Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Domuz Baba
Domuz Baba

Domuz Baba

Terry Pratchett

Bu yıl uslu bir çocuk oldunuz mu? Sör Terry Pratchett’ın kaleme aldığı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Domuz Baba, kadim yılbaşı geleneklerinin…

Bu yıl uslu bir çocuk oldunuz mu?

Sör Terry Pratchett’ın kaleme aldığı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Domuz Baba, kadim yılbaşı geleneklerinin “büyülü” atmosferinde, gölgelerin içinde, hüznün mizahla el ele yürüdüğü, ışıltılı bir kurtarma operasyonuna odaklanıyor.

Dünya çapında 85 milyonun üzerinde satan külliyatın yirminci halkası olan bu sürükleyici kitap, “Ölüm” alt serisinin de dördüncü serüveni.

Ümit dolu yeni senelerin ruhundan kopup gelen Domuz Baba’da, evrendeki en “insani” değerlerden biri olan inanç kavramına ve unutulmaya yüz tutan çocukluk anılarına göz kırpan Pratchett, Ölüm’ün bile “ölümle” tehdit edildiği, keskin ama bir o kadar da sürpriz dolu bir serüvene imza atıyor.

EMİNİM, SUSAN SAĞDUYULU DAVRANIR, dedi Ölüm.
“Ah, tabii,” dedi Albert, kızağa dönerlerken. “Sağduyulu davranmak sizde aile özelliğidir zaten…”

Aslına bakarsanız, sağduyudan ziyade cesaret ve kararlılık gerekiyor bu gece; çünkü Diskdünya’nın temelleri bir kez daha, hem de tam temelinden sarsılmak üzere. Zira Denetçiler, yaşamı yok etmek adına yaşayanlardan destek alıyor bu kez. Ve koca dünyada, Domuz Baba’nın yerini alabilecek tek bir kişi var.

SENİ İNSAN YAPAN, İNANDIĞIN ŞEYLERDİR. DOĞRU VEYA YANLIŞ, İYİ VEYA KÖTÜ, FARK ETMEZ.

Fakat… Domuznöbeti Gecesi’nin ruhu da bir başkadır tabii. Şömine rafına asılmış çoraplar, sene boyunca verilmiş “uslu durma” sözleri, yeni bir yılın getireceği tüm güzellikler ve hepsinden önemlisi umutlar, beklentiler ve vadedilmiş… eh, reçeller.

İnsanlığın umutlarına bile göz dikenlere inat, Ölüm yine kontrolü ele alıyor ve Domuz Baba’yı kurtarmaya girişiyor; hem de biricik torunu Susan ile birlikte!

Niran Elçi’nin pürüzsüz Türkçesi ve Delidolu’nun özenli baskısıyla Türkiye’deki okurlarının karşısına ilk kez çıkan bu roman; hayranlık uyandıran fantezi unsurları ve kurgusuyla alternatif bir evren yaratıyor ve gelenekselleşen yeni yıl kutlamalarına bambaşka bir gözle, yeniden bakmamıza fırsat tanıyor.

Arkadaşları arasında “ppint” olarak bilinen
aykırı sahaf yöneticisine; bu kitapta Susan’ın sorduğu soruyu
seneler önce bana sorduğu için…
Bu soruyu daha fazla insanın sormamasına şaşıyorum.
Ve yokluğunu hissettiğim pek çok dosta…

Fizikçilerin çoğu aynı fikirde olmasa da, her şey bir yerde başlar. İnsanlar, belli belirsiz de olsa, başlangıçların yarattığı sorunları fark etmiştir her zaman. Kar küreme aracı sürücülerinin işe nasıl gidebildiğini ya da sözlük yazarlarının, sözcüklerin doğru yazımına ilk nereden baktıklarını sorarlar, yüksek sesle. Ve kıvrım kıvrım, düğüm düğüm, lime lime uzay-zaman ağlarında bir noktaya parmaklarını mecazen basıp, “Her şeyin başladığı yer işte tam da burası, burası,” deme arzusunu içlerinde hep hissederler… Mesela Suikastçılar Loncası Bay Çayvakti’ni kadroya kattığında da bir şeyler başladı. Bay Çayvakti, pek çok şeyi, başkalarının gördüğünden farklı görüyordu ve farklı gördüğü şeylerden biri, başkalarını kişi olarak değil, nesne olarak görmesiydi.

(Çok daha sonraları Lonca Başkanı Lord Downey de buna parmak bastı: “Küçük yaşta ebeveynlerini kaybettiği için ona acıdık. Şimdi düşünüyorum da… bunun nasıl olduğunu daha fazla merak etmeliydik.”) Başlangıç, en eski hikâyelerin aslında kan hakkında olduğunun unutulduğu zamandan daha önce gerçekleşmişti. Daha sonradan, bu hikâyeleri çocuklara uygun hâle getirmek için –daha doğrusu, hikâyeleri, onları çocuklara okuması gereken kişiler için daha kabul edilebilir kılmak için– kanlı kısımları çıkardılar ve sonra,hikâyelere ne olduğunu merak ettiler. (Bu arada çocuklar genellikle kana bayılırlar, yeter ki hak eden kişiler döksün.)* Fakat, aslında her şey bundan da eski bir zamanda, en derin mağaraların ve en kasvetli ormanların karanlığında dolanan bir şeyin, bu yaratıklar da ne böyle?

İyisi mi onları bir gözlemleyeyim, diye düşündüğü zaman başladı. Ve hatta daha da önce. Dev kaplumbağa Büyük A’Tuin’in kabuğundaki dört filin sırtında, uzayda süzülen Diskdünya oluştuğunda başladı her şey. Şimdi bile, Büyük A’Tuin, örümcek ağlarıyla dolu bir eve dalmış kör bir adam misali, karşılarına çıkan her tarih parçasıyla çiftleşmeye çalışan o son derece uzmanlaşmış küçük uzay-zaman parçalarına takılıyor, onları geriyor, koparıyor ve çekiştirerek yeni şekillere sokuyor muhtemelen. Ama… belki de öyle olmuyordur tabii. Zira ünlü filozof Didactylos’un da alternatif bir hipotezle özetlediği gibi: “Ne oluyorsa oluyor işte. Hayret bi’ şey ya.” Görünmez Üniversite’nin kıdemli sihirbazları tereddütle durup kapıya baktılar. Kapıyı böylesine mühürleyen kişi her kimse, onun kapalı kalmasını net bir şekilde istemişti, belliydi. Kapı kanadı, çerçeveye düzinelerce çiviyle mıhlanmıştı. Üzerine tahtalar çakılmıştı. Hatta önüne bir kitaplık çekilerek gözlerden de gizlenmişti. Ama bu sabah, kitaplık oradan kaldırılmıştı. “Bir de şu tabela var Ridcully,” dedi Dekan. “Görmüşsündür herhâlde. Şu tabela, bak. ‘Ne olursa olsun bu kapıyı açmayın!’ yazan tabela.”

“Elbette gördüm,” dedi Ridcully. “Yoksa neden açmak isteyeyim?” “Ee… neden?” dedi Çağdaş Rünler Okutmanı. “Neden kapattıklarını anlamak için elbette.”* Üniversite’nin bahçıvanı ve kampüsün diğer her işine bakan cüce Modo’ya el etti Ridcully. Modo, elinde bir levyeyle dikilmekteydi. “Hallet şu işi evlat.” Bahçıvan bir selam çaktı. “Başüstüne efendim!” Yarılan tahtaların gürültüsü eşliğinde Ridcully devam etti: “Planlarda burası banyo olarak görünüyor. Banyolarda korkutucu bir taraf yok, tanrılar aşkına. Şahsen ben bir banyo isterim mesela.

Sizinle çimmekten bıktım. Hiç hijyenik değil. Bir şeyler kapabilirsin. Bunu bana babam söyledi. Bir sürü insanın birlikte banyo yaptığı yerde, Siğilveren Gnom dolaşırmış.” “Diş Perisi gibi bir şey mi o?” dedi Dekan alayla. “Burada yönetici benim ve kendi özel banyomu istiyorum!” dedi Ridcully kararlılıkla. “İşte o kadar, tamam mı? Ve Domuznöbeti Gecesi’ne yetişecek, anladınız mı?..” Başlangıçların bir sorunu da budur elbette. Zamana farklı bir yaklaşımları olan sihirli âlemlerle uğraşıyorsanız, bazen sonuç, sebepten biraz önce gelir. İşitme sınırında bir şey, tıpkı küçük, gümüş çanlar gibi, tlingıltlingıl-tlingıl yaptı. Rektör’ün emirler yağdırdığı saatlerde Susan Sto-Helit yatakta oturmuş, mum ışığında kitap okumaktaydı. Pencereye kırağıdan desenler yayılmıştı.

Susan, erkenden yatabildiği bu tür geceleri severdi. Çocukları yatırdıktan sonra kendi başına, rahatça kalabiliyordu, zira Bayan Gaiter, maaşını ödediği hâlde Susan’a talimat vermekten acınası ölçüde korkuyordu. Maaş önemli olduğundan değil elbette. Asıl önemli olan, Bağımsız olması ve Gerçek Bir İş’te çalışmasıydı. Dadılık, gerçek bir işti. Tek rahatsız edici kısım, işvereni Susan’ın bir düşes olduğunu öğrendiği zamanki mahcubiyette yaşanmıştı. Bayan Gaiter’ın kitabına göre, ki koca koca harflerle yazılmış kısacık bir kitaptı, kaymak tabaka denen kesim çalışmamalıydı.

Kaymak tabaka, aylaklık etmeliydi. Susan, her karşılaştıklarında Bayan Gaiter’ın diz kırarak selam vermesini bile zar zor engellemişti. Bir hareket sezerek başını çevirdi. Mum ışığı, uluyan bir rüzgâr varmış gibi, yatay olarak dalgalanıyordu. Başını kaldırıp baktı. Penceredeki perdeler kabararak uçuştu, pencere takırdayarak açıldı. Ama rüzgâr yoktu. En azından, bu dünyada. Kafasının içinde imgeler belirdi Susan’ın: kırmızı bir top, keskin kar kokusu… Sonra imgeler gitti ve yerine… “Dişler mi?” dedi Susan, kendi kendine. “Yine mi dişler?” Gözlerini yumdu. Tekrar açtığında pencere, olacağını bildiği gibi sıkı sıkı kapalıydı. Perde sakince sarkıyordu. Mum alevi yine yukarı doğru, masum masum titreşiyordu. Ah, hayır, yine olmasındı… Bunca zamandan sonra olmasındı! Her şey ne kadar da iyi gidiyordu! “Şujan?” Susan dönüp baktı. Odanın kapısı açılmıştı. Eşikte küçük, gecelikli, yalınayak biri duruyordu. İçini çekti Susan. “Efendim Twyla?”

“Mahsendeki canavaydan korkuyoyum, Şujan. Beni yiicek.” Susan kitabı kararlılıkla kapattı ve parmağını uyarırcasına kaldırdı. “Şirin şirin davranarak göze girmeye çalışmak konusunda sana ne demiştim, Twyla?” dedi. “Öyle davranmamam gerektiğini söylemiştin,” dedi küçük kız. “Çocuksu konuşmayı abartmanın, idamla cezalandırılması gereken bir suç olduğunu ve benim bunu sırf ilgi çekmek için yaptığımı söylemiştin.” “Aferin… Bu seferki hangi canavarmış peki?” “Sekiz kolu olan, tocaman…” Susan parmağını kaldırdı. “Hm?” diye uyardı. “…şey, kocaman kıllı canavar,” diye düzeltti Twyla. “Ne, yine mi? Ah, tamam.” Susan yataktan kalktı ve çocuk onu izlerken, sakin kalmaya çalışarak sabahlığını üzerine geçirdi. Demek, geri geliyorlar… Ah hayır, mahzendeki canavardan bahsetmiyordu.

Gündelik işlerden biriydi o. Fakat… Susan, yine geleceği hatırlamaya başlayacakmış gibi görünüyordu… Başını iki yana salladı. Ne kadar uzağa kaçarsanız kaçın, kendiniz size her zaman yetişiyordu. Ama en azından canavarlar kolaydı. Canavarlarla nasıl başa çıkılacağını öğrenmişti. Çocuk odasındaki şömine ızgarasından ocak süngüsünü aldı ve arka merdivenden aşağı indi. Twyla da peşinden gitti. Gaiter ailesi, arkadaşları için akşam yemeği düzenlemişti. Yemek odasından boğuk sesler geliyordu. Tam da Susan sessizce geçip giderken kapı açıldı, kapıdan sarı bir ışık döküldü ve bir ses yükseldi: “Aman tanrılar, burada gecelikli bir kız var ve elinde ocak süngüsü tutuyor!”

Susan, ışıkta bazı kişilerin silüetini gördü ve aralarında Bayan Gaiter’ın endişeli yüzünü seçti. “Susan? Ee… ne yapıyorsun?” Susan ocak süngüsüne ve sonra yine kadına baktı. “Şey… Twyla mahzendeki canavardan korktuğunu söyledi de Bayan Gaiter.” “Sen de ocak süngüsüyle onu kovalayacaksın ha?” dedi misafirlerden biri. Güçlü bir brendi ve puro kokusu yayıyordu. “Evet,” dedi Susan basitçe. “Susan bizim dadımızdır,” dedi Bayan Gaiter. “Şey, size ondan, ee… bahsetmiştim.” Yemek odasından bakan yüzlerdeki ifadede bir değişiklik oldu. Herkes bir tür şaşkın saygıya büründü. “Ocak süngüsüyle canavarları mı dövüyor?” dedi biri. “Aslına bakarsanız, çok zekiice bir fikir,” dedi bir başkası. “Küçük kız, mahzende canavar olduğu fikrine kapılıyor, sonra da o dinlerken, sen elinde ocak süngüsüyle gidip birkaç gümbürtü çıkarıyorsun ve her şey yoluna giriyor. Diğğ mi? İyi düşünmüş. Pek zekiice. Pek moderrn.”

“Susan? Öyle mi gerçekten?” dedi Bayan Gaiter endişeyle. “Evet Bayan Gaiter,” dedi Susan itaatkârca. “Io aşkına! Bunu izlemem lazım! Genç bir kızın canavar dövdüğüne her gün tanık olamazsın,” dedi arkasındaki adam. Misafirler ipek hışırtıları ve puro dumanı bulutu eşliğinde hole doluştular. Susan yine içini çekti ve mahzen merdivenlerini indi. Twyla ciddi bir ifadeyle merdivenin tepesine oturdu ve dizlerine sarıldı. Mahzenin kapısı açıldı, Susan içeri girdi, kapı kapandı. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra, korkunç bir çığlık duyuldu. Ses yüzünden misafir bir kadın bayıldı, bir adam purosunu düşürdü. “Endişelenmenize gerek yok, her şey yoluna girecek,” dedi Twyla sakin sakin. “O her zaman kazanır. Her şey yoluna girecek.”

Gümlemeler ve tangırtılar geldi; sonra da dönen bir şeyin uğultusu ve son olarak da bir tür hırıltı.
Susan kapıyı itip açtı. Ocak süngüsü, dik açıyla bükülmüştü.
Tedirgin bir alkış koptu.
“Brraavo!” dedi misafir. “Pek pisskolojik. Akıllıca bir fikir, süngüyü bükmek. Artık korkmuyorsundur ha, küçük kız?
“Hayır, korkmuyorum,” dedi Twyla.
“Evet, pek pisskolojik.”
“Susan her zaman, ‘korkacağına, öfkelen’ der,” dedi Twyla.
“Şey, teşekkür ederim Susan,” dedi Bayan Gaiter, titrek bir sinir
buketi hâlinde. “Ve, ee… şimdi, Sör Geoffrey, hep birlikte oturma
odasına dönebilirsek… yani, misafir odasına…”
Grup hole geri gitti. Kapı kapanmadan önce Susan’ın işittiği
son şey şu oldu: “Ocak süngüsünü o şekilde bükmesi olağanüstü
ikna ediciydi…”
Susan bekledi.
“Hepsi gitti mi Twyla?” dedi bir süre sonra.
“Evet Susan.”
“Nihayet.” Susan mahzene geri döndü, içeri girdi ve sekiz bacaklı, kocaman ve kıllı bir şeyi çeke çeke kapıya getirdi. Onu basamaklardan çıkarmayı başardı, yine çekerek diğer koridordan geçirdi ve arka bahçeye çıkarıp dışarı attı. Canavar, şafak sökmeden
buharlaşacaktı.
“İşte canavarlara biz böyle yaparız,” dedi.
Twyla dikkatle izliyordu.
“Artık yatma zamanı kızım,” dedi Susan onu kucağına alarak.
“Bu gece ocak süngüsü benim odamda durabilir mi?”
“Olur.”
“Yalnızca canavarları öldürür, değil mi?..” dedi çocuk uykulu
uykulu, Susan onu yukarı kata taşırken.

“Öyle tabii,” dedi Susan. “Hem de her çeşit canavarı öldürür.” Kızı yatağa, erkek kardeşinin yanına yatırdı ve ocak süngüsünü de oyuncak mutfak dolabına dayadı. Süngü kalitesiz metalden yapılmıştı ve ucunda pirinç bir topuz vardı. Susan, kızın onu önceki dadısının üzerinde kullanmak için çok şeyler vereceğini düşündü… “İy’ geceler.” “İyi geceler.” Susan kendi küçük yatak odasına döndü, yatağa girdi ve kuşkuyla perdeleri izledi. Hayal gördüğünü düşünmek hoş olurdu, ama… aynı zamanda aptalca olurdu. Yine de iki senedir, hemen hemen normal bir hayat yaşıyordu, gerçek dünyada kendi yolunu buluyordu ve geleceği asla hatırlamıyordu…

Ah… belki de gerçekten, yalnızca hayal görmüştü? Ama… hayaller bile gerçek olabilirdi ki… Mumun yalnızca birkaç saniyeliğine de olsa rüzgâra kapılıp savrulduğunu düşündüren uzun mum akıntısını, görmezden gelmeye çalıştı. Susan uyumaya çalışırken Lord Downey çalışma odasında oturmuş, evrak işlerine bakıyordu. Lord Downey suikastçıydı. Daha doğrusu, Suikastçıydı. Baş harfin büyük olması önemliydi; onu, yani hayat pamuk şekerinin içindeki uygunsuz usturaların belli bir bedel karşılığında temizlenmesini isteyen beyefendilere zaman zaman danışmanlık yapan bir beyefendiyi, sırf para için insan öldüren o sokak itlerinden ayırıyordu.

Suikastçılar Loncası’nın üyeleri kendilerini iyi müzikten, yemekten ve edebiyattan zevk alan kültürlü adamlar sayarlardı. Ve insan hayatının değerini de bilirlerdi. Çoğu zaman, kuruşu kuruşuna. Lord Downey’nin çalışma odasının duvarları meşe lambri, yerleri ise halıyla kaplıydı. Mobilyalar çok eskiydi ve yıpranmıştı ama yalnızca, çok kaliteli mobilyaların yüzyıllar boyunca dikkatli bir biçimde kullanılması sonucunda olduğu kadar. Bunlar olgun mobilyalardı. Şöminede bir kütük yanıyordu. Önünde iki köpek uyuyordu.

Evrenin her yerindeki uzun tüylü büyük köpekler gibi, birbirlerine dolanmışlardı. Zaman zaman yükselen köpek horlamaları ve yanan kütüğün çıtırtıları dışında odadaki yegâne sesler Lord Downey’nin kaleminin cızırtıları ve kapının yanındaki dolaplı saatin tıkırtılarıydı; sessizliğin altını çizen, küçük, mahrem sesler. En azından, biri boğazını temizleyene kadar. Sesin tınısına bakılırsa, bu eylemin amacının, boğaza takılan bir bisküvi parçasını temizlemekten ziyade söz konusu boğazın odadaki varlığını olası en nazik şekilde belli etmek olduğu çok açıktı. Downey yazmayı bıraktı ama başını kaldırmadı. Biraz düşündükten sonra, başını kaldırmamaya devam ederek, sağduyulu bir sesle konuştu:

“Kapılar kilitli. Pencerelerde parmaklık var. Köpekler uyanmadı. Gıcırdaması gereken yer tahtaları gıcırdamadı. Açıklamayacağım başka küçük ayarlamalar da pas geçilmiş. Bu, olasılıkları çok sınırlıyor. Ve hayalet olduğundan gerçekten kuşkuluyum ve tanrılar da genellikle varlıklarını bu kadar nazik bir şekilde belli etmezler. Elbette, Ölüm olabilirsin, ama onun da kibar davranmaya zahmet ettiğini sanmıyorum ve zaten kendimi oldukça iyi hissediyorum. Hmm.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıDomuz Baba
  • Sayfa Sayısı392
  • YazarTerry Pratchett
  • ISBN9786052349748
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDelidolu /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin ~ Terry PratchettZamanı Ancak Sen Durdurabilirsin

    Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin

    Terry Pratchett

    “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü…” Sör Terry Pratchett’ın, hayal gücünün sınırlarını zorlayan “Johnny Maxwell” üçlemesinin son halkası Zamanı Ancak Sen Durdurabilirsin, gözden geçirilmiş baskısı...

  2. Hasbüyü ~ Terry PratchettHasbüyü

    Hasbüyü

    Terry Pratchett

    “Başka herkesi yendikten sonra, geriye savaşacak yalnızca tanrılar kalır,” dedi Coin. “Aranızda tanrıları gören var mı?” Tereddütlü inkârlar yükseldi. “Size onları göstereceğim.” Yakın geçmişte,...

  3. Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri ~ Terry PratchettMuhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri

    Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri

    Terry Pratchett

    Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın yirmi sekizinci halkası olan Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri; efsanevi Fareli Köyün Kavalcısı masalını parodileştiren, Carnegie Madalyalı...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Ada ~ Aldous HuxleyAda

    Ada

    Aldous Huxley

    Aldous Huxley’nin, 1962 yılında yayımlanan son kitabı Ada, yazarın en bilinen romanı Cesur Yeni Dünya’nın ütopik ikizi. Otomatik Portakal’ın yazarı Anthony Burgess’ın da en...

  2. Ateşli Bilet ~ Olivia CunningAteşli Bilet

    Ateşli Bilet

    Olivia Cunning

    Sırlarla dolu bir geçmişi olan bir bas gitarist, Jace Seymour. Geçmişinin esiri olmuş yaralı bir müzisyen. Acılarını bastırabilmek için fiziksel acıya muhtaç bir erkek....

  3. Jane Eyre ~ Charlotte BronteJane Eyre

    Jane Eyre

    Charlotte Bronte

    On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Gönderildiği katı kuralları olan yatılı okulda (aslında Charlotte Brontë'nin bir yılını geçirdiği Lancashire'daki okuldur) kötü günler geçirir. Ancak Jane Eyre, Charlotte Brontë kadar şanslı değildir; okulda on yıl kalır ve öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester'ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester'e âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir.

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur