Bir gün, şafak sökerken, Dr. AIra kendini Buenos AIres’in mahallelerinden birindeki ağaçlı bir sokakta yürürken buldu. Bir tür uyurgezerlikten mustaripti ve aslında hepsi birbirinin aynı olduğundan gayet iyi tanısa da kendisine o sırada yabancı gelen sokaklarda ayıldığı nadir değildi. Kimilerinin deha, kimilerinin ise şarlatan olarak gördüğü Dr. AIra ününün temelindeki mucizelere artık katlanamıyor. En büyük arzusu Mucizevi Tedaviler projesini yazıya dökerek somutlaştırmak. Ama önce baş düşmanı Dr. Actyn’in tertiplediği tuzaklardan sıyrılması gerek. Dr. Aira’nın Mucizevi Tedavileri César AIra’nın kendine has edebiyat, düşünce ve gerçeklik sisteminin yaratıcı bir yansıması.
1
Bir gün, şafak sökerken, Dr. Aira kendini Buenos Aires’in mahallelerinden birindeki ağaçlı bir sokakta yürürken buldu. Bir tür uyurgezerlikten mustaripti ve aslında hepsi birbirinin aynı olduğundan gayet iyi tanısa da kendisine o sırada yabancı gelen sokaklarda ayıldığı nadir değildi. Yaşamı kâh dalgın kâh dikkatli (kâh orada kâh değil) bir yürüyüşçünün yaşamıydı, bu değişimler aracılığıyla devamlılığını, yani üslubunu, diğer bir deyişle, döngüsünü tamamlamak için, yaşamını yaratıyordu; yaşamı sona erene, yani ölene kadar da böyle olacaktı.
Ellili yaşlara adım attığından bu son vaktinden önce de gelebilir, her an gerçekleşebilirdi. Gösterişli bir sokağın kaldırımında yükselen güzelim bir Lübnan sediri, tepesini griye çalan gökyüzüne gururla uzatıyordu. Dr. Aira durup ağacı hayranlık ve şefkatle izledi. Sedire içinden küçük bir söylev çekmeye koyuldu; söylevinde övgü ve (koruma ricası anlamında) bağlılığı harmanlamanın yanında, ilginç bir biçimde, birkaç betimlemeye de yer veriyordu; çünkü bağlılığın zamanla biraz soyutlaşıp otomatikleştiğini fark etmişti.
Bu esnada ağacın tepesinin aynı anda hem kel hem de gür yapraklı olduğu dikkatini çekti; yapraklarla kaplı olmasına rağmen dalların arasından gökyüzü de görünüyordu. Yüzünü aşağıdaki dallara yaklaştırabilmek için parmak uçlarında yükselince (hayli miyoptu) zeytin yeşili tüycüklere benzeyen yaprakların hafifçe içe kıvrılmış olduğunu gözlemledi; belki de yakında döküleceklerdi; güz mevsiminin sonlarındaydılar ve ağaçlar havaya zorlukla direniyordu. “Samimiyetle ifade etmem gerekirse, insanlığın bu yolda uzun süre devam edebileceğini düşünmüyorum. Türümüz gezegende öyle bir egemenlik seviyesine ulaştı ki muhtemelen artık hiçbir ciddi tehditle karşılaşmayacak; görünüşe bakılırsa yaşamayı sürdürmekten, hiçbir tehlikeye atılmadan hayatın tadını çıkarmaktan başka yapacak bir şeyimiz kalmadı. Bu doğrultuda devam edecek, güvenli yoldan sapmayacağız.
Her gelişmeyle –ya da gerilemeyle– beraber, ne kadar kademeli olursa olsun, geri dönüşü olmayan bazı eşikler aşılır, şimdiye kadar kim bilir böyle hangi eşiklerden geçtik ya da geçiyoruz. Yaşamın genel düzenleyici mekanizması olarak tanımladığımız Doğa’ya tepki verdirebilecek eşiklerdir bunlar. Doğa ulaştığımız bu ciddiyetsizlik seviyesinden belki de rahatsızlık duyuyor, dayattığı temel gereksinimlerden belki de bizimki dahil hiçbir türün kurtulmamasını istiyordur… Tabii konuya aşırı derecede kişilik kattım, her birimizin içimizde bulunan kuvvetleri ete kemiğe büründürerek dışa vurdum, ama her halükârda ben kendi demek istediğimi anlıyorum.” Bir ağaca söylenecek şeyler mi bunlar! “Yanlış anlaşılmasın, kehanetlerde bulunuyor, en hafifinden bile felaketler ve salgınlar öngörüyor değilim! Kurduğum mantık doğruysa, düzeltici mekanizmalar sağlığımızın hem içinde hem de onun bir parçası olarak gerçekleşiyor olmalı… Ama bunu mümkün kılan nedir, bilmiyorum.” Konuşurken yürümeyi sürdürmüş ve ağaçtan uzaklaşmıştı.
Arada bir yine duruyor, çevresindeki gelişigüzel bir noktaya bakışını müthiş bir dikkatle kenetliyordu. Ansızın gerçekleştirdiği bu duraklamalar yarım dakika ya sürüyor ya sürmüyor, görünüşte herhangi bir düzen takip etmiyordu. Duraklamaların ne sebeple gerçekleştiğini bir tek kendisi biliyor, bunu başkalarıyla paylaşması olası görünmüyordu. Utanç kaynaklı duraklamalardı bunlar; düşüncelere daldığında zihninin kuytularından çıkıveren, kendini rezil ettiği anlara dair kimi anılar. Böyle anıları yâd etmekten kesinlikle keyif almıyordu, ama zihinsel gelgitlerinin ortasında, ansızın belirivermelerine de engel olamıyordu. Ortaya çıkışlarının etkisi öyle kuvvetliydi ki bacakları kaskatı kesiliyor, olduğu yere çakılıyor, tekrardan gücünü toparlayıp yürümeye devam edebilmek için bir süre beklemek zorunda kalıyordu.
Zamandı onu geçmiş utançlardan kurtaran… Onu defalarca kurtarmış, geçmişten çekip şimdiye taşımıştı. Kendini rezil ettiği anlarda zaman donakalır, her şey kabuk bağlardı. Alt tarafı birer anıydı hepsi; hiçbir yabancının açamayacağı mühürlenmiş kasalarda saklanan anılar. Kendisinden başka kimsenin dert etmediği, son derece mahrem, küçük, gülünç talihsizlikler, sakarlıklar, gaflardı; olayların akışını tıkayan pıhtılar gibi içine işlemişlerdi. Her nedense kökenlerine inmek imkânsızdı. Aktarımların her türlüsüne, örneğin şimdiki zamana geçmeye direnirlerdi. Şimdiki zamanda her belirdiklerinde Dr. Aira’yı uyurgezerimsi faaliyetlerinin ortasında felç ederlerdi, ki zaten onları geçmişin labirentimsi inlerinden çıkaran da bu faaliyetlerdi. Dr. Aira ne kadar çok yürürse bu utançlardan birkaçına denk gelme olasılığı da o kadar artardı. Bitmek bilmez yürüyüşleri bu yüzden gençliğinin karmaşık labirentlerinde kaybolup gittiği gezintilere dönüşürdü.
Belki de aslında zaman mekân düzleminde belli bir şablon oluşturan düzen söz konusuydu, belki de bu duraklamalar boş bir mesafe oluşturuyordu… Fakat niçin bu türden anılar belirdiğinde yürüyüşüne ara verdiği meselesine açıklama getiremedikçe tuhaf teoremini çözmeyi de başaramayacaktı; öylece durup bakışını –sanki kendisini durduracak kadar ilgisini çekmiş gibi– bir noktaya dikmesi, bir şeyleri gizleme çabası olarak açıklanabilirdi. Fakat durma eyleminin kendisi, geçmişteki utanç anlarıyla kımıltısızlık arasındaki ilişki, psikolojik yorumlamalara başvurmadığı için, halen muğlaktı. Belki de işin sırrı geçmişte kendini rezil ettiği anların doğasındaydı, belki de ortak payda bu anların özündeydi. Şayet öyleyse, en halisinden bir tekrar takıntısı söz konusu olmalıydı. Mesele daha derinden irdelenince elbette kendisini rezil ettiği anlarının gerçekten yaşanmış oluşuyla karşılaşılıyordu. Böyle olaylar herkesin başına gelir. Sosyal ilişkilerin kaçınılmaz bir sonucudur ve tek çare unutmaktır. “Tek çare” lafın gelişi bir ifade değil, çünkü zamanda geriye dönmek, o anları düzeltmek ya da silmek imkânsızdır.
Dr. Aira unutmaktan medet umamayacağı için (fil hafızasına sahipti) yalnızlığa başvurmuş, akranlarından neredeyse tamamen uzaklaşmıştı; böylece hiç olmazsa dermansız sakarlığının ve şaşkınlığının etkilerini en aza indirgeyebiliyordu. Bilincinin ve iradesinin farklı bir seviyesinde bulunan uyurgezerliği de, sonradan hissedilen bir pişmanlık gibi, aynı yönde ilerlemek zorundaydı; gören de uyurgezerlerin son derece işlevsel bir zarafetle hareket ettiklerini sanacaktı. Kendisine dürüst davranmak adına, meselenin sadece geçmiş utançlar olmadığını kabullenmesi gerekiyordu; bu noktada ortak payda genişleyerek epeyce kıvrımlı bir çizgiye dönüşüyor ve bu çizgiyi takip etmek zorlaşıyordu.
Belki de rezil olunan ânın tanımını genişletmek lazımdı; çünkü buna küçük kötülükler, cimrilikler, yanlış hesaplamalar, ödleklikler, özetle geçmişe dönük utancı besleyen her türlü unsur dahildi. Oysa (her ne kadar içinden bir ses, “Seni sersem! Seni sersem!” diye bağırıp duruyor da olsa) kendini suçluyor değildi, çünkü bu utançların kaçınılmazlığını gerçekleştikleri anda kabul ediyordu. En azından önemsiz oluşlarıyla avunabiliyordu, çünkü bunlar asla suç seviyesinde değillerdi ve özgüveninden başka hiçbir şeye zararları dokunmamıştı. Her halükârda, böyle utançları yeniden yaşamayacağına dair kendine söz vermişti. Tek yapması gerekenin dikkatli davranmak, acele etmemek, daima saygı ve nezaket kuralları çerçevesinde hareket etmek olduğunu düşünüyordu. Mucizevi tedaviler uygulayan biri olduğundan, kendisini rezil etmesi ağır mı ağır sonuçlar doğurabilirdi.
Romanlarda karakterlerin rezil olduğu durumlar titizlikle, ihtiyatla ve dikkatle hazırlanır, ki bu hayli çelişkili bir durumdur, çünkü herkesin doğru düzgün davrandığı sahneler yazmak daha kolaydır ve düşünmeden yapılır. Dr. Aira ahlaki, düşünsel ya da toplumsal açıdan hatalı her hareketi, ideal davranış anlayışının harikulade narin teninde yara açan türden bir şiddetle aynı kefeye koyuyordu. Şiddete hiçbir şekilde kafası basmayan insanlardandı. Örneğin haydutlarla, en azılısından suçlularla bir mağaraya kapandığı takdirde makul davrandığı, konuştuğu, karşısındakilerin fikirlerine kulak verdiği ve kendi fikirlerini düzgünce ifade ettiği takdirde, her ne kadar bunun saçma olduğunu bilse de, şiddetten kaçınabileceğini hayal etmeden duramıyordu. Havada kan kokusu olsa da, haydutlar onu kendilerini gözetlerken yakalasalar da şiddete başvurmaya gerek olmayabilirdi… İyi de mağaraya gizlice girmeyi planlamadıysa onu nasıl bu halde yakalayabilirlerdi ki? Üstelik utanmasına sebep olacak bu gibi durumlardan daima kaçınacağına dair kendi kendine söz vermişti.
Elbette bu varsayımsal mağaraya içeriyi boş zannederek yanlışlıkla girmiş de olabilirdi; daima dikkatli davranmak işte bu yüzden önemliydi, hep tetikte olmalı, dalgınlık etmemeliydi. Her ne kadar bu amacı düstur bellemiş, uğruna kafa yormuş, plan ve idman yapmış olsa da söylemesi kolay yapması zordu. Yine de ansızın bir mucize gerçekleşebilir, gözlerini çalıntı mallarla dolu bir mağarada açabilir ve daha ne olduğunu anlayamadan içeri uğursuz suratlı bir sürü haydut doluşabilirdi…
Elbette ancak hayal ürünü olabilecek, gerçekleşme olasılığı hayli uzak bir durumdu bu. Madem öyleydi, haydutlarla medeni bir iletişim kurmasına, başına gelenleri anlatmasına, oraya ışınlandığından, uykusunda yürüdüğünden bahsetmesine ne engel olabilirdi ki? Ancak bu durumda haydutlar da kurmacanın ve teorinin bir parçası olacak, Dr. Aira’nın ikna başarısı hiçbir somut değer taşımayacaktı. Gerçekliği meydana getiren şeyler kan, yumruklar, çığlıklar ve çarpılan kapılardı. Nezaketin cilası uzun vadede er ya da geç zedelenirdi; bu olay örgüsünde olmasa bir başkasında, zamandaki çatallanmalardan çıkan diğer bir olay örgüsünde böyle bir şeyin yaşanması kaçınılmazdı.
Bir oto tamir atölyesinin girişinde uzanan koca bir köpek Dr. Aira’nın yaklaştığını görünce yerinden kalkıp dişlerini gösterdi. Adamın sırtından soğuk terler boşanıverdi. Böyle hayvanları sokağın ortasında başıboş bırakanlar ne sorumsuz insanlardı; üstüne bir de şikâyet edenlere ukalaca, “İyi huyludur, bir şey yapmaz,” diye karşılık verirlerdi. Samimiyetle, kendileri de inanarak derlerdi bunu; başkalarının –hele de motosiklet kadar iri bir hayvan karşılarında kara kürkünü kabarırken– bu inancı paylaşmak zorunda olmadığını bir türlü akıl edemezlerdi. Dr. Aira’nın paranormal tıp dünyasıyla ilk teması köpekler aracılığıyla olmuştu. Coronel Pringles’te geçen çocukluk yıllarında, Belediye Başkanı Uthurralt, çıkardığı bir emirle bu hayvanları kayıtsız şartsız şehir sınırlarından dışarı çıkarmıştı. Herkes korktuğu için (o sıralar çocuk felci salgını vardı) emre karşı çıkan olmamış, normalde evcil hayvanlarla sahipleri arasında kurulan güçlü bağ da fayda etmemişti.
Zaten bu emir, her ne kadar üç yıla uzasa da, geçici olarak çıkarılmıştı ve kimsenin hayvanından gerçek anlamda kopması gerekmeyecekti; şehir dışında hepsine birer yer bulundu mu hallolacaktı; taşrayla bu kadar iç içe bir şehirde yakındaki çiftliklerde akrabası ya da arkadaşı olmayan kimse yoktu, köpekler de soluğu böyle yerlerde aldı. İşin fenası, Pringles’in tek veterineri hastalarından ayrı kaldı; her ne kadar muayene için şehir dışına çıkmayı kabul etse de (ekmek parasını çıkarmak için başka çaresi yoktu), taşraya habire gidip gelmek külfetliydi ve pahalıya patlıyordu.
Bu durum, üreme çağına gelen erkek köpekleri kısırlaştırmayı zorlaştırıyordu ki koşullar bu tür operasyonları daha da acil kılıyordu. Hayvanları sadece dağlama demiriyle, herhangi bir sterilizasyon işlemine başvurmadan, merhametsizce kısırlaştırmayı beceren ırgatların eline bırakma seçeneği karşısında kimileri kesenin ağzını açtı, kimileri umursamadı, kimleriyse tereddüt etti… Böylece Deli lakaplı yerel bir fotoğrafçı durumu fırsat bilerek uzaktan, acısız kısırlaştırma işine girince Coronel Pringles’te yeni bir furya başladı. O zamanlar sekiz yaşında bir çocuk olan Dr. Aira, bütün bu olanlardan ancak çocuk ortamlarının yankı odalarında dehşetengiz ölçüde biçim değiştiren dedikodular aracılığıyla haberdar oldu. O devirde, hele de kendininki gibi edepli orta sınıf ailelerde böyle konular pek konuşulmazdı; yoksul ailelerden gelen arkadaşları –zira kulübeden bozma evlerle dolu bir mahallede oturuyordu– böyle bir dertten mustarip olmasalar da ailelerinin ürkütücü cehaleti ve her şeye inanıvermeleri bu eksikliği kapatıyordu.
Deli’nin yöntemi akıllara durgunluk veren cinstendi, çünkü köpeği uzaktan kısırlaştırmak için sahibine uzunca bir süre penisilin iğneleri vuruluyordu. En azından dönen dedikodulardan anlaşılan buydu. Aira asla daha fazla bilgi edinemedi, zaten belki daha fazla bilgi yoktu. Gerçekten bu tuhaf tedaviye kalkışan kimsenin olup olmadığını da öğrenemedi. Fakat edindiği bilgiler, uzaktan eylem olasılığını ve heterojen unsurlar arasında yeni bir sürem kuran devamsız etkiyi kendi çapında yeniden icat etmesi için yetti; ardından da bütün mantık süreçlerini bu varsayım üstüne kurdu. Çok geçmeden büyük bir skandal patlak verince Deli’nin yönteminden vazgeçildi (ki aslında zaten tek bir kez uygulanmıştı).
Şehrin yakınındaki bir çiftlikte başsız bir köpek dünyaya gelmişti; cocker spaniel cinsi köpek, gövdesi boynunda sonlanmasına rağmen hayatta kalacak ve büyüyüp yetişkinliğe erişecekti. İnsanların hayal gücü, bekleneceği üzere, iki olay arasında bağlantı kurunca Deli, ki kendi dalaverelerinden kendisi bile ürkmüş olabilirdi, yöntemini rafa kaldırdı. Aira o köpeğin başına neler geldiğini öğrenemedi; eceli gelince diğer köpeklerden farksız biçimde ölmüş olmalıydı.
Mahalleden biri sürü insan hayvanı görmeye gitmişti (Aira’yı götürmemişlerdi). Anlatılanlara bakılırsa hayvan hayli hareketliydi; sadece başsız değil, hiperaktifti de. Sinir sistemi boynundaki bir yumruda son buluyordu ve bu çıkıntının üstünde, tıpkı bir Rosetta Taşı gibi, gözleri, burnu, ağzı ve kulakları temsil eden izler bulunuyordu; hayvan bunlar aracılığıyla hayatını sürdürüyordu. Koşullar farklı olsaydı, böyle bir hilkat garibesinin varlığı bir tür mucize kabul edilir, dünyanın dört bir yanından biliminsanlarının dikkatini çekerdi. Fakat taşralı insanlar böyle mucizelere alışıktı; daha doğrusu, çelişkili biçimde, radyosuz, televizyonsuz ve dergisiz, dünyadan daha kopuk yaşadıkları eski zamanlarda alışıktılar; bütün dünyaları yaşadıkları küçücük dünyaydı, yasaları istisnalara ve abartılara kolayca yer açıyor, her şeyi sorgulamadan kabul ediyorlardı.
Bir köpeğin başına böyle bir şey geldiyse bir insanın başına niçin gelmesindi ki? Mantığın daima dolaysız olan kısıtlamalarını işte bu sonsuz ve son derece fantastik olasılık belirliyordu. Mağaradaki haydutlara uygulamayı tasarladığı bütün o nazik yaklaşımlar, yaşamın nice azgın şiddetiyle uyumlu bir biçimden ibaretti. Mantık, herhangi bir ayrıcalığı bulunmayan bir eylem tarzından öte bir şey değildi. Dr. Aira’nın bunu eylemin bütün kusurlarına iyi gelecek her derde deva bir ilaç gibi kapsamlı olarak kullanması, gayet kendine has bir kişisel özelliğiydi: Onun gerçek yüzünü ve içinde yaşadığı yanılgıyı yansıtıyordu. Zira büyük hayranlık duyduğu ve kendine örnek aldığı (Mariano Grondona gibi) mantık timsali kişiliklerin mantıklılığı sadece göstermelikti, geçimlerini bu yolla sağlıyorlardı, ama bunun ötesinde, mantığı bir kenara bıraktıkları ya da –olması gerektiği gibi– koşullara göre arada sırada mantıklı davrandıkları bir yaşamları da vardı. Eylemin etkili olabilmesi için, gerçek bir pratik işlevi bulunmayan, soyut bir şemadan ibaret safi mantıktan uzaklaşmak lazımdı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı
- Kitap AdıDr. Aira’nın Mucizevi Tedavileri
- Sayfa Sayısı80
- YazarCésar Aira
- ISBN9789750755880
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Boş Dolaplar ~ Annie Ernaux
Boş Dolaplar
Annie Ernaux
Küçük bir kafe-bakkal işleten anne babanın etrafında şekillenen mutlu bir çocukluk, okul hayatı, yeni bir sosyal çevre, yabancılaşma, sınıf atlama arzusu, onaylanma ihtiyacı, öfke...
- Parkta ~ Marguerite Duras
Parkta
Marguerite Duras
En başta arzu ettiğim şey kendime ait olmak, bir şeye sahip olmaya başlamak, önemsiz ama sadece bana ait eşyalar, bana ait bir yer, bana...
- Efendi ile Uşak ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
Efendi ile Uşak
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Efendi ile Uşak, tümü coşkuyla kaleme alınmış, insani değerlerle dinî değerleri aynı platformda ele alan hikmet dolu öykülerden oluşuyor. Öğüt veren, yol gösteren, iyilik...