Anasır-ı Erbaa “dört öğe”, “dört element” demek. Biz ona “Dört Güzeller” dedik. Hani hepimizin bildiği toprak, su, hava ve ateş… (Terra, aqau, aer, ignis)… Yerkürenin galaksideki oluşumunu sağlayan dört unsur bunlar. Kimyada bir bütün veya bir yahni oluşturan şeylerden her biri.
(…)
Bilim ilerledikçe dört elementin sayısı her gün birkaç tane daha artıyor ve periyodik cetvelin listesi gittikçe uzuyor. Şimdilik bu sayı 121 olarak biliniyor. Ve biz artık elmasın bir tek elementten oluştuğunu, sofra tuzunun iki, şekerin üç element bileşimi olduğunu, cep telefonunun kırk element içerdiğini, insanın otuz elementten yaratıldığını acı gerçekler olarak biliyoruz. Dört element ise insanların hayatı yaşarken bir an olsun farkına varmadıkları bir detay gibi duruyor artık. Yine de, ne zaman bir kum tanesinde dünyayı görsek, ne zaman bir nisan yağmurunda ıslansak, ne zaman güzel bir müzik veya hoş bir koku duysak, ne vakit bir ocağın çıtırtısında hayallere dalsak, değil dünyayı, cenneti görmüş gibi oluyoruz. Bize o duyguyu veren işte o önemsemediğimiz dört öğedir. Gözünüz ister gökyüzüne ve yıldızlara, ister okyanusa veya yağmura, ister bir yangına veya ışığa, isterse bir ağaca veya mezara bakıyor olsun… Anasır her yerde bizi kuşatıyor, sarıp sarmalıyor. Şefkatli bir anne gibi…
Bu kitabın içinde “Dört Güzeller”in kültür ve medeniyet boyutuyla tanışacaksınız.
İçindekiler
Giriş Toprak
Toprak Bilgisi
Azrail’in Cennete Götürdüğü Bir Avuç Toprak
Ölüm
Keşke Toprak Olsaydım!
Yer Deprendiğinde!
Az Gittik Uz Gittik Dağ Tepe Düz Gittik
Toprak Düzeltildiğinde…
Toprak İlaçtır
Ebu Turab ve Turabi Baba
Toprağın Yönetişimi
Dağların Alnında Vatan Yazılı
Toprak Güzellemesi
Su
Yer Yer Değil iken Su Su İdi
Su Üzerine Meraklı Bilgiler
Lisan İçinde Su Bereketi
Su Perilerinin Marifetleri
Türk Mitolojisinde Su
Kutsal Kitaplardan İnsanlığa Akan.Su Altından Irmaklar Akan Cennet Bahçelerinde
Abıhayat (Bengisu)
Büyük Bir Dalga Nuh ile Oğlu Arasına Girivermişi!
kevser
Sebe’nin Bahçeleri
Açıl Susam Açıl… Ve Killideniz Açılır
Parmağından Verdiği Şiddet Günü Ensare Su
Su Özlemi; Evlat Özlemi
Derviş Sinesinde Isınan Su
Zemzem
Su Teknolojisinin Tarihi Gelişimine Kısa Bir Bakış
Suyun Yalın Hali: Pınar
Salih Nebi’ye Bir Deve Çıkaran Pınar
Kırkpınar
Hasan boğuldu
Suyun -e Hali: Irmak
Talut Bir İrmaktan Geçerken
Kızılırmak: Kara koyun
Tatsız Dere
Suyun -de Hali: Denli
Sarı kız Efsanesi
Denizi Özleyenler İçin
Suyun -den Hali: Yağmur / Rahmet
Yağmur Duası
Nisan Yağmuru
Suyun -elem Hail: Gözyaşı
İstanbul Surları
…..
GİRİŞ
4
Anasın Erbaa
Anasır-ı Erbaa “dört öğe” demek. Hani hepimizin bildiği toprak, hava, su ve ateş… (Terra, oer, aqau, ignis)… Yerkürenin galaksideki oluşumunu sağlayan dört unsur bunlar. Olma ve bozulma cihanı olan sıradan cisimlerin hail u fasl olunmuş, iç içe geçmiş halleri. Kimyada bir bütün veya bir yalını oluşturan şeylerden her biri. İkisi (hava ve ateş) erkek, ikisi (su ve toprak) dişi karakterde. O yüzden birbirlerine ihtiyaç duyuyor, varlıklarını diğerleriyle sürdürüyorlar. Ateş havasız yanamıyor; toprak susuz kalınca kavruluyor. Erkek karakter olan ateş, yine erkek karakter olan havayla güçlenip harlanırken dişi karaktere sahip su karşısında duyarlılık gösterip hemen sönüveriyor.
Anasır-ı Erbaa, antikçağda şekillenip Sokrates’ten önceki filozoflarca evrenin oluşturucu öğeleri kabul edildi ve hemen her filozof bunlardan birini temel öğe sayıp diğerlerini ona nispetle sıraladı. Kimine göre evren sudan ibaret olup diğer üç öğe ona nazaran var oldu. Kimine göre her şeyin evveli ateşti. Bazıları havayı öne çıkardı ve havanın üst yanını kaplayan esir maddesini ateşle izaha çalıştı. Dünyanın yüksek kara parçalarında yaptıkları kazılarda birtakım deniz kabuklan bulanların değerlendirmelerine göre de suyla toprak arada sırada yer değiştirmekte, yerküre zaman içinde hamur gibi yoğrulmakta, şekil evrilmekte, bazen yuvarlak, bazen elips olabilmekte, hatta içi dışına çıkabilmekte ama hayat hep devam etmekteydi. Böyle düşünenlere göre elbette temel madde toprak olmalıydı. Gelin görün ki bu teorileri Öne sürenler, ileride ateşli tartışmalar yapacak talebeler yetiştirmekle kalmadı, bu tartışmaların nesiller boyu devam etmesine de zemin hazırladılar. Ve maalesef bunlardan hiçbiri görüşlerini yazmıyorlardı. Dünyada yazılı gelenek henüz başlamamıştı.
Sonra Aristo geldi. 0, az düşünen, ama kendinden öncekilerin fikirlerini hiç durmadan yazan tuhaf bir adamdı ve sırf hafızalardaki her şeyi, ama her şeyi sayfalara aktardığı için kaç bin yıldır üstat olarak anılmaya devam elti. Nihayet onun yazılı hükümlerinden sonra dünyanın ve hayatın neden ibaret olduğunu araştıran filozoflar, anasır-ı erbaanın belirli dozlarda bileşimi ile kâinatı izah edip durdular. İslamiyet’ten sonra Müslüman filozoflarca da kabul görüp geliştirilmiş bir düşünceydi bu. Üstelik bunlar dört elementle yetinmedi ve “Beşinciyi de biz verelim!” diye esir (ether) maddesini bilim dünyasına sundular. Farabi, Kindi, Ibn Sina veya Muhiddin’e göre esir maddesi beşinci öğe olarak var edilmişti ve bu dört öğenin içini dolduran üç madde mevcuttu; Civa, tuz ve kükürt.
Ve sonunda olan oldu: Modern bilim önce atomu, ardından doksan iki elementin varlığını ispatladı. Artık eski filozofların pek çok kuramının iskambil kuleleri gibi çökme zamanı gel-
misti. Halbuki ne bilgiler üretilmiş, ne ateşli kavgalar olmuştu! Evrenin yapısı ve dünyamızın, etrafımızdaki nesnelerin nelerden meydana geldiği gibi büyük bir soru iki bin yılın ötesinde insanları yönetmiş ve yönlendirmişken, bulunan bunca cevap şimdi çöpe mi atılacaktı?! Atalara hiç saygı kalmadı mı?!..
İYONYAII TACIR
Ege kıyılarında bîr kasabada, eğer deniz mevsiminin tadını çıkarmak üzere sahilde nişanlınızla romantik bir yürüyüş yapıyorsanız ve güneşin batışını seyretmek üzere duraklamışsanız, gurubun ruhunuza sindirdiği saadet hissi size, akşam melte-miyle havanın kokusunu, denizdeki küçük şıpırtılarla suyun sesini, ufuktaki kızıllığa bakarken ateşin rengini ve ayağınızın altındaki kumun dokunuşuyla da toprağın katılığını telkin eder durur; ama ilk bakışta siz bunları dört element olarak algılamazsınız. Neden sonra, nişanlınızla aranızda oluşan küçük bir sessizlikte, bir soru takılıverir aklınıza, mesela: Şu andaki saadetimin ne kadarını dış dünyaya, sözgelimi zarif ikindi meltemine, romantik deniz dalgalarına, gül renkli ufuk çizgisine veya kumsaldaki ayak izlerine borçluyum? Ancak o zaman dört unsur gelir aklınıza. Artık konu kendiliğinden dünya, varlık, insan, evren, hayat vb felsefe alanlarına sıçramaya hazırdır. Üstelik nişanlınız da sizi dinlemek üzere dikkatini toplamış, yüzünüze bakmaktadır. O sırada sakın “Nerden geldik bu konuya!” demeyin. İşte size anlatacak güzel bir hikâye. Üstelik o kumsallarda çok eskiden beri ayakları gıdıklayan bir konuda:
iyonyalı gökbilimci, matematikçi ve filozof Tales (MÖ 624-547), başkent Milet’in rıhtımına yakın zeytinyağı ticarethanesinden çıkmış (bu anlattığımız, Milet’in çamurlara gömülüp denizden on kilometre uzaklaşmasından önceydi) akşam serinliğinde evine yürüyordu. Gözleri her zamanki gibi yıldızlara takılıp takılıp gidiyordu. Birden ayağını boşlukta hissetti ve ardından bir kuyuya kıçûstü oturdu. İri cüssesi kuyunun daracık cidarlarına sıkışmış, hareket edemiyordu. Gece karanlığında imdadına ancak köle bir kız yetişti. Bir hayli uğraştıktan sonra Tales’i yukarı çekmeyi başaran kız, “Aha,” dedi, “yıldızları bulmak isteyen ama ayağının dibinde duranı görmeyen adam.” Kızın bu aşağılama sözü, evine varasıya kadar Tales’in kulaklarında çınlayıp durdu. Hiç şüphesiz bu gece başına gelenlerin bilimsel şöhretine büyük zararı olacaktı. Uykuları kaçtı; kapısının önünde oturup eşiğini yalayan suya dalarak kızın aşağılamasına konu olan “gözünün önündeki”ni bilme temrinlerine girişti.
0 yıllar, Ege kıyılarında yaşamak ve lyonyalı olmak İçin iyi zamanlardı. Milet huzurlu ve zengin bir kentti. Dünyanın diğer bölgelerinde Firavunlar ve Asur kralları, Judah ve Babil arasında savaşlar ve kargaşa varken burada bilim, felsefe ve sanat ilerlemekte, şehrin surları kültürle örülmekteydi. Üstelik Tales’in de işleri tıkırındaydı. Zeytinyağı ticareti yapan filosu iyi kazanç getiriyordu. İki yılda bir gemilerinden birine atlayıp Babll’e veya Mısır’a gitmeyi âdet edinmiş, oralardaki bilginlerle görüşmekten hoşlanır olmuştu. Ama o gece yaşadıkları bütün şevkini kırmış, köle kızın kendisini maskara edişine içerlemiş, neredeyse su yarılsa da içine girsem diyecek noktalara gelmişti.
Sular yarıldı ve o, gece boyunca suyun içinde hayatın kaynağına yürüdü. “Gözünün önündekini” değilse bile ayağının dibinde duranı görmekle başladı işe ve her şeyin başlangıcının su olduğu fikrini bu yürüyüşün uzayan adımlarında buldu. Tales. gözünü denize çevirdiğinde her yeri su olarak görmeye başlamıştı bile. Ufuk onunla doluydu. Rüzgâr dalgaların sesini taşıyor, hava denizin kokusuyla doluyordu. İşte her şey suyun değişik hallerinden veya bileşimlerinden ibaretti. Buharlaştığı……..
“Dört Güzeller Toprak, Su, Hava, Ateş” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıDört Güzeller Toprak, Su, Hava, Ateş
- Sayfa Sayısı370
- Yazarİskender PALA
- ISBN9944486699
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKapı Yayınları / 2008
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Öteki Metinler ~ Bilge Karasu
Öteki Metinler
Bilge Karasu
Öteki Metinler Bilge Karasu’nun, otuz yayılmış bigr dönemde ürettiği ve çoğunu yaşarken yayımlamamış olduğu düşünsel/kuramsal ağırlıklı denemelerini, metinlerini, bunlarla birlikte okunabilecek notları ve okunmasında...
- Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik ~ Umberto Eco
Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik
Umberto Eco
Her kültürün güzellik ve sanata ilişkin görüşleri elbette olmuş ama her kültür bu görüşü açık bir kuramsal çerçeveye oturtmamıştır. Estetik kavramı XVIII. yüzyılda Avrupa’da...
- Sol Yanımız Aşk ~ Cemile Savaş
Sol Yanımız Aşk
Cemile Savaş
Kırmızı Pabuçlu Bayramlar ‘Şahit olduğum bayramlar…’ Bayrama günler kala çocukluğumuzdaki bayramlar geldi aklıma. Evlerin dip köşe temizlendiği, komşularla toplanıp baklavaların açıldığı, bahşiş konacak mendillerin...
atalarımız sarıklarının içinde küçük pul şişelerde Zemzem taşır,ölüm aniden gelecek olursa sarıklarının tülbentini kefen,o Zemzemi de son nefeste iman olmak üzere dudaklarına değdirerek dünyadan göçmeyi isterlermiş.”
gibi bilgileri barındırırken
“su tarihh gibi akıyor.Devletmiz Fırat veDiclenin suyunu Suriye ve Irak’a bedava verip Bulgaristan’dan parayla su alıyor.”
böyle şeylere de dem vuruyo,aynı zamanda;
“kimsenin inancına karşı değiliz,varsın onlar da ateş dolu br cehennemde huzur bulsunlar.”
böyle de nükteleri eksik etmemiş.
bana İskender Pala’yı tanıtan ve sevdiren bi kitaptır,ilk göz ağrımdır.Okumaktan asla sıkılmazsınız tavsiye ederim.