Ulusal Güvenlik Teşkilatı dünyanın kaderini değiştirecek ve dijital ortamdaki tüm şifreli metinleri bilecek özel bir bilgisayar üretir. Ne var ki, günün birinde bu özel bilgisayar karşılaştığı esrarengiz bir şifreyi çözemez. Ve kriptoloji uzmanı, zeki ve güzel Susan Fletcher göreve çağrılır. Genç kadın korkunç bir gerçekle yüzleşir. Silahlarla ya da bombalarla değil, Amerika Birleşik Devletleri’nin en güçlü haber alma örgütü olan Ulusal Güvenlik Teşkilatı çözülemez bir şifreyle rehin alınmıştır.
Sırlar ve yalanlar fırtınasına yakalanan Fletcher inandığı teşkilatı kurtarma savaşı verir. Dörtbir yandan ihanete uğrayan güzel kadın yalnızca ülkesini değil, kendi canını ve sevdiği erkeği de kurtarmaya çalışır…
GİRİŞ
PLAZA DE ESPAÑA
SEVİLLA İSPANYA
11.00
Ölüm anında her şey açıklığa kavuşur derler. Ensei Tankado artık bunun doğru olduğunu biliyordu. Göğsünü tutup acı içinde yere yığılırken, yaptığı hatanın ne kadar büyük olduğunun farkına varmıştı.
Insanlar çevresine toplanmış, ona yardım etmeye çalışıyorlardı, ama Tankado yardım istemiyordu. Çünkü bunun için artık çok geçti.
Sol elini havaya kaldırıp parmaklarını açtı. Eli titriyordu. “Elime bakın!” Çevresindekiler dikkatle baktılar, ama o söylediğini anlamadıklarından emindi.
Parmağında, üzerine birtakım işaretler kazınmış altın bir yüzük vardı. Yüzüğün üzerindeki işaretler bir an için Endülüs güneşinde parlarken, Ensei Tankado bu güneşin gördüğü son ışık olduğunu biliyordu.
1.BÖLÜM
Smoky Mountains’taki en sevdikleri otelde, yatakta kahvaltı yapıyorlardı. David, kadına gülümseyerek, “Ne dersin güzelim? Benimle evlenir misin?” diye sordu.
Kadın, ona dikkatle bakarken aradığı adamın David olduğunu biliyordu. Sonsuza kadar da öyle kalacaktı. Bakışları adamın koyu yeşil gözlerine kilitlendiğinde uzakta bir yerlerde kulakları sağır eden bir zil çalmaya başladı. Zilin sesi adamı ondan çekip ayınıyor, kendisinden uzaklaştırıyor. du. Sesin geldiği yere doğru uz andı, ama elleri boşlukta kaldı.
Susan Fletcher’: gördüğü rüyadan uyandıran telefonun sesiydi. Soluk soluğa doğrulup el yordamıyla ahizeyi buldu. “Alo?”
“Susan, ben David. Uyandırdım mı?”
Susan yatakta dönerken gülümsedi. “Ben de tam rüyamda seni görüyordum. Çıkıp gelsene, oynaşınız biraz.”
Adam güldü. “Hava hâlâ karanlık.”
“Mimm…” Davetkår bir ses tonuyla konuşuyordu. “Öyleyse kesinlikle gelmelisin. Kuzeye doğru yola çıkmadan önce bir şeyler yapabiliriz.” David hayal kırıklığı dolu bir sesle iç çekti. “Seni aramamın nedeni de bu zaten. Yolculuğumuz hakkında. Bu geziyi ertelememiz gerekecek.” Susan artık tamamen ayılmıştı. “Ne?”
“Üzgünüm. Bu gece kentten ayrılmak zorundayım. Yanın geri döneceğim. Sabah ilk iş olarak yola çıkanız. Önümüzde hâlâ iki gün var.”
“Ama rezervasyon yaptırmıştım,” dedi Susan, incinmiş bir ses tonuyla. “Stone Manor’daki eski odamızı ayırtmıştım.”
“Biliyorum, ama…”
“Altıncı ayımızı kutlayacağımız özel bir gece organize etmiştim. Nişanlı olduğumuzu unutmadın, değil mi?”
“Susan.” diye iç geçirdi David. “Şu an bunu açıklamaya gerçekten zamanım yok, dışarıda beni bekleyen bir araba var. Uçaktan seni arayıp her şeyi anlatacağım.”
“Uçak mı?” diye tekrarladı Susan. “Neler oluyor? Üniversite sana niye uçak?…”
“Üniversite değil. Daha sonra telefon edip durumu açıklayacağım. Şimdi gerçekten gitmem gerek, beni çağınıyorlar. Seni arayacağım. Söz veriyorum.”
“David! Neler…”
Ama artık çok geçti. David telefonu kapatmıştı.
Susan Fletcher, onun yeniden aramasını bekleyerek, uyumadan saatlerce yatakta kaldı. Ama telefon bir daha çalmadı.
O gün öğleden sonra küvette keyifsiz keyifsiz yattı. Arada bir sabunlu suya dalıp çıkarak, Stone Manor ile Smoky Mountains’ı unutmaya çalıştı. Nerede olabilir ki, diye düşündü, merak içindeydi. Neden aramadı? Vücudunu saran su giderek ılıklaşmış, en sonunda da soğumuştu. Telefon çaldığında küvetten çıkmak üzereydi. Lavabonun üstünde bıraktığı telefona ulaşmaya çalışırken, yere su sıçratarak küvetten fırladı.
“David?”
“Ben Strathmore,” diye yanıtladı karşıdaki ses.
Susan omuzları çökerek sadece. “Ah.” diyebildi. Duyduğu hayal kırıklığını gizleyemiyordu. “İyi günler, komutanım.”
“Daha genç bir adam mı bekliyordun?” Komutan kendi kendine gülüyordu.
Susan utanarak, “Hayır, efendim.” dedi. “Göründüğü gibi değ…” Strathmore, Susan’ın sözünü keserek, “Aynen göründüğü gibi!” dedi ve bir kahkaha attı. “David Becker iyi bir adam. Sakın onu elinden kaçırma.” “Teşekkür ederim, efendim.”
Komutanın sesi aniden ciddileşti. “Susan, burada sana ihtiyacım var. Hemen buraya gel.”
Susan dikkatini toplamaya çalıştı. “Bugün cumartesi, efendim. Biz genellikle cumartesileri…”
“Biliyorum,” dedi Strathmore sakin bir şekilde. “Bu acil bir durum.” Susan doğruldu. Acil bir durum? Komutan Strathmore’un dudaklarından bu sözcüğün döküldüğünü hiç duymamıştı. Acil bir durum mu? Kripto’da mı? Ne olduğunu tahmin bile edemiyordu. “E… evet, efendim.” Durakladı. “En kısa zamanda orada olacağım.”
“Daha çabuk olsun.” Strathmore telefonu kapattı.
Susan Fletcher bir havluya sarınıp öylece ayakta dururken, önceki gece hazırlayıp özenle katladığı giysilerinin üzerine su damlatıyordu. Aralarında bir yürüyüş şortu, serin dağ akşamları için bir kazak ve gece giymek için satın aldığı yeni iç çamaşırları vardı. Kendini toplayıp, temiz bir gömlekle etek almak için keyifsizce giysi dolabına yöneldi. Acil bir durum mu? Kripto’da mı?
Susan alt kata inerken gününün daha ne kadar kötüleşebileceğini merak ediyordu.
Ama çok geçmeden öğrenecekti.
2.BÖLÜM
David Becker, Learjet 60’ın küçük, oval penceresinden mutsuz bir şe kilde dokuz bin metre aşağıdaki okyanusa bakıyordu. Uçağın telefonu bozuk olduğu için Susan’ı arayamamıştı.
Kendi kendine, “Burada ne yapıyorum?” diye yakındı. Ama yanıt basitti: Hayatta bazı adamlar vardır ki onlara hayır diyemezsiniz.
Hoparlörden, “Bay Becker,” diye cızırtılı bir ses duyuldu. “Yarım saat içinde varmış olacağız.”
Becker, sahibi görünmeyen sese hüzünlü bir şekilde başını salladı. Harika. Gölgeliği çekip uyumaya çalıştı, ama tek düşünebildiği Susan’dı.
3. BÖLÜM
Susan’ı Volvo’suyla, dikenli telle sarılmış üç metrelik tel örgünün gölgesine yanaşınca, genç bir nöbetçi, elini arabanın üstüne koydu. “Kimlik lütfen.”
Susan kimliğini verip her zamanki gibi yarım dakika kadar bekledi. Görevli asker, Susan’ın kimlik kartını bilgisayara bağlı bir tarayıcıdan geçirip, sonra da Susan’a baktı. “Teşekkür ederim Bayan Fletcher.” Belli belirsiz bir hareket yaptı ve kapı ağır ağır açıldı.
Sekiz yüz metre kadar ötedeki elektrikli tel örgünün önünde de aynı işlemler tekrarlandı. Hadi çocuklar… Bir milyon kez geçtim buradan.
Son kontrol noktasına yaklaştığında, yanında saldırgan görünen iki köpek, elinde de makineli tüfek olan kısa boylu bir nöbetçi, Susan’ın arabasının plakasına baktı ve elini sallayarak geçmesini işaret etti. Susan bir iki yüz elli metre daha Canine Yolu’nu takip ederek park yerinin çalışanlara ayrılmış olan C bölümüne doğru ilerledi. İnanılmaz, diye düşündü. Yirmi altı bin çalışanları ve on iki milyar dolarlık bütçeleri var, ama hen olmadan bir hafta sonunu bile geçiremiyorlar. Susan arabayı kendisine ayrılmış olan yere doğru hızla sürüp park etti.
Manzaralı taraçayı geçip ana binaya girdikten sonra, içeride iki kontrol noktasından daha geçti ve en sonunda binanın yeni kanadına giden penceresiz tünele ulaştı. Girişte bir ses tarama noktası vardı.
ULUSAL GÜVENLİK TEŞKİLATI (NSA)(*) KRİPTO BÖLÜMÜ
YETKİLİ PERSONEL HARİCİNDE
GİRMEK YASAKTIR.
Silahlı bir nöbetçi başını kaldırıp baktı. “İyi günler Bayan Fletcher.” Susan yorgun bir şekilde gülümsedi. “Merhaba John.”
“Bugün sizi beklemiyordum.”
“Yaa, ben de.” Parabolik mikrofona yöneldi. “Susan Fletcher.” diye net bir şekilde adını söyledi. Bilgisayar onun sesindeki frekans konsantrasyonlarını doğrulayınca bir “tık” sesiyle kapı açıldı. Susan içeri girdi.
Susan beton köprüde ilerlerken, nöbetçi onu hayranlıkla izliyordu. Susan’in ela gözlerinde bugün bir soğukluk olduğunu fark etmişti, ama yanaklarında kırmızı bir tazelik vardı ve omuzlanına dökülen kumral saçlanı hâlâ nemli gibi görünüyordu. Ardında bıraktığı Johnson’s bebek yağının o hafif kokusu duyuluyordu. Nöbetçinin gözleri Susan’ın zarif bedenine takılmıştı, içindeki sutyeni belli belirsiz gösteren beyaz gömleğine, haki eteğine, en sonunda da bacaklarına… Susan Fletcher’in bacaklarına.
Bu bacakların 170 IQ taşıdığına inanmak neredeyse imkânsız, diye düşündü nöbetçi.
Susan’ın arkasından uzun bir süre bakakaldı. Kadın sonunda gözden kaybolduğunda kendine gelmek için başını salladı.
Susan tünelin sonuna ulaştığında, yuvarlak, banka kasalarının kapısını andıran bir kapının önüne geldi. Kapının üzerinde kocaman harflerle KRİPTO yazılıydı.
Iç geçirerek, elini duvar girintisinde kalan şifre kutusuna uzatıp beş rakamlı PIN kodunu tuşladı. Birkaç saniye içinde on iki tonluk çelik levha dönmeye başlamıştı. Dikkatini toplamaya çalışıyordu, ama düşünceleri durmadan David’e kayıyordu.
David Becker… Sevdiği tek adam. Georgetown Üniversitesi’nin en genç profesörü. Parlak bir yabancı dil uzmanı olarak akademik dünyada büyük bir üne sahipti. Doğuştan gelen fotoğrafik belleği ve çeşitli dillere olan ilgisi sayesinde İspanyolca, Fransızca ve İtalyancanın yanı sıra altı Asya dilinde daha uzmanlaşmıştı. Etimoloji ve dilbilim konusunda verdiği derslerde öğrenciler, ancak ayakta yer bulabiliyorlardı. Ders bittikten sonra da genellikle onu soru bombardımanına tutuyorlardı. Ders anlatırken otoriter, aynı zamanda da coşkulu bir üslubu vardı. Ama anlaşılan kız öğrencilerinin hayranlık dolu bakışlarının farkında değildi.
Becker esmerdi, yeşil gözlerinden zekâ pırıltıları fışkınıyordu ve oldukça güçlü bir espri anlayışına sahipti; sağlam yapılı, otuz beş yaşında, dinç bir adamdı. Güçlü çenesi ve gergin yüz hatları Susan’a mermerden yapılmış heykelleri hatırlatıyordu. 1.80’i geçen uzun boyuna rağmen Becker, squash kortunda neredeyse gözle takip edilemeyecek kadar hızlı hareket ediyordu. Rakibini ezip geçtikten sonra genellikle kafasını bir çeşmenin altına sokup siyah, gür saçlarını ıslatarak serinliyor, sonra da saçlarından hâlâ sular damlarken rakibine bir çörekle meyve kokteyli ısmarlıyordu.
Bütün genç profesörler gibi, David’in de üniversiteden aldığı aylık or ta düzeydeydi. Kimi zaman squash kulübü üyeliğini yenilemesi ya da eski Dunlop’ına yeni tel alması gerektiğinde Washington ve çevresindeki res. mi kuruluşlara çeviri işleri yaparak fazladan para kazanıyordu. Susan’la da bu işlerden birinde tanışmıştı.
Becker günlük koşularının birinden sonra üniversite yerleşkesindeki Üç odalı apartman dairesine dönüp, telesekreterdeki mesajı gördüğünde serin bir güz tatili sabahıydı. Gelen mesajı dinlerken bir litre portakal suyunu götürmüştü bile. Bu mesaj da aldığı diğer mesajlara benziyordu: Bir devlet kuruluşu o sabah için birkaç saatliğine çeviri yapmasını istiyordu. İşin garip tarafı, Becker’in bu kuruluşun adını daha önce hiç duymamış olmasıydı.
Bilgi almak için birkaç iş arkadaşını aradığında, “Adı, Ulusal Güvenlik Teşkilatı.” dedi.
Aldığı yanıt ise hep aynı oldu. “Ulusal Güvenlik Konseyi demek isti yorsun herhalde?”
Becker, mesajı kontrol etti. “Hayır. Konsey değil, Teşkilat. NSA.” “Hiç duymadım.”
Becker devlet kuruluşlarının listesinin bulunduğu telefon rehberini gözden geçirince, bu teşkilatın adını rehberde de bulamadı. Şaşkınlık içinde Kongre Kütüphanesi’nde görevli eski bir siyasi analist olan squash ahbaplarından birini aradı. Arkadaşının açıklaması David’i daha çok şaşırtmıştı.
Gerçekten de NSA adında resmi bir kuruluş vardı ve görünüşe bakılırsa dünyanın en etkili kurumlarından biri olarak değerlendiriliyordu. Elli yılı aşkın bir süredir bütün dünyadaki elektronik istihbarat verilerini topluyor ve ABD’nin gizli bilgilerini koruyordu. Üstelik Amerikalıların yalnızca yüzde üçü bu kuruluşun varlığından haberdardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDijital Kale
- Sayfa Sayısı400
- YazarDan Brown
- ISBN9789752112438
- Boyutlar, Kapak 13,5x21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 1984 ~ George Orwell
1984
George Orwell
Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (…) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin...
- Sherlock Gibi Düşünmek ~ Daniel Smith
Sherlock Gibi Düşünmek
Daniel Smith
“Sadece bakmak yetmez, görmek de lazım!” Gözlem gücünüzü, hafızanızı ve mantık yürütme yeteneğinizi dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’un kullandığı sıra dışı tekniklerle geliştirecek...
- İşaret ~ P. C. Cast/ Kristin Cast
İşaret
P. C. Cast/ Kristin Cast
YENİ BİR HAYAT, YENİ BİR AŞK… TÜM DÜNYADA GENÇLERİN TUTKUNU OLDUĞU YENİ BİR VAMPİR SERİSİ “Yüzümü ona çevirdiğimden beri bu kitap beni kendine esir...