Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Denizatı Vadisi
Denizatı Vadisi

Denizatı Vadisi

Selim Erdoğan

Bir edebiyat türü olarak sınırlarının çizilmesi, tanımının yapılması en zorlarından birisidir Bilim-Kurgu. Nedir Bilim-Kurgu, hangi ögeleri içerir? Fantezi ya da diğer türlerden farkı nedir?…

Bir edebiyat türü olarak sınırlarının çizilmesi, tanımının yapılması en zorlarından birisidir Bilim-Kurgu. Nedir Bilim-Kurgu, hangi ögeleri içerir? Fantezi ya da diğer türlerden farkı nedir? Shakespeare’nin The Tempest oyunu ile, Le Guin’in Mülksüzleri, William Gibson’ın siber-punk romanları, Marry Shelley’in Frankenstein’ı, Phillip K.Dick’in Blade Runner’ı, Cormac Mc Carthy’nin The Road’ı, Orwell’in Bindokuzyüzseksendört’ü salt bazı ögeleri taşıdıkları için aynı türe ait eserler midir? Bu eserlerin sözgelimi zamanda yolculukların dolmuşa binmek ve inmek kadar kolay yapıldığı, dünyayı istila etmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan yeşilli-antenli yaratıkların cirit attığı, milyonlarca ışık yıllık mesafelerin iletişim için sorun oluşturmadığı roman ve hikayelerle nasıl bir ortak noktası vardır? Bu tartışmalar türün her çeşit örneğinin bol miktarda verildiği, özellikle İngilizce konuşulan dünyada belki ikiyüz yıldır yapıldı, yapılmakta.

Romanın bir tür olarak ülkemize görece geç gelmesi, bilim-kurgu ögeleri taşıyan eserlerin belki biraz da “bilim” yapan kültürlere daha çok “yakıştığı” inancı ülkemizde gerek “ciddi” entelektüel nitelikler taşıyan gerekse çok daha yaygın ama daha “ucuz” üretimlerin yer bulmamasına yol açmış gibi görünüyor.

İşte Denizatı Vadisi böyle bir fonda okuyucuyla buluşuyor. Bizim ona bilim-kurgu dememizin nedeni türe özgü özellikleri içermesinden kaynaklanmadı (çünkü böyle ortak ayırıcı özellikler zaten yok). Ona bilim-kurgu dedik çünkü gelecekle ilgili ilginç simülasyonları var, Thomas Malthus’un kehanetini yeniden yorumluyor. Ona bilim-kurgu dedik çünkü matematikteki Mandelbrot kümesinin görselleştirilmesinden doğan harikulade bir ortamı kabus senaryosunun sahnesi olarak kullanıyor. Onu böyle sınıflandırdık çünkü okuyucu kahramanın içinde bulunduğu ortamı adım adım keşfetmesini izlerken, suç ve ceza kavramlarının gelecekteki olası evrimine tanıklık ediyor.

Kısacası, Deniz Atı’na bindiğinizde gelecek yolculuğunuz başlayacak ve yazar bu yolculukta sizi son derece sürükleyici bir dünyaya götürecek. Bu kısa bilim-kurgu romanı bir solukta okuyacağınıza emin olabilirsiniz.

—–o—–

Yol çizgilerini çağrıştırmıştı ışıklı işaretler. Tıpkı eski filmlerde gördüğü gibi. Araba ilerledikçe yol çizgilerini yutardı. Hala bazı bölgelerde kullanılırdı bu tür yollar. Birkaç kere geçtiğini de hatırlıyordu. Büyükbabasının evine giderlerken özellikle. Çocukluğuyla ilgiliydi bu anı. Yol çizgileri ve büyükbabasının garajındaki benzin kokusu. Garaj duvarlarına monte edilmiş raflardaki model arabalar, lokomotifler.. Şimdi bu düz karanlık koridorda zemindeki kesikli mor çizgileri izlerken, o benzin kokusunu duyar gibi olmuştu. Yol çizgileri, artık oyuncaklara dönüşmüş eski benzinli araçların beklediği garaja, ceviz ve kayısı ağaçlarının arasındaki sonsuz çeşitlilikteki oyunlara, çiftliğin geniş topraklarından geçen nehrin kenarlarındaki çakıltaşı yataklı havuzlara giderdi.
Karanlık koridordaki mor ışıklı çizgiler Zofos’u başka bir yere götürüyordu ama. Kendisinin de henüz bilmediği bir yere. Yalnızca zemindeki ışıklı rehberini takip etmemek gibi bir seçeneği olmadığını biliyordu. Pazılarındaki bantların buna hemen tepki vereceğini, kollarını mengene gibi sıkarak onu yeniden rotaya oturtacağını da biliyordu. İtaatkarca adımladı bu yüzden. Yapacak başka bir şeyi de yoktu zaten. Son dört aydır hayat ona bir şeyleri seçebilme şansı tanımamıştı. Yüksek debili bir nehre düşmüş, kayalara çarpa çarpa sürükleniyordu. Bir bakıma ironik bir durumdu bu. “Kaderinin kaptanı ol” derdi herkese. Dış şartlar insanları bir yerlere sürüklemeye çalışabilirdi belki. Ama gerçekten isteyen herkes bu güce karşı koyabilirdi. Veriler ne olursa olsun yapılabilirdi bu. En önemli örneği kendisiydi. Kaderinin kaptanı olmayı başaran ender insanlardandı. Dümenini özgürce çeviriyordu. Son dört aya kadar. Sonra bir şey olmuştu. Olmasını asla beklemediği bir şey. Onu oraya buraya savurmaya çalışan sert fırtınaları sonsuza kadar kontrolü altına aldığını düşündüğü bir anda bir şeye çarpmıştı. Sonra o şey ona yapışmış ve istemediği yönlere sürüklemeye başlamıştı. Hayatın kör güçlerine benzemiyordu bu. Çok daha güçlüydü. Ne yaptığını da biliyor gibiydi. Onu eski hayatından hızla çıkarmış ve bazı işlemlerden geçirdikten sonra bu karanlık koridora atıvermişti. Şimdi mor ışıklı çizgileri takip etmesini söylüyordu karşı koyamadığı bu güç. Aksi takdirde kollarındaki bant şeklindeki mengeneler gereğini yapacaktı.
Çizgilerin ilerde bir yerde kesildiğini fark etti. Yaklaşınca iki kanatlı bir kapının koridor sonundaki duvarı oluşturduğunu gördü. Kanatlar her iki yana doğru sessizce kayarak açıldı. Koridordan biraz daha aydınlık ama yine de loş bir odaya tereddütlü adımlarla girdi. Kolundaki gardiyanlar tepki vermediler. Birkaç saniye ışıkların yanmasını bekledi. Odanın çok geniş bir salon olduğunu fark etti sonra. Pencereler yoktu. Yirmi metre kadar ilerde büyük bir masa duruyordu. Arkasında oturanı tanır gibi oldu. Başyargıca benziyordu. Daha doğrusu başyargıcın seyrek beyaz saçlarının kulakları üzerinden yukarı kıvrılmasıyla oluşan kafa biçiminin siluetine. Biçimsiz, eski model bir başlığın kenarını andırırdı başyargıcın uzun saçları. Ama ışık yetersizliğinden emin olamadı oturanın o olduğuna. Masaya doğru yürümesi gerektiğini tahmin etti. Loş ışıkta kırmızı ya da kiremit rengi gibi görünen duvarlardaki büyük modern tabloları gördü. Altlarından hafifçe aydınlatılmıştı tablolar. Resimle ilgilenmezdi. Rüzgarlarla mücadelesi sırasında buna zamanı ya da merakı olmamıştı.
Biraz daha ilerleyince siluetle ilgili olarak ilk izleniminde yanılmadığını anladı. Başyargıç arkasına yaslanmış onu izliyordu. Masaya yavaş adımlarla yaklaştı. Tabloların arasında küçük, camlı galeriler olduğunu fark etti. Bazıları boştu. Bazılarının içinde ışıklandırılmayı bekleyen nesnelerin siluetleri seçiliyordu. Masanın önündeki koltuğa oturdu. Kapıların kapanmasından kaynaklanan “vump” gibi bir ses duydu. Kusursuz bir sessizlik oluştu sonra.
“Zofos Atern…” dedi beklenmeyecek kadar sakin bir tonda başyargıç. “Hakkında alınan kararı dinlemek için burada bulunuyorsun”
Zofos tepki vermedi. Bu hafifçe çilek kokan, iyi döşenmiş loş salonla büyükbabasının benzin kokan garajı arasında bir yerde takılıp kalmıştı zihni.
“Tropikal Araştırmalar Merkezi’ndeki görevin sırasında, bu görevin sağladığı avantajları kullanarak Merkezin veri bankasından Kivi adlı dosyayı düzenlemelere aykırı bir şekilde kişisel veri bankana aktarma eylemin nedeniyle başsavcı Kyuno’nun iddianamesi ve karşılığında yaptığın savunma da dikkate alınarak mahkemenin aldığı karar gereği Denizatı Vadisi’ne gönderileceksin.”
Zofos şaşkın bir ifadeyle adamın yüzüne baktı. Kararı bu kadar da çabuk beklemiyor gibiydi. Ucuz Tv gösterilerinde öyle olmazdı. Birinin aptal bir ödül kazanıp kazanmadığı, uzun yakın plan yüz çekimleri ve özel ses efektleri eşliğinde iyice uzatılarak açıklanırdı. Başyargıç ise kararı söyleyivermişti işte. Zihni büyükbabasından, benzin kokulu garajından tamamen çıktı, koridoru geçti ve odaya girdi o zaman. Başyargıcın yaşlı ifadeli yüzüne daha dikkatle baktı. Işık yüzünden olsa gerek, yargıç duruşmalardaki halinden biraz daha genç görünüyordu.
“N..nereye gönderileceğim?”
“Denizatı Vadisi’ne.. Delbro sistemi içinde bir alan. Bunu duymuş olmalısın.”
Delbro sisteminden söz edildiğini daha önce duymuştu tabii. İçeriğini ise hiçbir zaman merak etmemişti. Delbro sistemi “etkisiz” ailesindeydi, kendi kurduğu evrensel sınıflandırma sisteminde. Dünyadaki en basit sınıflandırma sistemiydi bu. Evrendeki her şey üç aileye ayrılırdı. Çizdiği yolda önüne engel olarak çıkanlar, arkadan esen dost rüzgarlar ve herhangi bir etkisi olmayan nesneler. Annesi, okuldaki rakipleri, yakalandığı soğuk algınlıkları ya da diğer hastalıklar, dikkatini dağıtan, gücünü azaltan her şey ilk aileye giriyordu. İrade ve hırsı, bir şeyler öğrenebileceği ya da güçlü bağlantıları olan insanlar ikinci, ilk ikisine girmeyen her şey üçüncü aileye mensuptu. Büyükbabası ve benzin kokulu garaj anıları da bu gruba dahildi. Ressamlar, yüz yıl önceye ait olaylar, iş arkadaşının annesinin sağlık durumu, yıldızlar ya da Delbro sistemi de tabii. Ama bazen aile değiştiriverirdi nesneler.
“Sadece adını duydum” dedi geçiştirir bir tavırla. “Suçlu bulundum mu?”
Başyargıç ifadesiz gözlerini Zofos’a dikti. Birkaç saniye geçti. Zofos adamın cevap vermeyeceğini düşündü.
“Bildiğin gibi..” dedi başyargıç derin bir nefes alarak; “..veya bilmen gerektiği gibi” diye düzeltti; “..uzun bir süre önce hukuk sistemimiz ve sistemdeki tanımlarda devrimsel bir değişiklik yapıldı. Bir süreden beri “suçlu” kavramını kullanmıyoruz. Suç kavramı, yerine getirilecek daha iyi bir sözcük henüz bulunmadığı için halk arasında kullanılmaya devam ediliyor. Ama onun da anlam içeriği değişmiş durumda. Bu anlamda “suçlu bulunmak” diye bir şey sözkonusu değil. Mahkemeler iddialara, kanıtlara ve savunmaya bakarak sanık hakkında karar veriyorlar yalnızca. Biz sanıklara “karar sahibi” diyoruz. Bu anlamda sen de bir karar sahibisin.”
Zofos sıkıntıyla hareket etti koltuğunda. Her hareketinde kolundaki bantların tepki vereceği endişesi yüzünden yorulmuştu. Şimdi endişe kaynaklarına başyargıçın anlamadığı sözleri arkasındaki olası tehdit de eklenmişti.
“Bunu anlamadım. Daha önce suçlanan yakınlarım olmadığı için de işleyişi bilmiyorum. Yani mahkemenin beni suçlu bulup bulmadığını öğrenemeyecek miyim?”
Yargıç anlayışlı bir gülümsemeyle “Hayır” dedi. “Mahkemenin, örneğin seni ”değersiz” olarak değerlendirip değerlendirmediğini öğrenemeyeceğin gibi bunu da öğrenemeyeceksin. O ne kadar yanlış ve saçmaysa bu da o kadar yanlış ve saçma. Alışmanın zor olduğunu biliyorum. Belki tarihsel alışkanlıklar belki de bir tür insan doğası nedeniyle… Ama suçlu kavramının “politik olarak doğru” olmadığı düşünülüyor. Bir tür yapay ayrımcılığa neden olduğu, devletin bireyleri suçlu olarak ilan etmesinin ahlaki olmadığıyla ilgili tartışmaları hatırlarsın en azından.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Badem Dalına Asılı Bebekler ~ Cengiz DağcıBadem Dalına Asılı Bebekler

    Badem Dalına Asılı Bebekler

    Cengiz Dağcı

    İçime bir eziklik çöktü badem dallarına bakarken. Kasımın sonu yaklaşıyor. Yarın gökyüzü kararır, doğu yeli eser soğuk. Toprak donar. Eski kuyunun çevresindeki sular buz...

  2. Hasret – Hasret En Büyük Esarettir ~ Canan TanHasret – Hasret En Büyük Esarettir

    Hasret – Hasret En Büyük Esarettir

    Canan Tan

    Gittin… Bir yemin kaldı aramızda Yarısı senin Yarısı benim… Hasret, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, gerçek yaşamdan alınmış kırık bir aşkın...

  3. Alnı Mavide ~ Ahmet BükeAlnı Mavide

    Alnı Mavide

    Ahmet Büke

    Göğsünde bir diken büyüyordu. Kökleri akciğerinin dalları arasında karışmış, kalbinin hemen yanından boy veren kaba sapı kızıla dönmüş diken. Tuğ çıkarmış. Muzaffer mor uçları...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur