Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin
Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Barış Bıçakçı

“Niyetim, kitaplardan, filmlerden değil, doğrudan insanlardan öğrendiklerimi derleyip toplamak. (…) Hoş, kitaplardan ve filmlerden öğrendiklerim olmasa insanlardan da pek bir şey öğrenemezdim!” Şahsi bir…

“Niyetim, kitaplardan, filmlerden değil, doğrudan insanlardan öğrendiklerimi derleyip toplamak.
(…) Hoş, kitaplardan ve filmlerden öğrendiklerim olmasa insanlardan da pek bir şey öğrenemezdim!”

Şahsi bir ansiklopedi olabilir mi? Varoluşun anlamına dair, insanın türlü türlü haline dair ama aynı zamanda başıboşluklara, tatlı neşelere, uyuyup uyanmaya dair maddeleriyle… İnsanın kendi hayatının, avuntularının, esasen de bilmezliklerinin ansiklopedisi.

“Bilmemeyi çoktan sahiplenmiş” birisinin, başkalarından neler neler öğrendiklerinin dökümünü yapan maddeleriyle… “Soluk almadan bilmeye” ayak direyen, mütereddit bir ansiklopedi.

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin, sahiden dünyaya yeni gelmiş gibi halis ve saf, konuşuyor bir yandan… Bir yandan da, adeta mühendis aklıyla bir oyun oynuyor. Bir kenarda da aşk akıyor, “deneyime dayanmayan bilgelik” olarak. Barış Bıçakçı’dan, ömür kadar kısa bir roman.

*

AYŞE, HALIS BEY ile çeviri bürosuna gittiği günlerden birinde tanıştı. Bunaltıcı bir yaz öğlesiydi. Ayşe’nin tansiyonu düştü. Büronun merdivenlerini çıkarken gözü karardı, yığıldı kaldı. Halis Bey hafifçe eğilip “İyi misiniz?” diye sordu, bürodaki işini halletmiş aşağıya iniyordu. Ayşe yaşlı adamdan yayılan yeni açılmış kurşunkalem kokusunu aldı, içini bir güven duygusu kapladı. Tansiyonunun düştüğünü söyledi. Halis Bey omzuna çapraz astığı çantasından küçük bir kraker paketi çıkarırken, “Birkaç kraker atın ağzınıza, iyi gelir,” dedi. “İhtiyaten yanımda taşırım, bazen benim de tansiyonum ya da şekerim düşer.”

Çeviri bürosu Kızılay’da, üç katlı eski bir binadaydı. Çevirmenlerin ücretlerini almak için büroya uğramaları gerekiyordu. Büro sahibi ücretleri elden, nakit olarak vermeyi tercih ediyordu. Epey şişman, paspal bir adamdı. Ayşe’yi görünce oturması için hemen bir sandalye gösteriyor, sonra bilgisayardaki ödeme dosyasını dikkatle inceliyor, boğuk bir sesle teşekkür ediyor, en sonunda da ayağa kalkıp pantolonunun cebinden bir tomar para çıkarıyordu. Tomardan ayırdığı birkaç banknotu uzatırken kolunu hep hızla yukarıdan aşağı indiriyordu. Böylece olduğundan daha cömert görünüyordu.

Ayşe büro sahibinin sesinin çok şişman olduğu için boğuk çıktığını söylediğinde Halis Bey güldü. Büronun birkaç bina ötesindeki bir kahvehanede oturuyorlardı, krakerler ve ayran Ayşe’yi biraz kendine getirmişti. “Bense çevirmenlere hak ettikleri parayı vermediği için sesinin kısıldığını düşünmüştüm,” dedi Halis Bey, “mahcubiyetten yani.” Bu kez Ayşe güldü. Halis Bey’in düşünce biçimi hoşuna gitmişti. İnsanın üzeri örtülü yanlarını ortaya çıkaran bakış açıları Ayşe’nin hoşuna gidiyordu.

Büro sahibinin dedikodusunu yaptılar. Ayşe adamla bir alışveriş merkezinde karşılaşmalarını anlattı. Adam, eşi ve çocuğu hep birlikte dondurma yiyorlardı. Ayşe’yi eşine “büromuzun elemanlarından” diye tanıtmış, elini samimilermiş gibi kuvvetlice sıkmıştı. Eşi adamın tersine son derece zayıftı, bakımlıydı, üstelik epey gençti. Ayşe’yle pek ilgilenmemişti, gözü mağazaların vitrinlerindeydi. Çocuk dondurmasıyla meşguldü. Dondurma eline aktığında büro sahibi hemen bir ıslak mendille çocuğun elini silmiş, başını okşamıştı. Bu babacan tavır Ayşe’yi şaşırtmıştı. “Tuhaf bir adam,” dedi Ayşe. Halis Bey de büroda, adamın arkasındaki duvarda asılı duran Gauguin röprodüksiyonunu her gördüğünde yadırgadığını söyledi: “Ya o resim ya da büro sahibi yanlış yerde, diye düşünüyorum. Resimle adam arasında beni huzursuz eden bir uyumsuzluk var. Belki resim önde büro sahibi arkada olmalı.” Halis Bey kendi söylediğine güldü. Ayşe’nin resimle ilgili hiçbir fikri yoktu, dikkat etmemişti.

O günden sonra Halis Bey’le büroda karşılaştıklarında kahvehaneye gidip sohbet etmeye başladılar. Birbirlerine yaşlarını sormamışlardı. Halis Bey Ayşe’yi genç bir kadın olarak görüyordu, mesafeliydi. Ayşe de onu yaşlı bir adam olarak görüyordu, hepsi o kadar. Çeviri bürosu bir çeşit düşkünler evi olduğundan, birbirlerine asıl mesleklerini, nereden düştüklerini sordular. Halis Bey elektrik mühendisiydi, yıllarca mesleğini yapmıştı. Emekli olunca bir arkadaşının yönlendirmesiyle Almanca teknik çeviriye başlamıştı. Ayşe’ye kalırsa, Halis Bey paraya ihtiyacı olduğu için değil, oyalanmak ya da melekelerini yitirmemek için çeviri yapıyordu; ama bunu söylemeyecek, geçim derdiyle canını dişine takarak çeviri yapanları rencide etmek istemeyecek kadar kibar, halden anlayan biriydi. Ayşe peyzaj mimarlığı okuduğunu, mesleğini hiç yapmadığını anlattı. “Ama hayatımdan memnunum, çeviri yapmayı seviyorum,” dedi, “dille, sözcüklerle uğraşmak hoşuma gidiyor.” Çantasından bir kitap çıkarıp masanın üzerinden Halis Bey’e uzattı. “İlk kitabım… Öykü kitabı,” diye açıklamak gereği duydu. Sesi boğuk çıktı. Kitabın bir ilk kitap olmasına rağmen ses getirdiğini, ödül aldığını ve iki sene içinde üçüncü baskıyı yaptığını söylemedi.

Birkaç hafta sonra, yine bir kahvehane sohbeti sırasında Halis Bey Ayşe’ye kitabını okuduğunu, kendisinin de bir ansiklopedi yazmak istediğini söyledi. “Şahsi bir ansiklopedi,” dedi. Ayşe yaşlı adamın bu isteğini züppece buldu, öyküleri hakkında hiçbir şey söylememesine bozuldu. Hayatın sırrına erdiğini düşünen benmerkezci erkeklerden biri daha, diye düşündü, bilgisiyle herkesin gözünü kamaştıracağını sanıyor. Ama böyle düşündüğü için hemen rahatsız oldu. Çünkü Halis Bey hiç de öyle biri değildi. Konuşmalarında, tavırlarında hep bir acemilik, hep bir hata yapma endişesi vardı. Bürodan kahvehaneye yürürken bile adımlarını tereddütle atıyordu, yürümeyi yeni öğrenmiş gibi. Yürümek hakkında çok az şey biliyormuş gibi.

“Dokuz yaşındaydım,” diye anlatmaya başladı Halis Bey. “Okul yaz tatiline girmişti, öğle vakti evde sıkıntıdan patlıyordum. Tek ciltlik çocuk ansiklopedisini önüme açıp resimlerine bakmaya başladım. Fransa’da kayalıkların üzerine inşa edilmiş bir şato, dudaklarını sarkıtmış bir balık, lüleli beyaz peruğuyla bir Alman besteci, okyanusun ortasında bir volkanik ada, bacalarından duman çıkan bir petrol rafinerisi, Kenya’da yaşayan bir kabile, küçük sarı çiçekleriyle bir çalı… Bunların hepsi o yaz öğlesi tam o saatte bir araya gelmişti. Ama ben orada değildim! Her şey her an benim olmadığım bir yerde yaşanıyordu ya da çoktan yaşanmıştı… Elime bir makas aldım, bir Etrüsk heykelini ansiklopediden özenle kestim.”

Hatıranın derinliği ve berraklığı Ayşe’yi etkiledi. Dinledikleri gözünde canlandı. Kişisel bir ansiklopedi yazma fikrinin gerisinde bu çocukluk hatırası olsa gerek, diye düşündü. Halis Bey, ömrünün başında hissettiği üveyliği ömrünün sonuna doğru gidermek, içinde kendisinin de olduğu bir ansiklopedi yazmak istiyordu. “Doğrusu,” dedi Halis Bey, “tek bir ansiklopedi maddesi bile olmaz benden, öyle bir ömür sürmedim. Ama hayatıma giren insanlardan mütevazı bir ansiklopedi meydana getirecek kadar çok şey öğrendim. Niyetim insanlardan öğrendiklerimi derleyip toparlamak. Kitaplardan, filmlerden değil, doğrudan insanlardan öğrendiklerimi!” Sonra derin bir nefes alıp şöyle dedi: “Hoş, kitaplardan ve filmlerden öğrendiklerim olmasa insanlardan da pek bir şey öğrenemezdim.”

Ayşe başını sallayarak onayladı.

Yaşlı adam aynı zamanda bir suçluluk duygusundan da kurtulmak istiyor gibiydi. Çünkü dokuz yaşının o yazında Halis Bey, her canı sıkıldığında ansiklopediden resimler kesmeyi sürdürmüştü. Kestiği resmin arkasında başka bir resmin parçası ya da yazı varmış, aldırmıyordu. Mavi ciltli o kalın ansiklopedi yazın sonunda sayfaları zorlukla çevrilen işe yaramaz bir kâğıt destesine dönüşmüş, Halis Bey şiddetli bir suçluluk hissetmeye başlamıştı. Bir bütünlüğe zarar vermenin suçluluğu… Şu yaşında bile hâlâ hissediyordu.

Ayşe bu duyguyu anladı ama küçümsemeden edemedi. Onca acının, yıkımın yaşandığı bir dünyada Halis Bey’in böyle bir suçluluğu konu etmesi biraz şımarıkça geldi, biraz da basmakalıp. Kendine bir çocukluk travması aramış, bulmuş, sonra da ona define muamelesi yapmış, diye düşündü. Yine de bu yaşlı adama nedenini tam anlayamadığı bir yakınlık duyuyor, ona kızamıyordu.

Halis Bey, “Bu ansiklopediyi benim için siz yazar mısınız?” diye sordu, damdan düşer gibi. “Öyküleriniz, üslubunuz çok hoşuma gitti. Farklı hayatları birbirine bağlamakta epey hünerlisiniz. Benim bu ansiklopedi de bir bakıma yaşadıklarımı birbirine teyelleme çabası.” Bir an duraksadı, sonra “Ama tabii asıl terziliği ölüm yapacak,” dedi.

Ayşe şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi.

“Notlar aldım, sürekli alıyorum,” diye devam etti Halis Bey. “Ama onları bir bütün haline getiremedim, getiremiyorum. Zihnim kelebek gibi. Galiba artık odaklanma sorunu yaşıyorum. Sizin toparlamanız zor olmaz, diye düşündüm. Tabii belli bir ücret karşılığında.” Halis Bey, Ayşe teklifini kabul etmiş gibi, işin ayrıntılarını anlattı. “Önce birkaç madde deneriz. Siz de ben de olup olmayacağını görürüz.” Çantasından kalın bir defter çıkardı, masanın üzerinden Ayşe’ye doğru uzattı. Mavi kaplı defterin neredeyse tamamı kurşunkalemle yazılmış notlarla doluydu. Ayşe yazının düzgünlüğüne hayran kaldı. Defterden hoş bir koku yayılıyordu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıDünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin
  • Sayfa Sayısı131
  • YazarBarış Bıçakçı
  • ISBN9789750537431
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİletişim Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bizim Büyük Çaresizliğimiz ~ Barış BıçakçıBizim Büyük Çaresizliğimiz

    Bizim Büyük Çaresizliğimiz

    Barış Bıçakçı

    O yıl bahar bize eksik yanlarımızı, hiç tamamlanmayacak şeyleri hatırlatarak gelmişti. Yarım yamalak bulutlar, sahanda yumurta güneşi, neremizi ısıttığı belli olmayan bir sıcaklık. Burnumuzu...

  2. Baharda Yine Geliriz ~ Barış BıçakçıBaharda Yine Geliriz

    Baharda Yine Geliriz

    Barış Bıçakçı

    “Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum,” demişti. Sonra da bana dönüp sormuştu: “İnsan güzel bir kitap...

  3. Kurbağalara İnanıyorum – Edebiyat Üzerine Yazışmalar ~ Barış Bıçakçı,Behçet Çelik, Ayhan GeçginKurbağalara İnanıyorum – Edebiyat Üzerine Yazışmalar

    Kurbağalara İnanıyorum – Edebiyat Üzerine Yazışmalar

    Barış Bıçakçı,Behçet Çelik, Ayhan Geçgin

    Kurbağaların özelliği, nehirleri kuru topraklara dönüştüren kurak mevsimde toprağın derinliklerine gömülüp ölüm uykularına yatmalarıdır. Tüm bedensel işlevlerini en aza indirip ölüme en yakın halde...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Pinhan ~ Elif ŞafakPinhan

    Pinhan

    Elif Şafak

    Zifiri bir halka idi toprak, Yıldızlara sığınırdı bazen…     BU BAB TOPRAK AHVALİN BEYAN EDER Kİ TABİATI SOĞUK VE KURUDUR  ELMA Devir tamam oldu,...

  2. Volkan’ın Romanı ~ Ahmet TulgarVolkan’ın Romanı

    Volkan’ın Romanı

    Ahmet Tulgar

    Sustu. Önüne baktı. Ağlamaya başladı. “Volkan’ın o kamera görüntüsünde ne yaptığını sizden iyi kim anlar? Otogarın altında ne aradığını ya da?” diye konuştu sonra...

  3. Pamuk Bol Bel ve Yedi Cüce ~ Aşkın GüngörPamuk Bol Bel ve Yedi Cüce

    Pamuk Bol Bel ve Yedi Cüce

    Aşkın Güngör

    Duyduk duymadık demeyin! Tüm zamanların en hayalperest dedektifi Bol Bel geri döndü! Üstelik bu kez Pamuk Prenses kılığında, Yedi Cüceler ile birlikte… Top gibi...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur