Aşkın araladığı bir kapıdan, hayatın anlamını bulmaya doğru…
“Hayat bazen yapardı böyle, alır ve atardı birbirini sevenleri uzaklara. Mesafeler sokardı araya, büyük küçük sorunlar, olmaz dedirten imkânsızlıklar, geçemeyeceğin sınavlar koyardı önüne; ya teslim olur kabullenirdin ya da mücadele ederdin o aşk için.”
Hayatımız ne zaman anlam kazanır? Ne zaman bu dünyaya gelişimizin, doğumdan ölüme dek geçirdiğimiz sürenin hakkını vermiş sayılırız? Ne zaman tam mutlu oluruz, o terfiyi alınca mı, evin kredisi bitince mi, arabayı yenileyince mi? Başkalarına hiç değmeden, kendimizden başkasını düşünmeden yaşamın hakkını verebilir miyiz? Kan bağımız olmayanları, doğurmadığımız çocukları önemsemeden yaşamış sayılır mıyız? Hep kendimize yatırım yapmakla, eğlenmekle geçer mi bir ömür?
Geçerse, ona ömür denir mi?
Bu sorulara cevaplar arayan gencecik bir kızın hikâyesi Derinde Saklı… Ve aslında belki de sırf bu yüzden soru soran ve cevapları arayan hepimizin hikâyesi. Her şeyi olan bir adamın, aslında hiçbir şeyi olduğunu anlamasının hikâyesi…
Ezberletilen kadın ve erkek rollerinin, dayatmaların, acımasızlıkların ardında, derinde saklı anlamları bulma çabasının romanı…
Datça
Kalbimi de büyüttüm sonunda
Artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
Kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
Öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın,
Kalbim sanırım büyüyünce
Sokaklarda ağlayan biri olacak.
Didem Madak*
* Grapon Kâğıtları, Metis, 2012, sayfa 22, “Mutsuza Kim Bakacak?”
Yeni bir gün
Her sabah olduğu gibi, bu sabah da ilk kirpiğine vurdu güneş; kapalı gözlerinin ardında, önce ışığını hissetti onun, sonra da sanki ısısını… Açmadı gözlerini, öylece bekledi. Güne başlamak, yeni bir güne uyanmak bir tören gibi olmalı, aceleye getirilmemeliydi, tadı damakta kaldıkça güzelleşen bir yudum gibi.
Belli belirsiz araladı gözlerini; yanağını yastığın sıcaklığından ayırmadan, kirpiklerinin arasından denizi gördü, masmavi, kıpır kıpır… Sabahın ilk ışıklarıyla, ışıl ışıl… Sonra bol kozalaklı ama incecik dallı çam ağacını seçti gözleri; denizin mavisi, yeşil dalların arasından ona göz kırpıyordu. Bembeyaz çarşaflarda, güneşten iyice sararmış kumral saçları dağınık, ela gözleri buğulu, mavi ile yeşilin ahenkle karışmış resmine baktı uzun uzun. İçindeydi sanki o resmin; bu cennet sabahına şükretti. Düşünceleri dün geceye, tek başına geçirdiği uzun saatlerdeki melankoliye, tane tane döktüğü gözyaşlarına, bakılmaktan yıpranmış eski fotoğraflara ve soluklaşan anılara kayınca, başı ağlar gibi ağrıdı. Dün gece yine kâbuslarla bölünmüştü uykusu; ne zaman içkiyi ve hüznü biraz fazla kaçırsa, ertesi gün böyle allak bullak oluyordu. Bilinçaltı, tüm derine gömülmüşlerin, kıyıda köşede kalmışların, unutulmaya zorlanmışların hesabını kesiyordu sanki… Kendisine ve etrafındakilere anlattığı hikâyelerin, “geçti artık”ların, “bitti” sandıklarının koca birer yalandan ibaret olduğunu haykırıyordu kâbuslar. Her defasında ağlayarak, kan ter içinde uyanmanın bedelini, sabahında kendisini karşılayan bu baş ağrılarıyla ödüyordu. Çok korkuyordu eski migren krizleri ve içki özlemi geri gelecek diye genç kadın. Bu korkuyla daha çok sarılıyordu meditasyona, başka insanların dertlerine çareler üretmeye, sağlıklı yaşam kürlerine… Ama geçmiş öyle sinsiydi ki, ne yapıp edip usulca içeri süzülecek bir aralık buluyordu kendine. Kapıları sıkıca kapatsan, arkasına dolaplar da yaslasan, incecik çatlaklardan, açık bırakılmış pencerelerden, başka bir sesi hatırlatan sıradan seslerden sızıp geliyordu acılar. Kaçmak için geldiğin ücra köşelerde bile, bir koku, bir eşya, bir insan sureti zorla hatırlatıyordu unutmak isteneni…
Yine de ümitle kapattı gözlerini, biraz dinlenmeliydi zihni ve ruhu. Bir an sonra masmavi oldu her yer. Gözleri kapalıydı oysa. Sarı siyahtı önce etraf, ardından maviye boyandı yavaşça. Her meditasyonda farklı renkler görürdü, normaldi ama yine de mavi onun için biraz sıradışıydı, mucizeye yorulurdu varlığı. Dün gecenin ardından gelen bugünden umutlandı Lal.
On beş yirmi dakika daha öylece kaldıktan sonra, yavaş yavaş gerindi, gömüldü beyaz çarşaflara. Vücudunu esnetti, daha iyi hissediyordu şimdi kendisini.
İlk yoga dersi dokuz buçukta başlardı. Derin bir nefes aldı, yaşam enerjisinin içini doldurduğunu düşünerek ve onaylayarak kendini, doğruldu yataktan. İçindeki iyimser, “Kendine haksızlık etmeyi bırakmalısın!” dedi umutsuz ve kırgın diğer yanına. Son iki yıldır, kaydettiği aşama büyüktü; içine doğduğu şartları, başına sonradan gelenleri, ilkgençlik hezeyanlarını, yanlış ve doğru kararlarını, şu an olduğu kişiyi daha çok kabullenmişti artık. Anlamaya başlamıştı çünkü kendimizi onaylamadığımız zaman, sürekli ve kıyasıya eleştirmeye devam ettikçe, sorunlar hiç bitmiyordu. Geçmiyordu kalpteki tonlarca mutsuzluk ve ağırlığımızca keder…
Kuş gibi bastı yere ayaklarını. Tüy gibi gezindi odada, en sevdiği kahvaltıyı hazırladı; taze meyveler, kendi mayaladığı yoğurt, biraz çiğ badem, biraz çam balı… Bahçeye çıktı, bağdaş kurup oturdu çimlere ve her kaşıkta gerçekten tadını alarak etti kahvaltısını.
Artık hazırdı hayata çıkmaya.
Ruhun gelgitleri
“Günaydın” dedi neşeyle Osman bahçıvana, “konuş biraz onlarla, konuş!” diye de ekledi gülerek. Yine söyleniyordu bozulan çiçekler için adamcağız. İnşaat işçiliğinden bahçıvanlığa devşirilen biri olarak, iyi bile bakıyordu aslında tüm bitkilere.
Arkasından seslendi Osman, “Arda Bey sizi bekliyor aşağıda!”
Tahmin ediyordu, ders saatlerinin kısaltılması konusunu açacaktı yine Arda, dün akşam yarım kalmıştı konuşmaları. Yoğun günlerde Lal’in saati umursamayarak uzattığı dersler yüzünden, daha az seans yapabiliyor, daha az kazanıyorlardı doğal olarak. “Burasının da en nihayetinde kâr etmesi gereken bir işyeri olduğunu unutuyorsun sanki” diye sitem etmişti patronu. Ama dersten önce kafasını bulandırmak istemiyordu. Doğruca kayalıkların üstündeki platforma giden patikaya saptı. Gerçek sığınağına gidiyordu; iki yıl önce sadece bir sırt çantasıyla geldiği ve bir daha hiç ayrılmadığı, ayrılamadığı sığınağı; bu butik otelin en sevdiği köşesi… Aslında genel anlamda otel demek çok da doğru olmazdı buraya; insanların günlük hayatlarındaki zorunluluklardan, omuzlarından bastıran dertlerden, belki de dünyadan kopmak ve kaçmak için geldikleri bir yer olarak düşünülmüştü en başından beri. Bu yüzden Arda adını Il Rifugio koymuştu; “İtalyanca sığınak demek” diye açıklamıştı Lal buraya adımını ilk attığı gün anlamını sorduğunda.
Kayalıkların üstünden denize baktı, o günden bugüne, zamanın nasıl da kendini fark ettirmeden akıp gittiğine şaşırdı, bir minik kız çocuğu kıkırdadı içinden sebepsiz. Ruhunda koşuşturan çocuklardan biriydi, yeniden büyütüyordu onları. Bazen hâlâ gereğinden çok acımasız, haddinden fazla sert olabiliyordu içindeki büyümemiş kızlara. Omuzlarından tutup sarsıyor, sonra kendini tutamayıp sinirle verdiği azardan hemen pişman olan anneler gibi eziliyordu yüreği belki ama olsun, yine de kendinden en iyi kendini yaratmaya çalışıyordu.
Bir köşede rulo halinde duran iki tane matı alıp, titizlikle karşısına yerleştirdi. Otele dün giriş yapan balayı çifti bu sabahki yoga dersinin öğrencileri olacaktı. Beyaz hasır ayakkabılarını çıkarıp kenara koydu, ısınmaya başladı. Ruhunu ve bedenini dinlendirerek hayatını kazanmak ne büyük bir lütuftu. 17 yaşında üniversiteyi kazandığı yıl, yoga kulübüne katılmış ve bayılmıştı hem felsefesine, hem bedene ve ruha sunduklarına. Yavaş yavaş tamamlamıştı sertifikalarını ama bir gün bu işin hocalığını yapabileceğini hiç düşünmemişti. Ne de olsa bilgisayar mühendisliği gibi çok farklı bir mesleği olacaktı eğer hayat onun için bu yolu hazırlamamış olsaydı…
“Günaydın” dedi neşeyle yeni gelin, bölündü düşünceleri.
“Bazı günler insan neden geçmişe gitmeye daha meyilli oluyor acaba?” diye düşündü
“Günaydın” derken kocaman gülümsemesiyle. Yeni damat, “Günaydın” dedi sertçe, belli ki sırf balayının hatırına evet demişti bu “maskaralığa”. İlk bakışta anladı Lal, o kadar çok insan tanımıştı ki buraya geldiğinden beri. Belki on odalı küçücük bir sığınaktı burası ama yılın altı ayı boyunca dolup taşıyor, birbirinden farklı yüzlerce insanı misafir edip uğurluyordu geri. Arda’nın özenle tasarladığı her detay,
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıDerinde Saklı
- Sayfa Sayısı264
- YazarBurcu Alşan
- ISBN9786258036398
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Politikada 45 Yıl ~ Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Politikada 45 Yıl
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Atatürk, Millî Şef, DP ve 27 Mayıs dönemlerinin İsmet Paşa portresi çerçevesinde değerlendirilmesi. Kendisi de aktif politikanın içinde bulunmuş olan yazar, Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki...
- Devlet Ana ~ Kemal Tahir
Devlet Ana
Kemal Tahir
“Büyük romanlar, büyük ırmaklar gibi akarlar. Yatakları hem geniştir hem derin. Irmaklar, yataklarını ancak denizlere kavuşurken derinleştirip genişletebilirler. Böylece, her büyük roman, zaman içinde...
- Nar ~ Ece Gamze Atıcı
Nar
Ece Gamze Atıcı
Aşk hiç böyle anlatılmadı. Nar, 21. yüzyılda yazılmış, bestesi Zeki Müren’e ait, bir kadınla bir adamın seslendirdiği tuhaf bir neşe ve keder hikâyesi. Nar...