Evet, iyi bildin. Hep kapalı yere veririm sırtımı otururken. Tezgâha, varsa. Çünkü çok tattık arkadan gelen serseri kurşunları, çok gördük sarhoşluk numarasına vurup bıçağı geçiriverenleri insanın ciğerine. Alışınca kolaydır inan. Zorlu yıllardan kalma bir alışkanlıktır, gelir kendiliğinden yerleşir yüreğine. Herifler haklı çünkü. Adam vurmaktan on yıl yatana kim iş verir çıkınca? Ama biz de haklıyız. Yani yaşayacağız.
İlk olarak 1973’te basılan Dizboyu Papatyalar’da yer alan öykülerde Tomris Uyar, hangi sınıftan gelirlerse gelsinler, yaşadıkları baskılara boyun eğmeyen bireylerle onların uyumlu sınıftaşlarının kişilik ve değer çatışmalarına yer veriyor. Tomris Uyar’ın her zamanki yalın, süssüz anlatımı içinde kendine özgü kurgu ustalığıyla yarattığı bu öyküler, edebiyatımızın kalıcı yapıtları arasında yerini alır.
İçindekiler
Hakların En Güzeli ………………………………………………….. 11
Emekli Albay Halit Akçam’ın İki Günü ……………………….. 17
Yaz Suyu ………………………………………………………………… 35
Şen Ol Bayburt ……………………………………………………….. 45
Dizboyu Papatyalar ………………………………………………….. 55
Ömür Biter Yol Biter ………………………………………………… 68
Limanda …………………………………………………………………. 75
Aykırı Dal Üstüne ……………………………………………………. 89
HAKLARIN EN GÜZELİ
Hüseyin’e O kadar yalnızdık ki canım ablam, bir gök parçası vardı baktığında, bir küçük tarla, bir de ablamla ben. Allahı boş ver. O gözetse gözetse serçeleri gözetir kış günleri yem bulduraraktan ki bize yaramaz. Hiçbir zaman serçe olmadım ki canım ablam, gözetilmedim ki. Kopardım aldım evelallah. Her şey karşılıklı olmalı. Canım bırak oynasın çocuk, ırgalama. Güzel oğlan doğurmuşsun, eline sağlık. Bırak vursun topa gönlünce. Koşuştursun. Yıkarız yüzünü demli çayın suyuylan, bol soğuk su içiririz. Bir şey olmaz, kulak asma sen. Ferah tut içini. Çök şöyle bir köşeye. Yok yok, çimenlere değil. Bekçiyle belaya girer başımız. Diyorsun ki sen, şimdi bekçi gelirse falan, diklenirim diyorsun. Derim ki, diyorsun, çimenler bakımsız, su bile verilmemiş bunlara, sahip çıkılmamış; yani kimse bunlara çimen diyemez ki oturamayayım, diyorsun. Bilirim çökersin sen toprağa canım ablam. Yaraşırsın da. Ama anlamaz bu dürzüler. Ne diye konuştuğuna şaşmaktalar benlen. Çünkü biz evelallah bilirsin, Taksim’den başlamacasına bütün Beyoğlu’nda, meyhanelerde, (sözüm meclisten dışarı) kerhanelerde, sazlarda, pasajlarda, diskoteklerde, sonra uzun saçlı oğlanların dadandığı yerlerde hepten biliniriz. Gel gör, yaş kırkı buldu. Kocadık. Çay işi ondan. Yani yaşlandım diyerekten. Yoksa şu yan gelen heriflere, nursuz kocakarılara çay koşuşturmalar, azara alışmalar, susmalar, bekçiyle hır çıkarmamalar, gidip belediyeye köylülük oynamalar…
Sırf şu işi bana bıraksınlar, şu büfeyi. Dilekçe mi dedin? Kimin iyi hal kâğıdı? Kimin yeri yurdu? Çocuksun be ablam. Köylülük oynamak daha kolaydır. Neden dersen: Deviriyorum kasketi memurların önünde, ellerimi kavuşturuyorum. “Çok yoksulum,” diyorum, “bakın çoraplar da delik.” Bunlar köylüyü öyle başka sanırlar ki kendilerinden, öyle ayrı sanırlar ki ablam, şaşırıverirler karşılarında görünce. Hoşlanırlar bir çeşit diyeyim de anla. Oyalanırlar yani. Bilmezler ki bir elime geçseler. Şu iş bir bitse… Elbet çayla olmuyor bu üst baş, şu takım elbiseler. Boşuna geçinmiyoruz şu dünyada. Yaşayıp da… O yüzden diyorum ya, ömrümüz kısa olsun daha iyi. Trafik daha az aksar biz olmazsak, arabalılar da daha az çekinir. Yırtına bozula düzelecek bu dünya ama biz yetişemeyeceğiz nasılsa. Ha bak, ayağım kokuyorsa hoş gör; yıkasam da aynı çorabı giymemdendir. Ve aklında bulunsun, çorabın içinde bir on kâğıt vardır hep. Ölürsem hesabı görmeden gitmeyeyim diye. Bak bu çok önemli, anladın mı? Hesap başkadır, haraç başka. Şimdi sana şurada bir çay ısmarlayayım kendi cebimden, o çay benim olsun hiç değilse.
Dokunma. Koy paranı cebine. Yürekten kopan bir şeyimiz kalsın bırak. Evet, iyi bildin. Hep kapalı yere veririm sırtımı otururken. Tezgâha, varsa. Çünkü çok tattık arkadan gelen serseri kurşunları, çok gördük sarhoşluk numarasına vurup bıçağı geçiriverenleri insanın ciğerine. Alışınca kolaydır inan. Zorlu yıllardan kalma bir alışkanlıktır, gelir kendiliğinden yerleşir yüreğine. Herifler haklı çünkü. Adam vurmaktan on yıl yatana kim iş verir çıkınca? Ama biz de haklıyız. Yani yaşayacağız. Bak, dinlemiyorsun gene. Gözün oğlanın üstünde hep. Sal diyorum, dinlemiyorsun. Dinlemezsin çünkü tekin kadın değilsin sen. İlk gördüğümde anlamıştım (hani ağabeyimle gelmiştiniz).
Canım sıkıldı dedin, oturdun yanıma. Şimdi benimle çay içiyorsun; çağırıyorsun tezgâha, yok bira ısmarlamakmış. İşemeye kalksam kaptırmıyorsun yerimi başkalarına. Yani rahatını kaçırıyorsun şu dürzülerin, şu hanım evlatlarının. Biz iki çeşit biliriz kadınları, rahat ederiz; orospularla hanım hanımcık olanlar. Orospuları iyi tanırım bak. İş icabı. Merdiyle kancığını bir bakışta ayırt ederim. Aman vermemecesine hem, yerine göre. Hanımları pek bilmem ama herhal evlerinde oturur, dikiş dikerler, un elerler efendicağzıma, çocuk doğururlar falan. Sonra salça yapar, tarhana serer. Sen mi nesin peki? Bak kadın dediğin sormaz böyle soru, onu da bilirim.
Okumuşsun besbelli. Saçını boyatmışsın. Oğlan doğurmuşsun. Daha ne? Bir rakı mı içsek dedin? Olur mu ulan, şey yani canım ablam, olur mu? Diyorum ya cinsinde bir tekinsizlik var senin. İlk görüşte bildim. Nerden mi? Gözlerinden, ablamın öz öfkeli Gürcü gözlerinden. Evet, yoktu ana baba. Bizim köylük yerlerde ana baba dayanmaz pek. Genç kızken dökülür dişleri anaların. Bir de bakarsın ihtiyarlamışlar, ölüp gitmişler. Toprağın olmuşlar. Biz gene süreriz toprağı, onlarla büsbütün bereketlenmiştir. Yani yoksulluk anlatılmaz be ablam. Yoksulluk yaşanır anca. Gerisi puştluktur. Yani anlatıp. Kanına ekmek banıp o ekmekle semirmektir. Övünmek gibi bir şeydir anladın mı? Ayıptır. Öfkeli gözünü ayrı tuttum be ablam ama ayrı dil konuşuyoruz ne olsa. Sen benim asıl konuşmamı hemşerilerimin yanında göreceksin. Üsteleme. Yolumuz ayrı çünkü. Anlayamazsın.
Bak şimdi: Tut ki sen bahçede dolanıyorsun bak. Elin iti sokuluyor yanına, asılıyor. Ben susarım, görmezlikten gelirim, öyle dururum, her bir şeye katlanırım: Aman acele et canım ablam, et de dön köşeyi! Ayağına kurban dön köşeyi! Sen köşeyi döndün mü ben tepesindeyimdir dümbüğün rahat rahat. Yani kadın karakola gitmez bizim töremizde. Başka bahane mi yok dövüşe? Ama sen anlamazsın. “Ulan,” dersin, “ben de adam bilmiştim bunu,” dersin. Yalan mı? Neden? Yollarımız ayrı çünkü. Konuşturuyorsun beni daha.
Evet kurnazım. Yok ne olacaktım? Benim iyi yürekli, saf olmam şehirlinin rahatıdır anladın mı? Köylü iyidir falan derler ya sizinkiler. Ulan ahlaksız, basmışın herifin ümüğüne, ulan herifin her çaresi kesik, bir de yüreğini yerli yerinde taşıyacak. İnsaf be! Yoksulluk kötü eder insanı, eli para tuttu mu hırslı eder (bizde para yok Allahtan), bunlar iki. Sözgelişi ben kötüyüm. Sözgelişini laf olsun diye söyledim, kötüyümdür. Kârlı bir iş düştü geçende. Büyük para var. Zengin iki oğlandılar. Babaları çiçekçi. Yok, öyle bildiğin çiçek satıcılarından değil, çiçek işletmecisi diyeyim de anla. Herifi bir kim vurduya getirsen… Yol uzak zaten, ıssız. Bizim hemşeridir de oğlanlar, oradan ben geliyorum akıllarına. İşleri kötülemiş Hüseyin’in demişler. Bizim moruk orta dan kalkarsa hem bize yarar demişler hem ona. Düşünmüşler eksik olmasınlar. Niye mi almadım işi? Şu yüzden canım ablam, inan yalnız bir yüzden: Öldürtenler, ölecek herif kadar puşttular da ondan, belki beteri. Bulaşmak istemedim. Para iyi, orası öyle ama… Hem bir puştun eksilmesi de az şey değil dünyadan. Yazık, öbürlerini tanıyorum: oğullarını. Bir kahvelerini içtim, düşüneyim dedim. Yekten reddetmek olmaz, ayıptır.
Kalktım şuraya geldim. Ulan, şey yani canım ablam, bir baş ağrısı… Çarelerimiz kesik. Ulan diyorum kendi kendime, belediye işi oyuna gelecek, yapmayacaklar. Bir puşt da eksilsin varsın. Oturup tavşan kanı üç çayla iki aspirin içiyorum, bana mısın demiyor. Kafamın ağrısı orda. Yoksa şehirli mi oluyorum, ince mi düşünüyorum diyerekten içerliyorum kendime. Baş ağrısı ondan belki. Kırk yılın belalısı kalk bir bahaneyle mis gibi işi geri çevir. Yaşlanıyor muyum ne? Önce o mu davransaydı dedin? Kim? Baba mı? İnandığım biri mi? İnandığım bir şey için mi? Kimler? Harbi konuş. Zora koşma be ablam. Şunu iyi bil: İyice tanımalıyım vuracağım adamı. Ya da hiç tanımadığım birini gözümü kırpmadan vururum. Alıştım. Evet, belki aynı dili konuşuyoruz şimdi: öfke deyince, ölüm deyince, zulüm deyince.
Ablamda da bir şeyler vardı ki, senin gibi böyle tekinsiz bir şeyler derdi ki iyilikle değişmem, adını da bilmem. Onun da iki eli sığardı tek avucuma. Senin gibi sıkı tokalaşırdı, adamın gözlerinin içine içine bakardı. Sonra her dönüşünde başka bir koku yayılırdı ki, bilirsin bizim oraların azdır, kıttır çiçeği, hangisine benzeteceksin. Saçları örülüydü ki ne örgüler! Onlar değil diyeceğim. Anamdı o benim; ablam değil, öz anamdı. Tarlada, kızgın güneşin altında küçümen kollarıyla çapayı nasıl kaldırırdı bilmem.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Öykü
- Kitap AdıDizboyu Papatyalar
- Sayfa Sayısı96
- YazarTomris Uyar
- ISBN9789750763427
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaz Çırakları ~ Hamdullah Köseoğlu
Yaz Çırakları
Hamdullah Köseoğlu
Usta kalem Hamdullah Köseoğlu, çocukluğunu yaşayamayan çocukların sesi, yüreği oluyor. Yoksulluğun, işsizliğin, kan davasının… Kentlerin varoşlarına savurduğu, tatil kavramını çıraklıkla özdeşleştiren çocukların hikâyesi. Düşleri,...
- Düşlerin Ötesinde ~ Susan Gloss
Düşlerin Ötesinde
Susan Gloss
Geçmişin acıları, aslında düşlerinizin ötesine açılan bir kapı olabilir mi? Bazen eski bir bavula sığar bütün kalp kırıklıklarımız. Sararmış bir gelinlik anlatır yarım kalan...
- Ateşle Yaklaşma ~ Kadire Bozkurt
Ateşle Yaklaşma
Kadire Bozkurt
Ateşle Yaklaşma, Kadire Bozkurt’un ilk iki kitabı Küçük Dertler ile Bir Kalbin Boyutları’nı bir araya getiriyor. Üçüncü öykü kitabı Buzkandilleri’nin hak ettiği büyük ilgiden...