Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Dinlenme ve Rahatlama Yılım
Dinlenme ve Rahatlama Yılım

Dinlenme ve Rahatlama Yılım

Ottessa Moshfegh

Paris Review, New Yorker gibi yayınlarda öyküleri ve yazılarıyla yer alan, ilk romanı Eileen ile Hemingway Vakfı/Pen Ödülü’nü kazanan, birçok eseriyle New York Times…

Paris Review, New Yorker gibi yayınlarda öyküleri ve yazılarıyla yer alan, ilk romanı Eileen ile Hemingway Vakfı/Pen Ödülü’nü kazanan, birçok eseriyle New York Times çoksatanlar listesine giren Ottessa Moshfegh’in ikinci romanı Dinlenme ve Rahatlama Yılım, Time, The Guardian ve Washington Post tarafından yayımlandığı yılın en iyi kitapları arasında sayıldı.

11 Eylül öncesinde, 2000 yılında zayıf, güzel, eğitimli genç bir kadın şık bir sanat galerisinde kolay bir işte çalışıyor, kaybettiği anne babasından kalan miras sayesinde, zenginlik ve ihtimallerle dolu Manhattan’da rahat içinde yaşıyor. Fakat aldığı ilaçlara rağmen öyle mutsuz ki… Hayatı uykuda geçiyor sanki. Yüreğindeki kara deliğin sebebiyse ne Dünya Ticaret Merkezi’nde çalışan bankacı sevgilisi, ne sinir bozucu arkadaşı Reva ne de öksüzlüğü. Peki, esas sorun ne sahiden?

Ottessa Moshfegh’den Dinlenme ve Rahatlama Yılım yeni bin yılın başlangıcında aylak bir bunalımın, gönüllü bir yalnızlığın acımasız, komik, dokunaklı romanı.

“Sivri dilli, komik, (Mona Awad, Sheila Heti, Emily Brontë gibilerin yazdığı ya da büyükannelerimiz Leydi Macbeth ve Medea’ya benzer) sevimli olmayan kadın başkarakterler ailesine karanlık bir katkı.” –Margaret Atwood

“Moshfegh, narsisist bir kişiliğin amaçsız iç hayatını aynı anda hem kendinden nefret ederek hem de kendini ortaya koyarak anlatıyor. Dinlenme ve Rahatlama Yılım, kentli bir kara komedi, hastalıklı bir itidale sahip paragraflarla dengelenen keskin gözlü bir hiciv eseri olarak fazlasıyla inandırıcı.” –Joyce Carol Oates

*

BİR

İster gece ister gündüz ne zaman uyansam ayak sürüyerek oturduğum apartmanın mermer kaplı aydınlık holünden sokağa çıkar, blok boyunca yürüyerek köşeyi döner, yirmi dört saat açık mahalle marketine giderdim. Kremalı, altı şekerli, büyük boy iki kahve alır, ilkini daireme çıkarken asansörde kafama diker, ikincisini film izlerken yavaş yavaş yudumlar, bir yandan hayvan şeklindeki krakerlerimi yer, yeniden uykuya dalana dek trazodon, Ambien ve Nembutal alırdım. Böyle böyle zaman kavramımı yitirdim. Günler geçti. Haftalar. Birkaç ay. Aklıma gelirse sokağın karşısındaki Tayland restoranından eve yemek sipariş ediyordum veya Birinci Cadde’deki restorandan ton balıklı salata söylüyordum. Uyandığımda cep telefonumda uykumda aradığım güzellik merkezleri veya spa’lardan gelen randevu doğrulama mesajlarını buluyordum. Arayıp randevuları iptal ediyordum ama bunu yapmaktan nefret ediyordum çünkü insanlarla konuşmaktan tiksiniyordum.

O ilk zamanlarda kirlilerimi haftada bir çamaşırhaneye gönderiyordum. Yırtık çamaşırhane torbalarının oturma odasının camından giren esintiyle hışırdayışını duymak içimi rahatlatıyordu. Kanepede uyuklarken burnuma çalınan yeni yıkanmış çamaşır kokusundan hoşlanıyordum. Ama bir süre sonra kirli çamaşırlarımı toplayıp çamaşırhane torbasına doldurmaktan sıkıldım. Evdeki çamaşır ve kurutma makinelerinin sesi de uykumu bölüyordu. Kirlenen külotları atmaya başladım sonunda. Eski iç çamaşırlarımın hepsi Trevor’ı hatırlatıyordu zaten. Bir süre Victoria’s Secret marka rüküş iç çamaşırlar geldi posta kuruma şeffaf naylon torbalar içinde firfirli, fuşya veya misket limonu yeşili tangalar, korseler, kolsuz kısa gecelikler. Torbaları dolaba tıkıp donsuz geziyordum. Arada bir Barneys veya Saks’tan gelen paketlerden erkek pijama takımları ya da sipariş ettiğimi anımsayamadığım başka şeyler çıkıyordu kaşmir çoraplar, baskılı tişörtler, marka kot pantolonlar.

Haftada en fazla bir kez duş almaya başladım. Cımbız kullanmayı, tüy sarartmayı, ağdayı, saçlarımı taramayı bıraktım. Nemlendirici kullanmaktan da, keselenmekten de, jiletle tüylerimi almaktan da vazgeçtim. Dairemden nadiren çıkıyordum. Faturalarım otomatik ödemedeydi. Apartman dairesinin de, ölen ebeveynimin şehir dışındaki eski evinin de yıllık emlak vergisini yatırmıştım. Kiracılar kirayı her ay vadesiz hesabıma gönderiyordu. İşsizlik maaşımın yatmaya devam etmesi için her hafta otomatik servisin numarasını çevirmem, robot ses iş aramaya devam ediyor muyum diye sorduğunda “evet” anlamında I’i tuşlamam yetiyordu. Reçeteli ilaçlarımın payıma düşen bölümünü ödemeye ve mahalle marketinden aldıklarımı karşılamaya yetiyordu bunlar. Bir de yatırımlarım vardı. Ölen babamın mali danışmanı takip ediyordu hepsini, üç ayda bir gönderdiği bildirimleri okumadan atıyordum. Tasarruf hesabımda da abartılı şeylere kalkışmadığım sürece birkaç yıl geçinmeme yetecek. para vardı. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir de yüksek limitli bir Visa kartım vardı. Para konusunda endişelenmiyordum.

2000 yılı Haziran ayı ortasında elimden geldiğince “kış uyku suna” yatmaya başladım. Yirmi altı yaşındaydım. Jaluzinin kırık çıtasının arkasından yazın ölümünü, giderek soğuyan ve kararan sonbahar havasını seyrettim. Kaslarım eridi. Yatak örtüm sarardı, gerçi çoğunlukla televizyonun karşısındaki kanepede uyukluyordum. Pottery Barn’dan aldığım kanepenin mavi beyaz çizgili, gevşemiş döşeme kumaşı kahve ve ter lekeleriyle kaplanmıştı.

Uyanık olduğum saatlerde film izlemekten başka pek bir şey yapmıyordum. Televizyon programlarına tahammül edemiyordum. Özellikle başlangıçta tv fazlasıyla yükselmeme sebep oluyordu, uzaktan kumandanın tuşlarına saplantılı bir şekilde basıyor, gördüğüm her şeye söyleniyor, kendimi galeyana getiriyordum. Televizyonla baş edemiyordum. Haberleri mahalle marketindeki yerel günlük gazetelerin sansasyonel manşetlerinden öğrenmeyi tercih ediyor, kahveleri öderken manşetlere şöyle bir göz gezdiriyordum. Bush ile Gore’un başkanlık yarışı sürüyordu. Önemli biri ölmüştü, bir çocuk kaçırılmıştı, bir senatör zimmetine para geçirmişti, ünlü bir sporcu hamile karısını aldatmıştı. New York şehrinde –her zamanki gibibir sürü şey oluyordu ama hiçbiri beni etkilemiyordu. Uykunun güzelligi buydu işte gerçeklik çözünüyor, zihnimde bir film veya rüya gibi gelişigüzel bir şeye dönüşüyordu. Beni ilgilendirmeyen şeyleri görmezden gelmek kolaydı. Metro işçileri grevdeydi. Bir fırtına gelmiş ve geçmişti. Önemi yoktu. Uzaylılar dünyayı işgal etse, çekirge istilası başlasa belki fark eder ama aldırmazdım.

Haplarım azalınca üç blok ötedeki Rite Aid eczanesine gidiyordum. Her zaman zorlu bir yolculuktu bu. Birinci Cadde boyunca yürürken her adımda irkiliyordum. Yeni doğmuş bir bebek gibiydim hava ve ışık canımı yakıyordu, dünya üzerindeki her ayrıntı gösterişli ve hasmane geliyordu. İçkiye yalnızca bu kısa yolculuklar öncesinde başvuruyordum kapıdan çıkmadan önce bir şat votka yuvarlıyor, dışarıda vakit geçirdiğim, yaşıyormuş numarası yaptığım zamanlarda sık sık gittiğim küçük lokanta, kafe ve dükkânların önünden yürüyerek geçiyordum. Diğer zamanlarda dışarı çıksam da dairemin bulunduğu bloğun yakınlarından ayrılmamaya çalışıyordum.

Mahalle marketinin çalışanları Mısırlı genç erkeklerdi. Psikiyatrım Dr. Tuttle, arkadaşım Reva ve apartman görevlisi haricinde sadece bu Mısırlıları düzenli olarak görüyordum. Görece yakışıklı gençlerdi hepsi, bazıları diğerlerinden daha iyi görünümlüydü. Çeneleri köşeli, alınları erkeksi, tırtılı andıran kaşları kalındı. Hepsi gözüne sürme çekmiş gibi görünüyordu. En az altı kişiydiler kardeş veya kuzen olduklarını tahmin ediyordum. Tarzlarını itici buluyordum. Futbol formaları, deri yarışçı ceketleri giyiyor, ucundan haç sallanan altın zincirler takıyor, radyo Z100 dinliyorlardı. Mizah anlayışından yoksundular kesinlikle. Mahalleye taşındığımda benimle flört etmeye çalışmışlardı, hatta başlarda can sıkacak kadar flörtözdüler. Çapaklı gözlerle, ağzımın kenarında kurumuş pisliklerle tuhaf saatlerde dükkana girip çıktığımı görünce aramızdaki muhabbeti artırmaya çalışmaktan vazgeçtiler.

Bir sabah, tezgâhın arkasındaki adam kahverengi uzun parmaklarıyla çenesini işaret ederek, “Şuranıza bir şey bulaşmış,” dedi. Elimi şöyle bir sallamakla yetindim. Yüzümün kurumuş diş macunuyla kaplı olduğunu sonradan anladım.

Derbeder, yarı uyur hâlde birkaç ay boyunca dükkâna girip çıkmamdan sonra, Mısırlılar bana “patron” demeye, bir dal sigara için sık sık uzattığım elli sentleri sorgusuz kabul etmeye başladılar. Kahve almak için gidebileceğim pek çok yer vardı ama ben mahalle marketini seviyordum. Yakındı, kahvesi tutarlı bir şekilde kötüydü, orada brioche ekmeği veya köpüksüz latte sipariş edenlerle karşılaşmak zorunda kalmıyordum. Sümüklü çocuklar, İsveçli au pair’ler yoktu orada, steril beyaz yakalılar, randevulaşmış çiftler de. Mahalle marketinde işçi sınıfı kahvesi satılıyordu kapıcılar, kuryeler, tamirciler, komiler, temizlikçiler kahvelerini oradan alıyordu. İçerinin havası ucuz temizlik malzemesi ve küf kokusuyla ağırlaşmıştı. Dondurmaların, çubukta buzlu şekerlerin ve plastik kaplar içinde buzların durduğu buğulu dondurucuya her zaman güvenebilirdim. Tezgâhın üs…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıDinlenme ve Rahatlama Yılım
  • Sayfa Sayısı232
  • YazarOttessa Moshfegh
  • ISBN9786258401325
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİthaki Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Silmarillion ~ J. R. R. TolkienSilmarillion

    Silmarillion

    J. R. R. Tolkien

    Tolkien’in en önemli çalışması olarak kabul edilen Silmarillion, onun yarattığı dünyanın özüdür. Kökleri Hobbit’ten önceye uzanır ve Yüzüklerin Efendisi’nde şekillenmeye başlayan bir dünyanın yaratılış...

  2. Yol ~ Jack LondonYol

    Yol

    Jack London

    Yol, Jack London’ın henüz on sekiz yaşındayken giriştiği çılgınca serüvenin anlatısıdır. Dünyayı keşfetme fikrinin büyüsüne kapılan genç London, işini bırakıp trenlerle binlerce kilometre kat...

  3. Swann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde ~ Marcel ProustSwann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde

    Swann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde

    Marcel Proust

    “…tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye attıkları silik kâğıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek, renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur