Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Direniş 2.Kitap
Direniş 2.Kitap

Direniş 2.Kitap

Gemma Malley

Sıra dışı bir direniş öyküsü… “Bu işte tek başına olacaksın ve buna hazır olup olmadığından emin olmam gerekiyor. Bunun sadece bir iş olmadığını unutma…

Sıra dışı bir direniş öyküsü…

“Bu işte tek başına olacaksın ve buna hazır olup olmadığından emin olmam gerekiyor. Bunun sadece bir iş olmadığını unutma Peter. Bu bir savaş! Doğa ve bilim, iyi ve kötü arasında bir savaş bu. Ve büyükbaban seni kendi tarafına çekmek için elinden geleni yapacak.”

Bildirge ile başlayan seri Direniş ile sürüyor. Depodan kaçabilme şansını yakalayan Anna ve Peter’ın macera ve gerilim dolu hikâyesi devam ediyor.

Birinci Bölüm

Tavandan sarkan ampulün yaydığı kasvetli ışık, küçük odayı bir gardiyan feneri gibi aydınlatıyor; toz zerreciklerini, ucuz halının üstündeki lekeleri ve pencere pervazını kaplayan parmak izlerini tüm ayrıntısıyla ortaya çıkarıyordu. Peter bu odanın, farklı pek çok amaç için kullanılmış olabileceğinden şüphelendi. Odanın eski sakinlerinin ruhları, odayı örümcek ağları gibi sarmış, sanki burayı hiç terk etmemişlerdi. “Anlat bakalım, Peter’ın keyfi yerinde mi, son günlerde kafası nelerle meşgul?” Peter, kadının gözlerine baktı ve parmağındaki altın yüzüğü çevirerek sandalyesine oturdu. Bu yüzük, ufacık bir bebek olarak bulunduğundan bu yana, yanında olan tek şeydi. Sandalyedeki yastığın, rahat etmesi için oraya koyulduğu belliydi, ama hiçbir işe yaramıyordu. Zaten nadiren kendini rahat hissederdi. Bunun nedeninin, her şeyi kendisi için zorlaştırmaktan hoşlanması olduğunu söylemişti Anna; ancak Peter bundan pek de emin değildi. Kendini çok rahat hissetmenin, doğasına aykırı olduğunu fark etmişti. Konforun insanı tembelleştirdiğini, işin kolayına kaçmak anlamına geldiğini düşünürdü.

Danışmanın üçüncü tekil şahıs kullanımını benimseyerek zoraki bir gülümsemeyle, “Hayatının berbat gittiğini, çok monoton, sıkıcı ve anlamsız olduğunu düşünüyor,” diye yanıtladı. Uyum sağlama danışmanının yüzünün asıldığını görünce Peter, tüm vücuduna adrenalin pompalandığını hissetti. Danışman huzursuz görünüyordu, bu defa oltaya gelmiş gibiydi. Duygularını nadiren belli ederdi. Peter son birkaç aydır sık sık denemesine rağmen, kadının yüzünde kayıtsız bir merak dışında hiçbir ifadeye rastlamamıştı. Yüzünü dikkatle inceledi. İlk bakışta teni, hafifçe bronzlaşmış gibi görünüyordu. Ancak tavandan sarkan kasvetli ışık, gözlerinin ve ağzının etrafındaki kırışıklıklara yuva yapan kiremit rengi tozları açığa çıkarıyor ve yüzünün pudrayla kaplı olduğunu ele veriyordu.

Giysileri baştan aşağı turkuaz rengiydi, bir ceket ve ona uygun bir etek giymişti. Boynunun etrafındaki deri sarkmıştı. Peter’ın gözleri, kadının saçlarına kaydı; olması gerektiği gibi görünmüyorlardı bir türlü. Kahverengiye boyanmış saçlarında sarı tutamlar vardı. Hiç olmazsa saçları kahverengi ve sarı gibi görünüyordu. Gerçekte bembeyazdılar, belli ki büyük bir titizlikle, düzenli olarak boyanıyorlardı. Her türlü yaşlılık belirtisi hemen ortadan kaldırılmalıydı. Bu ne zavallı bir durum, diye düşündü Peter. Uzun Ömürlülük hapını kullananların önem verdiği tek şey görüntüydü, onun altında ne yattığı umurlarında değildi. “Demek sana çok anlamsız geliyor. Peter, bununla neyi kastediyorsun?” Peter sıkkınmış gibi davranarak gözlerini yuvarladı. “Yani, sanki eskiden bir amacım vardı. Neyi, neden yaptığımı biliyordum. Ama şimdi…” Sözünü yarıda bıraktı. Danışmanı, “Ama şimdi?..” diyerek devam etmesini istedi. “Ama şimdi küçük bir laboratuvarda anlamsız bir işle uğraşıyor, nefret ettiğim bir evde yaşıyor, Anna’ya kitap almak ve Ben’in karnını doyurmak dışında, kazandığım parayla o evi bile zar zor ısıtıyorum. Anna’yı Büyük Depo’dan özgür olması, hayattan zevk alması için çıkarttım, ama şimdi… şimdi sanki tüm bunlar boşunaymış gibi geliyor. Hayatıma çekidüzen vereceğimi, bir şeyler başarabileceğimi sanmıştım… Ama her şey boşunaymış.” Danışmanı düşünceli bir biçimde başını sallayarak, “Anna’yı hayal kırıklığına uğrattığını mı düşünüyorsun?” diye sordu. Peter iç geçirdi; önceden tasarlanmış bir konuşmada bile olsa, Anna’yı hayal kırıklığına uğratmış olma fikri ona ağır gelmişti. Bunun doğru olmadığını ve hiçbir zaman doğru olmayacağını bilmesine rağmen, “Belki de,” diye omuz silkti. “Eminim böyle düşünmüyordur. Anna aklı başında bir kız. Bu dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü gayet iyi biliyor.”

Bu sözler, Peter’ın pek hoşuna gitmedi. Anna uyum sağlama danışmanını sadece birkaç hafta görmüş ve kısa bir süre sonra programdan muaf tutulmuştu. Hükümet yetkililerinin güvenini kazanma konusunda o kadar deneyimliydi ki, kısa sürede danışmanını hiçbir tehdit oluşturmadığına, iyi ve çalışkan bir vatandaş olacağına ikna etmişti. Peter buna hayran kalmış, bir o kadar da içerlemişti. Anna’nın bu becerisinin tek nedeni vardı: Büyük Depo’da hayatta kalmak zorunda olması. Öte yandan Peter, tuhaf iğneleyici bir yoruma, yersiz bir şakaya dayanma gücünü gösterememişti. Aylar geçmesine rağmen hâlâ, danışmanını, topluma uyum sağlayacağına ikna etmek için her hafta buraya gelmek zorundaydı. Peter kollarını birleştirdi ve farklı bir ifade takındı. Onun mahvolmuş, güçsüz biri olduğuna ve Yetkililerin sonunda ruhunu tamamen ezip geçtiğine inanmasını sağlayacak bir ifadeydi bu. “Sadece onun için bir şeyler yapmak istiyorum,” derken, danışmanın yüzündeki anlayış dolu ifadeye gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Seni esas kaygılandıran şey para, öyle değil mi?” “Para, can sıkıntısı…” Sandalyesinde öne doğru eğildi, yüzünü ellerinin arasına aldı. “Ve?..” Şimdi o da Peter’ın yüzüne bakıyordu. “Peter, biliyorsun konuştuğumuz her şey aramızda kalır. Bu odada konuşulan her şey bu odada kalır, bundan emin olabilirsin.” Peter birkaç saniye ona baktı. Bu kadar apaçık bir yalanı, bu kadar içtenlikle söyleyebilmesinden neredeyse etkilenecekti. Belki de onu fazla hafife almıştı. Alçak ve yumuşak bir sesle, “Büyükbabamın teklifini ciddi ciddi düşünmeye başladım,” dedi. Çok kısa bir süre için de olsa yüzündeki şaşkınlık Peter’ın gözünden kaçmadı. “Anlıyorum.” Bir an için duraksadı. “Onunla ya da Uzun Ömürlülük hapıyla ilgili herhangi biriyle hiç işim olmaz dediğini hatırlıyorum.”

Gözleri hafifçe parlıyordu, onunla oyun oynamaya başlamıştı. Haksız sayılmazdı, gerçekten de böyle demişti. Hem de pek çok defa, gerçekten inanarak söylemişti bunu. “Biliyorum.” Bakışlarını yere indirdi ve sol elini sağ eline doğru yaklaştırarak, yüzüğün üstündeki çiçek işlemesine dokundu. Bu çiçeğin, onu Anna’ya doğru sürüklediğine ve kaderini belirlediğine inanıyordu. Bu öyle kolayca verilmiş bir karar gibi görünmemeliydi. Onu, kendi içinde büyük bir mücadele verdiğine inandırması gerekiyordu. “Bu sadece bir fikir. Aslında sadece…” Kafasını yavaşça kaldırdı ve gözlerini kaçırmadan ona baktı. “Aslında sadece biraz daha fazla bir şeyler istiyorum. Bundan daha fazlası olmalı, öyle değil mi? Ne bileyim, Anna okuyor, yazıyor, Ben’e bakıyor. Benimse hiçbir şeyim yok. Belki büyükbabam için çalışırsam, biraz daha fazla para kazanırsam belki…” “Belki o zaman her şey daha mı anlamlı olur?”

“Evet.” Peter ayağa kalktı ve pencereye doğru yürüdü. Ona Büyük Depo’yu hatırlatan gri, kurumsal perdeyi kenara iterek aynı grilikteki sokaklara baktı. Tam göremiyordu, ama uzakta bir yerlerde Pincent İlaç Şirketi’nin silüetinin tüm şehre tepeden baktığını biliyordu. Arkasını dönmeden, “Neyse, onun bana bir borcu var,” diye devam etti. “Borcu mu var?” Peter kafasını salladı ve sandalyesine geri döndü. Hafifçe gözlerini kısarak “Uzun Ömürlülük ilaçları yapıyor, öyle değil mi?” diye sordu. “Uzun Ömürlülük ilaçları benim bir Artık olmama neden oldu.

O ilaçlar yüzünden hayatımın büyük bir bölümünü saklanarak, oradan oraya savrularak geçirdim. İşte bu nedenle, çocukluğumu hiç yaşamamış olmamdan büyükbabam sorumludur. Onun bana bir borcu var.” “Hâlâ çok kızgın görünüyorsun Peter.” Danışmanın sesi kontrollü ve sakindi. Kendisine güvenmesini sağlamak için elinden geleni ardına koymuyordu, ancak bu Peter’ın üzerinde ters etki yapıyordu. Acaba evinde de böyle mi konuşuyor, kızgın ve sinirli olduğu zaman sesi nasıl oluyor, diye merak etti Peter. Anna’ya daha sonra mutlaka anlatacağı zekice bir tonlamayla, “Kızgındım,” diye yanıtladı. “Gerçekten kızgındım. Ama artık değilim. Şimdi…” “Şimdi hayatının geri kalanında ne yapacağını mı düşünüyorsun?” Peter silkindi. “Sanırım öyle. Aslında pek fazla seçeneğim de yok. İş başvurularında, insanlar bana ucubeymişim gibi bakıyor. Çoğundan, yüz yıl kadar daha gencim. Pincent İlaç’ta iyi para kazanabilirim. Büyükbabam kapının bana her zaman açık olduğunu söylemişti. Bunun doğru olup olmadığını öğrenmiş olurum diye düşündüm.”

Danışman, “Eminim doğrudur,” diye ekledi. Sanki Peter’ı “ele geçirmenin” verdiği rahatlıkla ferahlamış görünüyordu. Peter randevuya geldiği günlerden birinde, kapının hemen dışındayken, danışmanın telefonda biriyle konuştuğunu duymuştu. Onu henüz ele geçiremediğinden, yeni bir taktik deneyeceğinden bahsediyordu. Duydukları Peter’ın hoşuna gitmişti; ele geçirilemez ve zor biri olmak gurur verici bir şeydi. Danışman, “Aslında bence bu iyi bir fikir,” diye devam etti, şimdi bazı notlar almaya başlamıştı. “Peki, ona bunu nasıl anlatmayı düşünüyorsun?” Peter dudaklarının kenarları yukarı doğru istem dışı hareket eder etmez, gülümsemesini bastırdı.

Alçak bir sesle, “Anlattım bile,” dedi. “Ona bir mektup yazdım. Dün, pazartesi günü işe başlamam gerektiğini bildiren bir mesaj bırakmış.” Danışmanı irkilerek ona baktı, sonra duygularını ele vermeyen bir biçimde gülümsedi. Düşünceli bir tavırla, “Anladım,” diye ekledi. “Peki, o zaman beraberce neler olacağına bakalım, ne dersin?” Yarım saat sonra Peter, Cheapside’taki Hükümet binasından çıktı ve Holborn’a gitmek üzere sola döndü. Sokaklar hayli sakindi, Peter buna memnun olmuştu. Yayalar için özenle düzenlenmiş alanda, alışverişe çıkmış birkaç kişi ve köpeklerini dolaştıran ya da tempolu yürüyüş yapan bir iki kişi dışında hiç kimse yoktu. Ellerini yumruk yaparak ceplerine soktu, yere bakarak yürümeye başladı; bu, saklanarak geçirdiği Artık günlerinden kalma bir alışkanlıktı. Her an Yakalayıcılara birinin haber vereceği kaygısıyla yaşamaktan ve yarının ne getireceğini kestirememekten kaynaklanan bir alışkanlık… Yanından geçen birkaç kişi gözlerini kısarak şüpheyle baktılar, ona hem imrendikleri hem de hiç güvenmedikleri yüzlerinden belliydi. Binaların yanları ve reklam panoları, mucize kremleri tanıtan, spor ve eğitim kurslarına teşvik eden, enerji tasarrufuna dikkat çeken posterlerle kaplıydı. Diğer posterler de aşırı nüfus konusuna dikkat çekiyor ve “yasa dışı göçmenler, Artıklar ve değerli kaynaklarımızın kökünü kurutan diğerleri” konusunda insanları uyarıyordu.

Sanki bunu en fazla Yasallar yapmıyormuş gibi… Eskiden böyle posterlere sürekli itiraz ederdi. Onu dinlemeye ve kapışmaya hazır birini bulur bulmaz tartışmaya dalardı, ama artık çenesini tutmayı öğrenmişti. Bunun nedeni artık kavga etmek istememesi değildi; Pip sadece tartışmak için tartışmanın pek bir işe yaramadığını, aksine dikkatleri üstüne çekmenin yarardan çok zarar getireceğini söylemişti. Peter bunu ne kadar anlasa da her şeyi oluruna bıraktığı ve insanlarla mücadele etmediği durumlarda kendini çaresiz hissediyordu. Düzenli olarak kendi kendine, “Eninde sonunda anlayacaklar,” diye tekrar ediyordu. Yeraltı galip geldiğinde hepsi anlayacaktı. Bu düşüncenin verdiği neşeyle, Oxford Caddesi’ne doğru giden tramvaya atladı. Tottenham Court Sokağı’na yaklaşırken tramvaydan atlayarak sağa, Old Compton Caddesi’ne saptı ve aşağı, Cambridge Sirki’ne doğru atlayarak yürümeye başladı. Batıya; bebek kıyafetleri, yasa dışı ilaçlar, yasak yiyecekler ve yasa dışı enerji belgeleri gibi kanunsuz mallar satan loş ışıklı dükkânların bulunduğu Soho’nun aşağı mahallelerine doğru devam etti. Saatine baktı. On dakika erken gelmişti; bu, geç kalmış olmaktan iyiydi.

Dikkatle etrafını kolaçan ettikten sonra boş bir dükkâna girerek binayı onaran işçilerin arasından geçti, merdivenden aşağıya indi ve arka kapıdan çıktı. Dar ve pis bir patikayı takip edip, karşısına çıkan eski ahşap kapıyı hafifçe dört kere çaldı. Dakikalar sonra kapının arkasında bir hareket hissetti. Kapı hafifçe aralandı ve sakallı, darmadağınık saçlı bir adam belirdi. Bir serseriye benziyordu, Peter’ı yukarıdan aşağı şüpheyle süzdü. Boğuk bir sesle, “Bu mevsim için bayağı soğuk, öyle değil mi?”diye sordu. Peter, “Egzersiz yapmak insanı ısıtıyor,” diye yanıtladı. Adam birkaç dakika duraksadı, sonra kapıyı tamamen açarak onu aceleyle içeri aldı. Bu kadar gizli ve önemli bir şeyin parçası olmanın heyecanı, Peter’ın vücudunda yine bir elektrik dalgası gibi dolaştı. Kapıdaki adamı tanımamıştı, aynı nöbetçiyi iki kere gördüğü nadirdi. Aslında Yeraltı Genel Merkezi’ne her gelişinde, diğer üyelerle ve buranın nasıl yönetildiğiyle ilgili ne kadar az şey bildiğini fark ederdi.

Ona talimat verilirdi, o da bunları yerine getirirdi. Sorularına karşılık olarak ya alaycı bir gülümseme, ya kaçamak bir propaganda ya da boş bir bakış alırdı. Pip, bunun kendi güvenliği için olduğunu söylemişti. Herkesin güvenliği için. “Pip’i görmeye geldim,” derken, ona hem tanıdık hem de yabancı gelen bu yerde kendini kabul ettirmek istermiş gibi dikleşti. Yeraltı merkezi, yaklaşık altı ayda bir, faaliyetlerinden hiçbir iz bırakmadan başka bir yere taşınırdı. Peter bu binaya daha önce iki kere gelmişti, her defasında sanki duvarlar ve kapılar yer değiştirmiş gibi farklı görünürdü. Değişmeyen tek şey kokuydu. Yeraltı’nın tercih ettiği yerler genelde pis, karmakarışık, metruk, terk etmesi kolay olan yerlerdi. Girişin hemen yanında aşağı inen bir merdiven vardı. Sol kolunu sıkı sıkı tutan bir kadın merdivenleri tırmanıyordu. Kapıya doğru yönelmek için Peter’ın yanından geçerken sanki birbirlerini tanımış gibi göz göze geldiler. Peter kadını tanımıyordu. Ama onun neden burada olduğunu biliyordu. Yeraltı doktorlarından biri, doğum kontrolü amacıyla sol koluna yerleştirilen maddeyi çıkarmak için kadının kolunu burmuştu; bu yüzden sol kolunun üst kısmı kan ve ağrılar içindeydi. Bu, bir insan için en tehlikeli faaliyetlerden biriydi. Kadın, hamile kalmaya, yeni bir hayat yaratmaya hazırlanıyordu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıDireniş 2.Kitap
  • Sayfa Sayısı272
  • YazarGemma Malley
  • ISBN9786056332647
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDelidolu /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Geri Gelenler ~ Gemma MalleyGeri Gelenler

    Geri Gelenler

    Gemma Malley

    Karanlık bir yalnızlık senfonisi… Çok satan anti-ütopik üçleme Bildirge, Direniş ve Miras’ın sevilen yazarı Gemma Malley’den yepyeni bir gençlik romanı: Geri Gelenler. Yakın gelecekte, 2016 yılında geçen distopik eser Geri...

  2. Bildirge ~ Gemma MalleyBildirge

    Bildirge

    Gemma Malley

    Dokunaklı ve düşündürücü bir kara ütopya. Benim adım Anna ve burada olmamalıyım. Var olmamalıyım. Ama varım. Burada olmam benim hatam değil. Doğmayı ben istemedim....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Övgü ~ Rachel CuskÖvgü

    Övgü

    Rachel Cusk

    Rachel Cusk, “Çerçeve”yle başlayıp Geçiş’le sürdürdüğü ses getiren üçlemesini “Övgü” ile tamamlıyor. Bir edebiyat festivaline katılmak için Brexit’in gölgesindeki İngiltere’den Avrupa’nın güneyindeki bir ülkeye...

  2. Flush – Bir Köpeğin Romanı ~ Virginia WoolfFlush – Bir Köpeğin Romanı

    Flush – Bir Köpeğin Romanı

    Virginia Woolf

    “… güçlü kuvvetli, enerji dolu, yaşama sevinci içinde genç Robert Browning bir bomba gibi patlamıştı Elizabeth Barrett’in sessiz hasta odasında. İngiliz edebiyatının en ünlü...

  3. Sonsuz Düzen ~ Isabel AllendeSonsuz Düzen

    Sonsuz Düzen

    Isabel Allende

    Ruhlar Evi ve Eva Luna’nın yazarı Isabel Allende, ABD’de geçen bu romanında ilk kez Amerikalıları anlatıyor. California’nın “İspanyol” dünyasında geçen Sonsuz Düzen, Gregory Reeves’in...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur