Bu toprakların derin bilgeliği, bugünü yeniden inşa etmekte bize nasıl bir yol gösterebilir? Gönül, “Çalab’ın tahtı”dır, ses verir; yeter ki biz onun fısıltısını işitelim. Kalp bağırıp çağırmaz, sadece fısıldar.
Sadettin Ökten ve Kemal Sayar’ın bir çağrışımlar denizinde yol alan doğaçlama konuşmalarından oluşan Dünyaya Geldim Gitmeye adlı kitabın duygusal dokusunu, umut ve iyimserlik teşkil ediyor. Etkin bir iyimserlik.
Bu satırlarda yılgınlık ve yeise yer yok. İnsan, elindeki imkânları daha soylu bir hayat sürmek için seferber etmek zorundadır: Gönlü mihver alan bir yolculukta, ödev ahlâkı ve sorumluluk bilinciyle yaşamak. Üzerinde yaşadığımız mübarek toprağın ve altında nefes alıp verdiğimiz mübarek gökyüzünün bize yüklediği emanet şuurunun farkında olmak.
İnsan, anlamdan boşaltılmış bir kâinatı ancak bu şekilde yeniden ışıklandırabilir, kozmik yalnızlığından kurtularak, “Allah bes, bâkî heves” dediği bir birlik düşüncesine ulaşabilir.
Geldik gidiyoruz, bütün mesele “aşk ile ânı seyretmek”.
Sunuş
Elinizde tuttuğunuz kitabın dokusunu kıymetli Sadettin Ökten hocamla yaptığımız radyo konuşmaları oluşturuyor. Erkam Radyo’da Gönül Sadası programında gerçekleştirdiğimiz bu konuşmalar, benim için hep bir gönül ziyafeti olageldi. Elimde kalem sürekli notlar alıyor ve hocanın eşsiz belleğinden süzülen hikmet taneciklerini, hem ruhuma hem de önümdeki kağıt parçasına geçirmeye gayret ediyordum. Bu kitabın duygusal tonunu, hocanın geçmiş ve bugün arasında kurduğu rabitadan neşet eden umut ve iyimserlik oluşturuyor. Onun bilge insanlardan süzdüğü ve aktarırken kendi benliğini daima geri çekerek, ‘biz büyüklerimizden böyle işittik’ diyerek naklettiği kelâm-ı latîf bizi etkin bir iyimserlik halinde bulunmaya davet ediyor. Bu halet-i ruhiyede yılgınlık ve yeise yer yok, insan elindeki imkânları Rıza-i İlahî’ye ulaşmak ve daha soylu bir hayat sürmek için seferber etmek zorundadır. Bir ödev ahlâkı ve bir sorumluluk bilinciyle yaşamak. Üzerinde yaşadığımız mübarek toprağın ve altında nefes alıp verdiğimiz mübarek gökyüzünün bize yüklediği emanet şuurunun farkında olmak. Böylece insan, anlamdan boşaltılmış bir kâinatı yeniden ışıklandırabilir ve kozmik yalnızlığından kurtularak, ‘Allah bes, bâkî heves’ dediği bir birlik düşüncesine ulaşabilir.
Okuduğunuz sohbetler, hiçbir ön hazırlık yapılmaksızın doğaçlama usulde gerçekleştirildi ve biraz da zuhurata tabi olduğumuz, günümüzün moda deyişiyle söylersek, yüreğimizin bizi götürdüğü yere gittiğimiz bir konuşmalar zinciri oldu. Burada benim rolüm daha ziyade hocanın bilgi ve irfan hazinesinin kapılarını aralayacak sualler tevcih etmekti. Doğrusu bir ustanın yol yordam göstermesiyle yeni şeyler öğrenmenin ve hadiseleri başka biçimlerde görebilmenin manevi hazzı pek kıymetliydi. Gönül ehlinden tevarüs edilen bir hal bilgisi kitabın satır aralarında kendisini hissettirmektedir ama bir şey daha var ki, güzel olan sadece ‘En Güzel’in bir yankı ve yansımasından ibarettir. Hangi yüce ülkünün bendesiyiz ve dilimize pelesenk olan şarkı neyi terennüm etmektedir, mesele budur.
Kıymetli hocama bana çok şeyler öğrettiği ve bu konuşmaların kitaplaşmasına müsaade ettiği için müteşekkirim. Sevgili Selahaddin Kocaaslan’a da bir teşekkür borcumuz var, onun gayreti bu sohbetlerin gerçekleşmesine ön ayak oldu. Nihayet, Turkuvaz yayınlarının kıymetli editörlerine de titiz çalışmaları için şükran borçluyuz.
‘Hal sirayet eder’ demişti merhum Gemuhluoğlu. Okuduğunuz satırlardan size bir hal sirayet ederse, bu da bizim sevincimiz olacaktır.
Kemal Sayar
01
“Gönül denen ummanın kenarı kıyısı mevcut değil”
Hayatta her şeyin bir sınırı var, bedenimizin, bilgimizin, duyularımızın, hayatımızın, dünyanın bite… İyi de gönlümüzün bir sınırı var mı? Sevgimizin, muhabbetimizin, hüznümüzün, şevkimizin sınırı var mı?
Kemal Sayar: İki güzel kelimemiz var: gönül ve sada. Bunlar bize mahsus kelimeler. Batı dillerinde tam manasıyla karşılığı yok. Bu kelimeler sizde ne gibi çağrışımlar uyandırıyor?
Sadettin Ökten: 0 kadar geniş bir mana denizi ki gönül, uçsuz bucaksız. Hayatta her şeyin bir sınırı var, dünyanın bir sınırı var. Bedenimizin, hayatımızın, bilgimizin, duyularımızın bir sınırı var. Gönlümüzün bir sınırı var mı? Sevgimizin, muhabbetimizin, hüznümüzün, şevkimizin bir sınırı var mı? Gönül deyince insanın sonsuzluğa açılması, sonsuzla olan muaşeret, muhasebe ve muarefesinden söz ediyoruz. Gönül böyle bir sonsuzluğu, böyle bir sınırsızlığı ifade ediyor. Sonlu insan varlığı, gönül kelimesi üzerinden bir büyük ummana açılıyor ki o ummanın haddi hududu, kenarı kıyısı mevcut değil.
KS: Aslında sonsuz rahmet okyanusundan insanın hissesine düşen birkaç damla…
SÖ: Sonsuz bir rahmet okyanusundan insan hissesine düşen birkaç damla ama o sonsuzluğu gönül kelimesinin manasına mündemiç olan insanlar hissediyor. Rahmet, çok güzel, inanan insanları çağrıştıran bir kelime ama bu dairenin dışında kalan gönül ehli kimseler de var. Onlar da Rahman sıfatından istifade ediyor. Gönül kelimesi dillerinde olmasa da manasını gönüllerinde hissediyorlar. Cenab-ı Allah kullarına bir nazarla bakıyor, birbirinden ayırmadan hepsini huzuruna davet ediyor.
KS: İnsanlar arasında çok keskin ayrımlar koymamak, bize rahmet olarak gönderilmiş olanı başka bir kardeşimizden esirgememek, daha kuşatıcı, daha içerici olmak, gönlün, merhametin çağrısını başkalarına da duyurmak, hissettirmek bu bakımdan önemli. Günümüzde insanlar kabile eksenli düşünüyor. Gönderilmiş olan rahmet sadece onun kabilesiyle ilgiliymiş gibi mütalaa ediyor. Halbuki bütün insanlığa gönderilen ilahi bir mesaj söz konusu. “İnsanların bunu daha iyi duyması için daha ne yapılabilir?” sorusunu sormak lazım.
SÖ: Şüphesiz öyle. Duyanlar veya duyduğunu zannedenlerin bir imkânı, bir nasibi, bir imtiyazı var. O imtiyaz aynı zamanda bir mesuliyet icap ettiriyor. Sade sözlerle değil, bakışlarla da bu rahmet tecelli ediyor; bu bir teslimiyet meselesi esasında. İnsan dünyada garip ve yalnızdır. Bu gurbet ve yalnızlık hissini özellikle hayatın memata döndüğü akşam saatlerinde, hayatın yokluğa döndüğü sonbaharda hissedersiniz. O yalnızlığı size ilahi bir teslimiyet, Cenab-ı Allah’ın varlığı unutturur. “Ey kulum sen benden geldin, yine bana döneceksin.” Bu mühim bir lütuftur. Bu imtiyazdan nasipdar olanlar bu lütfu tüm insanlara eriştirmekle sorumludur. Duyurucu olan Allah’tır. Hadi olan Allah’tır. Sen ne kadar gayret edersen et, o kalpleri açmadıkça hidayet nuru onlara erişmez. Bir bakışla, tebessümle çevreye yayılan güzel bir iyilik temennisi, kalbi bir niyaz da güzele vesile olur. Bu hareketler, elektromanyetik dalgalar yaratır ve insanların dünyasına, evrene tesir eder.
KS: Hüsnüniyetin harekete geçirdiği bir âlem yok mu? İnsan düşüncelerinin partikülleri harekete geçirebildiğine dair değişik fotoğrafçıların yaptığı çalışmalar var. Bu durum, Newton’in paradigması üzerinden bilimin açıklayamadığı bir şey. Örneğin, modern fizikteki en enteresan gelişme, işığın aynı anda hem dalga hem de parçacık halinde olabilmesi. Dolayısıyla varlık çok çeşitli şekillere bürünebilme kapasitesine sahip. Bu elbette felsefenin de fiziğin de kadim konularından bir tanesi. Düşünce maddi hayatı nasıl etkileyebilir? Eğer hayırlı bir niyet üzere olursak, hayır düşünürsek güzellik yayıyoruz, kötülük düşünürsek kötülük yayıyoruz.
SÖ: Bilmediğim halde bu konular üzerine hislerimden yola çıkarak yorumlar yaptım, siz de cümlelerinizle teyit ettiniz. Hepimiz nasip sahibiyiz, bütün insanlar hakkında dua halinde olmamız lazım. Onlar da onlara biçilen kader de, bizim inandığımız Hâlik-i Hakiki’nin yarattıkları.
KS: İspanyol filozof Ortega Y Gasset, “İnsan, kökten yalnızlıktır.” diyor. Modern insanın en temel meselelerinden biri yalnızlık. Giderek atomize olan şehir hayatından, mahalleden kendi evine çekilen bireyle karşı karşıyayız. İnsanlar evlerinin içinde dahi yalnız. Herkes kendi odasında, kendi eğlence âletiyle meşgul; kimi televizyon seyrediyor, kimi bilgisayarıyla oynuyor. O yalnızlıkta insana kutup yıldızı gibi yol gösterecek, yalnızlık duygusunu giderecek tek şey, varlığın temel nedenini fark etmek ve Cenab-ı Hakk’ın varlığını tüm hücrelerine kadar hissetmektir.
SÖ: Aklıma gelen iki şeyi söylemek isterim. Niyazi Misri, “Ey garip bülbül diyarın kandedir/ Bir haber ver gül-i zarın kandedir/ Sen bu ilde kimseye yâr olmadın/ Var senin elbette yârin kandedir/ Gökte uçarken yere indirdiler/ Çar anâsır bendlerine vurdular” diyor. Yani yalnızlık, sadece bu çağa mahsus değil. Biraz derine…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hitabet-Söyleşi
- Kitap AdıDünyaya Geldim Gitmeye
- Sayfa Sayısı296
- YazarKemal Sayar, Sadettin Ökten
- ISBN9786259437644
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviTK Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kelimeler ve Kader ~ Esra Yalazan
Kelimeler ve Kader
Esra Yalazan
Esra Yalazan, kahramanlarının kaderini yazan, ama kendi kaderini tayin edemeyen yazarların hikâyelerinde dolaşırken, bu serüvene sadece kendi sesini, hayallerini, hatıralarını mı ekliyor? Yoksa hükümranı...
- Yerüstünden Notlar – Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı ~ Alaattin Timur, Mahmut Hamsici
Yerüstünden Notlar – Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı
Alaattin Timur, Mahmut Hamsici
Nota Bene Yayınları’ndan çıkan ‘Yerüstünden Notlar (Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı)’ madencilik sektöründe 1980’lerden sonra gerçekleşen yıkımın sonuçlarını gözler önüne sermeye çalışıyor. Kitap bu yıkımı...
- Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın ~ Umberto Eco. Jean-Claude Carrière
Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın
Umberto Eco. Jean-Claude Carrière
Evinize ilk defa gelen, heybetli kütüphanenizi görüp de size, “Hepsini okudunuz mu?” diye sormaktan daha iyi bir şey bulamayan birine verilebilecek birçok cevap biliyorum....