Dottie, İngiltere’de yaşayan siyah bir kadının engelleri bir bir aşarak kendi yolunu çizmesinin romanı. Annesinin ölümünün ardından, daha on yedi yaşında olan Dottie, kardeşleri Sophie ve Hudson’ın sorumluluğunu yüklenmek zorunda kalır. Bir yandan Sophie’nin düzensiz hayatıyla, öte yandan Hudson’ın kapkaranlık bir suç dünyasına girmesiyle Dottie’nin dertleri katbekat artar, genç kadın kendi hayatını istediği gibi yaşayamaz olur. Bu sırada ırkçılığın yol açtığı şiddet tüm dünyada hızla artmaktadır ve Dottie bu keşmekeşin içinde kökenlerini, politikayı, insan ilişkilerini sorgulamaya başlar.
2021’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Abdulrazak Gurnah 1990’da yazdığı bu romanıyla ne kadar büyük bir romancı olacağını gösteriyor.
“Gurnah aile ilişkilerini mükemmel bir kavrayışla, içgörüyle anlatıyor ve tarihin katmanlarını zarafetle, içtenlikle açıyor.” The Times
İlk Yolculuk
1
Dottie, kardeşinin doğuma girdiğini duyduğunda Tannoy Fabrikası’ndaydı. Anons hoparlöründen yükselen ses, bir doğuma yetişmesi gerektiğini söylememişti, ama Dottie anlamıştı. Aceleyle giderken bu ânı daha önce yaşamış gibi hissediyordu kendini. Ofise vardığında hastaneden arayıp ona bir mesaj bıraktıklarını öğrendi. Sophie işyerinde yere yıkılmıştı.
Hastaneye giden takside yapması, hazırlaması gereken bir şey olup olmadığını düşündü. Kennington’dan Tooting’e kısa bir yol vardı, ama trafik yoğundu ve ağır ağır ilerliyorlardı. Taksi sonunda hastane kapısının önünde durduğunda Dottie indi ve etraftaki binaların arasından sızan sonbahar güneşine çıktı. Başhemşire, Dottie’ye gülümsedi ve geç kaldığını söyledi, bebek çoktan gelmişti. Sophie’nin suyu yere yıkılmadan önce gelmiş olmalıydı. Başhemşire, Dottie’yi hasta yatağına götürdü. Sophie’nin bitkinliği yüzünden okunuyordu ama yorgunluk, zafer gülümsemesini örtemiyordu. Duraksayarak, kelimeleri arayarak Dottie’ye Waterloo’daki Kimberly Sokağı’nda taksiye yetiştirilmesini anlattı. Taksi şoförü para kabul etmemişti, Sophie’nin ona uğur getireceğini söylemişti. Hastanede hemşireler çok kibardı. Onu yıkamış ve tıraş etmişlerdi, Sophie banyo suyunu kirlettiği için utanmıştı. Sonra bebek gelmişti, o kadar kusursuzdu ki. Dottie de öyle düşünmüyor muydu? Hemşireler bebeğin adını sorduğunda Sophie şaşırmıştı. Hemen soracaklarını tahmin etmemişti, Jimmy’yle konuşacak zamanı olacağını düşünmüştü, ama hemşirelerin sabrı tükenmeye başlamıştı. O âna kadar da çok kibar davrandıkları için Sophie, kendi düşündüğü ismi söyleyivermişti.
“Hudson dedim abla,” dedi Dottie’ye tereddütle bakarak. Dottie bir süre ağzını açmadı, sonra bebeğin ne kadar mükemmel olduğundan ve kardeşinin çektiği acıdan bahsetti. Sophie’nin yanına oturdu ve metal karyolasında uyuyan bebeği izledi. Sevinçle planlarından bahsetti, kardeşinin başka bir konuyu açmasını beklediğini biliyordu. Sophie’nin elini tutup dalgınca okşadı, kardeşinin ara sıra çıkardığı sızlanmalara ve inlemelere dilini cıklattı. Sophie’nin ismi ne kadar beğendiğini söylemesini beklediğini biliyordu. Kardeşlerinin adıydı ve Sophie, onu çok sevdikleri için bebeğe onun adını vermenin doğru olduğunu duymak istiyordu. Dottie bebeği izledi ve aklı başka bir yerde, Sophie’nin elini okşadı. Kardeşiyle göz göze geldikçe veya Sophie vücudundaki ve bacaklarının arasındaki ağrıyla inledikçe istemsizce gülümsüyordu. Sophie’nin yakında uyuyakalmasını umdu, ama Sophie sadece bir anlığına daldı, sonra irkilerek uyandı ve gözleri Dottie’yi aradı.
“Çok güzel bir isim, bebek de Hudson’ın aynısı,” dedi Dottie sonunda ve Sophie’nin keyif ve rahatlamayla mırıldandığını duydu.
“Benziyor mu cidden?” diye sordu Sophie, mutlulukla gülümseyerek.
“Aynısı,” diye tekrarladı Dottie. Sophie birkaç saniye sonra uyuyakaldı. Dottie yatağın başında ses çıkarmadan uzun süre oturdu, yalnızlıktan memnundu. Gözünün ucuyla kardeşinin elinin tereddütle kıpırdadığını gördü, uzanıp eli tuttuğunda Sophie uykusunda derin bir iç çekti.
2
Dottie iki yaş büyüktü, Sophie’yle aynı kilisede vaftiz olacak kadar yakın zamanda doğmuşlardı. Leeds’teki Mucizevi Hanımımız Kilisesi. Dottie emin olmasa da adını böyle hatırlıyordu. Bazen Acıların Hanımı olduğunu sanıyordu, ama bu kulağa çok dramatik geliyordu, kendini kanıtlamaya çalışıyormuş gibi gelen bu isimdense daha güzel ismi tercih ediyordu. Kilisenin bahçesinde eski, kullanılmayan bir kuyu vardı; küçükken o kuyudan ne kadar korktuğunu hatırlıyordu. Bir keresinde iç ürperten derinliğine dikkatsizce bakmıştı ve bu yaşında bile omzunu tutan eli ve uyarı çığlığını anımsıyordu. Artık sesi hatırlamıyordu, annesi miydi başkası mıydı emin değildi. Dikkatli ol, aşağıda kamburun yaşadığını bilmiyor musun? Açıklama hep bir adamın sesiyle, onun sesiyle geliyordu. Yıllarca rüyalarında o kuyuya düştüğünü, dipte yaşayan ve geceleri kilise bahçesine özlemle bakmaya çıkan yaratığın pençelerine yakalandığını görmüştü. O kadar uzun zaman önceydi ki detayların ne kadarı gerçekti, ne kadarını kendisi uydurmuştu bilemiyordu. Hikâyelerin aklında birbirine girmesine engel olamıyordu. Sophie sık sık bunları bir şey kanıtlamak ya da gıcıklık etmek için onun uydurduğunu söylerdi.
Dottie’ye vaftizde Dottie Badoura Fatma Balfour adı konmuştu. Adlarını severdi, bazen gizli gizli onları düşünüp gülümserdi. Küçükken isimlerine hikâyeler uydururdu; çocuksu romantik şeyler, acısız fedakârlık ve aşırı şefkat dolu hikâyeler yazardı. Bazen kendini kaptırıp bu hikâyeleri kısık sesle mırıldanırdı ve diğer çocuklar kendi kendine konuştuğu için onunla dalga geçerdi. Kendi iyiliği için yapılan sinirli düzeltmelere rağmen oyunlarına devam ederdi. Öğretmenleri ya da her kimse, herkesin aynı olduğunu ve artık İngiltere’de yaşadığını kabullenmesini, kendini kabul ettirmek için ne yapabileceğini düşünmesini söylerdi. Böyle hayalci, inatçı tavırlardan daha iyisini yapabilirdi.
İyi kalpli bir öğretmeni, bu fısıldamaların dışarıya yanlış fikir verebileceğini söylemişti. İnsanlar, durumla başa çıkamadığını düşünebilirdi. Ateşle oynamamalıydı. Kaderi tahrik etmemeliydi. Yerine göre davranmalıydı. Kendine gelmeliydi. Tüm bunları defalarca işitmişti. Cahilliği birinin gücüne gittiği zaman “İngiltere’de böyle yapmayız güzelim,” derlerdi. Eleştiriler Dottie’ye bir hain, bir günahkâr gibi hissettirirdi kendini.
Bu eleştiriler, kendini dayatmaya çalıştığı için gelmiyordu. İngiltere’nin mutlak hâkimiyetine isyan etmeyi aklından bile geçirmezdi, bunun doğruluğunu asla sorgulamazdı. O yaşta Dottie’nin varabildiği tek sonuç, bütün dünyanın, kendi isimleriyle oynayarak geçirdiği gizli saatleri bildiğiydi. Gizli kusurlarını herkes biliyordu ve ihanet olarak görüyordu. Aslında hayat şartları onu isyan edecek duruma gelmeden çok uzun zaman önce Dottie’ye çevirmişti, o zamanlar başka bir şey düşünmeyi bile akıl edemezdi. Çocukluğuna bir isim vermek şöyle dursun, çocukluğunun kendisine ait olduğunu bile asla iddia etmezdi.
Şimdi endişesini ve Sophie’nin dünyaya getirdiği çocuk için korkusunu kontrol altına almaya çalışırken kaşlarını çattı. Sanki her şey yeterince zor değilmiş gibi. Sanki Sophie’nin kendisi koca, şişman bir çocuk değilmiş gibi! Çocuğun adını Hudson koymasıysa…
3
Dottie, Hudson’da başarısız olduğunu düşünüyordu. Kimsenin ondan farklı bir şey beklediği yoktu, ama Hudson’a bakmak çok küçük yaşta ona kalmıştı. Kendini mahvetmesine engel olamamıştı. Çocukluklarında anneleri sık sık hasta olurdu, hasta olmadığındaysa başka işleri olurdu. Dottie ev işlerini yapmayı, kardeşlerine bakmayı öğrendi. Hudson zor bir çocuktu ve Dottie de ona ciddi bir yardımda bulunamayacak kadar bilgisizdi. Hudson büyüdükçe onlara kin besledi, hayatın üzerlerine yolladığı acımasızlıklar için onları suçladı, sanki yapılabilecek bir şey varmış gibi. Onun için ellerinden geleni yaptılar, altından kalkamadığı her yüke el attılar. Hudson, önerdikleri her şeyi asık bir suratla kabul etti, annesinin ve kardeşleri…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDottie
- Sayfa Sayısı322
- YazarAbdulrazak Gurnah
- ISBN9789750537349
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Paylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı) ~ L. Marie Adeline
Paylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı)
L. Marie Adeline
Cassie, patronuyla yaşadığı aşktan sonra acı ve hayal kırıklıklarının etkisinden kurtulamazken, kendini yeniden S.E.C.R.E.T. ile çare ararken buluyor ve bu kez diğer kadınlara yol...
- Leviathan ~ Paul Auster
Leviathan
Paul Auster
Parlak ve yetenekli yazar Benjamin Sachs, karlı bir kış günü bir yol kenarında, hazırlamaya çalıştığı bombanın patlamasıyla paramparça olur. Yakın dostu Peter Aaron, Benjamin’in...
- Kadersizlik ~ Imre Kertész
Kadersizlik
Imre Kertész
2002 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Imre Kertész’in başyapıtı sayılan Kadersizlik, bir anlamda yazarının yaşamöyküsüne yaslanan bir roman. İkinci Dünya Savaşı sırasında gönderildiği toplama kampından...