Can Yayınları bu kitapta Albert Camus’nün iki yapıtını bir arada sunuyor. Bunlardan birincisi, Düğün, tıpkı Tersi ve Yüzü gibi bir gençlik yapıtı, ama gene Tersi ve Yüzü gibi sanatçının benliğini ve dilini yaşamı boyunca besleyen bir kaynak aynı zamanda. Gerçekten de Düğündeki denemeler Tersi ve Yüzüyle aynı dönemde yazılmış olmaları ve aynı kaynak çevreyi, Cezayir’i, yansıtmaları yanında, aynı yalın, duru ve somut anlatımla, aynı keskin bakışı, aynı anlama tutkusunu, aynı yaşam ve yeryüzü aşkını ortaya koymakta. Bir Alman Dosta Mektuplar ise İkinci Dünya Savaşı döneminin ürünü. Bir yandan emelsiz bir üstünlük deneyiminden yola çıkarak dünyayı egemenliği altına almaya kalkan bir ulusla bağımsızlığını onurla savunan bir başka ulusun tutumunu karşı karşıya getirirken, bir yandan da gerçek yurttaşlığın, gerçek toplumsal ahlakın niteliklerini sergiliyor. Başkaldıran İnsanı muştulayan küçük boyutlu bir büyük yapıt.
***
YAYINCININ NOTU
Bugün yeniden basılan bu ilk denemeler 1936-1937 yıllarında yazılmış, sonra 1938’de, Cezayir’de az sayıda basılmıştı. Yazar bunları deyimin cam ve sınırlı anlamıyla birer ‘deneme’ olarak görmekten hiç vazgeçmemiştir. Bu yeni basımı, üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan sunuyoruz.
***
Cellat Kardinal Carrafa’yı ipek bir iple boğarken ip koptu: iki kez baştan başlamak gerekti. Kardinal cellata baktı, gönül indirip de tek sözcük söylemedi.
STENDHAL
(Palliano Düşesi)
***
İlkbaharda, Tipasa’da tanrılar oturur ve tanrılar guneşin ve pelin kokularının, gümüş zırhlı denizin, el değmemiş mavi gökyüzünün, çiçeklerle kaplı yıkıntıların ve taş yığınları arasında kabar kabar kabarmış ışığın içinde konuşur. Kimi saatlerde, ortalık güneşten kapkaradır. Gözler, kirpiklerin ucunda titreyen ışık ve renk damlalarından başka bir şey yakalamaya çabalasa da boşuna. Kokulu bitkilerin oylumlu kokusu gırtlağı yakar ve zorlu sıcakta insanı boğar. Görünümün sonunda. Chenoua’nın kara kitlesini zor görünüm, köyün çevresindeki tepelerde kök salar, gidip denizde çömelmek üzere güvenli ve ağır bir uyumla sarsılır.
Şimdiden koya açılan köyden geliyoruz. Sarı ve mavi bir dünyaya giriyoruz, burada Cezayir’in yaz toprağının kokulu ve yakıcı soluğu karşılıyor bizi. Her yanda güllü bugenviller villaların duvarlarından yukarı tırmanmış; bahçelerde, kırmızısı hâlâ solgun Japon gülleri, kaymak gibi dolgun bir sürü pembe gül ve uzun, mavi süsenlerin güzelim kenar süsleri Tüm taşlar sıcak. Bizim sarı düğünçiçeği rengi otobüsten indiğimiz saatte, kasaplar kırmızı arabalarında sabah dolaşmasına çıkmışlar ve boruları İnsanları çağırıyor.
Limanın solunda, kuru taşlardan bir merdiven sakızağaçları ve katırtırnakları arasında yıkıntılara inmekte. Yol küçük bir deniz fenerinin önünden geçip ovanın içine dalıyor. Daha şimdiden, bu fenerin dibinde, mor, sarı ve kırmızı çiçekli kocaman, kalın bitkiler, denizin bir öpüş sesiyle emdiği ilk kayalara doğru iniyor. Yelin ve yüzümüzün yalnız bir yanını ısıtan güneşin altında, ayakta, ışığın gökten inişine, kırışıksız denize ve ışıl ışıl dişlerinin gülümsemesine bakıyoruz. Yıkıntılar ülkesine girmeden önce, son kez birer seyirciyiz.
Birkaç adım yürüdükten sonra, pelinler gırtlağımıza yapışıyor. Külrengi tüyleri yıkıntıları göz alabildiğine örtüyor. Özleri sıcağın altında mayalanıyor ve dünyanın tüm uzamı üzerinde dünyadan güneşe cömert bir alkol yükselip göğü titretiyor. Aşka ve isteğe doğru yürüyoruz. Ders aramıyoruz, büyüklükten istenen acı felsefeyi de aramıyoruz. Güneşin, öpüşlerin ve yabanıl kokuların dışında, her şey boş görünüyor gözümüze. Kendi payıma, burada yalnız olmaya alışmıyorum.
Buraya sık sık sevdiklerimle gelir, yüzlerinde aşkın yüzünün büründüğü duru gülümsemeyi okurdum. Burada, düzeni ve ölçüyü bankalarına bırakıyorum. Tüm varlığımla doğanın ve denizin dev çapkınlığı sarıyor beni. Yıkıntılarla baharın bu evliliğinde, yıkıntılar yeniden taş olmuş, insanın zorla verdiği parlaklığı yitirip doğaya dönmüşler. Bu savurgan kızların dönüşü için, doğa da çiçeklerini esirgememiş. Forumun döşeme taşları arasın dan, siğilotu ak ve yuvarlak başını uzatıyor, kırmızı sardunyalar, bir zamanlar ev, tapınak, alan olmuş şeylerin üstüne kanlarını akılıyor Çok bilginin Tanrıya getirdiği şu insanlar gibi, çok yıllar da yıkıntıları analarının. evine getirmiş. Bugün geçmişleri en sonunda bırakıyor onları, hiçbir şey de kendilerini düşen şeylerin odağına getiren bu derin güçten uzaklaştrımıyor.
Pelinleri çiğnemekle, yıkıntıları okşamakla, solumamı dünyanın gürültülü iç çekişlerine uydurmaya çalışmakla ne çok zaman geçirmişim! Yabanıl kokular ve uyuklayan böceklerin ezgileri içine gömülmüş durumda, gözlerimi ve yüreğimi ağzına dek sıcakla dolmuş olan bu göğün dayanılmaz büyüklüğüne açıyorum. Olduğumuz şey olmak, kendi derin ölçümüzü bulmak o kadar da kolay değil. Ama Chenoua’nm sağlam sırlına baktıkça, şaşırtıcı bir kesinlik yüreğimi yatıştırıyordu. Soluk almayı Öğreniyor, bütünleşiyor, gerçekleşiyordum. Tepeleri birbiri ardından tırmanıyordum; her biri bir Ödül saklıyordu bana; sütunları güneşin dolaşımını Ölçen, önünden tüm köy, ak ve pembe duvarları ve yeşil verandaları görünen şu tapınak gibi. Bir de doğudaki tepede bulunan şu bazilika gibi: duvarları kalmış ve çevresinde büyük bir bölüm içinde yeni çıkarılmış taş gömütler sıralanmakta; çokları topraktan ancak çıkarılmış, onun birer parçasını oluşturmaktalar daha. Bir zamanlar ölüleri saklamışlar içlerinde; şimdi adaçayları ve sarışebboylar boy vermiş. Sainte-Salsa bazilikası Hıristiyan, ama bir açıklıktan baktığımız her seferde, bize dek ulaşan dünyanın ezgisi: çamlar ve serviler dikili tepecikler, ya da yaklaşık yirmi metre Ötede ak ak kabaran deniz. Sainte-Salsa’yı taşıyan tepe dorukta düz, ve revaklar arasından yel daha geniş esiyor. Sabah güneşinin altında, uzamda ağır ağır büyük bir mutluluk salınmakta.
Söylenlere’ gereksinim duyanlar ne zavallı. Burada tanrılar günlerin koşusu içinde yatak ve belirleme noktası işlevi görür.
Betimler ve şöyle derim: “İşte kırmızısı, işte mavisi, işte yeşili. Bu deniz, bu dağ, bunlar da çiçek.” Burnumun altında sakızağacı toplarını ezmekten hoşlandığımı söylemek için Dionysos’tan söz etmeme ne gerek var? Daha sonra kendiliğimden
düşüneceğim şu eski övgü şiiri Demeter’e mi yönelik: “Yeryüzünde bunları görmüş olan canlıya ne mutlu.” Görmek, ve bu yeryüzünün üstünde görmek, ders nasıl unutulur? Eleusis’İn gizemlerinde, gözleme dalmak yetiyordu. Burada, dünyaya ne kadar yaklaşsam az geleceğini biliyorum. Çıplak olmam, sonra da, hâlâ toprağın Özlerinin güzel kokuları içinde, denize dalmak, berikini ötekinde yıkamak, toprakla denizin öylesine uzun zamandır dudak dudağa, özlemle beklediği kucaklayışı derimin üstünde düğümlemem gerek. Suya girdiğimde, soğuk ve saydamsız bir macunun sarması ve yükselmesi, sonra burun akıntılı, ağız acı, kulaklar uğultulu dalış, -yüzme, sularla parlayan kolların güneşte akın rengine girmek üzere denizden çıkışı ve tüm kasların bükülmesiyle yeniden inişi; bedenimin üstünde suyun koşusu, bacaklarımın suya böyle gümbürtüyle egemen oluşu ve çevren yokluğu. Kıyıda, kumlar üstüne düşüş, et ve kemik ağırlığıma dönmüş, güneşten şaşkın durumda, kendimi dünyaya bırakış, arada bir kollarıma bakış, kuru deri bölümlerinde, suyun kaymasıyla, sarı tüylerin ve tuz tozlarının belirmesi.
Mutluluk denilen şeyi burada anlıyorum: ölçüsüzce sevme hakkı. Bir tek aşk var bu dünyada. Bir kadın bedenine sarılmak, aynı zamanda gökten denize inen şu garip sevinci bağrına basmaktır. Az sonra, güzel kokularını bedenime sindirmek için pelinlerin arasına atıldığım zaman, tüm önyargılara karşın, güneşin gerçeği olan, ileride de ölümümün gerçeği olacak olan bir gerçeği gerçekleştirdiğimin bilincine varacağım. Bu anlamda, yaşamımı, denizin ve şimdi şarkıya başlayan ağustos böceklerinin iç çekişleri yle dolu, sıcak taş tadında bir yaşamı oynuyorum burada. Esinti serin ve gök mavi. yaşamı vazgeçişle seviyor ve ondan özgürce söz etmek istiyorum: bana insan koşulumun gururunu veriyor. Oysa, sık sık söylediler bana:…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıDüğün ve Bir Alman Dosta Mektuplar
- Sayfa Sayısı144
- YazarAlbert Camus
- ÇevirmenTahsin Yücel
- ISBN9755106529
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 1995
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çınaraltı Kitap Sohbetleri ~ Dursun Gürlek
Çınaraltı Kitap Sohbetleri
Dursun Gürlek
“Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak, kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek, Harami...
- Direniş Hatıralarım – Kıbrıs’ta Enosis’e Karşı Mücadelemiz ~ Işılay Arkan
Direniş Hatıralarım – Kıbrıs’ta Enosis’e Karşı Mücadelemiz
Işılay Arkan
“Kıbrıs’ta hemen hemen her ailede bir şehit vardır. Onlar bizden bir dua beklerler; bizim mutlu olmamız, bağımsız ve hür yaşamamız onları yattıkları yerde nurlaştıracaktır.”...
- Huzursuzluğun Kitabı ~ Fernando Pessoa
Huzursuzluğun Kitabı
Fernando Pessoa
Fernando Pessoa 1935’te öldüğünde, sandığındaki eserlerinin sayısı tahmin bile edilemezdi. Onun elinden çıkmış şiirlerin, yazıların altında genellikle başka imzalar vardı. Üstelik bu isimler yalnızca...