Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Denizin Çağrısı
Denizin Çağrısı

Denizin Çağrısı

Jack London

San Francisco’da yaşayan Joe kendini bir türlü derslerine veremeyen; arkadaşlarıyla sokak sokak gezmeyi, sınavlara çalışmaya yeğleyen bir gençtir. Yaşamı sıradan, sıkıcı bulur, hep daha…

San Francisco’da yaşayan Joe kendini bir türlü derslerine veremeyen; arkadaşlarıyla sokak sokak gezmeyi, sınavlara çalışmaya yeğleyen bir gençtir. Yaşamı sıradan, sıkıcı bulur, hep daha fazlasını bekler. Dolu dolu yaşamak ister ve günlerini çeşitli maceralara atılarak geçirenlere özenir. Kız kardeşinin okulda kendisinden daha başarılı olmasını, babasının hayal kırıklığını dile getirmesini kaldıramayan Joe evden kaçarak denizci olmaya karar verir fakat kendini korsanların arasında bulur.

Denizin Çağrısı, nefes aldığı her ânın tadını çıkarmak isteyen memnuniyetsiz bir gencin hayata ve yaşama dair farkındalık kazanma sürecini anlatıyor. Jack London’ın diğer birçok eserinde olduğu gibi, denize, denizciliğe dair çok yönlü gözlemler içeren roman, okurlara delidolu bir gençlik hikâyesi sunuyor.

Birinci bölüm

I
İki kardeş

Gürül gürül ilerleyen dev okyanus dalgalarını geride bırakarak kumsalı aştılar. Koşuyorlardı. Asfalta varınca bisikletlerine atladılar ve daha büyük bir hızla, geniş çimenliklerle süslü parka daldılar. Üç kişiydiler. Göz alıcı renklerde kazaklar giymişti hepsi. Parlak renkli kazak giyen çocukların genellikle yaptığı gibi, parkın bisiklet yolunda “uçuyorlardı”. Yasal hız sınırını aşıyorlardı belki de. Silahlı park polisi böyle düşündü; ama kesin yargıya varamadığından yanından rüzgâr gibi geçen çocuklara bağırmakla yetindi. Polisin uyarısını umursamazlıktan gelmedi çocuklar. Ama daha önlerine çıkan ilk dönemeçten sonra polisin sözlerini hiç duymamış gibi davranmaktan da geri kalmadılar. Bu da göz alıcı renklerde kazaklar giymiş çocukların olağan tutumuydu.

Golden Gate Parkı’nın kapısından birer ok gibi fırlayarak gidonları San Francisco’ya doğru çevirdiler ve tepelerin eteklerinden dolanan yayvan asfaltta, yayaları dönüp dönüp baktıracak bir hızla ilerlemeye başladılar. Renk renk kazaklar, kent sokaklarında uçuyor, dik yokuşları tırmanmamak için sokak aralarında kayboluyordu. Eğer dik yokuşları tırmanmak kaçınılmaz bir erkeklik gösterisini gerektiriyorsa, türlü cambazlıklarla “birinci” olmaya çalışıyorlardı.

İçlerinde en hızlı bisiklet süren, genellikle hep birinci olan ve en usta cambazlıklar yapan Joe’ydu; “önde giden kral”dı ve önderliğini yaptığı çocuklar grubunun en gözüpek, en neşeli olanıydı o. Ama büyük, rahat evlerin çevrelediği sokaklarda, Western Addition Mahallesi’ne pedallamaya başladıklarında neşesi azaldı Joe’nun. Bağrışları, kahkahaları daha seyrek duyulur oldu. Pedalları geri geri gidiyor, farkında varmadan arkada kalıyordu. Arkadaşları, Laguna ve Vallejo caddelerinin kesiştiği yerde sağa döndü. Joe, bisikletin tekerleklerini sokağın soluna doğru çevirirken, “Hoşça kal Fred!” diye seslendi. “Hoşça kal, Charley!”

“Akşama görüşürüz!” dedi onlar da. “Yok! Akşama gelemem!” “Aa, bu olmadı işte! Bekliyoruz, n’olur…” diye üsteledi arkadaşları. “Olmaz, tarih inekleyeceğim bu gece! İyi geceler!” Bastı pedala. Yalnızdı şimdi. Yüzünde bir bıkkınlık, gözlerinde üzüntü vardı. Dalgın dalgın ıslık çalmaya başladı ama bu isteksiz ses, giderek azalarak rüzgâra karışıyordu. Sonra yavaş yavaş gücünü yitirdi ve Joe, iki katlı büyük evin garaj yoluna girdiğinde büsbütün söndü. “Joe, sen misin?” diye bir ses duydu içeriden. Cevap vermedi. Çalışma odasının kapısına vardığında durdu. Mutlaka Bessie’ydi içerideki. Masaya kapanmış ders çalışıyordu. Üstelik hemen hemen bitiriyor olmalıydı; çünkü her akşam yemekten önce bitirirdi tüm ödevlerini ve yemek saatine beşon dakika vardı. Kendi dersleriyse olduğu gibi duruyordu daha. Bu düşünce öfkelendirdi onu. İnsanın kardeşinin –hem de kendisinden iki yaş küçük kız kardeşinin– onunla aynı sınıfta olması yeterince kötüydü. Ama bu kız kardeşin her an tepesine dikilip ona akıl öğretmesi tek kelimeyle çekilmezdi. Aslında hiç de akılsız değildi Joe. Herkesten çok kendi biliyordu aptal olmadığını. Ama nedense –pek anlayamadığı bir nedenden ötürü– aklı başka yerlerdeydi, derslere veremiyordu kendini. Bu yüzden de hep hazırlıksız yakalanıyordu sınavlara. “Joe, buraya gelir misin?” Çok yumuşak, sevecen, belki de biraz üzgün bir sesle çağırıyordu onu kardeşi. Buna karşılık Joe, sert bir hareketle iterek açtı kapıyı, “Ne var?” dedi çıkışırcasına. Karşısında ufak tefek ama dal gibi narin, biraz da ürkek, tatlı bakışlı bir kız görünce pişman oldu böyle katı davrandığına. Üzerine kitapların yığıldığı bir masaya oturmuş, gülümsüyordu ona Bessie. Masanın üzerine abanmıştı. Elinde bir kalem, önünde not defteri, kocaman bir koltuğa gömülmüş, bir elini de yanağına dayamıştı. Bu büyük koltuk, olduğundan daha küçük, narin ve tatlı gösteriyordu onu. Sesini yumuşatmaya çalıştı Joe bu kez. “Efendim Bessie?” dedi. Kardeşine doğru ilerledi. Bessie, Joe’nun elini aldı, yanağına bastırdı, yanı başında ayakta duran ağabeyine bir kedi gibi sokuldu. “Senin neyin var Joe’cuğum?” dedi tatlı tatlı. “Bana söylemelisin derdini, ha?” Joe susuyordu. İnsanın kendinden küçük, üstelik kız olan kardeşine derdini dökmesinden daha saçma bir şey yoktu dünyada. Ve onun karnesinin kendisininkinden iyi olması, bu saçmalığı ortadan kaldırmaya yeterli neden olamazdı hiçbir zaman. Ayrıca kardeşinin bu yaptığı da saçmalıktı. Onun dertlerinden ona neydi, ne anlardı ki soruyordu? Bessie biraz daha bastırdı ağabeyinin elini yanağına ve Joe, “Ne yumuşak yanakları var, pamuk gibi,” diye düşündü. Bir kurtulabilseydi onun elinden… Off! Ne aptalca, ne gülünesi bir durumdu bu! Ne var ki, kardeşini küstürmek istemiyordu ve bildiği kadarıyla kızlar hemencecik incinir, küsüverirlerdi.

Kararlı bir tavır takındı Joe ve, “Hiçbir derdim yok,” dedi. Sonra, aynı derecede kararsız, “Babam!” diye patladı. Sıkıntısı, kardeşinin gözlerine doldu birden. “Ama babam çok iyi, çok anlayışlı bir insandır Joe!” diye başladı. “Onu hoşnut etmeye çalışsan? Çok fazla bir şey istemiyor ki senden. Hem senin iyiliğin için hepsi. Sen başarısız çocukların çoğu gibi akılsız değilsin ki… Biraz çalışsan…” Joe, hızla elini çekti kardeşinin yanağından, “Al sana bir söylev daha!” diye haykırdı. “Sen de başladın bana akıl vermeye. Yarın öbür gün kapıya gelen sütçü yamağından da ders almaya başlarız bu gidişle!” Ellerini cebine soktu, belirsiz bir noktaya dikti gözlerini. Daldı gitti bir anda. Aynı öğütleri değişik sözlerle söyleyen bir yığın insan görüyordu gözleri. Bitmek tükenmek bilmeyen söylevlerle kulaklarını sağır eden bir yığın insan. Birden silkindi, odadan çıkmaya davrandı. “Bunun için mi çağırmıştın beni?” diye sordu. Kardeşi, gene elini tuttu, “Hayır,” dedi. “Hayır ama öyle dertli bir halin vardı ki… yani…” Sözünün gerisini getiremedi, şöyle bir düşündü, sonra birden atıldı: “Şey diyecektim, önümüzdeki cumartesi körfezin karşı kıyısına, Oakland’a bir gezi yapmayı düşünüyorduk arkadaşlarla. Dağ tepe dolaşacağız.” “Kimler var?” “Myrtle Hayes…” “Ne? O aptal mı?” “Hiç de aptal olduğunu sanmıyorum,” diye çıkıştı Bessie, ağabeyine. “Tanıdığım en tatlı kızlardan biridir Myrtle!” “Eh, tanıdığın kızları düşünürsek, biraz haklı olabilirsin… Hepsi birbirinden beter çünkü. Neyse, devam et. Başka kimler var?” “Pearl Syather, kardeşi Alice, Jessie Hilborn, Sadie French ve Edna Crothers. Kızlar bu kadar.”

“Hıh!” dedi küçümser bir tavırla Joe. “Erkekler dediğin kimlermiş bakalım?” “Maurice ve Felix Clement, Dick Schofield, Bert Layton, bir de…” “Yeter, yeter. Hepsi de süt çocuğu.” “Şey, diyecektim ki, Fred ve Charley’yle sen de gelsen, diyecektim.” Sakına sakına konuşuyordu Bessie. Sesi titriyordu. “Bu yüzden seslenmiştim sana… Sizi de çağırmak için.” “Peki, ne yapacaksınız dağda bayırda?” “Hiç. Dolaşırız, kır çiçekleri toplarız… Gelincik zamanı şimdi, biliyor musun? Sonra oturur güzel bir yerde sandviçlerimizi yeriz… Sonra, sonra…” “Sonra eve dönersiniz,” diye tamamladı onun sözünü Joe. Bessie başını salladı. Joe, gene ellerini cebine soktu, bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı odada. “Kılıbıklarla kızlar…” diye omuz silkti. “Ve tam hanım hanımcık kızlara uygun bir düzmece. Evet, düzmece. Benim tipime uymaz böyle geziler.” Bessie titreyen dudaklarını iyice gerdi, savaştan vazgeçmeyen yenik bir kadın asker gibi, “Peki nereye gitmek isterdin?” diye sordu. “Fred’le Charley’yi alır, bir yerlere giderim elbet… Ne bileyim… Bir şeyler yaparız…” Kardeşi durmuş, sabırla bakıyordu ona. Sözünü tamamlamasını bekliyordu. Duyduğu, istediği şeyleri dile getirmeyi beceremediğinin farkındaydı. Joe’nun çektiği zorluk, hoşnutsuzluk, yüzünden okunuyordu. “Sen anlamazsın ki!” diye haykırdı birden Joe. “Anlayamazsın. Kızsın sen çünkü. Derdin günün hanım hanımcık bir kız olmak. Terbiyeli bir öğrenci olmak istiyorsun. Derslerine çalışan, iyi notlar alan çalışkan bir öğrenci. Tehlikeden anlamazsın, serüvenden ya da ne bileyim, böyle şeylerden anlamazsın. Kaba saba, erkek oğlanlardan hoşlanmazsın. Onlarla dolaşmaz, yanlarına bile sokulmazsın. Kolalı yakalı, kravatlı, temiz giysili, saçları taralı çocuklardan hoşlanırsın sen. Dersten sonra sınıfta oturup öğretmene saçını okşatan, günde beş aferin dilenenler tam sana göre. Hiç kavgaya karışmayan, yürüyüş yapıp çiçek toplamaktan, kızlarla kır yemeği yemekten kavgaya fırsat bulamayan hanım evlatlarıyla arkadaşlık edersin hep. Ah, bilirim böylelerini! Gölgelerinden korkarlar. Koyun beyni kadar çalışmaz kafaları… Evet, evet, koyun gibidir onlar… Gibisi de fazla, düpedüz koyun hepsi. Bak, ben koyun değilim. Kırlara otlamaya gelemem sizinle. Daha da anlamadınsa, gelmeyeceğim!” Bessie’nin kahverengi gözlerinden yaşlar boşanıyor, dudakları titriyordu. Bu, Joe’yu büsbütün kızdırdı. Zaten kızlar neye yarardı? Zırıl zırıl ağlamaktan, her şeye burnunu sokmaktan, önüne gelene analık taslamaktan başka ne işleri vardı? Ne akılsız şeylerdi şu kızlar! “İnsan seni ağlatmadan ağzını açamaz,” dedi. Gönlünü almak istiyordu şimdi de. “Seni ağlatacak ne söyledim ki? Gerçekten söylemedim!” Ne yapacağını bilmiyordu, öyle durdu, baktı kardeşine. Bessie hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kendini tutmak için çaba harcadıkça da arkasından biri itiyormuş gibi sallanıyordu. Kocaman kocaman gözyaşları yanaklarından yuvarlanıyordu. “Ah, şu kızlar!” diye göğüs geçirdi Joe ve öfkeyle çıktı odadan.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıDenizin Çağrısı
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarJack London
  • ISBN9789750740633
  • Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Güneşin Oğlu ~ Jack LondonGüneşin Oğlu

    Güneşin Oğlu

    Jack London

    Jack London’ın genç yaşta tanıştığı Güney Denizleri’nde yaptığı yolculuklardan izler taşıyan Güneşin Oğlu ve Güneşin Tüyleri isimli bu iki öyküsü odağına David Grief’i alıyor.Varlıklı...

  2. Beyaz Diş ~ Jack LondonBeyaz Diş

    Beyaz Diş

    Jack London

    O diğerlerinden çok farklıydı. Onların tüyleri daha şimdiden anne kurt Kiche’ye benzeyerek kızılımsı bir renk almışken yalnız kendisi, babasına çekmişti. Bir batanda doğan yavrular...

  3. Demir Ökçe ~ Jack LondonDemir Ökçe

    Demir Ökçe

    Jack London

    Eserlerinde doğanın karşı konulamaz gücünü alt etme ve hayatta kalabilme mücadelesini romantik bir yaklaşımla ele alan Jack London, Demir Ökçe’de sınıf mücadelesini konu alır....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Renkli Çekmeceli Şifonyer ~ Olivia RuizRenkli Çekmeceli Şifonyer

    Renkli Çekmeceli Şifonyer

    Olivia Ruiz

    Olivia’ya, çocukluğu boyunca içindekiler hakkında türlü türlü hayaller kurduğu, anneannesinin kimseyi yanına yaklaştırmadığı esrarengiz şifonyer miras kalır. Artık o çekmecelerde gizlenen ve farklı nesillerden...

  2. Demir Ökçe ~ Jack LondonDemir Ökçe

    Demir Ökçe

    Jack London

    Demir Ökçe, yazıldığı tarihten bu yana tüm dünyada muhalif sol hareketlerin başucu kitabı olan sıradışı bir anlatı. ABD ve dünyada sosyalist hareketin yükseldiği bir...

  3. Yabancı ~ Claudia DurastantiYabancı

    Yabancı

    Claudia Durastanti

    Her ailenin kendi mitolojisi vardır, ancak bu ailede mitlerin hiçbiri birbiriyle uyuşmuyor. Claudia’nın annesi, babasıyla onu köprüden atlamaktan alıkoyduğunda tanıştığını söylüyor. Babası ise annesini...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur