Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Denizdeki Sihir – Tutsak Bedenler (Harlequin Romance – 2 Roman Bir Arada)
Denizdeki Sihir – Tutsak Bedenler (Harlequin Romance – 2 Roman Bir Arada)

Denizdeki Sihir – Tutsak Bedenler (Harlequin Romance – 2 Roman Bir Arada)

Fiona Harper, Jackie Braun Fridline

DENİZDEKİ SİHİR – Fiona Harper ~ BİRİNCİ BÖLÜM ~ EĞER Damien Stone bir kadın olsaydı, simdilerde alay konusu olmustu. Belli ki üç kez nedime…

DENİZDEKİ SİHİRFiona Harper

~ BİRİNCİ BÖLÜM ~

EĞER Damien Stone bir kadın olsaydı, simdilerde alay konusu olmustu. Belli ki üç kez nedime olmak sanssızlıktı. Bu sayıyı ikiye katlamaksa matem çanlarını çaldırmaya yeterdi.

Ancak hiç kimse Damien’ın bir kız olduğunu düsünmek gibi bir hataya düsmemisti ve çok sükür ki Damien bir kez bile nedime olmamıstı. Kimse onun bu durumunu umursuyor gibi görünmüyordu. Eğer öyle olsaydı, diğer adamlar, böyle bir basarı elde ettiği için sırtına vurarak onu tebrik ederlerdi. Damien bu konunun sanssızlıkla ilgisi olduğunu düsünmüyordu.

Bu, arkadaslarının ona saygı duyduğu ve onu sadık bir dost olarak gördükleri anlamına geliyordu. Bir kilisenin önünde, söyleyeceği sözlerle hayatını tümüyle değistirecek olan arkadasının yanında dikilmek için belli özellikler tasımalıydı. Güvenilir, isleri yola sokmasını bilen ve serefli biri olmak gerekiyordu. Damien gururlanması gerektiğini düsünüyordu.

Bu çiçeği yakasına tam altı kez takmıstı. Gelin girisini yapmadan hemen önce tas kilisenin önünde tam altı kez durmustu. Ama daha önce hiçbirinde avuç içleri bu kadar terlememis, kalbi göğüs kafesinin içinde çılgınca çarpmamıstı. Ayrıca, hayallerindeki kadın da ona doğru yürümek için kilisenin kapısında daha önce hiç durmamıstı.

Damien döndü ve en iyi arkadasına baktı. Luke ona destek verircesine gülümsedi ve sırtına vurdu. Damien yutkundu. Yanında duran, Luke olduğu için memnundu. Eğer baskası olsaydı günü atlatamazdı.

Gülümsemeye çalıstı, fakat yanağındaki bir sinir dudağının seğirmesine neden oldu. Luke’un gözleri neseyle parladı ve Damien, arkadasının her zamanki alaycı yorumlarından birini yapmak üzere olduğunu düsündü. Ancak tam o anda arkalarında bir hareketlenme oldu. Bir sürü kafa kilisenin arkasına döndü ve org çalmaya basladı.

Damien ilk basta arkasına dönüp bakmadı, göreceği seye kendisini hazırlamaya çalıstı. Önemli an gelip çatmıstı. Bundan sonra geri dönüs yoktu.

Luke kaburgalarından dürttüğünde nefes alabildi ancak, ardından omzunun üzerinden söyle bir baktı. Sara muhtesemdi.

Ama zaten Sara Mortimer, Damien’a göre her zaman muhtesemdi. O kalabalık barda onu Luke’la birlikte gülerken gördüğünden beri böyleydi.

Beyaz saten gelinliği sadeydi ve yumusak sarı saçları basının arkasında topuz yapılmıstı. Duvak ve basit bir taç takıyordu. Elinde kalın beyaz bir kurdeleyle birbirine bağlanmıs zambak buketi tutuyordu.

Sara soğukkanlı, zarif, zeki ve nazikti. Damien onunla ilgili hiçbir yanlıs bulamıyordu—erkek seçimi dısında.

Damien tuttuğu nefesini bıraktı ve fırsatı varken baska bir nefes aldı.

Nedimelerin, kıyafetleri içinde süzülüyormus gibi görünmeleri çok zaman almıs gibiydi. En azından, çoğu süzülüyordu. Bas nedimenin hareketli adımları süzülmek gibi zarif bir seyi yapmasına imkân vermiyordu.

Sara’nın yanlısı sadece erkek seçimi değildi. Zoe ile neden arkadas olduğunu da Damien bir türlü anlamamıstı.

Sara’nın narin, sakin ve tecrübeli olduğu yerde, Zoe çok… Her seydi. Aynı sınıfta değillerdi ve bununla ailelerinin sahip olduğu parayı kastetmiyordu. Zoe çok gürültülüydü, çok giriskendi. Eğer Damien’ın gözleri doğru görüyorsa, Zoe bedeninden tasıyordu. Nedime elbisesinde bu kadar göğüs dekoltesi olması yasal mıydı?

Bazı tuhaf nedenlerle, Zoe’nin varlığı bile Damien’ın sinirine dokunuyor ve onu rahatsız ediyordu. Zoe, Damien’ın bakısını yakaladı ve yüzü sımarık bir ifadeye büründü. Damien’ı sinir ettiğini biliyordu. Bir gün bile olsa rahat bırakamaz mıydı?

Sara neredeyse ön tarafa gelmisti ancak Damien’ın dikkati dağıtılmıstı ki bu onu daha da kızdırmak için yapılmıstı. Neyse ki, o anda nedimelerin sonuncusu kenara çekildi ve Damien’ı sadece Sara’nın görüntüsüyle bas basa bıraktı. Damien, kabarık göğüs dekoltesini, sımarık yüzü ve topuzundan kurtulmus kızıl bukleleri anında unuttu. Buna karsılık, Sara, sıcak yaz günündeki serin bir esinti gibiydi. Yaklasırken, Damien’a hafif bir sekilde gülümsedi. Ancak, Damien karsılık vermeyi basaramadı. Bir an için olsa da, gözleri bulustu ve aralarında bir sey parladı. Ardından Sara’nın bakısları yanında dikilen adama ve elini Luke’un elinin içine bırakıp geri çekilen babasına kaydı. Simdi unutulma sırası Damien’daydı.

Gelin ve damat hevesle öne çıktı. Tüm gözler mutlu çiftin üzerindeydi, ancak Damien’ın tüm yapabildiği gözlerini kapatmak ve parmaklarını cebindeki yüzüğün etrafına sarmaktı. Luke’un yüzüğü. Sara için.

Hayır, eğer bir baskası olsaydı, bugünü atlatamazdı. Orada duramazdı ve Sara’nın Luke’tan baska biriyle evlenmesini izleyemezdi. Luke, ondan sağdıcı olmasını istediği zaman, Damien, Luke’u reddedememisti. Çünkü nedenini bilmek isterdi ve eğer Damien’ın kararlı olduğu bir sey varsa o da, Sara’ya karsı hissettiklerini kimsenin öğrenmemesiydi.

Son sekiz aydır hissettiklerini basarılı bir sekilde saklamıstı ve simdi de bir hata yapmayacaktı. Hayır, Luke asla öğrenmeyecekti.

Bugün Damien Stone’un mükemmel bir sağdıç olması gerekiyordu.

.

Topluluk ‘Love Divine, All Loves Excelling’ sarkısını mırıldanırken, Sara’nın kuzeni Tilly, elindeki buketle Zoe’nin kaburgalarını dürttü.

Tamam, ‘kaburgalarını dürtmek’ belki de birazcık abartıydı. Zoe, Tilly’i görmezden gelmeye çalıstı, ancak Tilly ileri uzandı ve zambakların arasından Zoe’nin kulağına fısıldadı. “Sağdıç çok seksi,” dedi karsıya gizlice bakarak. “Sanslısın. Bas nedime olarak ilk parçayı sen kapacaksın.”

Zoe söz konusu adama bakmaktan kendisini alamadı. Bunu nasıl yapmıstı? Diğer insanlar burunlarını ellerindeki kâğıda gömmüs, doğru notaları bulmaya çalısırken Damien sarkıyı söylerken ciddi ve içten görünmeyi basarıyordu. “Eğer bu tür hosuna gidiyorsa,” diye mırıldandı Zoe, Tilly’e.

Eğer uzun boylu, esmer ve yakısıklı adamlar hosuna gidiyorsa. Uzun bacaklı, iyi bir kemik yapısına sahip ve rahatsız edici ilgisizliği olan adamlar hosuna gidiyorsa. Ve Zoe öyle biriyle hiç ilgilenmemisti.

“Ne?” diye tısladı Tilly buketiyle ağzını perdelemeyi unutarak. Gelinin annesinden sert bir bakıs aldı. Eğer Sara böyle sirret bir kadına benzeyecekse, Zoe kendisine yeni bir dost bulmak zorunda kalacaktı.

“Kör müsün?” diye ekledi Tilly teyzesinin bakısını umursamadan. Açıkçası Mortimer ailesinin kara koyunu Zoe’nin gözünde bir kademe daha yükselmisti.

Zoe gözlerini devirdi ve yavasça basını salladı. Oldukça yavastı ancak yine de yüzünün çevresine buklelerinin düsmesini engelleyemedi. Gelinin annesinin gözleri kısılırken saçını incelikle kulağının arkasına sıkıstırdı.

Yüzünü çevirdi ve bakısları açıklanamaz sekilde tartısma konularına kaydı. Hayır, kör değildi. Aptal da değildi.

Damien’ın, bakıslarına katlanamadığını biliyordu. Ah, bunu saklamaya çalıstı ve aslında oldukça iyi de basardı, ancak Zoe gördüğünde küçümsemeyi tanırdı. Ve Zoe’ye baktığı zaman, Bay Mükemmel’in gözlerindeki o kibirli pırıltı, Zoe’nin onu kasten kıskırtmak istemesine sebep oluyordu. Sadece bir kereliğine, Damien’ın sakinliğini kaybetmesini, soluk mavi gözlerinde buz yerine atesi görmek istiyordu. Geçmiste birkaç kez buna yaklasmıstı, fakat yaklasmak yeterli değildi. Gerçekten görmek istediği o gözlerdeki havai fisek patlamalarıydı. Ne yazık ki bugün değil. Sara’yı ve Bay Damien Stone’un mükemmel olduğunu düsünen gözü boyanmıs zavallı kızı üzecek bir sey yapamazdı. Tilly’e döndü ve onun önerisi hakkında ne düsündüğünü göstermek için sessiz bir öğürme hareketi yaptı. Öğğ!

Gelinin annesi, incelmis dudaklarıyla açıkça onlara bakıyordu simdi. Zoe, onu gerçekten görmek istemiyordu. Mutlu çifte bakmak için kafasını çevirdi, buketini kavradı ve tatlı bir sekilde sarkı söylemeye basladı.

Bay Mükemmel gözünün ucuyla ani hareketi yakalamıs olmalıydı, çünkü bası yavasça döndü ve karsıya baktı. Zoe onu görmezden geldi. En meleksi yüzünü takındı ve sarkıyı yüksek sesle söyledi, hayal gücüyle basından beri isittiği gibi Damien’ın damarlarında kaynayan kanın hafif tıslamasını duyabiliyordu. Ah, o havai fisek patlamalarını izlemeyi nasıl da istiyordu. Ancak bu aksam değil Zoe. Kendine hâkim ol. Sara ve Luke, klise olduğunu söyleyerek törenin ardından havai fisek istemediklerine karar vermislerdi. Bu yüzden Zoe, bu gösterinin insanlar arasında olanını da hos karsılamayacaklarını tahmin etti. Damien’ın fünyesi sönmeliydi, simdilik. Ancak bu, Zoe’nin, Damien’la uğrasamayacağı anlamına gelmiyordu, değil mi?

.

“Bunu yiyecek misin?”

Damien bir saniyeliğine yarısı yenmis kremalı pastasına baktı. Bir ısırık aldığını hatırlıyordu, fakat tabağının kenarına ittiğini hatırlamıyordu. Omuz kaslarını hafifçe esnetti. “Seninkinin nesi var?”

Yanında oturan bas nedimeye bakmak için döndü. Saçma bir oturma planıydı. Daha önceki düğünlerde bas nedimenin yanına hiç oturmamıstı.

“Hiçbir seyi,” diye cevapladı Zoe tatlı bir sekilde. “Çok büyük, küçüğünü tercih ederim. Seninkini bu yüzden istiyorum.”

Damien, sanki tahrip edilmis tatlı suçluymus gibi kısa bir süre için tabağına doğru kaslarını çattı ve ardından elbisesinin oldukça dolgun üst kısmı hakkında bir sey söyleme dürtüsüne direnerek tabağı Zoe’ye doğru itti. “Kafana göre takıl.”

“Tesekkürler.”

Damien, onun hemen pastaya yumulduğunu fark etti. Nedense bu Damien’ı rahatsız etti. Büyük çadırın içinde baska bir yerdeki çirkin pembe sapkaya odaklanmayı tercih etti ve dakikaların daha hızlı geçmesini diledi. Kısa bir süre sonra resmi görevi sona erecekti. Yakında tüymesi mümkün olacaktı ve rahatlayabilmek için iyi bir içki bulacaktı. Sara’nın “Kabul ediyorum” dediği zamandan beri yüzünde aptalca bir gülümseme vardı.

Her zaman sağdıç… Bu simdi Damien’a saka gibi geliyordu. Arkadaslarına bu sekilde yardım etmekten hoslanırken, garip biri gibi hissetmeye baslamıstı. Arkadaslarının çoğu yuvasını kurmustu ve mutlulardı, aynı istediği gibi. Damien, at yarısındaki tüm biniciler onu geride bırakırken kapısı açılmayan sanssız bir jokey gibi hissediyordu. Simdi en yakın arkadası da, Damien’ın Bayan Stone olması için uygun bulduğu tek kadını kapmıstı, bu oldukça ümit kırıcıydı.

“Imm. Ne kaçırdığını bilmiyorsun,” diye mırıldandı Zoe yanında.

Damien omuzlarını gerdi. Ne yazık ki, bugün tam olarak ne kaybettiğini biliyordu. Âsık olduğu kadın sadece üç masa uzakta oturuyorken nasıl bilemezdi? Sol tarafındaki pasta yutan makinenin tam tersi yönüne, sağ tarafına bakmakla hata yaptı. O an gülümsemeyi unutmus olmalıydı, çünkü bir saniyeliğine Sara’nın ilgisini yakaladı. Sara, dudaklarını asağıya sarkıtıp, alnını kırıstıran bir kas çatısıyla Damien’a sorunun ne olduğunu sorarken tapılası bir yüze büründü.

Damien basını salladı, omzunu silkti ve tüm gün boyunca herkesi kandırdığı korkunç gülümsemesini yeniden ortaya çıkardı. Tanrı Zoe’nin cezasını versin. Onun pasta hırsızlığı Damien’ın dikkatinin dağılmasına neden olmustu. Neden Sara’nın annesinin yanına oturtulmamıstı ki?

Sara, Damien’ın değisen ifadesini fark etti ve dikkatini yeni kocasına yöneltmeden önce Damien’a yumusak bir sekilde gülümsedi.

Damien derin bir nefes almak istedi, ancak kaburgaları derisinin altında o kadar gerilmisti ki ciğerleri bunu reddetti. Bu yüzden hiddetle burnundan soludu.

“Sakin ol, kaptan.” Kelimeler kremsanti ve ahududu sosu yüzünden hafif boğuktu. “Eğer cömertliğinden pisman olduysan, hala biraz var.”

Damien, neredeyse bos olan tabağı önüne iten Zoe’ye baktı. Geriye, üstünde tek bir ahududu bulunan vıcık vıcık bir pasta kreması kalmıstı. Zoe çokbilmis bir gülümsemeyle dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri söylenmemis kelimelerle parlıyordu.

Bana karsı olan cömertliğinden pismansın, diyorlardı sanki.

Damien, diline hâkim olamayacağını düsünerek basını salladı.

“Emin misin?” diye sordu Zoe, son lokmayı almak için kasığını hareket ettirmeye baslarken. “Senin için baska bir yerden araklayabileceğime veya garsonları tatlı sözlerle kandırabileceğime eminim.”

“Eminim yaparsın,” diye cevapladı Damien kuru bir sekilde.

Yine o küstah bakıs. Damien’ın ceketi simdi iki değil üç beden dar geliyordu sanki. Ve bu Damien’ı sinirlendiriyordu.

“Ah, pekâlâ,” dedi Zoe ve tamamen dolu kasığı ağzına sokuverdi. Son anda kasığı ters çevirerek, saf gümüsün her bir karesini yaladı. Gözlerini kapadı ve boğazının derinlerinden bir takdir mırıldandı.

Damien beklenmeyen bir seyin hızlı ve sıcak sokunu yasadı. Gerçekten tanımlamak istemediği bir seyin… Özellikle de, Zoe St. James’in hareketli dudaklarının kasıkta kaymasıyla tetiklenen bir seyin…

Neyse ki, Sara’nın babası, ayağa kalkıp çatalını kadehe vurmak için o anı seçti. Tüm kafalar ana masaya döndü ve Damien anında dimdik oturarak ifadesiz yüzünü takındı.

Aslında, tüm konuklara sözsüz ipuçları vermediğinden emin olmakla o kadar mesguldü ki Colin’in baslangıç cümlelerini bile duymadı. Hiçbir hata yapamazdı. Ne bir yüz seğirmesi, ne de yanlıs yöne bir bakıs… Hiç kimse mükemmel bir sağdıç olmadığını tahmin etmemeliydi. Ama tüm bunlar olurken, suçluluk, hayal kırıklığı ve öfkenin yavasça parlayan titresimi içinde büyümeye devam etti. Eğer yanılmıyorsa, bası omuzlarından kopmak üzereydi ve bu kadeh tokusturmalar bitmeden önce olmazdı.

Daha fazla kelimeler… Serin bir esintideki yatlar gibi süzülüp geçiyorlardı. Böyle durumlarda daha önce yüz kere duymus olduğu kelimeler. Konusmanın sonuna kadar, bu…

“Bu yüzden…” Colin Mortimer karısına ve sonra kızına baktı. “…Brenda ve ben küçük kızımız için özel bir sey yapmak istediğimize karar verdik.” Biricik kızı ona gülümserken, Colin dramatik bir etki için duraksadı. “Luke’un yelkenlisiyle güney sahillerini gezecek olduğunuz basit bir balayı planladığınızı biliyoruz, fakat isi biraz daha büyütmeye karar verdik…”

Damien dimdik oturdu. Ah hayır. Luke kendisi ve Sara için mükemmel bir balayı planlamıstı. Sadece Sara ile Dream Weaver’da iki hafta. Cennet gibiydi. Colin hos bir otelde konaklamaları için aldıkları biletleri gösterirken, Luke gülümseyerek tesekkür etti, ancak tatilleri berbat olacaktı.

Her zaman idareyi ele alan, tüm sorunların ortadan kaldırıldığından emin olan Damien, son gelismelerden dolayı Luke’a yardımcı olmak için konusmasını kafasında olusturmaya çalıstı.

Colin, Luke’a bir cüzdan uzattı. “Virgin Adalarına iki uçak bileti,”

Damien ciddiyetle küçük konusmasının provalarına basladı.

“Ve üç hafta boyunca kullanabileceğiniz lüks bir yat!”

Konuklar nefeslerini tuttu, ardından alkıslamaya basladı. Damien dondu. Hareket edemiyordu. Lanet olsun, doğru düzgün düsünemiyordu bile.

Sara babasını kucaklıyordu ve Luke da coskuyla elini sıkıyordu. Sasmamalı. Luke, Damien’la birlikte yelken okulunda küçük botlarıyla yarıstıklarından beri Karayiplerin turkuaz sularına yelken açmayı hayal etmisti.

Neden onlar için bunu yapmayı Damien düsünememisti? Yapması gerekiyordu. Sonuçta, yelkencilik onun ve Luke’un tutkusuydu.

Nedenini biliyorsun.

Damien gözlerini kapadı. Evet, biliyordu. En yakın arkadasının kadınına karsı hissettikleri yüzünden duyduğu suçluluğun her seyi berbat etmesine izin vermisti.

Ve kıskançlık… Kıskançlığı da unutma.

Hayır. Bunun olmaması için çok çalıstım. Onlar için her seyin en iyisinin olmasından baska bir sey istemiyorum. En azından, bundan baska bir sey istemeyi düsünmüyorum.

Ama kıskanmıstı. Bunu ne kadar asmaya çalısmıs olsa da kıskanmıstı.

Ve bu onu alçak biri yapıyordu. Bu nedenle, yüz on bes konuk ayağa kalkıp, mutlu çifte kadeh kaldırmada Colin Mortimer’e eslik ederken Damien titremeye basladı. Dıs görünüste değil, içten içe. Elindeki dokunulmamıs sampanya kadehinin tıkırdamamasına neredeyse sasırdı.

Ve sonra gelinin babası yüzünde lütufkâr bir gülümsemeyle ona döndü, basıyla selamladı ve oturdu.

Damien ayağa kalktı, bacakları onu aniden yukarıya itmisti bu yüzden kalçasını masaya çarptı ve gümüs çatal bıçakların hafifçe sallanmasına neden oldu.

Simdi sıra ondaydı. Konusmasının ve kadeh kaldırmasının—ve yalan söylemesinin sırası gelmisti. Ağzını açıp, dünyanın en büyük ikiyüzlüsü olduğunu kanıtlamak üzere olduğunu bilerek yutkundu.

…..

* * *

TUTSAK BEDENLERJackie Braun

~ BİRİNCİ BÖLÜM ~

Güzel seyler üçer üçer gelir.
Dünyaya hos geldiniz Tedder üçüzleri:
Mikenzie, Jameson ve Savannah.

THOMAS Waverly’nin bir geline ihtiyacı vardı.

Zaman daralıyordu, seçici davranmak için süresi yoktu. Öyle olsa bile, küçük kara kitabına baktığı zaman, geçmiste çıktığı kadınların hiçbirinin evliliğe uygun olmadığını biliyordu. Hatta bu duruma sokmak için dünya üzerinde kalan son kadınlar olmaları gerekiyordu. Onlar bunun gerçek olmasını beklerlerdi. Ancak bu pahalı nisan yüzüğü ve büyük düğün planları sadece büyükannesini mutlu etmek içindi.

Büyükanne Jo, ölüyordu.

En azından öyle iddia ediyordu.

Aslında doktoru Thomas’a, Josephine O’Kefee’nin geçmis yıllarda kalça ameliyatı olmus, ondan neredeyse yirmi sene önce meme kanserini atlatmıs ve simdi seksen bir yasında olan bir kadına göre, çok sağlıklı olduğunu söylüyordu. Kalbinde bazen ritim bozukluğu olduğu doğruydu ama bunu aydınlanma çalısmaları sayesinde oldukça düzenlemisti. Ancak ne yazık ki büyükanne Jo, aynı fikirde değildi.

O ölüyordu.

Thomas’a rüyalarını anlatmıstı. Geçen son sene boyunca neredeyse her gece, aynı rüyayı gördüğünü, rüyasında da esini ve kızını- Thomas’ın annesi- gördüğünü söylemisti. Büyükanne Jo tüm bu rüyaların kendi ölümü ile ilgili bir kehanet olduğunu düsünüyordu ve buna emindi. Thomas’ın söyleyeceği hiçbir sey bunu değistiremezdi. Kesinlikle çok sinir bozucu bir durumdu.

Geçen yılbası, tatilini büyükanne ile geçirmek için Michigan’dan Charlevoix’e geldiğinde, büyükanne Jo ona istediği tek hediyenin torununun güzel bir aile kurduğunu görmek olduğunu söylemisti, dediğine göre ancak bu sekilde gözü arkada kalmadan ölebilirdi.

Thomas sekiz yasındayken, annesi kaza geçirip hayatını kaybettiğinde ve babası da kendini suçlayarak kendini içkiye verdiğinde, Thomas iki ebeveynini de kaybetmisti. Bu kadın ise geçmis yasına, kızını kaybetmenin vermis olduğu acıya ve ailenin dağılmasına duyduğu üzüntüye rağmen, hiç tereddüt etmeden Thomas’ı alarak tüm sorumluluğunu üstlenmisti. Ve tüm bu zamana dek mükemmel bir is çıkarmıstı.

Onun bu dileğini nasıl görmezden gelebilirdi? Nasıl buna karsı çıkabilirdi? Bu konuda kazanması mümkün değildi. Yani, evet, yalan söyledi.

Bu yaptığından gurur duymuyordu. Thomas isine geldiği gibi gerçekleri saptıran bir adam değildi, ne kisisel ne de profesyonel iliskileri için bunu yapmazdı. Ama büyükannesinin gözlerindeki endiseyi silmek için her seyi yapardı, gerçek evlilik dısında her seyi.

Yani, resmi olmayan iliskiler sürdüğü esnada, büyükannesine yalan söyledi. “Birisiyle görüsüyorum, özel biri… Aslında birkaç ayı da geçti…”

Bunu duymak büyükanne Jo’yu inanılmaz mutlu etti. Buna süphe yoktu. Thomas’ın bir kadınla üç aydan fazla çıktığı olmamıstı. Çünkü o üç ayın sonuna geldiklerinde, genellikle yeni beklentiler baslıyordu; mesela ev anahtarlarını değistirmek, banyoda dis fırçasını bırakmayı istemek hatta yatak odasında kendilerine ayrılmıs bir çekmece.

Bu üç ay sonunda, ihtiyaç duyan kadınlara dönüsüyordu. A harfini duymak için ihtiyaç duyuyorlardı.

Ask. İstemez, kalsın.

Bu üç harfli kelimenin babasına yaptıklarını, yakından görmüstü. Thomas’ın annesi öleli tam yirmi yedi sene geçmisti ama Hoyt Waverly elinde besinci bardağını içtiği viskisi yoksa hâlâ bir dul olarak hayatla yüzlesemiyordu. Yıllar geçtikçe, Thomas’ın isleri ne kadar iyi gittiyse, onun da sağlığı o kadar kötüye gitmisti. Artık sadece içki parası bittiği için Thomas’ın kapısını çalan bir adamdı.

Thomas hayatının babası gibi olmasını istemiyordu. Bu yüzden her iliskisini üç ay dolmadan sonlandırıyordu. Bazen, karsısındaki kadın ona umduğundan daha hızlı âsık oluyorsa, üç aydan da erken.

Thomas tanrı tarafından kadınlara verilen bir armağan olduğunu düsünmüyordu. Egosu sağlam bir adamdı ama bunu abartmıyordu. Yakısıklı olduğunu düsünüyordu, simdiye kadar çıktığı kadınlara göre böyle bir karar verebilirdi. Ve iyi bir hayat tarzı vardı. Parasını islerine saçtığından beri gerçek bir milyoner olduğu söylenemezdi, ama iyi çalısıyordu ve isine değer veriyordu. Yine de, simdiye kadar karsı taraftan aldığı tüyolara göre, onları çeken güzel görüntüsü ya da bankadaki parasından ziyade, bir âsık olarak sergilediği seylerdi. Onun hayat tarzı buydu.

Belli ki, büyürken büyükanne Jo’nun ona söylediklerine çok dikkat etmisti. Ona her zaman, kibar, cömert, ilgili ve insanların kararlarına saygılı olmasını öğütlemisti, saygı duymuyorsa bile. Ve sonuç olarak, yıllardır çıkmıs olduğu kadın sayısına bakarsa, genellikle hepsi Bayan Thomas Waverly olmaya can atıyordu. Ama o evlilik piyasasında değildi ne simdi, ne de gelecekle, asla.

Geçen birkaç aydır, tabii ki, büyükanne Jo bunun aksi olduğunu sanıyordu. Ona göre, evlilik hazırlıkları baslamak üzereydi. Thomas bu durumu düzeltmeliydi. Ama büyükanne Jo o kadar muylu, o kadar heyecanlıydı ki, yapamadı. Her telefon konusmalarında tek bahsettiği sey buydu. Bunu ona yapamazdı. Bilgilendirmelerini kısa kesiyor ve sürekli konuyu değistirmeye çalısıyordu. Yine de ismi Beth olan bu hayali kadınla nikâh masasına doğru ilerlediğinden emin olduğundan o kadar çok bahsetti ki, Thomas bunu onaylamak zorunda kaldı.

Bu ismi neden verdiği konusunda bir fikri yoktu, ağzından Beth ismi çıkıvermisti. Sadece büyükannesinin güzel hayalini tatlı ve nazik bir kadınla süslemek için uyduruvermisti.

Bu yalan büyükanne Jo’nun rahatlaması için baslarda basarılı olmustu ama simdi tam bir karısıklığa yol açmak üzereydi. Nisanlısıyla tanısmak için ısrar ediyordu ve artık ‘hayır’ kelimesini bir cevap olarak kabul etmeyeceğini söylüyordu. Eğer Thomas gelecek dört Temmuzdaki hafta sonunu geçirmek için bu genç kızı alıp Charlevoix’e, büyükannesinin yanına getirmezse, o kendi arabasına atlayıp Beth ile tanısmak için bu uzun yolu gelecekti.

Büyükannesinin eski Cadillac arabasına atlayarak bu kadar uzun bir yolculuk yapması fikri Thomas’ın hosuna gitmedi çünkü eskiden beri bos yollarda hız limiti asmayı seven bir kadın olduğunu biliyordu. Ama eğer ona gerçeği söylerse, tekrar ölüm ve mezar sohbetleri yapmaya baslayacaklarını da biliyordu. Bunun düsüncesine bile katlanamıyordu.

Su anda görebildiği tek çözüm, bir nisanlı yaratmak ve sonra da uzun bir zamana bunu yaydıktan sonra onu terk ettiğini söylemekti. Eğer Thomas kalbinin kırıldığını yeterince gösterebilirse, belki de büyükanne Jo artık bu evlilik mevzusunu açmaktan vazgeçebilirdi.

Bu zor bir çözümdü, bunun farkındaydı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.

Biri kapıyı tıklattı. “Af edersin, Thomas.”

Gözlerini açınca kapıda hareketlerinden endiseli olduğunu anladığı sekreterini gördü. Annette, Thomas’tan yirmi yas büyüktü ve tıpkı büyükannesi gibi, o da Thomas için endiselenirdi. Aynı zamanda tıpkı büyükannesi gibi, o da Thomas’ın hayatındaki eksikliğin mutlu bir aile olduğunu düsünse de, Thomas’ın çalısanı olduğu için, bu konuda fikrini söyleyebilecek konumda değildi, sükürler olsun.

Simdi de, “İyi misin,” diye soruyordu.

“Basım ağrıyor,” diye mırıldandı. Bu tamamen yalan sayılmazdı. O gün pazartesiydi ve bu konuyu persembeye kadar halletmesi gerekiyordu. Sinirleri iyice gerilmisti. Sandalyesiyle kapıya doğru dönerek doğruldu. “Sanırım bugün biraz erken çıkacağım.”

Annette dudaklarını büzdü, “Oh.”

“Sorun mu var?”

“Hayır, pek sayılmaz. Sadece Okuma-Yazma Derneğinin baskanı sizi görmek için bekliyor.”

“Simdi mi?”

Annette basını salladı.

Thomas masadaki takvimine uzandı. “Ben ayarlanmıs bir randevu göremiyorum?”

“Çünkü randevusu yoktu. Birkaç dakika için sizi görebileceğini umuyor.” Annette basını olumsuzca salladı. “Önemli değil, ona bir randevu alması gerektiğini söylerim. Önümüzdeki hafta bir gün olur mu?”

Thomas bir elini kaldırıp onu susturdu. “Hayır, buna gerek yok. Onu simdi görürüm. Su isi çabucak bitirelim.” Sakaklarını ovusturdu. “Sanırım bağıs isteyecek.”

Sekreteri gülümsedi. “Haklı olduğunuza eminim.”

Genç kadın ofise girdiğinde, Thomas’ı etkileyen üç sey vardı: ilki, onun ne kadar minyon olduğuydu, gri takımıyla aynı renkte, oldukça yüksek topuklu ayakkabılar giymesine rağmen, 1.65cm’den fazla görünmüyordu.

İkincisi ağzı, küçük dolgun dudaklarının kenarındaki nazik gülümseme ve kocaman, iri siyah gözleri. Üzeri çillerle kaplı minik burnu ve sapsarı, kısa kesilmis saçlarıyla çok sevimliydi. Onu tanımlarken güzelden ziyade, tatlı demek daha doğru olurdu.

Ve üçüncüsü- belki de çok çaresiz bir durumda olduğu için buna dikkat etmisti- parmağında evlilik yüzüğünün olmamasıydı. Hatta kulağındaki sade inci küpeler dısında, hiçbir aksesuarı yoktu.

Düsündüğü seylerden utanç duyarak onu süzdü, eğer… Yok, olmaz.

“İyi günler, Bay Waverly, ben Elizabeth Morris.” Yaklasıp sağ elini uzattı. “Bu kısa sürede beni kabul ettiğiniz için tesekkürler.”

Thomas onun uzattığı eli sıktı. Kendisi gibi, elleri de küçücüktü ve yumusaktı. Fakat tokalasırken elini kavrayısı, yumusak değildi. Elini sıkıca kavramıs ve tam kararında tokalasmıstı. Çok profesyonelceydi. Bu yönünü sevdi. Gevsek bir el sıkısmadan daha kötü bir sey olamazdı, karsısındaki böyle ufak tefek bir kadın olsa bile.

“Buyurun, oturun,” diyerek sandalyeyi isaret etti.

“Eminim ki bugün buraya para istemek için geldiğimi tahmin etmissinizdir.” Dolgun dudaklar yine kımıldandı ve Thomas onun dürüstlüğünden etkilendi.

Bas ağrısı geçmek üzere gibi görünüyordu. Masanın üzerine kollarını koyarak parmaklarını önünde birlestirdi ve en profesyonel ses tonunu kullanarak, “Waverly Sirketi her zaman saygın hayır kurumlarına yardımcı olmustur. Neden siz kendinizinki hakkında biraz bilgi vermiyorsunuz?”

Elizabeth derin bir oh çekti, sanki Thomas’ın ona kapıyı göstermemesine rahatlamıstı.

“Okuma-Yazma Derneği olarak, topluluğumuzdaki yetiskinlere okumayı öğretmeyi amaçlıyoruz.”

“Ann Arbor’da gerçekten bu kadar okuma yazma bilmeyen var mı?”

Basını bir yanına eğerek baktı, “Bu sizi sasırttı mı?”

“Biraz,” Michigan Üniversitesi ve Kuzey Amerika’nın en önemli sağlık tesisi, bu sehirdeydi.

“Bir üniversite sehri ve büyük sağlık kurulusları ile sarılı olmamıza rağmen, maalesef burada büyük topluluklar halinde okuma yazma bilmeyen ve bu yüzden yasamında zorluk çeken insanlar var. Pek çoğu market alısverisi yapabilecek kadar okuyabilse de, bir is bulabilecek kadar okuma-yazmayı bilmiyor. Bu insanların çoğu yoksulluktan geliyor, hatta bazıları sokaklarda yasıyor.”

Sandalyesinde doğrulup biraz daha öne doğru oturdu. Anlattığı seylere yürekten inandığı belliydi. Yüzünde savas kararı veren bir kral ifadesi vardı.

“Entelektüel olarak var olmak bir yana, çoğunda bu yaslarına kadar fark edilmemis disleksi¹ var. Çocukluklarında, eğitim sisteminin yanlıslığı yüzünden düzeltilmemis bu hataları, büyürken de değistirememisler. Bizim amacımız ise bunu düzelterek, değistirmek.”

Cümlesini bitirerek tekrar arkasına yaslandı. Davranıslarından kendine güveninin tam olduğu belliydi, yüz ifadesi ise kararlıydı. Thomas kendi kendine, kükreyen fare, diye düsündü; düsündüğü seyin kıza bu kadar uyması Thomas’ı keyiflendirdi.

“Ama bunun için para gerekiyor,” dedi.

“Yeterince gönüllümüz olmasına rağmen malzemeleri karsılamamız ve bazen, günlük bakımlar ya da eğer müsterimiz muhtaç durumda ise, onu evinden alıp ofise getirmek için ulasımını sağlamamız gerekiyor. Bunları özellikle düsük gelirli ya da yoksul olup bu ihtiyaçları kendileri karsılayacak durumda olmayan insanlara yapıyoruz.”

Artık bu kadınla ilgilendiği kadar, isle de ilgilenerek, “Okuma- Yazma Derneği kaç yıldır faaliyette?”

“Neredeyse on senedir.”

“Peki, siz ne kadar süredir orada çalısıyorsunuz?”

“Orayı ben kurdum, Bay Waverly.”

Kendini tutamadan, “Kaç yasındasınız,” diye soruverdi ve hemen özür diledi, “Çok üzgünüm, ben sadece…”

“Genç görünüyorum, biliyorum.” Ceketinin yakalarını düzleterek ekledi, “Güç takımım bile bunu gizleyemiyor.”

Kendisiyle böyle alay etmesi Thomas’ı etkiledi. Bunu ne kadar saklamak istese de, ona belli belirsiz bir tebessüm yaptığının farkındaydı. Karsı cinsten biri böyle kendisiyle alakalı espri yaptığında ne söyleyeceğini bilemezdi, tekrar özür diledi.

Elizabeth bu özrü basını sallayarak kabul etti ve devam etti. “Okulda öğretmen olmak için okurken, aklıma bu Okuma-Yazma Derneğini kurma fikri geldi.”

“M’nin U’su,” diye sordu. Bu onun resmi okul sarkısıydı ve kendince ortak bir seyleri var mı, diye öğrenmek istemisti.

“Kusura bakmayın, umarım bu Okuma-Yazma Derneğiyle ilgili düsüncelerinizi değistirmez ama ben Sparta’lıyım.²”

Michigan Devlet Üniversitesi? En iyi on okul sıralamasında, ilk iki sırada hep yer değistiren Michigan Üniversitesi ve Michigan Dev-

————

1 Disleksi: Öğrenim bozukluğu.
2 Michigan Devlet Üniversitesi öğrencilerinin spor takımı.

…..

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur