Nedenim ol, tek sebebim ol yaşamak için…
Yıldız kaydığında tek dileğim sen ol.
Rüyalarıma girmesini istediğim şey ol.
Aşkım dediğimde cevap beklediğim kişi ol…
Daim ol aşkım.
Sonsuz ol…
Benim ol…
Çünkü ben senin için “O” olabilirim…
Teşekkür mü, kime peki? Kafamda oluşan her bir düşünceyi, gözlerimin önünde canlanan her bir resmi yaratan o kadar çok olay, o kadar çok duygu ve o kadar çok kişi var ki…
Duygulara teşekkür ediyorum, gözyaşlarına, tebessümlere…
Kalabalığa teşekkür ediyorum; onlar sayesinde içime akıttım gözyaşlarımı, onlar sayesinde tüm hisler benliğimde toplandı.
Boğazıma teşekkür ediyorum; o olmasa haykırışlarım düğümlenemezdi orada, rüzgara karışıp yok olurdu tüm düşünceler.
Evde kullanılmayan eşyaların konduğu dolaba teşekkür ediyorum; yoksa bulamazdım kafamdakileri yazdığım not deflerini, kağıda dökemezdim hiçbir şeyi.
Beni pek çok açıdan ilgilendirmeyen şirketlere de teşekkürler, onlar eşantiyon vermese bulamazdım yazacak kalemi, mürekkep sesim olamazdı benim…
Her şey bir yana aileme teşekkür ediyorum. Belki çok klişe evet ama ediyorum işte. Teşekkür etmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyor çünkü onlara olan minnetimi göstermek için. Bazen çok sıradan gibi geliyor ama aslında yaptığım, yapabildiğim, yapmak istediğim her şeyi onlara borçluyum ben. Belki de sırf bu yüzden daha kitabın ilk sayfasını yazmadan her şeyi kime hangi kelimelerle ithaf edeceğimi biliyordum.
Babama; bana iyi bir kitabın nasıl olacağını öğretene -ki bu yüzden bu kitabı düşündüğümden daha iyi yazmış olduğumu görüyorum.-
Anneme; bana ne kadar kötü olursa olsun yaptıklarımızın her zaman değerli olduğunu gösterene -ki bu yüzden bu kitabı seviyorum-
Kardeşim Güliz’e, bana sıcaklığını ve parlaklığını aktaran “Gün ışığım “a, yanımdan bir saniye bile ayrılmayarak bu kitabı gizli tutma çabalarımı sonuçsuz bırakana -ki sanırım bu yüzden şu anda buradayım-
YAZAR HAKKINDA
Bundan tam on yedi yıl önce bugünkü gibi ılık bir Nisan günü dünyaya geldiğimde ailemin aklına bu cümleleri kitabımdan okuyacakları gelmemiştir herhalde. Okula başladığımda da benden beklenenler derslerimde başarılı olmamdan ileri gitmiyordu. Nitekim oldum. Şimdi bir Anadolu Lisesinin sınıfında, duvar kenarındaki sıramda oturmuş yazıyorum işte bunları. Teneffüste “Lead Astray” isimli müzik grubumuzda benimle birlikte çalan arkadaşlarımın yanına gidip yarın prova olup olmadığını soracağım. Konservatuara gitmiş olmanın güzellikleri bu işte; çaldığım gitar, piyano ve dinlediğim her bir notanın beni yaşadığım hayattan alıp götürmesi. Eğer prova yoksa belki babamla dalışa gidebiliriz, denizin altını keşfe çıkabiliriz yarın. Ya da belki oturup kendi kurduğum internet sitelerimle ilgilenirim. Veya odamın bir köşesine kurulup sonraki kitabımı yazmaya kaldığım yerden devam ederim…
ÖNSÖZ
Pek çoğumuz çoğu zaman gözyaşlarımızı içimize akıtmıyor muyuz?
Üzüldüğümüzü hatta belki de kahrolduğumuzu fark ettirmemeye çalışıyoruz çevremize… Çoğunlukla da kendimize!
Zamanla içimize akan gözyaşları, hislerimizin yaşadığı kocaman bir deniz oluşturuyor içimizde. Uçsuz bucaksız, hislerle dolu bir deniz!
Bazen hissetmemiz gereken şeyleri bulamıyoruz o koca denizde. Bir köpek balığının, küçük bir balığı takip etmesi gibi biz de hislerimizin peşinden gidiyoruz. Orada olduklarını biliyoruz ama bulamıyoruz. Uçsuz bucaksız denizde hissetmemiz gereken şey yok. Sadece su. Gözlerimizin alabildiğine su var.
Bazen de bulmak istemiyoruz hissettiklerimizi, hissetmemiz gerekenleri. Korkuyoruz! Hissedebileceğimiz şeyler ürkütüyor bizleri. Kendimize hissetmememiz gerektiğini söylediğimiz şeyleri hissedebilecek olmaktan ürküyoruz. Hissetmek istemediğimizi söylediğimiz şeyleri hissediyor olduğumuzu fark etmek istemiyoruz Kendimizi kandırdığımızı görmek istemiyoruz belki de.
Peki ya bir his ararken iki tane birden bulursak? İki farklı şey hissedersek aynı anda! İçimizdeki deniz ikiye bölünüp birbiriyle savaşmaya başlarsa! Büyük bir fırtına patlak verirse içimizde! Kafamızı karıştıran, durdurulması imkansız bir fırtına?
İki farklı düşünceyi, hissi savunan dalga birbiriyle çarpıştığında yaralıyor bizleri. İyileştirilmesi zor yaralar açıyor içimizde. Açılıyor, Kanıyor.
Dayanmaya çalışıyoruz ama gittikçe daha da büyüyor yaralar. Durduramıyoruz. Daha çok yanıyor canımız.
Unutmaya çalışıyoruz ama olmuyor. Unutmak bile her şeyi düzeltmeye yetmiyor ki!
Bazen kendimiz bile kayboluyoruz. Boğuluyoruz. Çıkışı bulamıyoruz. Kapkara denizin içinde dibe çekiliyoruz yavaş yavaş. Etrafımızı bizi didikleyip bitiren düşünceler, hisler sarıyor. Kurtulamıyoruz.
Tek çare içimizdeki savaşı bırakmak ve çekip gitmek mi öyleyse? Savaşan iki fikirden de ayrı bir karara varmak mı? Umursamamak mı savaşı? Ne kadar sürebilir bu sarhoşluk peki? Ne kadar süre geçtiğini düşünerek kendimizi avutabiliriz? Soru işaretlerini ne zaman silebiliriz?
Gerçek su yüzüne elbet çıkmayacak mı?
Peki ya tüm bu denizi karıştıran, fırtınayı çıkartan, bizi yaralayan şey bu fırtınayı dindirebiliyorsa,içimizdeki karmaşayı durdurup hissetmemiz gerekenleri gösteriyorsa bize, aşk,nefret, ihtiras, sevinç, keder?
Kaçmaya çalıştığımız şeyin bizi iyileştirdiğini anlamamız için ne kadar zaman geçmesi gerekiyor peki?
Ona yaklaştığımız ilk seferde sarhoş olacağız. Denizdeki çalkantı duracak bir süreliğine. Tam bir boşluk olacak içimizde, sanki nihayet elde ettiğimiz şeyin sıcaklığıyla deniz ve içindeki her şey buhar olup uçmuş gibi. Hepsi bulut olmuş sanki.
Sarhoşluğun etkileri gittiğinde anlayacağız bu boşluğu. Tahminler yürüteceğiz neler olduğuyla ve olabileceğiyle ilgili. O geldi ve her şey değişti işte. Karmaşayı o yarattı diye kaçmamızın yersiz olduğunu anlayacağız. Hatta… Hatta onun yokluğunda yine onun yarattığı bulutların ardına saklanan güneşin sıcaklığını arayacağız.
Peki sonra? Her şey burada bitecek mi yani? Bulutlu bir gökyüzü, olmayan sıcaklığın altındaki kuraklık, simsiyah, ürkütücü bir boşluk…
Su için, yağmur için dua mı edeceğiz o zaman? Başından beri yok etmeye çalıştığımız denizi geri mi istiyoruz şimdi de?
Mutluluk ve rahatlık bile bir yere kadar bizi tatmin ediyor. Yaralarımızı özlüyoruz. Uzun, soluksuz takipleri…
Ancak şimdi anlayabiliyoruz hissetmenin verdiği zevki. Ya da hissettiğimiz şeyleri aramanın, duygu yoğunluğu yaşamanın zevkini mi desem?
Acıyı, kederi, boşluğa tercih ediyoruz. Acılarımızı geri istiyoruz.
Peki sonra? Sonra ne olacak..? Yine mi fırtına, yine mi duygu arayışı? Kısır bir döngü mü bu yoksa?
İçinde seni çağıran iki ses varsa, hangisini dinlemen gerektiğini nereden bileceksin ki? İkisi de sensin sonuçta. İkisi de senin seçimlerin aslında.
Hayat bilmeden deniz de akıp gitmeyecek.
Mutlu olduğumuzda biraz olsun buharlaşıyor deniz. Aradığımızı bulmak kolaylaşıyor. Üzüldüğümüzde, ağladığımızda gözyaşlarımız büyütüyor denizi. Fırtınayı güçlendiriyor. Her şeyi daha da çok karıştırıyor.
Bize sadece buna alışmak kalıyor öyleyse. Değişimlere, zaman zaman karşılaştığımız boşluklara, duygu yoğunluğuna, karışıklıklara alışmak tek yapabildiğimiz. Ayak uydurmak. Hatta sevmek! Yaşamayı sevmek yani!
Tüm bunları düşündüğümüzde peri masallarının ne kadar saçma olduğunu bir kere daha gülüyoruz.
Mutlu sonlar hiçbir zaman olmadı ki zaten!
Tek yapabildiğimiz sona gelene kadar mutlu olmak!
Acıyı durduramıyoruz. Hislerimizi bulduğumuzda canımızın yanacağım biliyoruz ve belki de bilerek ve isteyerek bulmuyoruz onları. Gerçekler acıtıyor. Gerçekleri bilmek canımızı yakıyor. Yalanlar ise daha kötü! Bırakın hissedelim her şeyi. Yaşadığımızı hissedelim.
Ne hissedeceğimi düşünmek yok dedi Vivian kendi kendine. Sadece istekler var…
BİRİNCİ BÖLÜM
Terrance şatosu, büyük bir yer olmasına rağmen oldukça sevimli ve bir o kadar da sıcak bir yerdi. Kontes Vivian Mattice LAWRANCE burayı ilk gördüğü an çocukken yaşadığı evine benzetmişti.
Kötü bir çocukluk yaşamasına rağmen çocukluğunu hatırlatan bir evde yaşama fikri ona olması gerektiği gibi ürkütücü gelmiyordu. Aksine bunu yapmak istiyordu. Böyle bir evde mutlu olabileceğini kanıtlamak istiyordu kendine. Küçükken yaşadıklarının etkisinden hala kurtulamamıştı etkisi büyük ölçüde azalmıştı, hala yaşadıklarıyla ilgili rüyalar gördüğünden dolayı, soğuk terlerle korku içinde uyandığı geceler oluyordu.
Küçük adımlarla ön kapıya yaklaştı Onu gören yaşlı ve bir o kadar da iyi giyimli uşak, görkemli kapıyı açtı onun için. Tıpkı düşündüğü gibi içerisi de evin dışı gibi rengarenk çiçeklerle doluydu. Annesi de çiçekleri çok severdi ve evlerinin içinde ve dışında her mevsim muhakkak değişik çeşitlerde her tonda çiçekler bulundururdu.
Modern ve bir o kadarda pahalı olduğu belli olan mobilyalarla döşenmiş geniş holde yürümeye başladı. Ne kadar sessiz olmak istese de ayakkabıları sert zeminle buluştuğunda tok sesler çıkarıyordu. Eski evimin aksine diye düşündü. Belki de ayakkabıları ses çıkartsa o gece annesi ve babası onu duyup kavga etmeyi keserdi.
Sol tarafında büyük bir şöminenin olduğu geniş bir salon vardı. Şöminenin etrafındaki şarap rengindeki koltuklar ve aynı renk perdeler göz kamaştırıcı bir ahenkle odanın içine yerleştirilmişti. Sağ tarafındaki ilk kapıyı araladı ve içeriye girdi. Yemyeşil perdeler, koltuklar ve halılarla döşenmiş küçük ama gösterişli bir odaydı bu.
“Kahve odası ekselans.” dedi uşak. Vivian’ın ardından sessizce yaklaşmıştı. “Ne?” diyebildi Vivian uşağa doğru dönerken.
“Burası hanımımın kahve odasıydı. Kahvesini her zaman burada içerdi” dedi şatoyu satmak için görevlendirilmiş olan uşak. “Anlıyorum.” diye cevap verebildi Vivian adama, düşüncelerini bölmüş olduğundan dolayı istemeyerek de olsa sert bir tonla.
“Hanımım bu odayı severdi ama en sevdiği oda bu değildi. Yukarıda kırmızı renklerin hâkim olduğu bir oda var, orada gününü kitap okuyarak geçirirdi. En sevdiği yer orasıydı. İsterseniz sizi oraya götürebilirim.” diye cevap verdi adam Vivian’ın ses tonundan etkilenmemiş bir şekilde.
Vivian orayı da görmek için can atıyordu. Ama kitap okumayı sevmesine rağmen bu iş için fazla vakit ayıramıyordu bir türlü. “Hayır, kitap okumak için vaktim yok, o odayı pek fazla kullanabileceğimi sanmıyorum. Çalışma odası ne tarafta?” diye cevapladı adamı
Kâhyayı takip ederken evin eski evine ne kadar da çok benzediğini tekrar gördü. Holün sonundaki büyük taş merdivenlerden yukarıya çıktıktan sonra hiçbir yere sapmadan biraz yürüdüler ve kâhya onun için büyük bir kapıyı açtı. İçerisi oldukça geniş ve aydınlıktı yerden tavana kadar olan pencereler odanın her yerini kaplıyordu. Sol tarafta büyük bir şömine vardı. Etrafındaki koltuklar da aşağıdakiler gibi şarap rengindeydi. Geniş odanın ortasında uzaktan oldukça kullanışlı gibi gözüken büyük bir çalışma masası vardı. Arkasında da kitaplarla dolu olan bir kitaplık yükseliyordu. Oldukça sade bir yer diye düşündü Vivian, tam istediği gibi; şimdiki evinin karmaşasından ve soğukluğundan uzak.
Eski evine benzemeyen tek yer burasıydı herhalde. Babası kasvetli bir adamdı ve bu kocaman pencereleri simsiyah, kalın perdelerle kapatırdı. Onları açmak istediğinde annesine ne kadar da çok bağırmıştı bir keresinde. Zaten bütün kavgaları böyle sebepsiz ve saçma şeylerden çıkardı. Elbisenin rengi, halının duruşu, bahçedeki çiçekler… Sadece o geceki kavga hepsinden farklıydı. Düşünceleri her zamanki gibi kontrol edilemez bir şekilde o güne kaydı.
O sabah diğer sabahlardan pek de farklı değildi. Babası yine gece eve gelmemişti. Vivian annesi ve ağabeyine her sabah olduğu gibi o sabah da kahvaltıda eşlik ediyordu.
…
“Denizin Külleri” için 12 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları Roman (Yerli)
- Kitap AdıDenizin Külleri
- Sayfa Sayısı380
- YazarGizem Kayahan
- ISBN6054368204
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMOSS / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İz ~ Canan Tan
İz
Canan Tan
Yakın çevremizde benzerlerini görebileceğimiz gerçeklikte bir baba-kız öyküsü… Babasına hayran Verda, hatta âşık. Biricik kahramanım diyor onun için. Ne var ki, yıllar önce annesiyle...
- İbrahim’in Beni Terketmesi ~ Bejan Matur
İbrahim’in Beni Terketmesi
Bejan Matur
Her gece kandil dedi biri Her gece kandil Ve hasrete daha çok var. Neyi duymaktayız biz? Dün oturduğumuz avluda Siyah olan gül Bugün açmış...
- Özgür Çocuklar – 2 Yeni Bir Yüz ~ Kerem Işık
Özgür Çocuklar – 2 Yeni Bir Yüz
Kerem Işık
Çeviri eserleri ve ödüllü öyküleriyle tanınan Kerem Işık’ın, hayalleri gerçekleştirmek için mucizeleri beklemeyip, bizzat mucizeleri gerçekleştiren çocukların hikâyesini anlattığı “Özgür Çocuklar”, ikinci kitap Yeni Bir...
kitabınızdan etkilendim çekilişe katılmak istiyorum.
Teşekkür ederim Şükran Hn,
bol şanslar
bende çekilişe katılmak istiyorum ama ismimi nereye yazacağımı bilemedim. Umarım doğru yapmışımdır…
Çekilişe katılmak isteyen ziyaretçilerimiz, öncelikle üye olmanız gerekiyor. Daha sonra aşağıdaki forumdaki başlığa adınızı soyadınızı yazmanız yeterli.
http://www.birazoku.com/groups/biraz-oku/forum/topic/hediye-kitap-kampanyasi-denizin-kullerigizem-kayahan-roman-3-adetimzali/
Üye olmanız için yapmanız gerekenler – çok kolaydır – ilgili konu başlığında izah edilmiştir. İlginiz için teşekkürler.
Merhaba gizem :) taner ben belki tanırsın . Yankı vasıtasıyla tanışmıştık. Neyse , güzel şeyler yapıyorsun . Bunu söylemek istedim. Görüşmek üzere…
Cok guzel bi kitap galiba Okumayi cok isterim en kisa zaman da alicam :))))
güzel bir kitap galiba okumak istiyorum,çekilişe katılmak istiyorum.teşekkürler
Gizem, kitabın gerçekten harika gidiyor çok beğendim. Acaba diğer kitabın -ikinci yazdığın- ne zaman çıkar? Herhangi bir bilgi var mı? İmzalı kitaba sahip olmak çokk güzel bir duygu :) Başarılarının devamını dilerim :)
Bayıldım Hayatımda Böyle Kitap Okumamıştım :)
türkçe öğretmeni bir ödev verdi bir yazar seçip o olucaksınız dedi ben de sen oldum yani gizem KAYAHAN
bir şey yazmayı unutmuşum. sen çok güzelsin haa cevap yaz lütfen gizem abla
offf cevap yazmamışsın lütfen yaz