Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Din
Din

Din

Thomas A. Tweed

Çağdaş dünyada dinin küresel varlığı nedir? Din günümüzde neye karşılık gelmektedir? Dinin toplumsal rolüne dair farklı bakış açıları nelerdir? Din dünyanın güncel sorunlarına ve…

Çağdaş dünyada dinin küresel varlığı nedir? Din günümüzde neye karşılık gelmektedir? Dinin toplumsal rolüne dair farklı bakış açıları nelerdir? Din dünyanın güncel sorunlarına ve bunların çözümlerine nasıl bir yaklaşım sergiler?

Din, insanların yaşamında önde gelen bir role sahip. Dünyanın dört bir yanında milyarlarca insan bir inancı benimseyip yaşamlarını buna göre sürdürür. Din, insanların birçoğunun kim olduklarına ve kim olmak istediklerine dair tavırlarını şekillendirir. Ayrıca kimlerin özel bir nüfuza sahip olup olmayacağına, kimlerin iktidara gelip gelmeyeceğine etki edebilir. Yahut bir yandan adaletsizliği kutsayıp bir yandan da adaletsizlikle savaşıyor olabilir. Hukuku ve ekonomiyi etki altına alabilir. Çevreye zarar verilmesinde veya onun eski haline getirilmesinde pay sahibi olabilir. Dinler milyarlarca insanın yaşama şekli üzerinde belirleyici bir rol oynar. Dolayısıyla günümüzde insan yaşamına dair bu önemli etkeni anlamak daha büyük bir önem arz etmektedir.

Yazar Thomas A. Tweed toplumdaki bu etkili ve kalıcı gücü incelerken eski insan toplulukları arasında dinin ilk işaretleriyle başlayıp modern bireylere ve günümüzün küresel eğilimlerine dek ilerliyor. Thomas A. Tweed, dünya çapında varlık gösteren din olgusunu ustalıkla incelerken, onun silahlı çatışmalardan iklim değişikliğine kadar çağdaş siyasi ve çevresel sorunları hem şiddetlendiren hem de yatıştıran rolünü ele alıyor. Yazar, dinin tarihi rolü ve günümüz dünyasındaki karmaşık işlevi hakkında tarafsız, özlü bir genel bakış sunuyor.

*

ÖNSÖZ

Din Neden Önemli?

Küreselleşme etkisinin giderek güçlendiği ve iki karşıt eğilimin aynı anda işlediği -dinin aynı anda hem insanları bir araya getirdiği hem de birbirinden ayırdığı, bu tarihsel dönemde, yaşadığı dünyadan haberdar olmaya niyetli herkesin dini iyi anlaması gerekiyor. Dini ilgi çekici bir konu olarak görüp görmemeniz ya da içinde yaşadığınız toplumun gitgide seküler bir karakter kazanması önemli değildir. Önemli olan dünya genelinde milyarlarca insanın bir dine inanması ve buna göre hareket etmesidir. Din insanların doğumlarını, ölümlerini, ne yediklerini, ne giydiklerini, nasıl evlendiklerini, nasıl çocuk büyüttüklerini belirliyor. İnsanların kim olduklarına ve kim olmak istediklerine dair varsayımlarını şekillendiriyor. Din ayrıca kimin özel bir nüfuza sahip olup kimin olmadığını, kimin iktidara sahip olup kimin olmadığını da tanımlıyor. Bir yandan adaletsizliği kutsayıp bir yandan da onunla savaşıyor. Ülke sınırlarını çiziyor. Hukuku, ekonomiyi ve ülke idaresini etkiliyor. Çevreyi yok ediyor veya eski haline getiriyor. Savaşlar başlatıp bitiriyor. Siz farkında olun veya olmayın, dinler milyarlarca insanın hayatı yaşama şekli üzerinde rol oynuyor. Dolayısıyla bize de günümüzde insan yaşamına dair bu önemli etkeni anlamak düşüyor.

Bu noktaya kadar dinin önemli olduğuna ikna olmadıysanız bile kitabın sonuna gelene dek fikrinizin değişeceğini umuyorum. Peki dinin önemli bir etken olduğunun zaten farkında olan birinin başka neleri bilmesi gerekir? İşte bu kitabı tasarlarken aklımda bu soru vardı. Din konusunda her şeyi bilmeniz gerektiğini düşünmediğim için Samuel Purchas’ın 1613 yılında yazdığı, Dünyadaki Meseleler ve Yaratılıştan Bugüne Dek Bütün Devirlerde ve Yerlerde İnanılan Dinler gibi oldukça iddialı bir alt başlık koyduğu kitabını örnek almayacağım. Daha ziyade bazı “devirlere ve yerlere” odaklanacak, hikâyeyi umduğunuzdan belki biraz daha erken bir noktadan başlatıp “bugüne dek” getireceğim.

Tabii dinin ne olduğunu ve insanların yaşamında şimdiye dek ne gibi işlevler gösterdiğini de bilmek gerekiyor. Din yalnızca Kitabı Mukaddes veya Kuran gibi kutsal kitaplarla ilgili bir şey olmadığından, dinin farklı dışavurum yöntemlerini -iletişim ve ulaşım teknolojilerinin dinin aracılık etme biçimini nasıl değiştirdiği de dahil ederekele almak önemlidir. Kağnı dini de var uçak dini de, matbaa dini de var bilgisayar dini de. Bu bize dinin zaman içinde değiştiğini anımsatır. Gelişim aşamalarına sahiptir. Bazıları dinin her devirde ve her yerde aynı olduğunu veya dünyanın tüm belli başlı geleneklerinde hak dininin temelinde yatan bir öz olduğunu ileri sürer. Gerçekten de dünya dinleri arasında bazı devamlılık ilişkileri var ama dinin uzak geçmişte ne şekilde ortaya çıktığını ve tarih boyunca -örneğin insanların toplayıcılıktan tarıma, fabrikalara, fiber optik teknolojilere geçmesi gibi yaşam biçimlerini derinden etkileyen geçiş süreçlerindene gibi değişikliklere uğradığını biraz bilmekte fayda var.

Tabii ki dinin bugünkü durumuna dair bir şeyler de bilmek lazım. Dinin küresel sorunların gerek çözümünde gerek derinleşmesinde ne gibi bir rol oynadığını, dindarların başka dinlere inananlarla girdiği bazen dehşet verici bazen ümit verici etkileşimlerden haberdar olmamız lazım. Son olarak da dinin bizi birbirimizi katletmeye zorlayacağına dair distopyacı, karanlık öngörülerin yanı sıra dinin bugün yaşadığımız sorunların çözümünde önemli bir rol oynayabileceğini öne süren daha iyimser, ütopyacı bakış açılarını bilmek gerekiyor.

1

Din Nedir?

Din önemli bir şeyse, tanımları da önemlidir. Tanımların pratik çıkarımları ve gerçek hayatta yaşanan etkileri vardır. Örneğin hukuk ve siyaseti ele alalım. Anayasaların pek çoğunda din sözcüğü geçer. ABD Anayasası’nın Birinci Değişiklik Maddesi “Kongre … dini bir kuruma ilişkin herhangi bir yasa yapmayacaktır,” der ve değişikliğin ikinci maddesi de “ibadet özgürlüğü”nü koruma altına alır. ABD’ninken sonra en eski anayasa metni olan 1814 tarihli Norveç Anayasası da “ibadet özgürlüğü”nü koruma altına alır ancak belli bir inancı, Evanjelik Lutheryan Kilisesi’ni devlet dini olarak kabul eder. Çoğulcu bir yapıya sahip olan, on kişiden dördünün Budist olduğu Singapur’un anayasasında “herkesin dinini ifade ve icra etme ve yayma hakkı vardır,” denir. Büyük bir inanç çeşitliliğine sahip olan, Hinduizm, Budizm, Sihizm ve Cainizm inançlarının beşiği Hindistan’ın anayasası “inanç özgürlüğünü ve dinini ifade etme, ibadet etme ve dinini yayma özgürlüklerini” güvence altına alır. Kanada Haklar ve Özgürlükler Beyannamesi de vicdan özgürlüğüne işaret ederek “din ve vicdan özgürlüğü”nün koruma altında olduğunu ifade eder. Aynı şekilde Japonya anayasası “din” özgürlüğü taahhüdü verirken başka ülkelerin anayasa metinlerinde, örneğin Brezilya’da, “ibadet” sözcüğü veya Almanya’da “dinin icrası” ifadesi geçer.

Ancak neyin din sayılacağı, neyin ibadet kabul edileceği her zaman açık değildir. Bunların nasıl belirleneceğine dair bazen ateşli tartışmalar yaşanabiliyor. Tanıma ilişkin anlaşmazlıkların topluma etkilerinin gözüme ilişmesi, bilirkişi olarak görev yaptığım bir ABD mahkemesinde dinin ne olduğunu tanımlamam istendiğinde mümkün oldu. Dava Florida’daki bir sanığın; kökleri Batı Afrika’ya dayanan ve hastalıkları iyileştirmek, insanları kazadan beladan korumak ve geleceği görmek için kullanılan Afrika ibadet pratiklerini icra etmesi hakkındaydı. İddiaya göre sanık suç işleme hazırlığı içindeydi; bir kadın efsuncuya -ritüel uzmanına gitmiş ve yanlarındaki masaya arasına para sıkıştırdığı bir Kitabı Mukaddes bırakmış, sonra da tavsiye istemişti. 1930’lu yıllarda folklorist Zora Neale Hurston, Güney Carolina kırsalında kendi tabiriyle Afrikalı bir “bitkisel şifacının” benzer bir ritüel gerçekleştirdiğini kayda geçirmişti. Bunu bildiğim için mahkemede bu gibi pratiklerin tarihte yerinin olduğunu ve genel tabirle din olarak anlaşılabileceklerini dile getirdim. Savcılık makamı ve sonradan anlaşılacağı üzere hâkimbunların dinsel pratikler olduğu kanaatinde değildi, dolayısıyla sanığın efsuncuya söylediklerinin din insanları arasında gerçekleşen ve mesleki mahremiyet ilkeleri kapsamında değerlendirilebilecek ifadeler olmadığına karar verdiler.

Sanığın masum olduğuna inandığımdan bir doğrulamada bulunmadım. Hiçbir kanım yoktu. Anayasal bir ilke mevzubahis olduğu için mahkemeye kanaatimi bildirmeyi kabul etmiştim, böylelikle din konusundaki kamusal tartışmaya küçük de olsa bir katkıda buluna-

bileceğimi düşünmüştüm. Ben ifade verirken duruşmaya verilen ara sırasında avukatların kendi aralarındaki konuşmalarından kulağıma takılanlara bakılırsa pek başarılı olduğum söylenemezdi. Duruşma salonuna geri dönmeden önce iddia makamı vekillerinden birinin verdiğim ifadeye dair şunları söylediğine tanık oldum:

Mavi takım elbiseli adam koridorda ilerlerken yanındakine “Adam neler diyor öyle yahu?” dedi. Meslektaşı şaşkınlığını gizleyemeyen bir sesle “Hakikaten tuhaf. Bu da mı dinmiş yani?” diye yanıtladı.

O sırada benim yakınlarında olduğumu fark edip lafı toparlamaya çalıştılar, sonuçta az sonra beni tanık kürsüsünde sorguya çekeceklerdi.

“Tabii çok ilginç, çok ilginç,” dedi başsavcı.

Aslında böyle düşünmüyordu. Söz konusu ritüeli kapsamına alan -ve sanığı aklamaya yarayan her türlü tanımın gülünç bir şekilde, hatta trajedi derecesinde hatalı olduğuna inanıyordu.

Bahsettiğim bu yargılamada Afrika, Asya ve Amerika kıtalarındaki kadim halkların uzun zamandır süregelen gelenekleriyle büyük ortaklıklar taşıyan yerel pratikler, birtakım üstü kapalı varsayımlara dayanılarak din çerçevesinin dışında kabul edildi. Anlaşıldığı kadarıyla iddia makamı ve hâkim, dinin resmen yerleşmiş bir uygulamaya ve kilise, sinagog veya cami gibi ibadet mekânlarına sahip olması gerektiğini varsayıyordu. Yahut belki de efsuncunun masasına konan Kitabı Mukaddes’i hesaba katmayarak, söz konusu pratiğin “Kitap Ehli” denen geleneklerle (Yahudilik, İslam ve Hıristiyanlıkla) ya da dünyanın büyük dinleri listelerinde yer alan Taoizm, Konfüçyüsçülük (Çin);

Budizm, Cainizm ve Sihizm (Hindistan) gibi geleneklerle herhangi bir ortak yanı olmadığını düşünmüşlerdi. Halbuki bu gibi listeler zaman içinde farklılaştı ve kültürden kültüre değişti. Örneğin on dokuzuncu yüzyıldan bu yana kimi yorumcular, Budistlerin kişileştirilmiş bir yaratıcıya inanmaması ve Konfüçyüsçülerin kilise türünden kurumlar oluşturmaması gerekçesiyle Budizmi ve Konfüçyüsçülüğü bu gibi listelere dahil etmemişlerdir. Bu gibi dahil etmeler ve hariç tutmalar, dinin ne olduğuna dair daha temel varsayımlara dayanmaktaydı. Dolayısıyla bu daha geniş kategori üzerine ve tanımlamaların -mahkeme salonlarıyla sınırlı olmayan sonuçlarına dair düşünmemiz gerekiyor. Yasa yapıcıların yasa yapmak için fayda sağlayan bir tanımı bazen ödünç alması veya oluşturması gerekir; okul yöneticisi, cezaevi yetkilisi, hastane başhekimi gibi başka uzmanların ve inanca dair farklı pratiklerle ilgili hizmet vermek zorunda olan diğer kişilerin de kılavuz olarak kullanmak üzere bu tür tanımlara ihtiyacı vardır.

Dini Tanımlamanın Zorluğu

Uzmanların karşılaştığı sorunlardan biri çok fazla din tanımının olması. Hatta bu tanımlar o kadar fazla ki, bazı düşünürler böyle bir tanımlama yapmaya bile kalkışmamak gerektiğini savunuyor. Modern Batı’nın düşünürleri dinin ne olduğuna dair birbiriyle çelişen görüşler öne sürdüler ve on dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibaren dinin akademik alanda daha çok ele alınmasının sonucunda tanımların sayısı daha da arttı. 1901 yılında Amerikalı din psikoloğu James Leuba, hiç kimse fikir birliğine varamadığından tanım arayışını terk etmek gerektiğini söylüyordu. O zamana kadarki tanımların “ileri derecede çelişkili” ve “muazzam ölçüde çeşitli” olduğunu belirtiyordu. Bu görüşü savunmak için daha sonra kırktan fazla tanıma yer verdiği bir yazı …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur