Sihirli Bir Dünya
Büyük beğeni toplayan Yağmur Damlalarından Kolye kitabının yaratıcıları Joan Aiken ve Jan Pienkowski’den her satırı sihirle örülü büyüleyici bir masal dünyası: Denizin Dibindeki Krallık.
Jan Pienkowski’nin göz kamaştıran çizimleriyle 1971 yılında illüstrasyon dalında Kate Greenaway Ödülü’yle taçlandırılan Denizin Dibindeki Krallık, klasikleşmiş İngiliz çocuk kitapları yazarı Joan Aiken’ın eşsiz hayal gücü ve yaratıcı kalemi ile yoğurduğu efsanelerle dolu on bir Avrupa masalından oluşuyor.
Doğaüstü güçlere sahip insanüstü varlıkların, daha önce eşi benzeri görülmemiş mimari yapıların, kana susamış vahşi hayvanların, korkunç ejderhaların boy gösterdiği Denizin Dibindeki Krallık, masal geleneğinin alışagelmiş alametifarikalarına özgün bir yorum ve zenginlik kazandıran renkli bir dünyaya açılıyor: Denizin dibinde yatan gizli krallığın hazinelerinin peşine düşen bir balıkçı, yeni bir şehir kurabilmek için kraliçelerinden birini tutsak eden üç kral, Güneş Tanrısı’nın sözlerini unutturmakla görevlendirilmiş cincüceler, bir armut ağacının kehaneti ve sazlıkta yaşayan dünyanın en güzel kızı…
Dostluk ve aile kavramlarının öne çıkarıldığı, sevginin, iyiliğin ve cesaretin yüceltildiği Denizin Dibindeki Krallık, yediden yetmişe her yaştan masal severin rüyalarını süsleyecek doyumsuz bir öykü şöleni vadediyor…
Denizin Dibindeki
Krallık
Bir zamanlar, ıssız bir sahilde bir balıkçı yaşarmış. Her gün küçük kayığıyla denize açılıp balık yakalar, her akşam da bu balıkları pişirip karnını doyururmuş. Günleri böyle geçermiş. Sonunda dayanamayıp kendi kendine, “Havadaki kuşların ve denizdeki balıkların bile hayatı benimkinden daha iyi, çünkü onların eşleri var,” demiş. “Bana daha rahat bir hayat vermesi için Şafak Kızı Zora’ya dua edeceğim.” Böyle dedikten sonra küçük kayığına atlayıp denize açılmış. Üç gün boyunca hiç yemek yemeden ve hiç balık avlamadan, akıntı onu nereye sürüklerse oraya gitmiş. Üçüncü günün sabahında, Güneş’in sevgili kızı Zora’nın gümüş bir kayık içinde kendisine doğru hızla yol aldığını görmüş. Şefkat dolu gözlerle balıkçıya bakmış Zora.
“Canını sıkan nedir balıkçı?” diye sormuş. “Neden böyle üzgün görünüyorsun?” “Ah, Zora, güzel Şafak Kızı! Hayatıma biraz refah ve mutluluk katamaz mısın?” “Madem üç gündür benim balıklarımı tutmuyorsun,” demiş Şafak Kızı, “ben de sana yardım edeceğim. Issız sahildeki kulübene dön ve başına konacak talih kuşunu bekle.” Bunu söyledikten sonra, gümüş kayığıyla dalgaların altına dalmış. Balıkçı da küreklere asılıp evine dönmüş. Issız sahildeki kulübesine vardığında, kapı önünde üstü başı yırtık pırtık, yoksul mu yoksul bir kızın oturduğunu görmüş.
“Annem ve babam öldü, ben de senin karın olmaya geldim,” demiş kız. “Şafak Kızı’nın yolladığı talih kuşu bu mu yani?” diye düşünmüş balıkçı. Ama yapacak bir şey yokmuş; kız ile evlenmiş. Evlenirken, “Belki zengin akrabaları vardır, bize altın ve evlilik hediyeleri getirirler,” diye geçirmiş aklından. Ancak umduğunu bulamamış ve günler eskisi gibi geçip gitmiş. Balıkçı her gün kayığına binip balık tutuyor, karısı da kenevirden ağ örüyormuş; her gece balık pişiriyorlar, karısının kayalıklardan topladığı yabani bitki ve köklerle birlikte yiyorlarmış. Yemekten sonra karısı balıkçının başını kucağına koyup saçlarını tarıyor ya da kemikten yapılma çifte kavalı ile tatlı melodiler çalıyormuş.
Bazen de ona harika masallar anlatıyormuş: Deniz kralının sarayından, rüzgârın eksik olmadığı Bujan Adası’ndan, kehribar taşı Alatir’den, gök gürültüsü tanrısı Perun’dan, Rikavatz Gölü’ndeki ejderhadan ve yerkürenin derinliklerinde yatan ejderha ateşi Vatra’dan bahsediyormuş kocasına. Balıkçı da keyifleniyor, “Belki de karım gerçekten de Şafak Kızı’nın yolladığı bir peridir. Kim bilir, belki de bir gün bana anlattığı mucizeleri gösterir,” diye düşünüyormuş. Haftalar ayları kovalamış; bu arada balıkçı ve karısının bir oğlu olmuş. Her gün balıkçı balık tutmaya, her akşam eşi hikâyeler anlatmaya devam etmiş. Ancak bir gece balıkçının sabrı tükenmiş ve, “Bu kadar beklediğim yeter,” demiş.
“Yarın, anlattığın bu harika şeylerden birini göstereceksin bana! Beni deniz kralının sarayına götür ve kralın gümüş tahtını, inciden yapılma trompetleri ve dalgaların altında yanan mercan mumları göster!” Bunu duyan kadın çok korkmuş. “Onların hepsi, seni mutlu etmek için anlatılmış masallardı. Ben zavallı bir kızım; deniz kralının sarayı hakkında ne bilirim? Seni oraya nasıl götürürüm?” Balıkçı inat ediyormuş. “Yarın şafak sökerken sahile gidecek ve deniz kralının sarayına giden bir yol bulacaksın. Eğer bulamazsan sakın dönme, çünkü sana kapıyı açmam.” Bunun üzerine ertesi sabah, balıkçının zavallı karısı bebeğini kucağına alıp sahile gitmiş. Sabahtan akşama kadar sahilde yürüyüp durmuş ama bırakın deniz kralının sarayına giden yolu, tek bir insan bile görmemiş. Hava kararınca uyku bastırmış; o da biraz uzanıp kestirmek istemiş. Uyandığında ne görsün? Bebeğinin yerinde yeller esiyormuş!
Ertesi gün boyunca dört bir yanı karış karış aradıysa da, en ufak bir iz bulamamış. Çabaları boşa çıkan kadın, üçüncü gün çaresizlik içinde evine doğru yönelmiş. Kulübeye varana kadar kahrından saçları beyazlamış ve dili tutulmuş. Bu yüzden, olan biteni kocasına anlatamamış. Balıkçıya gelince, onun aklı hâlâ deniz kralının sarayını ve saraydaki gümüş tahtı, inciden trompetleri ve dalgaların altında yanan mercan mumları bulmaktaymış. Başka hiçbir şey düşünemiyormuş. Böylece bir kez daha kayığına atlayıp denize açılmış ve üç gün boyunca ağzına lokma sürmemiş ve hiç balık tutmamış. Üçüncü gün, gümüş kayıklı Şafak Kızı bir daha çıkmış karşısına.
“Bu defa seni üzen nedir balıkçı?” “Ah, Zora, güzeller güzeli Şafak Kızı, bana deniz kralının sarayına giden yolu göster, ne olur!” “Pekâlâ,” demiş Zora. “Sana bir kez daha yardım edeceğim, ama bu son. Bir sonraki yeniayda kayığına bin. Rüzgâr seni doğuya, Güneş’in parlak evine, kargaların en yaşlısı tarafından korunan kehribar taşı Alatir’in bulunduğu rüzgârın eksik olmadığı Bujan Adası’na taşıyacak. Yapman gereken bir sonraki şeyi sana orada söyleyeceğim.” Bunun üzerine balıkçı eve dönmüş ve eşine hiçbir şey söylememiş.
Bir sonraki yeniayda sahile inip kayığına binmiş ve rüzgâr onu yemyeşil otların bittiği, yaban asmalarından salkım salkım üzümlerin sarktığı Bujan Adası’na sürüklemiş. Şafak Kızı Zora orada balıkçıyı bekliyormuş. “Şuradaki dalgaların üstünde duran, çevresinde denizkızlarının oynadığı değirmen çarkını görüyor musun? Denizkızlarından o çarkı çevirmelerini ve seni aşağıya, deniz kralının sarayına yollamalarını istemelisin. Ama bil ki, oraya bir kere indikten sonra bir daha bu dünyaya geri dönemezsin; çünkü dönüş yolunda birbirinden korkunç üç bekçi bekliyor!” “Sana ne kadar teşekkür etsem azdır, güzeller güzeli Şafak Kızı. Hiç merak etme, oraya bir kere indikten sonra bir daha yukarı çıkmak istemeyeceğime eminim!” Bunu dedikten sonra balıkçı küreklere asılmış ve denizkızlarının değirmen çarkı çevresinde oynadığı yere gitmiş.
“Ey denizkızları, çarkı çevirip beni deniz kralının sarayına yollayın ne olur!” Denizkızları çarkı çevirmeye başlamışlar. Onlar hızlandıkça, suyun içinde tıpkı bir hortum gibi döne döne denizin dibine doğru giden bir yol açılmış. Balıkçı da kayığıyla birlikte bu delikten geçip deniz kralının sarayına varmış ve burada gümüş tahtı, yanmakta olan mercan mumları ve inciden trompetler çalan deniz ahalisini görmüş. Dağınık sakalı, boynuzları ve yakut rengi gözleriyle heybetli deniz kralı da oradaymış. Yanında ise, altın bir beşikte, balıkçının oğlu yatmaktaymış. Oğlunu görür görmez, deniz kralının sarayı ve içindeki tüm zenginlikler balıkçının aklından uçup gitmiş.
“Benim biricik oğlumu kaçırıp buraya getirmeye nasıl cüret ederler?” diye düşünmüş. “Ve ben onu buradan nasıl çıkaracağım şimdi?” Denizin altında bunlar olup biterken, balıkçının dilsiz karısı evde tek başına kalakalmış. Peki, ne yapıyormuş dersiniz? Her akşam, belki gelir diye, balıkçının yemeğini hazırlıyor,gündüzleri ise kenevirden balık ağı örüyormuş. Balıkçının dönmediğini görünce, onun için pişirdiği yemeği ertesi sabah kayalıklara götürüp oradaki yılanlara, ördüğü ağlarıysa yuva yapmaları için kuşlara veriyormuş. Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış… Balıkçı dönmemiş. Ancak bir gün tepetaklak olmuş kayığı sahile vurmuş. Bunu gören karısı, kemik kavalını ve yine kemikten yapılma bir balık iğnesini yanına alıp kayığa binmiş ve denize açılmış.
Rüzgâr onu çok uzaklara taşıyıp bulutlardan oluşan üç mağaranın bulunduğu bir yere getirmiş: Birinci mağarada korkunç bir ejderha, ikincisinde dehşet verici bir kuş, üçüncüsündeyse devasa bir arı duruyormuş. Balıkçının karısı ilk mağaraya yaklaşınca, denizin yüzeyine boylu boyunca uzanmış yatan korkunç ejderhayı görmüş. Ejderha burnundan köpükler fışkırtıyor, kuyruğuyla suyu dövüp dalgalar yaratıyormuş. Balıkçının karısı, ejderhanın yanından geçmeye cesaret edememiş ve kavalını çıkarıp çalmaya başlamış. Bunu yapar yapmaz, dünyanın tüm yılanları yüzerek oraya gelmişler. “Ejderha ana, bu kadına izin ver geçsin! O bize çok defa iyilik etti ve her sabah yiyecek getirdi.”
“Pekâlâ,” demiş ejderha. “Ama sadece bir defalığına izin veriyorum, ona göre!” Böylece kadın, ejderhanın mağarasının yanından geçebilmiş. Bir süre sonra ikinci mağaraya yaklaşmış. Burada bir dağ kadar heybetli, dehşet verici bir kuş varmış. Tüyleri pirinçten, gagası demirdenmiş. Kanat çırptığında kasırga çıkıyormuş. Ama kadın kavalıyla tatlı bir melodi çalınca, dünyanın bütün kuşları süzülerek oraya gelmişler. “Kuşların anası, bu kadına izin ver geçsin! O bize yuva yapmamız için her gün kenevirden ağ verdi.” “Pekâlâ,” demiş kuş. “Ama sadece bir defalığına!” Böylece balıkçının karısı yoluna devam edebilmiş. Bir süre sonra üçüncü mağaraya varmış.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDenizin Dibindeki Krallık
- Sayfa Sayısı128
- YazarJoan Aiken
- ISBN9786052850190
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Larten Crepsley Efsanesi 2: Kan Denizi ~ Darren Shan
Larten Crepsley Efsanesi 2: Kan Denizi
Darren Shan
On iki kitaplık Ucubeler Sirki’ne doyamadınız mı? Öyleyse zamanda yolculuk ederek geçmişe gitmeye ne dersiniz? 33 ülkede, 30 dile çevrilen Ucubeler Sirki dizisi ile dünya çapında büyük...
- Kimya Hatun ~ Saide Kuds
Kimya Hatun
Saide Kuds
Kocasının ölümünden sonra Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ile evlenen Kerra Hatun, yeni kocasının haremine yerleşir. Tabii sevgili kızı Kimya da onunladır. Kimya Hatun içine düştüğü...
- Berlin’in Nar Çiçeği ~ Füruzan
Berlin’in Nar Çiçeği
Füruzan
Füruzan, 1988’de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya’da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken,...