DiskDünya serisinin ikinci kitabı “Fantastik Işık’ta, sakar sihirbaz Rincewind ile tehlikeyi fark etme yeteneği sıfırın altında olan İkiçiçek, kendilerini bir şekilde yeniden dünyanın üzerinde bulurlar.
Tüm zamanların en uzun soluklu dizilerinden biri sayılan DiskDünya, ilk kez okurla buluştuğu 1983 yılından bu yana, gerek özgün hikâyesi gerekse sıra dışı karakterleriyle her yaştan okurun ilgisini çekmeyi başaran asla eskimeyecek bir başyapıta dönüşüyor.
Eşsiz mizahı ve ironisiyle hayranlık yaratan Terry Pratchett, sınır tanımaz yaratıcılığını dâhiyane fikirleriyle buluşturarak, okurlarını, DiskDünya adında, devasa bir kaplumbağanın üzerindeki dört filin sırtladığı diskten oluşan, düşünce ile gerçekliğin arasında tutunmaya çalışan benzersiz bir âleme çağırıyor.
Bin bir çeşit büyünün, ateş püskürten ejderhaların, korkunç canavarların, konuşan ağaçların, kimliği belirsiz yaratıkların, gizemli tanrıların ve ölüme meydan okuyan trollerin arzı endam ettikleri DiskDünya’da, daha önce eşi benzeri görülmemiş detaylarla süslenmiş olağanüstü bir evren resmediliyor.
Pratchett’ın, yolculuk ve turizm temasını oldukça derinlikli bir şekilde işlediği serinin ilk kitabı Büyünün Rengi’nde tanıştığımız İkiçiçek karakteri, DiskDünya’nın en büyük şehri Ankh-Morpark’a ayak basan ilk turist oluyor. Burada çevresine adeta para saçarak garip davranışlar sergileyen DiskDünya’nın ilk turistine yol göstermesi için bir rehber gerekiyor. İkiçiçek’in imdadına Rincewind adında, heyecanlı tavırlarıyla dikkat çeken, ama okuldan bile atılmasına sebep olabilecek kadar başarısız sayılabilecek bir sihirbaz yetişiyor. Kısa sürede kaynaşan(!) iki yoldaş, ilerleyen zamanlarda tehlikelerle dolu bir maceraya sürükleniyor.
Olaylar sarpa sarmışken, DiskDünya’daki filozoflar Büyük A’Tuin adlı kaplumbağanın nereye gittiği ya da çiftleşip yeni diskdünyalar yaratıp yaratmayacağı üzerine kafa yormakla meşgul görünüyor. Geleceği değiştirmek isteyen ve Rincewind’in peşine düşmek için oldukça geçerli bir sebebi olan sihirbazların varlığı ise ortama tuz biber ekiyor…
Macera boyunca, ölümden hep kıl payı kurtulan Rincewind’in ve yoldaşının birinci romanın finalinde neyle ya da kimle yüzleşeceği, okur için de büyük bir sürprize dönüşüyor. Öykümüz, bu sürprizin ardından hızla ve sürükleyici bir şekilde serüvene kaldığı yerden devam ediyor. Rincewind, sahip olduğu ama kullanmadığı büyüyü keşfedebilecek mi? DiskDünya’yı sırtında taşıyan kaplumbağanın nereye gittiğini çözmeye çalışanlar sorularının yanıtlarını bulabilecek mi? İkiçiçek geldiği yere geri dönebilecek mi? Rincewind atıldığı okula yeniden kabul edilebilecek mi? Tüm bu soruların yanıtları efsane dizinin ikinci romanı Fantastik Işık’ta açığa kavuşarak serinin üçüncü kitabı için de iştah kabartıyor…
DiskDünya serisi, hayalgücünün sınırlarını zorlayan kurgusunun yanı sıra kuantum fiziğinden sanayi devrimine, popüler kültür klişelerinden Hamlet, Rüzgâr Gibi Geçti vb. edebiyat ve sinema klasiklerine uzanan değişik kültür unsurlarına saygı duruşunda bulunarak gerçek dünyadaki pek çok konuyla dalga geçmesini bilen göz kamaştırıcı bir edebiyat harikası…
“İnanılmaz yetenekli bir hicivci.”
The Times
“Akıl almaz mucitliği DiskDünya dizisini modern kurgunun sonsuz zevklerinden biri kılıyor.”
Daily Mail
*
FANTASTİK IŞIK
Güneş, bunca çabaya değeceğinden emin değilmiş gibi ağır ağır yükseldi.
Bir başka Disk günü doğdu. Ama çok, çok yavaşça… Ve sebebi de şuydu:
Işık güçlü bir büyü alanıyla karşılaştığında, acele etmesi gerektiği hissini kaybeder, hemen yavaşlar. DiskDünya’da da büyü boğucu denebilecek ölçüde yoğundu ve bu da, şafağın yumuşak sarı ışığının uyuyan manzaranın üzerinde şefkatli bir aşığın okşayışı gibi –ya da bir başka deyişle altın rengi bir şurup gibi– aktığı anlamına geliyordu. Işık duraksayarak vadileri doldurdu, sıradağların önüne yığıldı. Cori Celesti’ye, yani Disk’in merkezini oluşturan ve tanrıların yuvası olan on altı kilometre yüksekliğindeki gri taş ve yeşil buz yığınına ulaştığında birikti, birikti ve sonunda kadife kadar sessiz, tembel, muazzam bir tsunami halinde ötedeki karanlık manzaraya yıkıldı.
Başka hiçbir dünyada görülemeyecek bir manzaraydı.
Başka hiçbir dünya, yıldızlarla dolu sonsuzluğun içinde, dev bir kaplumbağanın kabuğuna tünemiş dört dev filin sırtında yolculuk etmiyordu tabii. Kaplumbağanın adı Büyük A’Tuin’di –farklı düşünce akımları, erkek mi yoksa dişi mi olduğu konusunda farklı fikirlere sahipti– ve anlatılacak öyküde önemli bir rol oynamayacak olsa da O’nun orada, madenlerin, denizlerdeki akıntıların altında –ve arkeologların kafasını karıştırmak ve onlara aptalca fikirler vermekten başka yapacak işi olmayan bir Yaratıcı tarafından yerleştirilmiş sahte fosil kemiklerinin altında– olduğunu bilmek, Disk’in anlaşılması için yaşamsal öneme sahiptir.
Büyük A’Tuin; metan kırağısıyla kaplı, meteor kraterleriyle çukur çukur ve asteroid tozuyla aşınmış kabuğuyla, bir yıldız kaplumbağası. Gözleri kadim denizler kadar engin; bir kıta büyüklüğündeki beyninde düşüncelerin küçük, ışıl ışıl buzullar gibi hareket ettiği Büyük A’Tuin. Devasa, ağır, hüzünlü yüzgeçleri ve yıldızların parlattığı kabuğuyla, Disk’in ağırlığını taşıyarak uzayın karanlığında zahmetle ilerleyen Büyük A’Tuin. Dünyalar kadar geniş. Zaman kadar eski. Bir tuğla kadar sabırlı…
Aslında, filozoflar her şeyi yanlış anlamıştı. Büyük A’Tuin aslında çok eğleniyordu.
Büyük A’Tuin tüm evrende nereye gittiğini çok iyi bilen tek varlıktı.
Elbette, büyük filozoflar senelerdir Büyük A’Tuin’in nereye gittiğini tartışıyordu ve sık sık, bunu asla öğrenememekten ne kadar endişelendiklerini dile getirirlerdi.
Gerçeği yaklaşık iki ay içinde öğreneceklerdi. Ve sonra gerçekten endişeleneceklerdi…
DiskDünya’nın hayal gücü daha kuvvetli filozoflarını uzun zamandır düşündüren bir konu da, Büyük A’Tuin’in cinsiyeti meselesiydi ve bu konuyu açıklığa kavuşturmak için epey zaman ve çaba harcanmıştı.
Aslında, o büyük karanlık şekil, sonsuz bir bağadan saç fırçası gibi gelip geçerken, en son çabanın sonuçları görülmek üzereydi.
Dünyanın en ucunda bulunan Krull ülkesinin astronom-rahipleri tarafından yapılmış ve Kenar’dan aşağı atılmış bir tür neolitik uzaygemisi olan Kudretli Seyyah’ın bronz kabuğu kontrolsüzce, tepetaklak yuvarlanarak Büyük A’Tuin’in yanından geçiyor ve böylece, insanlar ne derse desin, emeksiz yemek olabileceğini kanıtlıyordu.
Gemi, Disk’in ilk turisti İkiçiçek’i taşıyordu. İkiçiçek son aylarını Disk’i keşfederek geçirmişti ve şu anda karmaşık, ama Krull’dan kaçma girişimini de içeren sebeplerden dolayı, hızla Disk’i terk etmekteydi.
Bu girişim, yüzde bin başarılı olmuştu.
Ama Disk’in aynı zamanda son turisti olabileceğine işaret eden her tür veriye rağmen, manzaranın keyfini çıkarmaktaydı.
Ondan yaklaşık üç kilometre yukarıda, DiskDünya’da uzay adamı kıyafeti sayılan (denizi hiç görmemiş adamların tasarladığı bir dalgıç kıyafeti düşünün) bir kostüme bürünmüş sihirbaz Rincewind, düşüyordu. Altı ay önce, Rincewind tamamen sıradan, başarısız bir sihirbazdı. Sonra İkiçiçek’le tanışmış, dehşetengiz bir maaşla rehber olarak işe alınmıştı ve o günden beri zamanını daha çok hedef alınarak, dehşete düşürülerek, kovalanarak, kurtuluş umudu olmadan yüksek yerlerden sallandırılarak ya da şu anda olduğu gibi yüksek yerlerden düşerek geçirmişti.
O, manzarayı seyretmiyordu, çünkü gözlerinin önünden geçmekte olan hayatı araya giriyordu. Uzay adamı kıyafeti giydiğinizde kaskı unutmamanın neden yaşamsal öneme sahip olduğunu öğrenmekteydi.
Bu ikisinin neden dünyadan uzaya düşmekte olduğunu ve en son yüzlerce minik bacak üzerinde sahibinin peşinden koşmaya çalışırken görülen Sandık’ın neden sıradan bir yolcu sandığı olmadığını açıklamak için daha pek çok ayrıntı eklenebilir, ama bu tür meseleler zaman alır ve zahmete bile değmeyebilir. Örneğin, derler ki, bir zamanlar bir partide ünlü filozof Ly Tin Weedle’a, “Sen neden buradasın?” diye sormuşlar da yanıt vermesi üç sene sürmüş.
Asıl önemli olan, A’Tuin’in, fillerin ve hızla nefesi tükenmekte olan sihirbazın başlarının çok üzerinde olanlardı. Zaman ve uzamın dokusu merdaneden geçmek üzereydi.
Hava, büyünün belirgin yağlı hissine sahipti ve akıllı bir adamın tam olarak nasıl yapıldığını asla sorgulamayacağı siyah balmumundan yapılma mumların ekşi dumanıyla dolmuştu.
Disk’in en önde gelen büyü okulu Görünmez Üniversite’nin derin mahzenlerindeki bu odada çok tuhaf bir şeyler vardı. Her şeyden önce, tam olarak görülemeyen, göz ucunun hemen ötesinde süzülen çok fazla boyuta sahip gibiydi. Duvarlar gizemli simgelerle bezenmişti ve büyü çevrelerinde iyi nişanlanmış bir yarım tuğlanın durdurma gücüne sahip olduğuna inanılan Sekiz Katlı Durağanlık Mührü zeminin büyük kısmını kaplamıştı.
Odada, kuş şeklinde oyulmuş –eh, dürüst olmak gerekirse, fazla yakından incelenmese daha iyi olacak kanatlı bir şey şeklinde– koyu renk ahşaptan bir kürsü ve kürsüye zincirlenmiş -kalın, asma kilitlerle sabitlenmiş bir zincir- bir kitaptan başka hiçbir şey yoktu.
Büyük ama çok da etkileyici görünmeyen bir kitap. Üniversite’nin kütüphanelerinde bulunan diğer kitaplar, nadir mücevherlerle bezenmiş büyüleyici ahşap kapaklara ya da ejderha derisinden ciltlere sahipti. Bu kitap ise yalnızca lime lime olmuş deriyle ciltlenmişti. Kütüphane kataloglarında ‘biraz güngörmüş’ diye tarif edilen türden bir kitaptı. Ancak dürüst olmak gerekirse, yalnızca gün değil; aylar, yıllar, hatta yüzyıllar görmüş gibi görünüyordu.
Metal kelepçeler kitabı kapalı tutuyordu. Süslü değillerdi, yalnızca çok kalındılar; tıpkı kitabı kürsüye bağlamaktan çok, zincirlemek için kullanılan zincir gibi.
Aklında çok açık bir amaç olan ve hayatının büyük kısmını filler için koşum takımları yaparak geçirmiş birinin eserine benziyordu.
Hava yoğunlaştı ve çalkalandı. Kitabın sayfaları oldukça korkunç, bilinçli bir şekilde hışırdamaya başladı ve aralarından mavi bir ışık yayıldı. Odadaki sessizlik, ağır ağır kapanan bir yumruk gibi sıkıştı.
Gecelikleri içinde yarım düzine sihirbaz sırayla, kapıdaki küçük, parmaklıklı pencereden içeri bakıyordu. Böyle bir olay sürerken hiçbir sihirbaz uyuyamazdı; ham büyü üniversitede dalga dalga yükseliyordu.
“Pekâlâ,” dedi bir ses. “Neler oluyor? Ve neden beni çağırmadınız?”
Gümüş Yıldız Mezhebi’nin Yüce Haşmetli Büyücüsü, Kutsal Asanın İmparatorluk Beyi, Sekizinci Kademe Zatı ve Görünmez Üniversite’nin 304. rektörü Galder Havamumu, üzerine elle gizemli rünler işlenmiş kırmızı geceliğine, püsküllü uzun takkesine, hatta elindeki Tekgözlü Mini Miki şamdanına rağmen etkileyici bir manzara olmakla yetinmiyor, bunu ayağındaki ponponlu pelüş terliklere rağmen başarıyordu.
Korku dolu altı yüz, ona döndü.
Mm, sizi çağırdık, efendim,” dedi düşük kademe sihirbazlardan biri. “Bu yüzden buradasınız zaten,” diye ekledi yardımseverce. “Demek istediğim, neden daha önce çağırmadınız?” diye terslendi Galder, diğerlerini itip pencereye yaklaşarak.
“Mm, kimden önce efendim?” diye sordu sihirbaz.
Galder ters ters baktı, ardından parmaklıklı pencereye hızlı bir bakış attı.
Şimdi ham büyü akışı toz zerrelerini kavurduğundan, odadaki havada kıvılcımlar çakıyordu. Durağanlık Mührü’nün kenarları kıvrılmaya, üzerinde kabarcıklar oluşmaya başlamıştı.
Söz konusu kitabın adı Octavo’ydu ve sıradan bir kitap olmadığı açıktı.
Elbette, pek çok ünlü büyü kitabı vardır. Bazıları, sayfaları kadim kertenkele derisinden yapılmış olan Necrotelicomnicon’dan bahsedebilir; diğerleri, gizemli ve oldukça tembel bir Lama tarikatı tarafından yazılmış Saat On Bir Gibi Hareket Etme Kitabı’na işaret edebilir; başkaları Tampon Tampona Eğlence Derlemesi’nin evrende kalan son orijinal espriyi barındırdığına işaret edebilir. Ama Evrenin Yaratıcısı’nın asıl işini tamamladıktan kısa süre sonra –her zamanki dalgınlığıyla– bırakıp gittiği Octavo ile karşılaştırıldığında, hepsi ‘broşürden hallice’ diye nitelenebilir ancak.
Sayfalarına hapsedilmiş Sekiz Sihir, kendilerine has gizli ve karmaşık bir hayat yaşar ve yaygın inanışa göre…
Galder sorunlu odaya bakarak alnını kırıştırdı. Elbette, artık yalnızca yedi Sihir vardı. Öğrenci sihirbazlar arasından genç bir ahmak bir gün kitabın içine göz atmıştı ve Sihirlerden biri kaçmış, genç sihirbazın zihnine yerleşmişti. Kimse bunun nasıl olduğunu çözememişti. Neydi adı? Winswand mı?
Kitabın sırtı boyunca oktarin ve mor renkte kıvılcımlar ışıldıyordu. Kürsüden kıvrıla kıvrıla ince bir duman yükseliyor ve kitabı kapalı tutan kalın metal kelepçeler kesinlikle zorlanıyormuş gibi görünüyordu.
“Sihirler neden bu kadar huzursuz?” dedi genç sihirbazlardan biri.
Galder omuzlarını silkti. Belli edemezdi elbette ama gerçekten endişelenmeye başlamıştı. Yetenekli bir sekizinci kademe sihirbaz olarak, titreşen havada bir anlığına belirip kaybolan, el ederek dil döken yarı-hayali şekilleri görebiliyordu. Tıpkı gök gürültülü fırtınadan önce beliren titrersinekler gibi, gerçekten yoğun büyü birikimleri de kaos dolu Zindan Boyutları’ndan bazı şeyler çekerdi; organları yanlış yerlerden çıkmış, salyalar akıtan, insan dünyasına sızmak için durmaksızın boşluk arayan kötücül şeyler.
Buna bir son vermek gerekiyordu.
“Bir gönüllüye ihtiyacım var,” dedi kararlılıkla.
Ani bir sessizlik çöktü. Kapının ardından gelenler dışında ses yoktu. O da, gerilim altında çatlayan metalin pis, küçük sesiydi. “Pekâlâ o zaman,” dedi Galder. “Bu durumda, gümüş bir cımbız, yaklaşık bir litre kedi kanı, küçük bir kırbaç ve bir sandalyeye ihtiyacım olacak…”
Sesin zıddının sessizlik olduğu söylenir. Bu doğru değildir. Sessizlik yalnızca ses eksikliğidir. Patlayan bir karahindiba çiçeği gücünde sihirbazlara çarpan ani yumuşak ses çökmesi ile karşılaştırıldığında, sessizlik korkunç bir şamata gibi gelir.
Kitaptan kalın, cızırtılı bir ışık şimşeği fışkırdı, alevler saçarak tavana çarptı ve ortadan kayboldu.
Galder, sakalından tüten dumanları görmezden gelerek deliğe baktı. Dramatik bir jestle işaret etti.
“Mahzenlerin üst katına!” diye bağırdı ve koşarak taş merdiveni tırmanmaya başladı. Diğer sihirbazlar da terliklerini şıpırdatarak ve geceliklerini savurarak, en sona kalma hevesiyle birbirlerinin ayağına dolanarak takip ettiler.
Yine de, alev alev, gizemli olasılık topunun yukarıdaki odanın tavanında kaybolmasına hepsi tanık oldu.
“Arg,” dedi sihirbazların en genci, yeri göstererek.
Büyü buradan geçip yoluna çıkan olasılık zerreciklerini şiddetle yeniden düzenleyene kadar, bu oda kütüphanenin bir parçasıydı. Bu nedenle, şimdi yerde duran küçük, mor semenderlerin eskiden zeminin parçaları olduğunu ve ananaslı pastanın da eskiden birkaç kitap olduğunu varsaymak mantıklıydı. Ve sihirbazların çoğu daha sonra, bütün bunların ortasında oturan küçük, hüzünlü orangutanın, Başkütüphaneci’ye çok benzediğine yemin ettiler.
Galder yukarıya baktı. “Mutfağa!” diye bağırdı, pasta kremasını yara yara geçip bir sonraki merdivene yönelerek.
Büyük, dökme demirden kuzinenin neye dönüştüğünü kimse öğrenemedi, çünkü çılgına dönmüş sihirbazlar yel yepelek odaya dalmadan önce bir duvarı yıkıp geçmiş ve kaçmıştı. Sebzeli yemekler şefi çok daha sonra, “Eklemler! Korkunç eklemler!” gibi faydasız şeyler sayıklayarak çorba kazanında saklanırken bulundu.
Artık epeyce yavaşlamış olan büyünün son buğuları da tavanda kayboluyordu.
“Büyük Salon’a!”
Buradaki merdivenler daha geniş ve daha iyi aydınlatılmıştı. Görece daha zinde olan sihirbazlar nefes nefese ve ananas kokuları saçarak merdivenin tepesine tırmanmayı başardığında, ateş topu Üniversite’nin ana salonu olan dev, esintili odanın ortasına ulaşmıştı. Zaman zaman yüzeyinde kabaran ve cızırdayan küçük çıkıntılar dışında kıpırtısız duruyordu.
Herkesin bildiği gibi, sihirbazlar tütün içer. Muhtemelen bu, Galder durmuş, durumu değerlendirirken ve saklanacak bir yer aramaya cüret edip edemeyeceğini merak ederken arkasında patlayan ciğer paralayıcı öksürükleri ve ıslıklı nefesleri açıklar. Galder korkmuş bir öğrenciyi yakaladı.
“Bana geleceği görenler, gaipten haber verenler, uzakgörülüler ve içgörülüler bul!” diye bağırdı. “Bu şeyin incelenmesini istiyorum!’
Ateş topunun içinde bir şey şekilleniyordu. Galder gözlerini perdeledi ve önünde oluşan şekle baktı. Karıştırmak imkânsızdı.
Bu, evrendi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDisk Dünya 02: Fantastik Işık
- Sayfa Sayısı240
- YazarTerry Pratchett
- ISBN9786052349830
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Öfke ~ Philip Roth
Öfke
Philip Roth
1951’de, Kore Savaşı’nın ikinci yılında itaatkâr ve duygusal bir delikanlı olan Marcus Messner ailesinin tek çocuğudur. Bu genç Yahudi, koşer bir mahalle kasabı işleten...
- Aşka Yolculuk ~ Jill Shalvis
Aşka Yolculuk
Jill Shalvis
Şanslı Liman serisiyle tanışın. Hayal kırıklığı, yeni başlangıçlar için yeşeren umutlar, eğlence, heyecan ve aşk bu kasabada sizleri bekliyor. Maddie Moore Los Angeles’daki hareketli...
- Ateşle Oynayan Kız & MILLENNIUM II ~ Stieg Larsson
Ateşle Oynayan Kız & MILLENNIUM II
Stieg Larsson
“Eğer hâlâ Ejderha Dövmeli Kız’ı okumadıysanız, bu övgüyü okumayı bırakın ve bir tane alıp okumaya başlayın… Eğer Ejderha Dövmeli Kız’ı okumayı bitirdiyseniz, o zaman...