Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Denize Yazıldı
Denize Yazıldı

Denize Yazıldı

Ayşe Sarısayın

Ayşe Sarısayın, sıra dışı bir kadının, Elif Daldeniz Baysan’ın iki dil ve kültür arasındaki gelgitlerle şekillenen portresini sunuyor okurlara. Elif ve çevresinin kurmaya çalıştığı…

Ayşe Sarısayın, sıra dışı bir kadının, Elif Daldeniz Baysan’ın iki dil ve kültür arasındaki gelgitlerle şekillenen portresini sunuyor okurlara. Elif ve çevresinin kurmaya çalıştığı başka bir yaşamın öyküsünü, düş ve düşbozumlarını aktarmanın ötesinde çok dillilik, kültür, seçilmiş aile gibi kavramları açımlayan, ölümle baş etme çabalarını sorgulayan bir kitap Denize Yazıldı. Denize yazılan ve Elif’in son evi Heybeliada’dan usulca dalgalara emanet edilen bir dostluk öyküsü… Terk edilmiş, virane bir binayı yaşanası bir eve, kurak bir toprak parçasını sahici kahkahaların çınladığı bir cennet bahçesine dönüştürdüğümüz, burada yeni bir dünya, huzurlu bir sığınak ve sınırlı ilişkilerden derin bir dostluk, hatta kocaman bir aile yarattığımız yılların, bu şenlikli, patırtısı gürültüsü eksik olmayan kalabalık ailenin eksilmeden önceki rengi: Mor! Tüm renkler mora çalıyor, gün günden mor, bir eksik mor. Begonviller uzaklarda. Yaz gelecek mi, gelecek mi gerçekten?

İçindekiler
Önsöz ………………………………………………………………………….. 11
Sunu ve Teşekkür…………………………………………………………… 17
“Uzaklardan Bir Veda”…………………………………………………….. 21
Deniz’e Notlar ………………………………………………………………. 25
İlk Karşılaşma – Adaevi Yolculuğu…………………………………….. 29
Hüseyin Sarısayın’dan: “Adaevinin Hikâyesi”………………………. 32
Funda Bener’den: “Bir Varmış Bir Yokmuş”…………………………. 36
Selma Necatigil’den: “Her Şey Başka Bir Şey Oldu”……………… 38
Deniz’e Notlar ………………………………………………………………. 41
“Gel-Gitler Çocukluğu”…………………………………………………… 44
Deniz’e Notlar ………………………………………………………………. 54
Çocukluk Yılları …………………………………………………………….. 59
Deniz’e Notlar ………………………………………………………………. 65
Üniversite Dönemi: “Ah Güzel İstanbul…” …………………………. 69
Martin van der Hoek’den: “Özel Bir Dostluğun Sıra Dışı
Hikâyesi”………………………………………………………………………. 78
Çeviribilim Dünyasının Prensesi ………………………………………. 85
“Her Şey Bir Çeviri…” …………………………………………………….. 98
Seval Bulutoğlu’ndan: “Benim Elif’im” …………………………….. 103
Heidemarie Salevsky’den: “Bir Arkadaşla Paylaşımlar”………… 111
Almanca Dersi …………………………………………………………….. 124
Deniz’e Notlar …………………………………………………………….. 128
Aşk Gelmiş Cihana… ……………………………………………………. 133
“Yarım Kalmış Bir MS Öyküsü”………………………………………. 144
Can Eryümlü’den: “Üç Kalpli Bir Kadın”………………………….. 148
Deniz’e Notlar …………………………………………………………….. 154
S. Hasan Diker’den: “İsmiyle Müsemma”………………………….. 159
Nurten Sönmemiş’ten: “Sakin Güç”…………………………………. 161
Deniz Mavisi Bir Çocuğun Doğumu ……………………………….. 163
Candan Baysan’dan: “Deniz Ankara’da”……………………………. 175
Jochen Proehl’den: “Bir Sergiden Sağlam Bir Dostluğa” ……… 177
Son Yaz: Ayrılığa Doğru…………………………………………………. 181
Deniz’e Notlar …………………………………………………………….. 206

Önsöz

“Benim de öykümü yazacaksın bir gün, dediğini anımsa!
İşlevin açık işte! Elinde tırpan…
Yazmam buyruldu, yazıyorum, onun haberi yok.
Bu da mı yazgı?”

Vüs’at O. Bener

Ayşe Sarısayın’ın yeni kitabı Denize Yazıldı, yaşanmışlıktan yola çıktığını ve gerçek bir kişinin –ortak dostumuz Elif Daldeniz Baysan’ın– yaşamöyküsünü anlatmayı hedeflediğini daha baştan vurgulayan bir metin. Denize Yazıldı, genç yaşta aramızdan ayrılan Elif’in çocukluğundan itibaren son nefesine kadar hayata karşı duruşunu, hem çevresiyle bütünleşmesini hem de güçlü, sevecen ve özerk bir birey olarak varoluşunu aktarmak suretiyle, genç yaşlı ya da kadın erkek demeden birçok ülkeden, ırktan, dinden, dilden, cinsel yönelimden, fikirden ya da inançtan, meslekten bunca farklı insanı derinden etkileyebilmiş sıra dışı bir kadının portresini sunmaktadır okurlarına. Yazar, bu portreyi çizerken öznel duygu ve düşüncelerini de gizlemeksizin, aynı zamanda belirgin bir nesnellik çabasıyla başka gerçek kişilerin tanıklıklarına da geniş yer veriyor. Bu özellikleri dikkate alındığında, bu kitap anı ya da biyografi kategorisine daha yakın görünüyor olabilir. Gelgelelim anı ya da biyografi dendiğinde, okurun beklentisinde öncelik “gerçek hayatta yaşanmış olanların aslına sadık biçimde ve nesnelliği öne çıkaran bir dille” aktarılmasına kaydırılıyor, edebî boyut ikinci planda kalabiliyor. Oysa Denize Yazıldı’nın asıl belirgin özelliği, çok katmanlı ve çoğul okumalara izin veren, her şeyden önce de edebî dili ve kurgusuyla öne çıkan edebî bir eser olmasıdır. Bu kendine özgü metni doğru eksene oturtmak için en doğru yöntem ola ki Ayşe Sarısayın’ın benzer türdeki diğer eserleriyle, örneğin Çok Şey Yarım Hâlâ ya da Erdal Öz: Unutulmaz Bir Atlı, hatta Selim İleri’yle yapılmış bir söyleşi formatında olmakla birlikte benzer bir yaklaşımın ürünü olan O Aşk Dinmedi ile bağlantılarını ortaya koymaktır.

Bu açıdan baktığımızda yazarın, bir yaşamöyküsünü dile getirmek için çeşitli yazınsal türleri harmanlayarak ana amacının hizmetine sokabilen, sözel tanıklıklarla belgeleri edebî bir kurgu içinde bir araya getiren, nesnellikle öznelliği gerçeğe ulaşma yolunda buluşturan, dar anlamda olguları daha geniş anlamda toplumsal analiz ve dönem analizi süzgecinden geçiren, duygularla düşünsel sorgulamaları kendi diliyle birlikte yoğuran, kendi öznelliğini ise hem ayrı bir kurguyla metnin oluşum sürecinin serüveni olarak ayrıştıran hem de anlatının bütününe yedirebilen kendine özgü bir edebî tür geliştirdiğini görürüz. Bu yöntem, birden fazla okuma ekseni sunuyor okurlara: Ana eksen, engin potansiyelini tümüyle ortaya koyma fırsatını bulamadan aramızdan ayrılan Elif Daldeniz Baysan’ın kişiliğini, tutkularını, dostluklarını, yaşam biçimini aktaran bir yaşam serüvenidir kuşkusuz. Öte yandan, bu yaşam serüveni aynı zamanda Elif’in dünyanın dört ucundan dostlarıyla geliştirdiği bir tür “kan bağı olmayan akrabalık” ilişkilerini merkezine alan, “dostluk olgusu”nu ve “seçilmiş aile” kavramını irdeleyen bir okumaya da kapı aralıyor ve böylece aile kavramının farklı açılımları üzerine düşünmemize olanak veriyor. Aynı şekilde, Elif’in iki dil, ülke, kültür arasındaki gelgitlerle şekillenen yaşamıyla çevirmenlik mesleği ve bu alandaki akademik arayışları bir arada değerlendirildiğinde, Denize Yazıldı “dil/çok dillilik/çeviri” kavramlarını açımlayan, hatta içten içe “kültür” kavramının ta kendisini sorgulayan bir metne de dönüşüyor. Bir başka okuma ekseninin ise, ölümcül bir hastalığın pençesindeki bir kadının son nefesine kadar verdiği onurlu yaşam mücadelesi, çevresinin hastalık ve ölümle baş etme çabası, dahası ölüm, kayıp ve yas kavramlarının sorgulanması olduğu söylenebilir. Denize Yazıldı’yı düz bir yaşamöyküsü olmanın ötesine taşıyan bir unsur yazarın bu çoğul okumaları mümkün kılan anlatımıysa, ana unsur elbette Elif Daldeniz Baysan’ın yaşantısı, zengin kişiliği, özgün bireysel özellikleri, değerli nitelikleri, hem kendi yaşamına hem de çevresine anlam katan düşünceleri, hayata karşı duruşu, insanlarla kurduğu ilişkiler ve çevresine yaydığı enerjiyle toplumun geniş kesimlerine tanıtılmayı, bir rol modeli olarak anılmayı, özgün bir kitaba konu olmayı hak eden, bildik kalıpların dışında bir birey olmasıdır.

Bu yönüyle Denize Yazıldı, günümüz Türkiye’sinin farklı bir sosyal tabakasının –hatta farklı ülkeleri de kapsayan uluslar ötesi bir topluluğun, kültür insanlarının– yaşam tarzlarını, ilişkilerini, inanç ve beklentilerini, değerlerini ve hatta ütopyalarını, düşlerini ve düş kırıklıklarını sergileyen, ayrı bir varoluş biçiminin ve farklı bir yaşamın mümkün olduğunu anlatan bir kitaptır aynı zamanda. Her şeyden önce de dostluğun ve sevginin öyküsüdür bu kitap… Yitirilen sevgili bir dosta yazılmış bir mektup da denebilir aslında, daha doğrusu bir ağıt… Kime yazıldı sorusunun yanıtını adında taşıyan bir kitaptır; çok özel bir okur için, onu bir gün mutlaka okuyup anlayacak ayrıcalıklı bir okur için yazılmış bir kitaptır: Çünkü ne de olsa Deniz’e yazıldı bu kitap, Elif’in (ve can yoldaşı Serhat’ın) o afacan, zeki, meraklı oğluna, bizlerin “Bay Ukala”sına… Oğlu Deniz’i ve denizi çok seven aziz bir dostumuzu anlatan bu kitap, sonuç olarak Heybeliada’yı –yani Elif’in son evini– çevreleyen masmavi sulara, köpüren dalgalara, uçuşan martılara, denize yazıldı… Tıpkı ıssız bir adaya düşenlerin şişeye koyup denize saldıkları bir çığlık gibi… Ola ki son bir gözyaşı gibi… Deniz’e yazıldı bu kitap ve Elif’in anısına yaraşır biçimde –usulca– denize bırakıldı, dalgalara emanet edildi…

Yiğit Bener

“Otobüsü bekledik ve Isabelle’e, babamın kitabını benim,
evet benim, bir kez daha yazacağımı, Beyaz Kitap’ını
ilk okuyan kişi olmak için yazacağımı söyledim. Kitabı
önce ona verecektim, sonra da diğer herkese;
örf ve âdetler böyleydi çünkü…”

Urs Widmer, Babamın Kitabı

“Yahut askerleri düşün
Tam çıkmışlar siperden
Bakıyorsun
Pusudaki tepelerden bir kurşun.”

Behçet Necatigil, “Kurşun”

“Uzaklardan Bir Veda”

Adım Martin van der Hoek; Nico’yla birlikte yaşamakta olduğumuz Zeeland’ın Burgh-Haamstede bölgesinde Protestan kilisesinin yönetim kurulu üyesiyim.

O hafta sonu diğer üyelerle birlikte Belçika’ya, Tongeren’de bir Katolik manastırına gitmiştik. 15 Eylül 2012 Cumartesi sabahı İstanbul’dan arkadaşımız Tuba arayarak gece Elif’i kaybettiklerini söyledi.

Gruptaki arkadaşlarım Elif’in hastalığını ve günden güne kötüleştiğini biliyorlardı. Tuba’yla konuştuğumda darmadağın olup ağladığımı gördüler, bana sevgiyle yaklaşarak içimdeki kederi dile getirmemi sağladılar. Bu desteğin ne kadar önemli ve değerli olduğunu anlatamam. Nico’ya hemen değil, eve dönünce, yüz yüze haber vermeye karar verdim.

Belçika’ya giderken, beraberimizde bizim için güzel bir şeyin sembolü olan herhangi bir nesne götürmeyi kararlaştırmıştık. Ben de Kuzey Denizi kıyısından, Burgh-Haamstede sahilinden bir taş almıştım yanıma. Elif, eşi Serhat ve oğlu Deniz’in bize son gelişlerinde gittiğimiz yerdi burası.

Nico evdeydi o gün, Elif öğleden sonrayı sahilde, bir rüzgâr değirmeninin altındaki arabamda uyuyarak geçirmişti, biz ise kumullarda, suyun yükseldiği yerde oturmuştuk. Deniz tarafından güçlü, serin bir rüzgâr esiyordu. Sahile vuran dalgalar sertçe kırılıyor, su yükseliyordu. İşe gittiğim günlerde bu sahilden geçip aynı yoldan geri dönerken, günde iki kez, Hollanda’nın Kuzey Denizi sahillerinde birlikte olduğumuz bu son öğleden sonrayı hatırlarım.

Taş kalıcıdır; rüzgâr taşı yerinden oynatır, su önüne katıp sürükler, ateş hırpalar, ama taş daima taş olarak kalır. Bu taş benim için Elif’in sevgisinin ve dostluğunun sembolüydü. Arkadaşlarımdan ayrılarak taşı alıp tek başıma manastırın bahçesine girdim. Rahiplerin mezarları ziyaretçilere kapalı olduğu halde, o yöne doğru ilerledim. Çevremdeki sükûnete rağmen sakin ve huzurlu hissedemiyordum kendimi, içimde fırtınalar kopuyordu. Kapıdan geçince, solda bir ağacın altında taşı koyabileceğim bir yer gördüm. Orada durup Elif, Serhat ve Deniz için, çok sevdikleri bir insanı kaybeden tüm yakınları için dua ettim, birbirimizi tekrar görebilmemiz için Tanrı’ya yakardım. Teselli edici güzel bir söz vardır: “Ubi caritas et amor, Deus ibi est” – Tanrı sevginin ve dostluğun olduğu yerdedir. Taşı ağacın altına bıraktım ve oradan ayrıldım.

Cumartesi akşamı Burgh-Haamstede’e döndüğümde rahibimiz pazar sabahı kilisedeki ayinde Elif, Serhat ve Deniz için dua edilmesini önerdi. Sevinerek kabul ettim. Eve geldiğimde Nico ağlayarak karşıladı beni: Elif’in ölümünü sosyal medyadan öğrenmiş, kötü haberi vermek için dönmemi beklemişti.

Ertesi sabah Nico’yla birlikte kiliseye gittik. Aynı saatlerde Bostancı ve Heybeliada’da Elif’in cenaze töreninin yapılacağını biliyorduk. Ayinden önce bir mum yakarak dua ettik. Elif’in mumu, pazar ayini boyunca yanacak olan özel “Oster” mumuydu. İnancımıza göre Hıristiyanlıkta Tanrı’nın tüm insanların yanında olduğunu ve son sözün ölüme ait olmadığını sembolize ediyordu.

Elif yaşam, ölüm ve “öte taraf”la ilgili düşüncelerimizi biliyordu. Diğer konularda olduğu gibi, bu konudaki farklılıklarımız da ayrışmamıza yol açmamış, tersine birbirimize karşı hayranlık, ilgi ve saygı uyandırmıştı. Elif’i tanımak ve onunla arkadaş olabilmek, tam da bu nedenle hayatımı zenginleştirmişti.

İbadet sırasında rahip, Elif’ten ve zamansız kaybından söz etti; Tanrı’nın merhametini ondan ve ardında bıraktığı insanlardan esirgememesini diledi. Elif’le aramızdaki bağlılık duygusu, ta İstanbul’a kadar uzanıyor, Elif için keder duyan herkese ulaşıyordu. Coğrafi uzaklıkları, ölüm ve yaşam arasındaki mesafeyi aşan bir bağ…

Nico’yla benim için çok duygusal anlardı, dua sırasında gözyaşlarımızı durduramadık. Elif’in ölümü bu ayinle birlikte somutlaşmıştı, kötü bir rüya değil, gerçekti artık. Dua sırasında, inandığım ve babam öldüğünde de hissettiğim duyguların ifadesi olan şu sözleri fısıldadım Elif’e: “Tekrar görüşeceğiz, çok uzakta değilsin, hatta sandığımdan daha yakındasın.”

Bu ayin gerçekleşene kadar Elif’in cenazesinde bulunamamanın üzüntüsüyle boğuşmuştum. Cenazeye katılan herkesle bağlantımı kaybetmiş, ayrı düşmüş gibiydim. Oysa şimdi Nico’yla ikimiz kendi hayatımızın kendi inancımızın ritüelleriyle vedalaşabiliyorduk Elif’le. Abartmadan ya da gerçeği zorlamadan.

Elif’i çok sevdim. Ailem, arkadaşlarım, rahatlıkla söyleyebilirim ki beni tanıyan herkes Elif’i de tanıyor, kâh karşılaşmalardan kâh anlattıklarımdan, ama tanıyor. Her karşılaşmamızın ardından uzun bir ayrılık geliyordu; bazen altı ay, bir yıl, seyrek de olsa bazen iki yıl; her ayrılışımızda ağladığımızı hatırlıyorum. Zamanla ağlamamayı öğrendik, yeniden görüşeceğimize emin olarak ayrılmaya başladık birbirimizden. Ama son ayrılışımızda bir kez daha ağlamaktan alıkoyamadım kendimi.

Yine de tekrar görüşeceğimize inanıyorum, hatta böyle olacağını bildiğimi de söyleyebilirim. İnancım beni buna ikna ediyor. 2013 yılında Noel öncesi İstanbul’a gelip onu mezarında ziyaret ettiğim günlerde İstanbul’un benim için tüm ışıltısını kaybettiğini fark ettim. Şehirdeki devinim her zamanki ritminde devam ediyordu oysa, kimselerin temel olarak neyin değiştiğini anlamasına imkân yoktu. Kimse Elif’in artık orada olmadığının ve şehrin bu yüzden ışıldamadığının farkında değildi. Kimse gülmediği gibi ağlayan da yoktu… Bir tek ben. Bir de Haliç’teki kar tanelerini Galata Köprüsü üzerinden savuran dondurucu rüzgâr.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi
  • Kitap AdıDenize Yazıldı
  • Sayfa Sayısı216
  • YazarAyşe Sarısayın
  • ISBN9789750738142
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2018

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Karakalem Resimler ~ Ayşe SarısayınKarakalem Resimler

    Karakalem Resimler

    Ayşe Sarısayın

    “Ayşe Sarısayın, Karakalem Resimler’de bir bakıma hep ‘yaşanmamış hayatlar’ kaleme getiriyor. Neredeyse bir roman havası estirerek. Bana öyle geliyor ki öyküde, romanda, hatta eleştirel...

  2. Ansızın Günbatımı ~ Ayşe SarısayınAnsızın Günbatımı

    Ansızın Günbatımı

    Ayşe Sarısayın

    Kemikleşmiş değer yargılarına bağlılık mı, kendi olmak savaşında korkusuzca yol alıp gitmek mi?! Dıştan bakıldığında her şey ne kadar düzgün: Eğitimli, saygın anne baba,...

  3. Bir Roman Kadar Uzun ~ Ayşe SarısayınBir Roman Kadar Uzun

    Bir Roman Kadar Uzun

    Ayşe Sarısayın

    Elimin değdiği, bir zamanlar elinin değdiği her belge “Eski Sokak”a götürüyor beni. Kömür faturaları, doğup büyüdüğüm ahşap evin oturma odasına, üzerinde eski bir çaydanlığın...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur