Tılsımlı hikâyeler seçtik size! Hem kendimizi ve dertlerimizi anlatacağız hem de sizin dertlerinize ortak olacağız. Kadim topraklardan bize miras kalan hikâyeler bunlar. Çin, Hint, Anadolu, Fars, Acem sözlerini devşirdik, okuduk, ağladık, derledik, yazdık.
Yazdıkça içimizde büyüyen düğümü, sen çözeceksin okudukça. Aynı satırlarda gülümseyip, aynı satırlarda hüzünleneceğiz belki.
Kimi zaman kendimize bile söyleyemediklerimizi söyleteceğiz birbirimize. Bazen ben senin dilin olacağım, bazen de sen benim kalemim.
Birlikte içimiz ısınacak…
Birlikte güleceğiz…
Birlikte hissedeceğiz hikâyelerin tılsımını…
***
İçimdekiler
Sana Önsöz / 7
Aynalı Baba / 9
Gerçek Cömertlik / 13
Padişah Kızı / 15
Üslup Farkı / 19
Kayıp Eşek / 21
Tavus Kuşu / 22
Şahın Zulmü / 25
Adalet Davası / 27
Korkak Fare / 28
Kerpiç Ustası / 29
TılsımlıAt /31
Konuşan Ok / 34
Sinek ile Bal / 35
Gül Ve Zehir / 36
Bir Kese Altın / 38
Taşile Kerpiç / 40
Sadık Mürit /41
Berberin İsteği / 42
İlim Cevheri / 44
Suya Düşen Âşık / 45
Kapı Kulu / 46
Suyun Kıyısında / 48
Gizli Yüzük / 49
Kan Diyeti / 50
ArifKimdir? / 53
Gözdeki Perde / 54
Altından Öğüt / 55
ÇanaktakiYazı / 56
ÇocukTerbiyesi / 57
Zalimin Yüzü / 58
Aşçının Kepçesi / 59
Fakir Adam / 60
Kölenin Ekmeği / 62
TamahkârTacir / 63
Padişahın Ömrü / 66
Hırs / 74
Âlimin Aşkı / 78
Âbı Hayat / 82
Hüma Kuşu / 84
Dört Hediye / 86
Akıllı Deli / 91
Şehzade ile Derviş / 92
Mektup / 98
Çin Padişahı / 99
Boyalı Çakal / 105
Dört Mühür / 107
Sadık Dost / 109
Tüccarın Eşeği / 111
Peri Kızı / 112
Serçenin Öğüdü / 116
Hükümdar / 118
Zararsız Kedi / 120
Güzel Yüz / 122
Ejderhanın Sorusu / 123
Zengin Ama Ahmak /131
Saadet Nedir? / 132
Öyleyse Bekle / 134
Vefasız Dünya / 135
Hizmetin Bedeli / 136
Aslan ile Maymun / 137
BilgeileÂşık / 141
Cariyenin Peşinden /143
Zeki Şair / 146
Keskin Kılıç /147
Külhancı / 148
Anılacak Söz / 150
Can Korkusu / 151
Sayılar / 154
KiralıkAğlayıcı/ 156
CimriZengin / 157
Değirmenci / 158
Padişaha Yakışmaz /162
SemaAyini / 163
Kuşların Dili /164
Geyikli Baba / 171
Asıl Körlük / 173
Senin Gibi / 174
AslanınAğzı / 175
Mecnun’unDuası / 176
SırlıAsa / 178
Zahit / 179
Yersiz Gülmek / 181
Genç Nedim / 182
Korkunun Sebebi / 184
Ne Güzel Cevap / 185
Kendini Tenkit / 186
BirMeczup / 187
Kaynaklar / 189
Sana Önsöz
Eğer bu satırları okuyorsan umuyorum ki uzun zamandır birbirimize aşinayız. Benim yazma tutkum ile senin okuma arzun birleşti ve sonunda bir sevda tutuştu aramızda.
Birbirimizin gözlerinin içine bakarak konuşmasak da yüreklerimizle, ruhlarımızla konuşup anlaşıyoruz. Kimi zaman benim kalemimden çıkmış kelimelerde kimi zaman büyük ustaların hikâyelerinde aynı derdi paylaşıyoruz. En iyi sen biliyorsun beni; yazarken ve bu hikâyeleri senin için seçerken hissettiklerimi sen de okurken hissediyorsun.
Fuarlarda, söyleşilerde karşı karşıya geldiğimizde bana soruyorsun ya, neden yazıyorsun, diye… İşte bu sebeple yazıyorum; ikimiz için. Kendimi, dertlerimi anlatmak, senin derdine ortak olmak için yazıyorum. Yazdıkça arınıyorum, saflaşıyorum ve sana daha çok yaklaşıyorum.
İlişkimiz sadece sözcüklerle sınırlı değil, biz çok daha özel bir şeyi paylaşıyoruz seninle. Kimi zaman kendimize bile söyleyemediklerimizi söyletiyoruz birbirimize. Bazen ben senin dilin oluyorum, bazen de sen benim kalemim. Bu sebeple ismini, cismini, kim olduğunu bilmesem de bizi birbirimize bağlayan sözcüklere aşkımız, gizlediğimiz sırlarımız ortak. Seninle sonsuza dek süreceğini umduğum bir dostluğu paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.
Yine tılsımlı hikâyeler seçtim sana, kadim topraklardan bize miras kalan. Çin, Hint, Anadolu, Fars, Acem sözlerini devşirdim, okudum, ağladım, derledim, yazdım.
Yazdıkça içimde büyüyen düğümü sen çözeceksin okudukça. Aynı satırlarda gülümseyip aynı satırlarda hüzünleneceğiz belki. Sen bu kitabın sayfalarını her çevirdiğinde benim yüreğimde küçük bir meltem esecek. Bileceğim ki uzakta bir dost bana el sallamakta. Sen de bil ki, allı turnalar kanatlarında selamımı taşımakta.
Fatma Burçak
Aynalı Baba
Aynalı Baba, Hamdun’un dükkânının önündeki iskemleye oturdu. Hamdun marangozdu, güler yüzlü ve çalışkan bir adamdı. Derhal en küçük çırağını kahve almaya gönderdi ve elindeki tahtayı rendelerken şöyle dedi:
“Baba! Bir marangoz boş durmakla ve çene çalmakla vaktini geçirmemelidir. Kusurumuza bakma. İçeride gördüğün iki kalfa ve demin giden çırak oğullarımdır. Beni işten uzak, ağzım laf yaparken görürlerse kötü bir örnek olur. Bir yandan çalışıp bir yandan da seninle muhabbet edebilirim.”
Diğer tezgâhların önünde duran iki gürbüz genç, kollarını sıvamış, işleri ile meşguldüler. Kahve almaya giden çırak da talaş ve yongaları çuvallara dolduruyordu.
Aynalı Baba sordu:
“Allah bağışlasın. Demek üçü de senin oğlun.”
Hamdun iftiharla cevap verdi:
“Evet. Üçü de oğlumdur. Büyüğü yirmi yaşına girmek üzere. Memleketin en mahir ustalarından biri oldu. Hatta kendi kendine benim dahi bilmediğim zeytin işlerini, kabartma ve oymacılığı da öğrendi. Hâlen kendisine bir mecidiye gündelik veririm.”
Aynalı Baba hayret etti.
“Ya! Gündeliği kimden alıyor?”
“Elbette benden alıyor. Farz et ki oğlum yok. Dükkânımda bir usta çalıştıracağım. Maharetli bir usta günde bir mecidiye almaz mı? Ben dışarıdan adam alacağıma kendi oğullarıma iş veriyorum.”
Yine sordu:
“Bir baba oğullarına yevmiye verir mi?”
Hamdun dedi ki:
“Bir çocuk babasının yanında gündelik almazsa ne iş öğrenir ne de iş çıkarır. Baştan savma çalışır. Zira babası kendi babası olduğu için değil, belki el emeği için kendisini besliyor hislerini taşır. Bir de para kazanmayı ve kıymetini öğrenir. İşte bu sebeple ben de oğullarıma yevmiye veriyorum.
Ortanca oğlum on kuruş alır. Yalnız artık maharetli bir kalfa olduğundan haftalığını yakında on beş kuruşa çıkaracağım. Küçük oğlan hâlâ benim rahmetli ustamdan aldığım gibi yirmi para alıyor. Çok çalışkan ve müteşebbistir, zannımca abilerine üstünlük sağlayacak gibi görünüyor. Hakkı bir kuruş olsa da iki keredir dikkatsizliğinden elini kesiyor, ben dikkatsizleri sevmem. Eğer bir daha elini kesmezse kuruşu hak edecek.”
Aynalı Baba, dinlediklerinden hayrete düştü ve dedi ki:
“Öyleyse ev masrafını da müşterek yapıyorsunuz.”
Hamdun da anlattı:
“Olur mu öyle şey? Farz et ki oğlum yok. O vakit ev masrafına kalfa ve çıraklarım mı iştirak edecek? Ya da pek çok kimsenin olduğu gibi evlatlarım kendi başlarına para kazanmaktan aciz olsalar nasıl masrafa iştirak ederler? Oğullarım kazandıklarını biriktirirler. Büyük oğlumun bir hayli sermayesi birikti, yakında ona bir dükkân açacağım yahut işime ortak edeceğim. Ve evlendireceğim ki, torunlarımla da ev şenlensin. Sonra nasipse ikinci ve üçüncüye…”
Aynalı Baba, Hamdun’un zengin olduğu kanaatine vardı.
Hamdun ise çocuklarına kollarını kaldırmalarını söyledi ve Aynalı Baba’ya şöyle cevap verdi: “İşte sekiz kolumuz var. Sen bu zenginliği az mı görürsün?”
Şöyle devam etti:
“Bilir misin dede, ben yirmi yaşında evlendim. O zaman günlüğüm yedi kuruştu. Bir yıl sonra büyük oğlum doğduğunda ustam günlüğümü on beş kuruşa çıkardı. Bana yol gösterdi. O günden beri günlüğümden bir buçuk kuruş oğlum için, üç kuruş hastalık hâlinde çalışamayacağım zamanın masrafı için, on para fakir fukaraya yardım için, üç kuruş sermaye için, iki kuruş ev kirası için ve diğer masraflar için ayırırım. Beş kuruş da bize bolbolyeter.”
Aynalı Baba başını salladı ve dedi ki:
“Bu tertipli hayata şaştım kaldım. Senin ustan çok iyi bir adammış.”
Hamdun gözlerinden yaş gelerek ustasını yad etti.
Aynalı Baba, bu kez de Hamdun’a ev hayatını sordu merakla ve marangoz anlattı:
“Erken kalkarız, yaz ve kış yüzümüzü soğuk su ile yıkar, birer kahve içeriz. Ailece biraz konuşur, birer tas çorba içer, dükkânımızı açarız. İçimizden biri gerekenleri alır, eve götürür. Ben herkese o günkü işini dağıtırım. Öğlene doğru küçük oğlan eve gider, yemeğimizi getirir. Karnımızı doyurduktan sonra bir gazete alırım. Büyük oğlum göz atar, mühim taraflarını bana okur. İsteyen dinler, isteyen uyur.
Akşam dükkânı kapar, şehirde biraz gezer, eve döneriz. Muntazam yaşarız ve kolay hastalanmayız. Halimiz böyledir. Şükürler olsun.”
Aynalı Baba ayağa kalktı, oğulları gelip elini öptü ve giderken onlara saadet, sıhhat, uzun ömür diledi.
Gerçek Cömertlik
Cömertliğiyle nam salmış Hatem’e sordular:
“Senden daha cömert birini gördün mü?” Hatem anlattı:
“Öksüz bir çocuğun evine gitmiştim. Beş tane koyunu vardı. Beni görünce hemen birini kesti, pişirip önüme getirdi. Koyun kebabının bir parçası hoşuma gitti. ‘Kebabın bu parçası pek tatlıdır’ dedim.
Çocuk dışarı çıktı. Bütün koyunları kesmiş, hoşuma giden o yerlerini pişirip önüme getirmişti. Ancak ben bu hâli bilmiyordum. Atıma binerken evin dışında akan kanı gördüm ve sebebini sordum.
Çocuğun bütün koyunlarını kesmiş olduğunu söylediler. Çok şaşırdım. Onu ayıplayarak neden böyle yaptığını sordum.
Dedi ki:
“Nasıl olur da ben senin hoşuna giden bir şeye sahipken onu senden esirgerim!”
Sonra Hatem’e dediler ki:
“Bu ikramın karşılığında sen ne yaptın?”
“Üç yüz deve ile beş yüz koyun verdim fakat yine de ona yetişmiş sayılmam. Zira o nesi varsa vermişti, bense servetimin ancak bir kısmını verdim. İşte gerçek cömertlik onunkidir.”
Aşk, söylenmesi elde olmayan öyle bir sırdır ki iki yüz kat perde arkasına dahi gizlenemez.
Padişah Kızı
Sistan şehri padişahının üç veziri vardı. Birinci vezirin Mahmure adında bir kızı, ikinci vezirin Ayas adında bir oğlu vardı. İki baba bir araya gelip çocukları için söz kestiler.
Çocuklar da birbirlerini sevmekte idi. Zaman geçti, çocuklar büyüdü, evlilik zamanı geldi. İki vezir baş başa verip düğün dernek hazırlıklarına başladılar. Bu sırada üçüncü vezirin hanımı vefat etti. Vezir de bir süre sonra padişaha geldi ve dedi ki:
“Eşimin ölümü ile perişan oldum. Evimi çekip çevirecek kimsem de yoktur. Padişahım ferman buyursun, büyük vezir kızı Mahmure’yi bana versin. Hem ahvalim düzelir hem de rahata kavuşacağımdan devlet işlerinde daha faydalı olurum.”
Padişah bu isteği münasip gördü ve hemen birinci veziri çağırıp kızını üçüncü vezire vermesini ferman buyurdu. Birinci vezir hürmetinden durumu anlatamadı. Padişahın emrini kabul etti.
Ayas bunu duyunca kederden perişan oldu, ölecek hâle geldi. Ayaş’ın kendinden küçük Salim adındaki kardeşi de üçüncü vezirin Selime adındaki kızına aşıktı. İki kardeş bir araya gelip dertlendiler. Ayas dedi ki:
“Biraderim, ölesiye sevdiğim Mahmure’yi küçük vezir alacak. Ya buralardan gideceğim ya da canıma kıyacağım. Lâkin tek dileğim Mahmure’yi dünya gözüyle son kez görebilmektir.”
Salim de şöyle cevap verdi:
“Haklısın. O aşk ki insanı deli divane eder. Sen de benim hâlimi biliyorsun. Üçüncü vezirin kızına aşığım. O da beni seviyor. Sen buradan uzaklaşmak istediğine göre ben de peşinden gelmeliyim. Allah’ın takdiri böyleymiş. Sen de tahammül göster, âlimler ve hâkimler demişler ki geceler sabaha gebedir.”
Ayas da şöyle dedi:
“Kardeşim söylediklerin doğru da olsa bu iş padişahın emri ve arzusudur. Bu derdin dermanı yoktur. Benim için tek yol Mahmure’min yüzünü son kez görüp vedalaşmaktır. Onun da beni hâlâ sevip sevmediğini anlarım böylece. Sonra ölsem de gamyemem.”
Salim ona dedi ki:
“Bu dediğini yapmak kolaydır. Bilirsin, zifaf gecesi gelin içeri girince güveyi dışarı çıkarırlar. Kızı tek başına Âşık Resan Dede’nin mezarına doğru bırakırlar. Kız orada iki rekât namaz kılıp dua eder ki kocasıyla mutlu olsun. İşte bu vakit en münasip vakittir. Sen önceden gidip türbeye saklanırsın. Mahmure geldiğinde onunla vedalaşırsın. Sonra bakalım Allah ne gösterir?”
Ayas bunu kabul etti. Zifaf gecesi Mahmure türbeye geldi. İki rekât namaz kıldı, ellerini açıp dua etti ve Allah’tan vezirden kurtulup Ayaş’a nasip olmayı diledi. Ayas ise sevdiğinin bu sözlerini duyunca bulunduğu yerden sıçrayıp hemen kendini gösterdi. İki çaresiz sevgili birbirlerine sarıldılar. Mahmure dedi ki:
“Ayas, ağlayıp inlemekle bu iş olmaz. En iyisi bir çare düşünmektir.”
Bu esnada Salim de düşündüğünü söyledi: “Eğer kabul ederseniz ben bir çare düşündüm. Mahmure ile ben giysilerimizi değiştirelim. Ben gelin kılığında vezirin sarayına gideyim. Özür bahane ederek bir iki gün veziri kendimden uzak tutayım. Siz de bu arada şehirden çıkın. Eğer vezirin elinden kurtulabilirsem ben de size kavuşurum. Kurtulamazsam siz muradınıza ermiş olursunuz. Hem ben sarayda iken Selime’yi de görmüş olurum. Onu gördükten sonra ölsem de olur.”
Mahmure ve Ayas başka çareleri olmadığını düşünüp bu çareyi uygun buldular. İki aşık birlikte kaçarken Salim de vezirin sarayına gelin kılığında gitti. Veziri çeşitli bahanelerle kendinden uzak tuttu.
Bu durumdan usanan vezir, durumu kızı Selime’ye anlattı ve ondan gelini alıp ona nasihat etmesini istedi. Selime de Mahmure sandığı Salim’i alıp odasına götürdü. Geline nasihat
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları
- Kitap AdıDile Benden Ne Dilersen
- Sayfa Sayısı200
- YazarFatma Burçak
- ISBN9786055354527
- Boyutlar, Kapak11,5x21, Karton Kapak
- YayıneviCarpe Diem Kitap / 2012
Aynı Kategoriden
- Gençlerle Başbaşa ~ Ali Fuad Başgil
Gençlerle Başbaşa
Ali Fuad Başgil
Ali Fuad Başgil’in bu eseri, yayınlandığı günden bu yana defalarca basılmış ve her nesile ayrı ayrı seslenmiştir. Büyük-küçük her insana verdiği ve vermeye devam...
- Gölgeler Diyarı ~ Kate Brian
Gölgeler Diyarı
Kate Brian
Rory Miller hayatını kurtarmak için tek şansını kullanmış ve ona saldıran seri katilden kaçmayı başarmıştı. Ancak korkunç seri katil StevenNell hâlâ serbestti. Rory, babası...
- Kelebek Zihinli Çocuk ~ Victoria Williamson
Kelebek Zihinli Çocuk
Victoria Williamson
Jamie’nin tek dileği normal olmak. Fakat dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ona beyninde kelebekler uçuşurmuş gibi hissettiriyor. Elin’in tek dileğiyse mükemmel olmak. Ancak o...