Tarih, nesnel ve tarafsız olarak ele alınması en güç disiplinlerden biridir belki ama Türk tarihçiliğinde akademik ve bilimsel tarihçiliğin güçlü bir geleneği olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Arşiv malzemesini ayıklama, değerlendirme ve yorumlama evrelerinin içine çoğu kez öznel kanaatler, ideolojik eğilimler sızıverir ama elbette her tarihçi böyle değildir. Türk tarih yazıcılığında akademik ve bilimsel üslup dendiğinde akla ilk gelen isimlerden Feridun M. Emecen’in yazılarında, tarih malzemesine duyulan merak ve sevgiye eşlik eden soğukkanlı akademik duruşu fark etmemek olası değildir. Osmanlı tarihinin en tartışmalı konuları, Emecen’in eleştirel gözlemi altında bir bilimsel nesneye dönüşür; okur da bu akademik titizliğe alışıverir. Emecen’in kitaplarına girmemiş yazıları, notları ve söyleşilerinden oluşan bu seçki, yaşamını bilimsel tarih yazıcılığına adamış bir tarihçinin adeta çalışma odasını simgeliyor.
İstanbul’un fethi sırasında gemiler karadan nasıl yürütüldü? Şehzade Mustafa’nın babası Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğdurulması devlet-i ebed müddet açısından nasıl yorumlanmalı? Hilafet, Osmanlı devleti açısından ne anlama geliyordu? Fetret Devri’nden kalan sorunları Fatih Sultan Mehmed nasıl çözmüştü? Tarih dizileri ile tarihî gerçeklikler arasında bir uyum olmalı mı, kurmaca mı öne çıkmalı yoksa tarihî olgular mı? Kahramanmaraş depremleri bir tarihçiye ne anlatır? Emecen, bu ve benzeri sorulara yanıt ararken seçkin tarihçilere özgü irdeleyici bir tutum takınıyor ve okurunu tarih yazıcılığını doğru anlamaya davet ediyor.
İÇİNDEKİLER
Önsöz 9
söyleşiler
Tarih Çerçevemi Nasıl Kurdum? 13
Tarih Kendini Bilmektir 51
Osmanlı’da Savaş ve İstihbarat 59
“Ol Mahiler Ki Derya İçredirler Deryayı Bilmezler” 69
Fatih, İstanbul, Fetih 75
Geçmişteki Gelecek: Tarih 107
Bilinmeyen Geçmişe Merak 111
Karadeniz Kıyı Kentleri Tarihi Üzerine 121
Karadan Yürütülen Gemiler 129
İstanbul’un Fethi Üzerine Bazı Gözlemler 139
“Fetretten Kalan Bütün Problemleri Fatih Çözdü” 145
Kuruluştan Klasik Döneme 163
Geçmişin Fay Hatları 169
Sultan Süleyman ve Küresel Hakimiyet 175
Konstantinopolis, Konstantiniyye ve İstanbul 191
Hilafet 197
Kanuni Sultan Süleyman 201
“Muhteşem Süleyman” Dizisine Dair 239
Şehzade Mustafa Olayı 243
raporlar, notlar, okumalar
Osmanlıların Avrupa Macerası 249
Klasik Çağ Osmanlı Tarihçiliğinin Meseleleri 259
XVII. Yüzyıl Değişim ve Dönüşüm Çağı mıydı? 265
Tarih Okumaları: Menakıbnameler “Destân-ı Umur Paşa” 279
portreler
hocalarım: dört portre
Prof. Dr. Münir Aktepe 313
Prof. Dr. Şehabeddin Tekindağ 323
Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu 331
Prof. Dr. İsmet Miroğlu 335
Tanıdığım Nejat Hoca 341
İsmail Erünsal: Hatırda Kalan İzler 349
makaleler, mütalaalar, görüşler
Osmanlılarda Hilafet Anlayışı Üzerine 357
Osmanlılara Orta Doğu’nun Kapılarını Açan Savaş:
Mercidabık 1516 373
Üniversitelerde Tarih Eğitimi 385
Manisa: Kent ve Tarih 391
İmbros’tan İmroz ve Gökçeada’ya: Bir Adanın Tarihi 397
Kudüs’te İlk Osmanlılar 415
Edirne: Tarihsel Bir Bakış 425
Tüfekli Yeniçeri 433
Doğu ve Batı Dünyasında Fethin Yankıları 437
Yavuz Sultan Selim’in Son Yılları ve Vefatı 443
Sultan Süleyman’ın Son Yılları 455
Mevlid Müellifi Süleyman Çelebi’nin Yaşadığı Çağa Bir Bakış 465
Müceddid / Ashab-ı Mie Kavramı ve Etkileri 473
İki İstanbul: Meş’um ve Mev‘ud Arasında Bir Payitaht 493
Son Söz Yerine: Ülkeyi Sarsan Deprem Üzerine Şahsi İntibalar 533
Bibliyografya 565
Dizin 583
önsöz
Bu kitaba önsöz yazarken ne kadar zorlandığımı itiraf ederek söze başlasam sanırım okuyucularım buna hayli şaşırır. Çünkü burada bir araya getirdiğim yazıların bir bölümünün içinde doğrudan kendim varım. Çoğu muhtelif konuşmalarım ve çeşitli konularda görüşlerimin yazıya dökülmüş halleri olan bu derlemede, şahsi ve akademik hayatım ile alakalı birtakım bilgiler haliyle yer alıyor. Rahat sohbet ortamı içinde karşılıklı konuşmak, benim için muhataplarıma belirli bir tecrübeyi aktarmak, yönlendirici tavsiyelerde bulunmak ve aynı zamanda da ilgiye değer olan hususları bilmek anlamına geliyordu. Vaktaki bunlar yazılı hale geldi, söz konusu söyleşilerin yer aldığı bu kitabın önsözüne doğrusu nasıl başlayacağımı bilemedim. Bu satırlar da zaten bu bocalamanın açık bir yansımasıdır.
Aslında bu kitap, sadece benimle yapılan mülakatların yazıya dökülmüş halleri değil, aynı zamanda çeşitli dergilerde farklı taleplerle ve daha popüler tonlamalarla kaleme aldığım makaleleri de kapsar. Bundan dolayı bir ölçüde bir söyleşi kitabı olmanın daha ötesinde ama ilmi makalelerimi belirli konu bütünlüğü içinde bir araya getiren kitaplarımdan daha “nahif” özellikte bir kitap derlemesi ortaya çıkmış oldu. Böylelikle bir ölçüde söyleşi-makale dengesi oluştu, bu da yukarıda bahsettiğim kendimle ilgili endişemi kısmen de olsa izale etti. Bazıları gazetelerde, haftalık/aylık dergilerde, internet sitelerinde yazıya dökülmüş olarak duran söyleşi tarzı bir kısmı uzunca bir kısmı ise kısa metinlerin, en azında önemli bir bölümünü “kıyıda köşede kalmaktan” kurtarma düşüncesi, her türlü şahsi tereddüdüme rağmen galip geldi. Ayrıca bazı meslektaşlarımın cesaretlendirici teşvikleri de belki bunda bir ölçüde etkili oldu.
Sonunda elinizdeki kitap bu formatıyla, eskilerin tabiriyle “kisve-i tab’a” büründü. Kitapta yer alan yazılar hemen fark edileceği üzere söyleşiler, dergilerde yer alan belirli konular münasebetiyle kaleme aldığım yazılar, bazı hocalarım hakkındaki intibaları ihtiva eden görüşler ve nihayet daha akademik türe girebilecek makalelerden oluşuyor. Özellikle sonuncu kategoride olanlar bugün hayli zor ulaşılabilecek mahalli yayınlarda intişar etmiş olmaları hasebiyle “unutulmuşluktan kurtarma” düşüncesinin bir sonucu olarak buraya eklendi. Kitapta yer verdiğim bu “derkenâr” yazılar hakkında çok fazla ayrıntıya girmek istemem. Zaten bunlar kendisini belli edecek evsafta metinlerdir.
Kitabın editörlüğünü üstlenen değerli meslektaşım Alphan Akgül ile yapmaya çalıştığımız ve bir ölçüde bizi biraz uğraştıran husus, birbiriyle irtibatları bazen hayli uzak gibi görünen metinlerin nasıl uyum içinde tasnif edileceği yönündeydi. Bu açıdan katkısı büyük olduğu gibi kitabın oluşmasında da isteksizliğimi önemli ölçüde bertaraf etmek bakımından beni cesaretlendiren bir yaklaşım sergiledi. Doktora öğrencim Burak Koçan, bazı teknik işleri ve tashihleri maharetle halletti. Kendisine müteşekkirim. Keza bu kitabın tab‘ındaki isteklilikleri sebebiyle de değerli VakıfBank Kültür Yayınları ilgililerine teşekkür ederim. Umarım buradaki yazılar mütevazı da olsa belirli konulara açıklık getirir ve akademik anlamda da bir küçük ışık yakar.
Feridun M. Emecen
Şubat 2024, Bakırköy
söyleşiler
tarih çerçevemi nasıl kurdum?
Bu söyleşi değerli meslektaşım ve kadim dostum Prof. Sandor Papp’ın talebi üzerine onunla fiili olarak yaptığımız konuşmaya dayanmaktadır. Kendisi Osmanlı tarihi alanında çalışan meslektaşlarını ve çalışmalarını tanıtmak üzere bir seri hazırlamış, bu çerçevede de benimle bu mülakatı gerçekleştirmiştir. Mülakat biraz daha muhtasar olarak Macarca yayımlanmıştır: “Oszmán történeti kutatások széles perspektívákban: Beszélgetés Feridun M. Emecennel” (“Studies of Ottoman history in a broad perspective. Interview with Feridun M. Emecen” Interviewer: Sándor Papp, trns. Szabolcs Hadgany), AETAS, 33 (Szeged: 2018/4), s. 167-177. Burada mülakat üslubunu aynen muhafaza ettim.
Sándor Papp: Şimdi ilk sorum senin ailen, eğitimin, ailenin gelenekleri üzerine olacak. Nerede doğdun, oradaki çocukluğundan kalan hatıraların ve sonraki hayatını etkileyen şeyler nelerdir? Feridun Emecen: 20 Ocak 1959’da Giresun’un bir kıyı kasabası olan Bulancak’ta doğdum. Ailem 1800’lü yıllara doğru bugün Trabzon-Giresun il sınırına yakın Eynesil (eski Görele) denilen bölgeden gelip Bulancak’ın Pazarsuyu köyüne yerleşen eski bir Türk ailesi. Kökenleri muhtemelen Oğuz boylarından Çepnilere bağlanıyor. Yaptığım şahsi çalışmalarda ailenin kökenleriyle ilgili 1480’lere kadar inen birtakım bilgiler bulmuştum. Bunlar Trabzon Rum İmparatorluğu sınırlarındaki savaşçı Oğuz boylarına mensupturlar. Bununla ilgili Ağasar vadisini incelediğim kitapta bazı bilgiler verdim. Benim doğduğum kasaba o zaman 4500 nüfusu olan küçük bir sahil kasabasıydı. Çocukluğum kışın Karadeniz’in hırçın dalgalarını dinleyerek, yazın soğuk sularında yüzerek geçti. Ailem bir tüccar ailesiydi, fındık ve zirai ürünler ticareti yaparlardı, dedem medrese okumuştu, babam ise ortaokul mezunuydu, entelektüel düzeyleri yaşadığımız kasaba hayatına göre hayli üst seviyedeydi. İstanbul’da akrabalarımız vardı, bunlar Osmanlı ordusunda paşalık yapmış, aynı zamanda büyük dereceli ulema arasında yer almış kimselerdi, onların izlerini dedem bulmuş ve irtibat kurmuştu. Evimize her zaman mutlaka bir gazete ve haftalık dergi girerdi.
İlkokuldayken okumayı hemen sökememiştim, sebebi çok küçük yaşta okula başlamam olmalı. Çünkü mahalle arkadaşlarımın yaşı tuttuğu için okula başlamaları benim yaşım küçük olduğundan onlarla başlayamamam yüzünden ailemin başını epeyi ağrıtmıştım. Bunu hala hatırlarım. Çok ağlayınca yaşımı mahkeme kararıyla büyütüp okula yazdırdılar. 5,5 yaşında artık okullu olmuştum, bunun sıkıntılarını daha sonra çok çektim. Fakat sonra hızla ilerledim. Okumaya çok meraklıydım, hatta haftalık macera ve çocuk dergilerini heyecanla bekler, gazete bayiinin kapısına sabahleyin hemen dayanır, bazen erken saatlerde gazete getiren kamyonun fırlattığı gazete ve dergi balyalarının başında beklerdim. O dönemlerde kara yolu nakliyatı çok iyi değildi. 1960’lı yıllardan bahsediyorum, kasabanın önünden geçen sahil yolu 1960’ların ortalarında faaliyete geçince bu iş daha da kolaylaşmıştı. Tabii zaman içerisinde hayatın sizin elinizde olmayan dönemeçleri var, iyi, kötü, tatlı… Bir trafik kazası sonucu babamı, benden iki yaş küçük erkek kardeşimi ve babaannemi kaybettim. Kazadan ben, annem ve küçük kız kardeşim yaralı olarak kurtulduk. Durumumuz tabii olarak sarsıldı ve çocukluğumun geçtiği ortaokulu bitirdiğim Bulancak’tan ayrılarak annemin memleketi olan Samsun-Çarşamba’ya göçmek durumunda kaldık. Liseyi orada okudum, sonra da akrabalarım İstanbul’da olduğu için burada yüksek tahsilimi yaptım. Lisedeyken başlangıçta uyum problemleri sebebiyle başarısız olduysam da sonra okulumu birincilikle bitirmiştim.
Üniversite için İstanbul’a gidecektim ama hangi dalı seçeceğim konusunda zihnim karışıktı. Niçin tarih seçtim, doğrusu o an için aklımda akademik kariyer yapma düşüncesi yoktu. Bizim zamanımızda üniversite imtihanları genel imtihanlara dönüşmüş vaziyetteydi. Test usulü devredeydi ama taşradaki liselerde testle ilgili, bunun mentalitesi hakkında hiçbir eğitim verilmediği gibi bir altyapımız da oluşmamıştı. Bu sebeple puanım orta halli geldi ve yaptığım tercihler arasında yer alan İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümünü kazandığıma dair mektubu almış oldum.
Üniversite yıllarım (1975-1979) Türkiye’nin içinde bulunduğu karanlık ortamın hakim olduğu siyasi karışıklık ve silahlı eylemlerin çokça görüldüğü bir acı devreye rastlar. Sağ-sol çatışması diye bilinen ve birbirlerine karşı acımasızca davranan gençlerin oluşturduğu gruplaşmalar fakülte yıllarıma damga vurdu. Tarih okumaya geldiğimde bölüm hakkında hiçbir fikrim yoktu, pek bilinçli bir tercih olmamıştı sanırım ama bilinçsizce “çok bilinçli” bir tercih yaptığımı fakültedeki ilk yıllarımda hemen anladım. Edebiyat Fakültesi o dönemde gerçekten çok iyi bilinen, misyonu olan ve ilmi anlamda da belirli bir ağırlık taşıyan bir eğitim yuvasıydı, adını gazetelerden, kitaplardan bildiğimiz büyük hocaların bulunduğu bir yerdi, onların bir kısmına yetişebildim ve bu sayede eski gelenek ile yeni temayüller arasında bir yerde kendimi konumlandıracağım bir birikim kazanmış oldum. Papp: Üniversiteye girdikten sonraki akademik kariyer safhaları nasıl oldu?
Emecen: Özellikle birinci sınıfa girdikten sonra Osmanlıcayla tanışmam adeta benim hayata bakışımı temelinden değiştirdi. Bana kültürel anlamda geçmişten gelen canlı bir ses gibiydi, bu vasıtayla bütün zihin dünyam, hatta dünya görüşüm hayli değişti. Papp: Fakülteye girmeden önce Osmanlıca okuyabiliyor muydun? Emecen: Hayır okuyamıyordum ama bizde malum genellikle çocuklar dinî eğitim aldıkları zaman Kur’an öğrenmek için yaz tatillerinde açılan mahalle mekteplerine giderler. Arapça bilmeksizin yazıyı sökmüş ve Kur’an’ı orijinal metninden yani “yüzünden” okumayı öğrenmiştim. O sebeple Arapça harflere aşinalığım vardı. Üniversiteye geldiğim zaman harfleri tanımam bir avantaj oldu, orada bir sıkıntı yoktu ve çok çabuk ilerlettim Osmanlıcayı.
Eski kronikleri okumak, belgelerle tanışmak ve onları çözmeye çalışmak benim için diğer derslerden daha önde geldi. Birinci sınıftayken, ki sınıf mevcudumuz 150 kişiydi, girdiğim sözlü Osmanlıca imtihanında en yüksek notu almış ayrıca diğer derslerdeki notlarımla bölüm birincisi olmuştum. Sonradan önemli bir siyasi pozisyona yükselen iddialı bir sınıf arkadaşımın kendisinin nasıl geçildiğinin şaşkınlığı içinde: “Bu en yüksek not alan da kim, beni nasıl geçer?” diye soruşturduğunu tatlı bir hatıra olarak ifade etmeliyim. Bilahire kendisiyle aynı kürsüde talebeliğimizi “rekabetsiz” olarak sürdürecektik. Bizim dönemimizde birinci sınıfta herkes aynı dersleri görürdü, ikinci sınıfa geldiğimiz zaman esas kürsümüzü seçer, alanlarımızı belirlerdik. Edebiyat Fakültesi müfredat uygulamaları eski Alman üniversiteleri usulüne benziyordu, esas kürsü seçimi yan sertifikalar ve seminerlerle ders görmek şeklindeydi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap AdıDerkenar
- Sayfa Sayısı600
- YazarFeridun M. Emecen
- ISBN9786256385788
- Boyutlar, Kapak15 x 24 cm, Karton Kapak
- YayıneviVakıfbank Kültür Yayınları / 2024