yağ­mu­ra kar­şın! Çok şü­kür ki ar­dıç ra­kı­sı var, bu ka­ran­lık­lar­da tek ışık. Onun si­ze verdi­ği al­tın­sı, ba­kır­sı ışı­ğı du­yu­yor mu­su­nuz? Ben ken­tin için­de, ak­şam­la­rı, ar­dıç ra­kı­sı­nın sı­cak­lı­ğın­da yü­rü­me­yi se­vi­yo­rum. Ge­ce­ler bo­yun­ca yü­rü­yo­rum, düş ku­ru­yorum ya da ha ­bi­re ko­nu­şu­yo­rum ken­di ken­di­me. Evet, bu ak­şam­ki gi­bi, bi­raz ba­şı­nı­zı şi­şir­mek­ten de kor­ku­yorum, te­şek­kür­ler, çok na­zik­si­niz. Ama çok sar­ho­şum; ağzı­mı aç­tım mı, tüm­ce­ler akı­yor. Bu ül­ke esin ve­ri­yor bana za­ten.

Bu hal­kı se­vi­yo­rum ben, kal­dı­rım­lar­da cı­vıl cı­vıl cı­vıl­da­yan, kü­çü­cük ev­ler ve su­lar ara­sın­da sı­kış­mış, sis­ler, so­ğuk top­rak­lar ve ça­ma­şır gi­bi du­ma­nı tü­ten deniz­le sar­ma­lan­mış bu hal­kı. Se­vi­yo­rum, çün­kü çift yönlü­dür o. Bu­ra­da ve baş­ka yer­de­dir. El­bet­te! Kay­gan kal­dı­rım­da on­la­rın ağır ak­sak adımla­rı­nı duy­du­ğu­nuz için, al­tın renk­li çi­roz­lar­la ve ölü yaprak ren­gin­de­ki mü­cev­her­ler­le do­lu dük­kân­la­rı ara­sın­dan han­tal han­tal geç­tik­le­ri­ni gör­dü­ğü­nüz için, kuş­ku­suz onla­rın bu ak­şam or­ta­da ol­duk­la­rı­nı sa­nı­yor­su­nuz.

Her­kes gi­bi­si­niz siz de, bu na­mus­lu in­san­la­rı bir çı­kar or­ta­ğı ve sa­tı­cı top­lu­lu­ğu ola­rak gö­rü­yor­su­nuz, pa­ra­la­rı­nı son­suz ya­şam şans­la­rıy­la bir­lik­te he­sap eden ve tek coş­ku­la­rı, baş­la­rın­da ge­niş şap­ka­lar­la ba­zen ana­to­mi ders­le­ri al­mak olan ki­şi­ler ola­rak, öy­le de­ğil mi? Al­da­nı­yor­su­nuz. On­lar ya­nı­mız­da yü­rür­ler, doğ­ru, yi­ne de, ba­kın ka­fa­la­rı ne­rede­dir: Kır­mı­zı ve ye­şil dükkân ta­be­la­la­rın­dan dö­kü­len o neondan, ar­dıç ra­kı­sın­dan ve na­ne­den oluş­muş sis­te.

Hol­lan­da bir düş­tür, ba­yım, gün­düz da­ha du­man­lı, ge­ce da­ha yal­dız­lı bir al­tın ve du­man dü­şü­dür ve ge­ce gün­düz bu düş Lohengrin’le do­lu­dur, tıp­kı, bü­tün ül­ke­de de­nizle­rin çev­re­sin­de, ka­nal­lar bo­yun­ca dur­ma­dan dö­nüp duran, gö­müt­lük ku­ğu­la­rı­nı an­dı­ran, yük­sek gi­don­lu bi­siklet­le­ri üze­rin­de hül­ya­lı hül­ya­lı ka­yıp gi­den kim­se­ler gi­bi. On­lar, baş­la­rı ba­kır ren­gi bu­lut­la­rı için­de, düş gö­rür­ler, dö­ne dö­ne gi­der­ler, si­sin al­tın­sı tüt­sü­sü için­de uyur­gezer­ce­si­ne dua eden­ler, ar­tık ora­da de­ğil­ler­dir. Bin­ler­ce ki­lo­met­re öte­ye, uzak Ca­va Ada­sı’na doğ­ru uçup git­mişler­dir.

On­lar, tüm vit­rin­le­ri­ni süs­le­dik­le­ri o yü­zü­nü buruş­tu­ran En­do­nez­ya tan­rı­la­rı­na dua eder­ler, o tan­rı­lar ki şu an­da üze­ri­miz­de gez­mek­te­dir­ler, gör­kem­li may­munlar gi­bi, dükkân ta­be­la­la­rı­na ve mer­di­ven bi­çi­min­de­ki ça­tı­la­ra asıl­ma­dan ön­ce, Hol­lan­da’­nın yal­nız sa­tı­cı­lar Avrupası ol­ma­yıp de­niz ol­du­ğu­nu, Cipango’­ya1 ve in­san­ların çıl­gın ve mut­lu ola­rak öl­dük­le­ri o ada­la­ra gö­tü­ren de­niz ol­du­ğu­nu bu öz­lem do­lu sö­mür­ge­li­le­re anım­satmak için.

Ama ka­pıp koy­ver­dim ken­di­mi, sa­vun­ma­ya gi­riştim! Ba­ğış­la­yın. Alış­kan­lık, ba­yım, eği­lim, üs­te­lik bu ken­ti ve nes­ne­le­rin özü­nü si­ze an­lat­mak is­te­ği! Çün­kü nes­ne­le­rin özün­de­yiz. Dik­kat et­ti­niz mi, Amsterdam’­ın or­tak mer­kez­li ka­nal­la­rı ce­hen­ne­min dai­re­le­ri­ne ben­zer? El­bet­te kö­tü düş­ler­le do­lu kent­soy­lu ce­hen­ne­mi. Dı­şa­rıdan gel­di­ği­niz za­man, bu dai­re­le­ri geç­ti­ği­niz öl­çü­de, yaşam ve do­la­yı­sıy­la on­da­ki suç­lar da­ha yo­ğun, da­ha karan­lık olur.

Bu­ra­da biz son dai­re­de­yiz, şey dai­re­si… Oo! Bi­li­yor­su­nuz de­mek? Hay Al­lah,si­zi sı­nıfan­dır­mak da­ha zor­la­şı­yor.Ama, ne­den nes­ne­le­rin mer­ke­zi­nin bu­ra­da oldu­ğu­nu söy­le­ye­bi­le­ce­ği­mi an­lı­yor­su­nuz de­mek; kı­ta­nın bir ucun­da ol­sak bi­le. Du­yar­lı bir in­san an­lar bu tu­hafıkla­rı. Öy­le ya da böy­le, ga­ze­te oku­yan­lar ve zi­na eden­ler da­ha ile­ri gi­de­mez­ler. On­lar, Avrupa’­nın her ya­nın­dan ge­lir ve iç de­ni­zin çev­re­sin­de, renk­siz kum­sal­da du­rak­lar. Ca­na­var dü­dük­le­ri­ni din­ler­ler, ge­mi­le­rin si­luet­le­ri­ni sis için­de bo­şu­na arar­lar, son­ra ye­ni­den ka­nal­la­rı ge­çer­ler ve yağ­mur al­tın­da ge­ri dö­ner­ler. So­ğuk­tan don­muş du­rumda Mexico-City’ye ar­dıç ra­kı­sı is­te­me­ye ge­lir­ler, her dilde. Ben ora­da on­la­rı bek­le­rim.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Yaz ~ Albert Camus Yaz

    Yaz

    Albert Camus

    Kışın ortasında, en sonunda içimde yenilmez bir yaz bulunduğunu öğreniyordum. Denize, güneşe her daim derin bir sevgi besleyen, Akdeniz’de kendine bir sığınak, düşüncelerine bir...

  2. Bir Rahibeye Ağıt ~ Albert CamusBir Rahibeye Ağıt

    Bir Rahibeye Ağıt

    Albert Camus

    İki çocuklu, varlıklı bir çift olan Temple ve Gowan’ın hayatı bir anda derinden sarsılır. Çocuklarından biri, Temple’ın dadı olarak işe aldığı eski bir fahişe...

  3. Yolculuk Günlükleri ~ Albert CamusYolculuk Günlükleri

    Yolculuk Günlükleri

    Albert Camus

    Yolculuk Günlükleri, Albert Camus'ün (1913-1960) İkinci Dünya Savaşından hemen sorna, 1946 yılı mayıs ayında Amerika Birleşik Devletlerine, 1949 yılı haziran-ağustos ayları arasında Güney Amerika ülkelerine yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor.

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ölümsüz ve Çaresiz ~ Mary Janice DavidsonÖlümsüz ve Çaresiz

    Ölümsüz ve Çaresiz

    Mary Janice Davidson

    Betsy, Ölümsüzler Kraliçesi olabilir ama hâlâ ayakkabı görünce gözü dönüyor! Vampirler kraliçesi Betsy Taylor, tüm isteksizliğiyle ölümsüzlerin alabora olmuş dünyasını yönetmeye devam ediyor. Ancak...

  2. Zehri Kim Verdi ~ Agatha ChristieZehri Kim Verdi

    Zehri Kim Verdi

    Agatha Christie

    Luke Fitzwilliam yıllardan sonra İngiltere’ye dönüyordu artık. Vapurdan inip gümrüğe girdiği sırada, acaba buraya yeniden alışabilecek miyim, diye düşündü. Diğer yolcularla birlikte, vapuru beklemiş...

  3. Kar Havası ~ Jessica AuKar Havası

    Kar Havası

    Jessica Au

    Bir anne ve kızı yurt dışından Tokyo’da buluşmak üzere yola çıkarlar: Burada sonbahar akşamları boyunca kanallarda yürürler, tayfun yağmurlarından kaçarlar, küçük kafe ve restoranlarda...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur