Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Dünyanın Merkezine Yolculuk
Dünyanın Merkezine Yolculuk

Dünyanın Merkezine Yolculuk

Jules Verne

Jeoloji profesörü Lidenbrock, Arne Saknussemm adında bir kâşifin dünyanın merkezine giden bir yolu tarif ettiği elyazmasına rastlar. Yeğeni Axel’in elyazmasındaki bilmeceyi deşifre etmesiyle profesörün…

Jeoloji profesörü Lidenbrock, Arne Saknussemm adında bir kâşifin dünyanın merkezine giden bir yolu tarif ettiği elyazmasına rastlar. Yeğeni Axel’in elyazmasındaki bilmeceyi deşifre etmesiyle profesörün ve Axel’in hayatı sonsuza dek değişir. Sessiz Hans’ın rehberliğinde, yeraltı dünyasındaki tehlikeli, şaşırtıcı ve ürkütücü yolculuklarında tarihöncesi canavarlarla ve türlü tuhaflıklarla karşılaşırlar. Bir Jules Verne klasiği olan Dünyanın Merkezine Yolculuk, harikalar diyarına yapılan hayalî bir yolculuğun tasviriyle okurlarını büyülemeye devam ediyor.

1

24 Mayıs 1863 Pazar günü amcam Profesör Lidenbrock, Hamburg’un eski mahallelerindeki en eski sokaklardan bir olan Königstrasse’nin 19 numarasında bulunan küçük evine aceleyle geri döndü. Hizmetçi Marthe hazırlıklara geç başladığını düşündü çünkü yemek ocakta yeni yeni kaynıyordu. “Bay Lidenbrock neden geliyor acaba, daha saat iki bile değil,” dedi Marthe. “Ben işimin başına dönüyorum Bay Axel, siz onu idare edersiniz.” Biraz kararsız bir yapım olduğu için, tez canlı olan amcamı idare etmem pek mümkün değildi. Bu sebeple dikkatlice üst kattaki odama çıkmaya hazırlanıyordum ki ev sahibi amcam yemek salonunu aşıp gürleyen adımlarla çalışma odasına gitti. “Axel, benimle gel!” Otto Lidenbrock kötü niyetli değildi ama birtakım garip huyları vardı. Johannæum’da profesör olarak çalışıyor ve mineraloji dersi veriyordu; dersleri süresince hep sinirlenirdi. Gerçek bir bilgeydi ama bir o kadar da bencildi. İçinden bilgi çekmeye çalıştığınızda makaraları gıcırdayan bir bilim kuyusuydu adeta, tek bir kelimeyle özetlemek gerekirse cimrinin tekiydi. Yine de amcam gerçek bir biliminsanıydı. Bir jeoloğun dehasına ve bir mineraloğun gözüne sahipti.

Herhangi bir minerali damarlarının yapısına, görünüşüne, sertliğine, sesine, kokusuna, tadına göre bilimin şimdiye kadar saydığı altı yüz tür arasından kolayca sınıflandırırdı. Uzun boylu, zayıf, çakı gibi, ellili yaşlarında olmasına rağmen sarı saçları sayesinde on yaş genç gösteren bir adam düşünün. İri gözleri kocaman gözlüklerinin ardında fıldır fıldırdı. Uzun ve ince burnu bilenmiş bir bıçağı andırıyordu. Yürürken yaklaşık bir metreyi bulan uzun adımlarına ve yumruklarını kaskatı sıkmasına bakınca ne kadar öfkeli bir adam olduğunu anlamak mümkündü. Königstrasse’deki küçük evinde oturuyordu. Ev de içinde yaşayanlar da tamamen amcamın sorumluluğundaydı. On yedi yaşındaki vaftiz kızı Graüben, hizmetçi Marthe ve ben. Hem yeğeni hem de yetim olmamın yanı sıra, amcama deneylerinde yardım ediyordum. İtiraf etmeliyim ki jeoloji bilimi bana zevk veriyordu. Kısacası sahibinin sabırsız yapısına rağmen Königstrasse’deki bu küçük evde mutlu mesut yaşayabilirdik; amcam beni sevmiyor değildi, sadece sevgisini gösterme biçimi biraz kabaydı. İnsanın böylesi birinin karşısında dediklerini yapmaktan başka şansı yoktu. Bu yüzden ben de koşar adım çalışma odasına yollandım.

2

Bu çalışma odası tam bir müzeydi. Amcam geniş kadife koltuğuna gömülmüş, elinde büyük bir hayranlıkla incelediği bir kitap tutuyordu. “Nasıl bir kitap bu! Amanın nasıl bir eser!” diye haykırdı. Bir kitabın amcam için değerli olması onun ancak kolay bulunamaz ve anlaşılamaz olmasıyla doğru orantılı olabilirdi. Sahi sırtı yıpranmış, rengi solmuş bir kurdelenin sarktığı, sararmış kitap için bu ne tantanaydı? “Bu muhteşem eserin adı nedir?” diye sordum sahte olduğu anlaşılmasın diye abartılı bir coşku göstererek. “Bu eser,” diye cevapladı amcam birden canlanarak, “on üçüncü yüzyıldan ünlü yazar Snorri Sturluson’un Heimskringla’sı. İzlanda’da hüküm sürmüş Norveç prenslerinin kayıtları.” “Öyle mi? Peki kitaptaki karakterler güzel mi bari?” “Karakterler mi? Kim karakterlerden bahsetti sana zavallı Axel? Evet, bir bakıma karakter sayılabilirler. Ah ya, sen bunu basılmış bir kitap sandın, değil mi? Ah cahil oğlan, bu bir elyazması, hem de runik bir elyazması!”

“Runik mi?” “Evet! Şimdi de bu kelimeyi sana açıklamamı isteyeceksin eminim.” “O kadarına cesaret edemem,” dedim gururu incinmiş bir adam gibi. Ne var ki amcam söylediklerime aldırmadan öğrenmeye hiç de hevesli olmadığım şeyleri büyük bir heyecanla açıklamaya devam etti. “Run harfleri,” diye başladı söze, “eski zamanlarda İzlanda’da kullanılan bir yazı karakteridir; denilene göre de bu harfleri icat eden de Odin’in kendisiydi. Bir bak, nasıl da hayranlık verici!” Tam eğilip bakacaktım ki kitabın içinden kayıp düşen kirli bir parşömen konuşmamızı yarıda kesti. Amcam bir hevesle kâğıt parçasını aldı. “Bu da nedir?” diye heyecanla seslendi. Ve aynı anda beş parmak uzunluğunda, üç parmak genişliğinde anlaşılmaz karakterlerin enlemesine satırlar halinde aktığı parşömenin bir kısmını çalışma masasının üzerine açtı. Bu yazının birebir kopyası şu şekildeydi:

Profesör bir süre bu karakter sıralarını inceledi, sonra gözlüklerini kaldırıp, “Runik bir yazı; kesinlikle bu harfler Snorri Sturluson’un elyazmasındakilerin aynısı. Ama… acaba ne anlama geliyorlar?” Runik yazıyı, biliminsanlarının halkın saflığından yararlanmak için uydurdukları bir icat olduğunu düşündüğümden amcamın yazılanlardan bir şey anlamamasına hiç de üzülmedim. “Kesinlikle eski İzlandaca!” diye fısıldadı. Profesör Lidenbrock çok dil bilmekle övünürdü. Bu tabii ki dünya üzerinde konuşulan iki bin dili ve dört bin lehçeyi akıcı bir şekilde konuştuğu anlamına gelmiyordu ama en azından epey bir kısmını biliyordu. Çan kulesi saat ikiyi çaldı. Hizmetçi Marthe çalışma odasının kapısını açıp, “Çorba hazır,” dedi. Marthe odadan çıktı. Ben de onu takip ettim. Biraz bekledik ama profesör gelmedi. Bildiğim kadarıyla ilk defa bir yemeği kaçırıyordu. “Hiç böyle şey görmedim!” dedi Marthe. “Bay Lidenbrock sofraya oturmayacak, imkânsız şey. Bizi kim bilir ne önemli şeyler bekliyor!” Bence bizi asıl bekleyen amcamın yemeğin bittiğini öğrendiğindeki öfkesiydi. Tatlının son lokmasını ağzıma atmıştım ki amcamın yankılanan sesiyle beni çağırdığını işittim. Yerimden kalktığım gibi çalışma odasına fırladım.

3

“Bu kesinlikle runik bir yazı,” dedi profesör kaşlarını çatarak. “Eminim ki bu yazı bir sır içeriyor ve ben de onu çözeceğim… Şimdi sana bu İzlandaca karakterlerin alfabemizde karşılık geldiği her harfi yazdıracağım. Bakalım bize ne söyleyecekler?” Bütün dikkatimi verip yazmaya başladım. Her harf bir diğerini kovaladı ve işte aşağıdaki gibi anlaşılmayan kelimeler ortaya çıktı:

mm.rnlls esreuel seecJde
sgtssmf unteief niedrke
kt,smn atrateS Saodrrn
emtnael nuaect rrilSa
Atvaar nscrc ieaabs
ccdrmi eeutul frantu
dt,iac oseibo KeidiiY

Bu iş bittiğinde amcam heyecanla yazdığım kâğıdı inceledi. “Bu şifreli bir yazı. Metinde ne yazdığını gizlemek için harfleri bilerek karıştırmışlar. Eğer her harfi doğru yerine koyarsak metnin anlamını çözebiliriz. Bu yazıda büyük bir keşfin açıklandığını ya da buna dair bir ipucu verildiğini düşünüyorum!” Bana kalırsa bu yazı hiçbir şey demek değildi ama fikrimi kendime sakladım. Profesör parşömeni ve kitabı alıp ikisini birbiriyle karşılaştırdı. “Bu iki yazı birbirinin aynı değil,” dedi, “demek ki parşömen sonradan yazılmış.

Harflerden anladığım kadarıyla iki metin arasında en az iki yüz yıl zaman olmalı. Demek ki bu karakterleri kitabı elinde bulunduranlardan biri çizmiş olmalı. Acaba kimdi bu kişi? Elyazmasının bir yerinde bir ipucu saklı mıdır?” Amcam gözlüklerini düzeltti, eline bir büyüteç alıp elyazmasının ilk sayfalarını incelemeye koyuldu. İkinci sayfanın arkasında bir mürekkep lekesi gördü. Daha yakından bakınca silinmiş bazı karakterler olduğunu keşfetti. İşaretleri tanıyan amcam runik yazıyı yüksek sesle okuyabildi. Zafer kazanmış biri gibi, “Arne Saknussemm!” diye haykırdı. “On altıncı yüzyıldan bir bilgin, meşhur bir simyacıdır.” Amcama büyük bir hayranlıkla baktım. “Bu simyacılar,” diye devam etti, “dönemlerinin gerçek bilgeleriydi. Saknussemm bu anlaşılmaz şifreli yazıya şaşırtıcı icatlarından birini gizlemiş olmasın?” “Gece gündüz demeden, yemeden içmeden bu şifreyi çözmeye çalışacağım. Sen de bana yardım edeceksin Alex!” Kafamı kaldırıp amcama baktım, kendi kendine konuşmaya devam ediyordu: “Saknussemm iyi eğitimli biriydi, kendi anadilinde yazmamış olabilir. Latince yazdığını düşünüyorum. Eğer yanılıyorsam İspanyolca, Fransızca, İtalyanca, Yunanca ve İbranice de denerim. Ama dönemin bilim dili Latince olduğu için onunla başlayacağım.”

Bu kaba kelimeler Vergilius’un yumuşak dizelerinden öğrendiğim Latinceye hiç de benzemiyordu. “Evet, Latince,” diye devam etti amcam, “ama harfleri karıştırılmış. Bana öyle geliyor ki bu cümle önce düzgünce yazılmış, sonra da şifrelenmiş. Bu şifreyi çözmek için de bir anahtar lazım. Ama nerede bu anahtar?” Bu soruya cevap vermedim çünkü bakışlarım Graüben’in duvardaki resmine takılmıştı. Birbirimizi sevip nişanlanmıştık, aramızdaki duyguları anlayamayacak kadar jeolojiyle ilgilenen amcamın bundan haberi yoktu. Graüben amcamın kıymetli taşlarını düzenlememde bana hep yardım ederdi, onları birlikte sıralardık. O da gerçek bir taş bilimciydi! Birlikte saatlerce çalışır, sonra göl kıyısında ağaçlıklı yollarda el ele yürüyüşler yapardık. Tam o anların hayaline dalmıştım ki amcam masaya vurup beni gerçek dünyaya döndürdü. “Bakalım,” dedi amcam, “bir cümlenin harflerini karıştırmak için ilk akla gelen fikir kelimeleri yatay yerine dikey yazmaktır. Axel şu kâğıda bir cümle yaz bakalım, ama kelimeleri satır olarak değil de beş ya da altı harften oluşan sütunlar biçiminde yaz.” Amcamın istediğini anlayıp aşağıdaki gibi yazdım:

S o i m k b m
e k y k G e !
n s o ü r n
i e r ç a ’
ç v u ü ü i

“Çok güzel,” dedi profesör. “Şimdi bu kelimeleri bir satıra yaz.” Dediğini yapıp aşağıdaki satırı yazdım: Soimkbm ekykGe! nsoürn ierça’ çvuüüi “Mükemmel!” dedi amcam kâğıdı elimden kapıp. “Tıpkı Saknussemm’in parşömenindeki gibi, sesli ve sessiz harfler aynı düzensizlikte; kelimenin ortasında büyük harfler ve noktalama işaretleri de var.” Bu gözlemi karşısında amcama bir kez daha hayran oldum. “Pekâlâ,” diye devam etti amcam; bu sefer doğrudan benimle konuşuyordu. “Yazdığın cümleyi okumak için her kelimenin ilk harfini, sonra ikinciyi, sonra üçüncüyü ve diğerlerini yan yana yazmalıyım.”

Sonra amcam kendisi kadar beni de büyük bir şaşkınlık içinde bırakarak şu satırı okudu: Seni çok seviyorum küçük Graüben’im! Gözü aşktan kör olmuş bir saf gibi nasıl da bu cümleyi yazabilmiştim! “Ha! Demek Graüben’i seviyorsun!” dedi son derece mekanik bir sesle. “O zaman şimdi bu yöntemi söz konusu parşömene de uygulayalım!” Amcam tekrar düşüncelerinin içine çekildiğinden yazdıklarımı unutuvermişti bile. Eski parşömeni eline aldı ve bana aşağıdaki satırları yazdırdı:

messunkaSenrA.icefdoK.segnittamurtn
ecertserrette, rotaivsadua, ednecsedsadne
lacartniiiluJsiratracSarbmutabiledmek
meretarcsilucoYsleffenSnl

Sert bir yumruk darbesi masayı sarstı. Mürekkep döküldü ve tüy kalem elimden düştü. “Hayır, bu değil!” diye bağırdı amcam. “Bunun hiçbir anlamı yok!” Hiddetle çalışma odasından çıkıp bir çığ gibi merdivenlerden indi. Königstrasse’ye fırlayıp koşar adım gözden kayboldu.

4

Hiddetle kapanan sokak kapısının bütün evi sarsan sesine koşan Marthe, “Gitti mi?” diye sordu. “Ya yemeği ne olacak?” “Yemeyecek!” “Akşam yemeği peki?” “Onu da yemeyecek. Artık hiçbir şey yemeyecek, evdekiler de onunla yemeyecek. Çözülmesi neredeyse imkânsız olan o anlaşılmaz yazıyı çözene kadar evdeki herkes diyette!” Ciddi bir endişeye kapılan yaşlı hizmetçi inleyerek mutfağına geri döndü. Yalnız kalınca kendimi işe verdim. Besançon’dan bir madenbilimci, silisli jeot kristali koleksiyonunu düzenlememiz için bize getirmişti. Bu küçük taşları ayıkladım, etiketledim ve vitrinlerine dizdim. Ama kendimi bir türlü tam olarak işe veremiyordum. Şu eski belge mevzusu tuhaf bir biçimde kafamı kurcalayıp duruyordu. Hafiften başım ağrıyor ve sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi hissediyordum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Çocuk Kitapları
  • Kitap AdıDünyanın Merkezine Yolculuk
  • Sayfa Sayısı144
  • YazarJules Verne
  • ISBN9786257491655
  • Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
  • YayıneviMundi / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4) ~ Jules VerneKip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4)

    Kip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4)

    Jules Verne

    Ünlü Çocuk Romanları Bu seri dünya klasiği kitaplardan oluşmaktadır. Bu serinin ilk beş kitaplarında; mecara, kahramanlık, sevgi, dayanışma gibi insan onuruna yakışan olaylar dizgesini...

  2. Esrarlı Ada (Ünlü Çocuk Romanları – 3) ~ Jules VerneEsrarlı Ada (Ünlü Çocuk Romanları – 3)

    Esrarlı Ada (Ünlü Çocuk Romanları – 3)

    Jules Verne

    Ünlü Çocuk Romanları Bu seri dünya klasiği kitaplardan oluşmaktadır. Bu serinin ilk beş kitaplarında; mecara, kahramanlık, sevgi, dayanışma gibi insan onuruna yakışan olaylar dizgesini...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur