Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Din ve Düşünce
Din ve Düşünce

Din ve Düşünce

Prof. Dr. Bekir Karlığa

İnsanoğlunun, gerçeği aramak üzere koyulduğu metafizik yolculuğunda önünü açan ve aydınlatan ilk ve en önemli kapı dindir. Din, ilk insanla beraber doğmuş ve -yeryüzünde…

İnsanoğlunun, gerçeği aramak üzere koyulduğu metafizik yolculuğunda önünü açan ve aydınlatan ilk ve en önemli kapı dindir. Din, ilk insanla beraber doğmuş ve -yeryüzünde varlığı devam ettiği müddetçe- son insana kadar da yaşayacaktır.
Gayba doğru açılmamızı sağlayan ikinci kapı, düşüncedir. İnsanoğlu, görülenden görülmeyene doğru ilerleyerek müşahhastan mücerrede; müceretten de Mutlak’a yönelir. Tabiatı icabı, Mutlak’ı kavraması imkansızdır. Bu nedenle de kendisini, Mutlak’a götürecek kılavuzlara ihtiyaç duyar. Müşahhas ve Mücerred alandaki tek kılavuzu olan akıl, bu konuda ona yeterli olmaz. Ama yine de o, aklını, olmazların zoruyla boğuşmaya sokarak mutlak hakikate erişmeye çalışır.

Nihayet bizim gayb ile burun buruna gelmemizi sağlayan üçüncü kapımız ise sanattır. Sezgi gücümüzün boy salıp geliştiği bu alanda, Şiir, Musiki, Güzel sanatlar ve Mimari, bizi bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkarır. Sanatkar, zihnimizden geçirip de kelimelere dökemediğimiz gerçekleri, nazma, nağmeye, yazıya döker, mermere nakşeder.

***

İçindekiler

Önsöz / 9

Birinci Bölüm
Din ve Düşünce /19
Din ve Düşünce / 21
Dinin Asıl Amacı / 23
Vahiy Gerçeği / 25
Vahye Duyulan İhtiyaç / 27
Hangi Vahiy? / 29
Vahiy’de İmkan Derecesi / 31
Vahiy Karşısında Akıl / 33
Tevhid Bilinci / 35
Tevhidin Farklı Boyutları / 37
İlahi Olanı, Beşeri Olandan Ayırt Edebilmek / 39
Akıl-Vahiy Tartışmaları / 41
Hikmet ve Erdem / 43
Adalet ve Hakkaniyet Ölçülerini Bir Kez Daha Düşünmek / 45
Din ile Ahlak’ın İlişkisi / 47
Toplumsal Kalkınma ve Ahlaki Değerler / 49
Etienne Gilson’un Duyarlılığını Gösterememek / 51
Sanat ile Din’in Buluşması / 53
“Din”lerini Oyun ve Eğlence Konusu Yapanlar / 55
‘‘Türk İslamı‘‘ mı? ‘‘Konstantin Hıristiyanlığı” mı? / 57
‘‘Türk İslamı’’ mı Türk Müslümanlığı mı? / 61
Üçüncü Din Şûrası / 65
Üçüncü Din Şûrası’nda Alınan Kararlar / 67
Genlerin Yapısı / 69
Genetik Determinizmin Çöküşü / 71
İnanç Geni Üzerine / 73
İnanç, Bilime İndirgenebilir mi? / 75

İkinci Bölüm
Din ve Hayat /77
Din ve Hayat / 79
Bir Manevi İklime Doğru / 83
Gufran ve Hicran Ayı / 85
Kur’an Ayı Ramazan / 87
Ramazan ve Toplum Bünyesi / 89
İftar Sofrasında / 91
Gökyüzünün Yeryüzüne İndiği Gece / 93
Allah’ın Kendine Özgü Kıldığı Amel / 95
Eşsiz Bir Manevi Etkinlik / 97
“Oruç”un Hikmetleri / 99
Sevinç Dolu “Ramazan”ın, Hüzün Dolu “Bayram”ı / 101
Bir Bayram Sabahı Çift Yönlü Duygulanımlar / 103
Hüzünlü Bir Bayram Günü / 105
Kurban ve “İhsan” Bilinci / 109
Müslümanların Evrensel Kongresi / 113
Arafat’taki Ortak Duruş / 115
Hac ve Kurban Şuuru / 117
Peygamber Sevgisinin Coşturduğu Gönüller / 119
Ötelerin Ötesine Doğru / 121
Nisan Yağmuru ve Rahmet Peygamberi / 123
Kutlu Doğum Etkinliklerinin Ortaya Koyduğu Gerçekler / 125
Bir “Kutlu Doğum” Şehrayini / 127
Fransa’da Kutlu Doğum Haftası / 129

Üçüncü Bölüm
Din ve Değişim /133
Din ve Değişim / 135
Dinlerde Değişen ve Değişmeyen Değerler / 137
Bu Zihniyet Yapısı Nasıl Değişir? / 139
Orta Anadolu’daki Değişim ve Muhafazakarlık 1 / 141
Orta Anadolu’daki Değişim ve Muhafazakarlık 2 / 143
Dinde Reform Tutkusu / 145
Batılılaşmadan Modernleşmek / 147
Kişilik Bunalımı / 149
İdeolojilerin Çöküşü / 151
Oryantalizm’in Hazin Durumu / 153
Bugün Rusya’da Komünist Olmak Çok Zor / 155
İran ile İlişkilerimizi Geliştirmek / 157
Nato Zirvesi ve İslam Dünyası / 159
Batı’yı Aydınlatan İslam düşünürü İbn Rüşd / 161
Vefatının 800. Yıldönümünde İbn Rüşd / 165
Avrupa Vizyonu ve Müslümanlar / 169
Alman Gazetecilerle Söyleşi / 173

Dördüncü Bölüm
Cihad-Gaza ve Fetih Ruhu /175
Cihadın Farklı Boyutları / 177
Mazlum ve Mağdur Bir İmparatorluğun Kuruluşunun 700. Yılında / 181
Altı Yüz Yıl Devam Eden Gücün Sırrı / 185
Büyük Fethin 550. Yıldönümü / 189
Bir Ulu Rüyanın Gerçek Olduğu Anlar / 193
Fatih Devri Rönesansı / 195
Fatih Devri Düşünce Hayatı / 199
Fatih Devri Düşünce HayatınaYön Veren İki Akım / 203
Fatih Devri Entelektüel Hayatını Etkileyen İki Bilgin Düşünür / 207
Fatih Devrinde Din-Bilim İlişkisi Üzerine Bir Tartışma / 211
Kardinal Başlığı YerineTürk Sarığını Tercih Etmek / 215
Fatih ve Gennadius / 217
Rönesansı Bizans’tan Giden Bilgin ve Düşünürler mi Gerçekleştirmişti? / 219
Yabancı Bir Gözle Fatih Sultan Mehmet / 223
İstanbul’un Fethi ile Gırnata’nın Teslimi Antlaşmasının Düşündürdükleri / 225
Süleymaniye’nin İhtişamı / 227
26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a Zaferlerin Ruhu / 231

Beşinci Bölüm
Din ve Laiklik /233
Laikliğin Tarihi Gelişimi / 235
Hangi Laiklik? / 237
Laiklik ile İslam Bağdaşabilir mi? / 239
Laikliği Yeniden Düşünmek / 241
Fransa Laikliğini Tartışıyor / 243
Avrupa Topluluğu Bağlamında Laiklik Anlayışı / 247
Avrupa’nın Büyük İmtihanı / 251
Fransa’da Yaşanan Kargaşa / 253
İslam ve Laiklik / 255
Alevilik Bir “Din” midir? / 257
Alevilik Bir “Mezhep” midir? / 259
Cami ve Cem Evleri / 261
Papalık Kararnamesi: ‘‘Fides et Ratio’’ ve II. Din Şûrası Üzerine / 263
Kilise ve Özgürlük Mücadelesi / 269
Reformcuların Özgürlük Serenadı / 271
“Kutsal Roma İmparatorluğu” Sahibini Arıyor / 273
Papa İkinci Jean Paul’un Ardından / 275
Kilise’nin Sarsılan Prestiji / 277
Papaz Robinson ve Kilise’nin İbret ve Dehşet Verici Durumu / 279
Vatikan’ın Bugün Karşı Karşıya Bulunduğu Sorunlar / 281
Vatikan’ın Yeni Sahibi / 283
“Batmak Üzere Olan Bir Tekne Gibi” / 285
Kardinal Ratzinger’in Endişelerinin Arkasında Yatan Gerçek Neden / 287
Kardinal Ratzinger’in Yersiz Kuşkusu / 289
Oriana Fallaci ve Batı’da Yayılan İslam Düşmanlığı / 291
“Aklın Gücü” mü, Yoksa “Tarihi Şuuraltı”nı Yeniden Depreştirme Gayretkeşliği mi? / 293
İsa Mesih, ya da İnsanlaşan Tanrı / 295
Hz. İsa’nın Istırabı / 297
Hz. İsa’nın Yeryüzüne İnişi ile İlgili Tartışmaları İzlerken / 299
Hıristiyanlıkta Barış ve Savaş / 301
Karşı Karşıya İki Reformcu / 303
Calvin ve Calvinizm üzerine / 305
Calvinizm Tartışmaları ve Weberci Çözümlemeler / 307
Calvinizm Tartışmaları ve Üç Hal Kanunu / 309
Misyonerlik, Dinin Özüne ve Ruhuna Aykırıdır / 311
Kamusal Alan Tartışmalarıyla Vakit Geçirmeye Çalışmak / 313

Dizin /315

ÖNSÖZ

İnsanoğlu, bilinmeyen bir dünyadan geliyor, belirli-belirsiz bir ortamda, kısa bir yolculuk yapıyor, sonra da bilinmeyen bir dünyaya doğru gidiyor. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “üç karanlık” geçitten ibaret olan (Zümer, 39) bu dünyadaki yolculuğumuzda, bizim, bilinmeyene doğru açılmamızı sağlayan üç ayrı kapımız var: Din, Düşünce ve Sanat.

Adeta bilinmezlikler okyanusunda yüzen insanoğlunun, gerçeği aramak üzere koyulduğu metafizik yolculuğunda önünü açan ve aydınlatan ilk ve en önemli kapı dindir. Din, ilk insanla beraber doğmuş ve -yeryüzünde varlığı devam ettiği müddetçe- son insana kadar da yaşayacaktır.

Gayba doğru açılmamızı sağlayan ikinci kapı, düşüncedir. İnsanoğlu, görülenden görülmeyene doğru ilerleyerek müşahhastan mücerrede; müceretten de Mutlak’a yönelir. Tabiatı icabı, Mutlak’ı kavraması imkansızdır. Bu nedenle de kendisini, Mutlak’a götürecek kılavuzlara ihtiyaç duyar. Müşahhas ve Mücerred alandaki tek kılavuzu olan akıl, bu konuda ona yeterli olmaz. Ama yine de o, aklını, olmazların zoruyla boğuşmaya sokarak mutlak hakikate erişmeye çalışır.

Nihayet bizim gayb ile burun buruna gelmemizi sağlayan üçüncü kapımız ise sanattır. Sezgi gücümüzün boy salıp geliştiği bu alanda, Şiir, Musiki, Güzel sanatlar ve Mimari, bizi bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkarır. Sanatkar,zihnimizden geçirip de kelimelere dökemediğimiz gerçekleri, nazma, nağmeye, yazıya döker, mermere nakşeder.

Her hangi bir konu hakkında biz, önce zihnimizde bir takım fikirler üretir, spekülasyonlar yapar, onunla ilgili sağlıklı modeller oluşturmaya çalışırız. Bu çalışmalarımız, zihnimizin değişik fonksiyonları neticesinde ortaya çıkar. Zihni fonksiyonlarımızın, bazı temel kurallara bağlı bulunması, bizim varlık yapımızın tabii sonucudur. Bu temel kuralları biz, çoğunlukla hazır buluruz. Bizden öncekiler, uzun tecrübeleri sonunda bu kuralları ortaya koymuşlardır

Biz, kendi yargı gücümüzle bu kurallardan bir kısmını kuşkuyla karşılayıp doğruluğunu irdeleyebiliriz. Tümünü birden kuşku ile karşılamamız halinde hayatımızı sürdürmemiz mümkün olmaz. Çünkü bu üst üste yığılmış olan kurallar, bir neslin değil; onlarca, hatta yüzlerce neslin deneyimleri sonucunda oluşmuşlardır. Bunların hepsini, bizim, kısa hayatımız boyunca, birer birer deneyerek yeniden belirlemeye kalkışmamız, çoğu kez boşuna zaman tüketmemize sebep olur.

Kısacası biz, bu varlık sahnesinde belirdiğimiz, yani var olduğumuz andan itibaren, bizim tayin etmediğimiz, nedenini de doğru dürüst bilmediğimiz, tabii varlık yapımızdan kaynaklanan sebeplerden dolayı, bir değişim, dönüşüm ve gelişim süreciyle karşı karşıya bulunmaktayız. Her şeyi, dosdoğru ölçülerle ölçüp biçmemiz için tecrübelerimizin sonuçlarını almak ve buna göre değerlendirmeler yapmak durumundayız.

Bu demektir ki bizim mükemmel olana doğru yolculuğumuz, hayatımız boyunca devam edip gitmektedir. Hem bünyemiz, yani bizi oluşturan hücreler -çok az kısmı müstesna- hem de varlığı algılayış tarzımız sürekli değişime uğramaktadır. Ayrıca içinde yaşadığımız ortam değişmekte, çevremiz değişmektedir. Organizmamızdaki değişim, yaşımızla ters orantılı iken; zihnimizdeki değişim ile doğru orantılıdır.

Nihayet, bizim entelektüel alandaki olgunluğumuzun belirli bir merhalesinde ve kesinkes daha tamamlanmamışken, bu yer yuvarlağı üzerindeki hayatımız da son bulacaktır. Yani hayallerimizi, düşüncelerimizi, tasarılarımızı, daha tam olarak hayata geçirmeden, bu hayattan çekilip gideceğiz.

Öyleyse, bizim, bizden öncekilerin tecrübelerini yok saymamız ne kadar yanlışsa; bizden sonrakilerin de bizim tecrübelerimizi yok sayması o derece yanlıştır. Onları, tümden inkar ederek bu evreni biz, yeniden kuramayız. Böyle bir teşebbüs, elbette ki bizi, ilkel bir hayatın fasit dairesi içine sokacaktır. O zaman bu konuda karışlaşabileceğimiz zorlukları telafi edecek kriterlere ihtiyacımız vardır.

Düşünce planında gerçekleştirdiğimiz bu ameliyelerimizden bir kısmı, bizden başkaları tarafından da algılanabilecek duruma geldiği; doğruluğu sadece bizim yargılarımıza göre değil, başka birçoklarının yargılarına göre de tespit edildiği takdirde, o zaman bu yargılar birer bilimsel kaide olarak karşımıza çıkarlar. Bizim, doğruluğunu kabul ettiğimiz bu kaidelerin toplamı da genel anlamda “bilim”leri meydana getirir.

Ortaya çıkardığımız bu bilgilerden bir kısmını, gündelik hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz, zorunlu gereksinimlerimizi karşılayıp kolay ve rahat yaşamak için kullanırız. Böylece teknik ortaya çıkar. Bir diğer bölümünü ise, zorunlu ihtiyaçlarımızı karşılamanın ötesinde, hayatımızı güzelleştirmek, daha üstün ve daha yüce değerlere ulaşmak amacıyla kullanırız. Bu sayede de sanat eserleri meydana gelir.

Din ile buluşmayan düşünce, tek boyutlu kalmak durumundadır. Dolayısıyla, varlığı, bir bütün halinde algılama imkanından yoksundur. Düşüncesi olmayan din ise, kişinin ufkunu açmak ve onu ötelerin ötesine taşımak yerine; dar kalıplar içerisinde sıkışıp kalması ve hayatının bütün anlam ve değerinin heba olup gitmesi sonucunu doğurur.

Dinin kaynağı bizzat insanoğlunun varlık yapısıdır. Bu nedenle de, onun, bu dünyadaki bütün etkinliklerinin temel kaynağı, dindir. Dinsiz bir toplumun ayakta durduğu ya da uzun müddet yaşadığı görülmemiştir. Böyle bir ütopya peşinde koşanlar, bir müddet sonra kendi hayallerini, tutkularını, egoizmlerini ve daha başka şeyleri din yerine koymak zorunda kalmışlardır. Hatta bazen de, dinsizliği din haline getirmişlerdir. Sonunda tarihin karanlık sayfaları arasına gömülüp gitmişlerdir.

Din olmadan, kişi, kendi öz benliğinin farkına varamayacağı gibi; bu evrendeki yerini, rolünü ve konumunu da fark edemez. İnsanın, evrenin en değerli ve en önemli yaratığı olduğu muhakkaktır. Onu bu denli önemli ve değerli kılan unsur ise, onun maddi yapısından çok, ruhi dünyasıdır. Çünkü maddi yapısı itibariyle, yeryüzündeki öteki canlıların pek çoğuyla aynı ortak özellikleri taşır. Onun bedeni de öteki organizmalar gibi hücrelerden, dokulardan, genlerden, meydana gelir. Fakat onu asıl özgün kılan özelliği, inanç, düşünme gücü, ve bilgi birikimidir. Ama bunların hepsinin üstünde ve ötesinde, böyle olduğunun farkına varması, yani bilinçli bir varlık olmasıdır. Bu sayede o, soyutlamalar yaparak genel kavramlar ürettiği gibi, düşünce ve davranışlarını belirleyen değerler de üretir. Bu değerler, onun inanç ve kabullerini oluşturur.

İnsan, varlık yapısı bakımından bir bütünlük arz eder. Ruhuyla bedeniyle, maddesiyle manasıyla komple bir varlıktır. Batıl inançlar ve katı ideolojiler insanın bu varlık yapısını parçaladılar ve onu, ya sadece ruhtan ibaret soyut bir varlık haline getirmeye, ya da sadece bedenden ibaret maddi bir varlık haline dönüştürmeye çalıştılar. Bu ise bütünüyle varlık hakkında yanlış yaklaşımların ortaya çıkmasına neden oldu. İşte ilahi dinlerin ana hedefi, parçalanmış olan bu varlık tasarımını “Hikmet” ölçüleri içerisinde yeniden kurmaktır.

“Hikmet”, dinin, düşüncenin ve sanatın ortak bileşkesini oluşturur. Hikmet, İnsanın, insanüstü ile irtibat sağlayarak ruhunun derinliklerinde yer etmiş olan ezeli hakikatleri bir şekilde ifade etme çabasıdır.

İslam inancına göre Allah, kendi “katında bulunan yüce “hikmet”i, dilediğine verir” Bakara 2/269.. “Kime de “hikmet” verilmişse, ona hayırdan pek çok şey verilmiştir” (Bakara 2/129, 2/151; Al-i İmran, 3/48, 3/164; Cum’a, 62/2).

Başta Hz. Muhammed (as) olmak üzere bütün peygamberler “hikmet’i getirmişler ve öğretmişlerdir. “Bunlar arasından, özellikle Hz. Davud’a (Bakara 2/251), Hz. Lokman’a (Lokman, 31/12.) ve Hz. Muhammed’e “hikmet” verildiği Kur’an’ı Kerim’de ismen zikredilmiştir (Nisa, 3/113). Kur’an-ı Kerim’in kendisinin de bütünüyle “hikmet”i anlatmak üzere gönderildiği belirtilmektedir (İsra, 17/29)

“Hikmet” İslam literatüründe, klasik felsefi içeriğinin ötesinde, kısaca: “ilim ve akılla gerçeği yakalama” Râğıb el-Isfahânî, Mufredâtu Elfâzı’l-Kur’an (Neşr., Safvân Adnân Davudî), 249, Dimaşk,1992.) olarak tanımlanmıştır.

Bunların yanı sıra Kur’an-ı Kerim; hem Hz. Peygamber’e hem de bütün inananlara “Allah’ın yoluna “hikmet” ve güzel öğütle davet etmeyi” ve insanlarla “en güzel biçimde tartışmayı” emretmiştir (Nahl, 16/29.).

Böylece peygamberler aracılığıyla bize ulaşan ilahi bilginin ifadesi olan vahiy ile insan aklının çabaları sonucunda elde edilen beşeri bilginin bileşimi sonucunda ortaya çıkan “hikmet”, Hz. Peygamber tarafından “müminin yitik malı” olarak değerlendirilmiş ve onunu “nerede bulunursa alınması gerektiği” ifade edilmiştir (Tirmizî, es-Sunen, Kitâbu’l-İlm, 19; İbn Mâceh, es-Sunen, Kitâbu’z-Zuhd, 15).

Ayrıca: “Hikmet”i alınız, çünkü hikmette hayır vardır” (ed-Dâremî, es-Sunen, Mukaddime, 34.); “Hikmet”li sözden daha değerli bir hediye yoktur” ed-Dâremî, Age., Mukaddime, 26) buyrulmuştur. Keza, hikmetin bir bölümünü oluşturan bilginin de “kadın-erkek her Müslüman’a farz” (İbn Mâceh, es-Sunen, Mukaddime, 17) olduğu; “ilim elde etmekten daha değerli hiçbir iş bulunmadığı” (ed-Dâremî, es-Sunen, Mukaddime, 32); müminlerin, “beşikten mezara kadar” bilgi elde etmeye çalışmakla yükümlü bulundukları ve “Çin’de de olsa” (Beyhakî, Şuabu’l-İmân, nakleden Ğazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, I, 15) bilimin alınması gerektiği vurgulanmıştır.

İslam düşüncesi, işte bu kapsamlı hikmet telakkisinin ifadesidir. İslam düşüncesi İslam’ın, Allah, kainat, hayat, insan, ölüm ve ötesi hakkındaki telakkilerinin bir bütün olarak ifadesidir.

Kur’an-ı Kerim’de, yüzlerce ayette, bilgi ve tefekkür ile bunların türevlerine yer verilir. Kutsal metinler arasında, bilgi ve düşünceye bu kadar yer ayıran metin çok azdır. Bunlardan bazılarını buraya derc etmek istiyoruz:

De ki, Size tek bir öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkın, sonra tefekkür edin (Sebe, 34/48).
Allah, size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz (Bakara, 2/219).
De ki; Hiç görenle görmeyen bir olur mu? Hala düşünmüyor musunuz? (Enam, 6/50).
Kendi kendilerini düşünmezler mi? (Rum, 30/8).
Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında; gece ile gündüzün birbiri ardı sıra gelişinde, akıl sahipleri için (ulu’l-elbab) elbet ayetler vardır. Onlar ki; ayakta iken, otururken, yanları üstü yatarken Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (Al-i İmran, 190-191).
Düşünen bir topluluk için ayetleri böylece uzun uzadıya açıklıyoruz (Yunus, 10/24).
Düşünen bir topluluk için, muhakkak ki bunda ayetler vardır (Rad, 38/3; Rum, 30/21; Casiye, 45/13; Zümer, 39/42).
Düşünen bir topluluk için, muhakkak ki bunda bir ayet vardır (Nahl, 16/11, 69).
Akl eden bir topluluk için, muhakkak ki bunda ayetler vardır (Nahl, 16/12).
Sana da zikri indirdik ki, insanlara indirilmiş olan şeyi açıklayasın. Ve onlarda belki düşünürler diye. (Nahl, 16/44).
Bu örnekleri insanlara veriyoruz. Belki düşünürler diye (Haşr, 59/21).

Bilindiği gibi, düşünce, ferdin iç veya dış uyaranlar ile zihinsel etkinlikleri arasında kurduğu bağlantıdan ibaret olan düşünme eyleminin ürünüdür.

Düşünme eylemi ise, insanın, duyuları vasıtasıyla dış dünyadan veya kendi iç dünyasından aldığı izlenimleri, zihninde değerlendirmeye tabi tutarak maddi ve manevi konularda sonuçlar çıkarma faaliyetidir.

Düşünme eylemi, hayal, düşünce, hareket, kelime ve kavram gibi semboller aracılığıyla gerçekleşir. Genellikle düşünmenin, beynin bir etkinliği olduğu kabul edilir.

Psikoloji dilinde, bir amaca yönelik zihinsel etkinliğe düşünme denir. Felsefi anlamda düşünme ise, karşılaştırmalar yapma, analiz, sentez ve bağlantı kurma ve kavrama gibi etkinliklerden meydana gelen zihni bir süreçtir.

Düşünce, ferdin zihinsel etkinlikleri ile, dış uyaranlar arasında kurduğu bağlantıdır. Veya bir başka deyişle, insan zihnindeki kavramların, tasavvurların, hayallerin sistemli ve bilinçli hareketidir. Daha geniş anlamıyla, irade de dahil olmak üzere zihnin her türden etkinliği; bir görüş ve hükme sahip olmaktır. Kısacası, her çeşit zihni ve akli etkinliklerin bütünüdür.

Platon’a göre düşünce, ruhun sessizce konuşmasıdır. Aristoteles’e göre düşünce ise, aklın eylemlerinden birisidir, şeklin mahiyetini, ya da akli suretini açığa çıkarır.

Descartes’e göre düşünce, bizde doğrudan doğruya kendiliğimizden fark edeceğimiz şekilde olup biten bütün şeylerdir.

Kant’a göre ise düşünce, zihnin, esas fiili ve kendine özgü eylemi ve hükümdür. Bu nedenle, düşünmek, hüküm vermek demektir. Dolayısıyla düşünmek, idrak etmek, hatırlamak, tanımak soyutlama ve genelleme yapmak, hüküm verme ve delil getirme aşamasına gelmektir.

Türkçemizde düşünmenin karşılığı olmak üzere kullanılan Arapça “fikir” kelimesi, nesneleri bilebilmek için aklım kullanılması olarak ifade edilir ve genel olarak, akli hayatın bütün tezahürleri için kullanılır. Bu bakımdan akli tefekkür (réflexion) ve teemmül (méditation) ile eş anlamlı; sezgi (intıtion) ile karşıt anlamlıdır

Öncelikle mantıklı ve hayali olarak ayırt edilebilen düşüncenin; nesneler, kavramlar veya bilgi kaynakları arasında bağlantı kurma, değerlendirme, hüküm verme, yeni çözümler bulma, ilkeler koyma, tüme varım ve tümden gelim gibi değişik biçimlerine “mantıklı düşünme” denir.

Davranışçı psikologlar, düşünceyi sessiz konuşma olarak ifade ederler. Psikolojik rahatsızlıklar, düşüncenin yapısını ve düşünme sürecini olumsuz olarak etkiler, bazen de bozar.

Materyalizm, genellikle bilinçli düşünceyi ve tüm zihni olayları reddederken; Psychisme, her şeyde bir ruh bulunduğunu savunur. Epifenomenelizm ise, zihinsel olayların beyin olayları ile paralel gittiklerini söylemektedir. Zihni olaylar, kainatta yalnızca hayvanlarda ve insanda görülmektedir.

Dualist veya interaksiyonist teoriye göre, düşünce ve beyin, birbirinden bağımsız; ama sürekli etkileşim içerisinde bulunan iki ayrı bütündür. Fakat buradaki etkileşim, enerji şeklinde değil, yalnızca karşılıklı bilgi akışı şeklindedir.

İnteraksiyonist anlayışta, bilinçli düşünme gibi zihni olaylar, beyindeki sinirsel mekanizmaları, Quantum fiziği prensiplerine göre harekete geçirirler.

Ünlü Fransız beyin cerrahı ve Neuro-Biyoloji uzmanı, J. P. Changeux insan beyninin kendi stratejilerini kendisinin ortaya çıkardığını, olayları önceden tahmîn ederek kendi programını geliştirdiğini bildirir. İnsan beninin (self) bu yeteneğinin, beyin denilen makinenin en önemli özelliği olduğunu ve bu makinenin en üst düzeydeki ürününün de düşünce olduğunu söyler. (Neuronial Man: The Biology of Mind, 1985)

Ona göre biz, uyanık ve dikkatli olduğumuz zaman, yeni fikirler oluşturduğumuz gibi; bunların oluştuğunu da anlarız. Zihni olayları, depo edebiliriz, bunları sonradan hatırlayabilir ve fikirlerimiz arasında bağlantılar kurabiliriz. Bütün dış ve iç dünyamızda olup bitenleri, bilinçli olarak algılayabiliriz.

Bilinç hali, beyin korteksindeki ve hatta tüm beyindeki nöronların sürekli aktivitesini gerektirir. Beyin sapında (Brainstem) bulunan nöronlar, uzantıları ile, bütün beyni etkileyerek uyanıklık ve dikkati sağlarlar. Sinirsel ağlar (Neuronal net-work) üzerinden çeşitli nöron grupları birbirileriyle etkileşir ve neticede ortaya çıkan oluşum, bilinci meydana getirir.

Bilinçli olarak yapılan hareketlerde, beynin motör bölgelerinde kan akımının arttığı gözlenmektedir. Bir hareketi düşünmek, yani zihni amaçlama, bu bölgedeki binlerce nöronun deşarj yapmasına sebep olmaktadır.

Din ve Düşünce konusunu ele alan bu kitap, 2000-2006 yılları arasında günlük gazetelerde yazdığımız kısa yazılardan oluşmaktadır. Yıllar önce kaleme alınmış olan bu yazılarda, bu gün de ülkemizin ana gündemini teşkil eden sorunlar yumağının irdelenmiş olması ve yapılan tespitlerin, ortaya konan değerlendirmelerin, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen hala geçerli olması, bizi, bu yazıları yeniden derleyip toparlayarak yayınlamaya sevk etti.

Yararlı olursa, kendimizi mutlu sayarız.

Prof. Dr. Bekir Karlığa

Birinci Bölüm
DİN ve DÜŞÜNCE

Din ve Düşünce

Doğuda ve batıda sağduyulu herkes kabul etmektedir ki iki binli yıllar, bilimin olduğu kadar inancın da egemen olduğu yıllar olacaktır. Özü itibariyle bilim ile inanç aynı ortak kaynaktan beslenmektedirler. Çünkü her ikisi de kabul ve güven esasına dayanmaktadır. Zaten çoğu bilim adamları artık bilgiyi “suje-obje ilişkisi” şeklindeki klasik tanımdan çok, “doğrulanmış inanç” olarak tanımlamaktadırlar. Yani doğru bilgi ile gerçek inanç, ortak kökenlidir. Dolayısıyla bu ikisi arasında bir çatışmanın olmaması lazım gelir. Eğer bu ikisi arasında bir çatışma söz konusu ise, o zaman bilgimizi ve inancımızı tekrar tekrar test etmemiz gerekir. Muhakkak bir yerde yanlış yaptığımız için bu çelişik durum ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ya bilgimiz doğru ve yeterli değildir, ya da inancımız sağlıklı olmadığından gerçeği yansıtmamaktadır.

Aslında bizim, yeni bir binyılda bilgi kavramımızı ve bilim anlayışımızı da, inanç sistemimizi ve din telakkimizi de yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bugünkü dünyanın şartlarını göz önüne alarak yapacağımız bu yeniden gözden geçirme ameliyesi, şüphesiz ki bazı ağızlarda çiğnene çiğnene bitirilemeyen “dinde reform” jargonundan da, Pozitivist bir yaklaşımla ağızlardan düşürülmeyen geçen yüzyıldan kalma “din-bilim çatışması” söylemlerinden de çok farklıdır. Yüzyıllar boyu üst üste binerek ağırlaşan âdet ve alışkanlıkları din diye sarıp sarmalayarak dokunulmazlık zırhına büründüren geleneksel yaklaşımlardan yakamızı kurtararak gerçek dinin özünde mevcut bulunan aydınlığı yeniden yakalamamız gerekir

Sorunlarımızın dini boyutu kadar toplumsal, kültürel, entelektüel ve ahlaki boyutu da önemlidir. Zaten meselelerin bu boyutunu sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutmadan öteki boyutlarını kavramamız ve uygun çözümler üretmemiz mümkün değildir.

Din, hayatımızı yönlendiren bir olgudur. Dolayısıyla bizim tabiatımızın ve varlık yapımızın olmazsa olmaz bir öğesidir. Aydınlarımızın, geçen yüzyıldan kalma alışkanlıklarını bir kenara bırakarak din olgusunu daha sağlıklı biçimde ele alıp değerlendirmelerinin ve ona göre bir tavır belirlemelerinin zamanı gelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Komünizm’in çökmesi bir yandan, 11 Eylül olayları diğer yandan bu gerçeği, daha katı ve keskin şekilde gözlerimizin önüne sermiş bulunmaktadır.

Son yıllarda bilimdeki baş döndürücü gelişmeler de daha az ilginç değildir. Bir yandan bilişim teknolojisindeki başarılar, Marshall Mc Luhan’ın deyişiyle “dünyamızı, global bir köy” haline dönüştürdüğü gibi, gen teknolojisindeki gelişmeler ve canlıların kopyalanması, bütünüyle bilgi sistemlerimiz kadar, ahlak anlayışımızı da altüst edecek bir konuma gelmiştir.

Bilgi sistemimizin yeniden yapılandırılması esnasında, Modernite ile başlayan dini yadsıma ve yok sayarak çözümler üretme açmazından da kurtulmamız gerekecektir.

Ortaçağda kilisenin içine düştüğü dogmatizm ve buna bağlı olarak geliştirdiği engizisyon uygulamaları, özgür düşüncenin önüne taştan duvarlar örmüştü. Rönesans ve Reform hareketi bu baskıcı uygulamalara bir nevi başkaldırı niteliğindeydi. Aydınlanma ise, kilisenin dogmalarına karşı aklın özgürleştirilmesini amaçlıyordu. Bu nedenle o dönem düşünürlerinin geliştirdikleri din karşıtı tavırlar, aslında kilisenin uygulamalarına karşı tavırlar idi ve haklı gerekçeleri vardı. Ama bu gerekçeler artık günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Özellikle ikibinli yıllarda geçmişin bu karanlık dolambaçlarında gezinerek, geleceğin aydınlık ufuklarını karartmaya kimsenin hakkı yoktur.

Aydınlık yarınlarımız; iman ile bilgi, din ile bilim, vahiy ile akıl, ilahiyat ile felsefe, kısacası duyularımızla kavradığımız dünya ile duyular ötesi alem arasında kuracağımız sağlıklı ilişkiye bağlıdır.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İslam ve Düşünce
  • Kitap AdıDin ve Düşünce
  • Sayfa Sayısı320
  • YazarProf. Dr. Bekir Karlığa
  • ISBN9786056289477
  • Boyutlar, Kapak13x23, Karton Kapak
  • YayıneviMahya Yayıncılık / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Din ve Medeniyet ~ Prof. Dr. Bekir KarlığaDin ve Medeniyet

    Din ve Medeniyet

    Prof. Dr. Bekir Karlığa

    Güçlü ve uzun ömürlü medeniyetler, akıl ile vahiy, din ile bilim arasında kurulan sağlıklı ilişkiler üzerinde boy salıp gelişirler. Dolayısıyla medeniyet algısı, din ile...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur