Halikarnas Balıkçısı’nın, toplumsal sorunlara en fazla eğildiği kitabıdır Deniz Gurbetçileri. Yazar bu romanında, deniz emekçilerinin çile, sorun ve aşklarını, kısacası onların dünyalarını anlatır. Ama bu anlatım, kaynağından, birinci elden anlatımdır. Öyleki; Türklerin Türk sularında sünger avlamalarının yasaklanması üzerine birçok yere başvurup sonunda Genelkurmay’a telgraf çeken “Latif”, Balıkçı’nın kendisidir aslında.
“Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden
daha korkunç, hiçbir çaba onlarınkinden
daha zor değildir.” 1
İsa’dan sonra III. yüzyılda
yaşamış ünlü tarihçi Oppianus
I
HAYDİ SEFERE!..
Şafağın müjdecisi, güneşin önderi sabah rüzgârı serin serin yelpazeleniyor, geceyi de karanlıkları da uzağa üfürüyordu. Ama yıldızlar ufürüldükçe tutuşuyorlar mıydı ne; bayağı çatırdıyorlardı. Gün doğumuna daha epeyce vardı. Sabah yıldızı doğuda, şafağın koynunda çınlayan bir gülüştü. Belli belirsiz ağaran gökte Yedi Ülkerleri kovalıyordu. Deniz cam gibi durgundu, ama arasıra gelen ufacık kırışıklar, sabah yıldızını ağaran evlerin ayak uçlarına getiriyordu. Bembeyaz Bodrum masum uykusunda uyuyordu, şehirde çıt yoktu. Yalancı şafak denilen şafak öncesi aydınlığı iyiden iyiye ağardı. Kıyı ya da sabah yeli limanın ayna yüzünden fırlıyor ve denizin dümdüz ovasında yelpazemsi açılarak mavi mavi yayılıyordu. Tanyeri ağardıkça güzelin güzeli bir gün doğuyordu. Işığın yeni doğan yavrusu buluta, buğuya belenmemiş çırçıplak bir maviydi, denizde de, göklerde de. Yan yana denize kol açan çift hilal limanın birbirine değdiği yerdeki küçük yarımada üzerinde Sen Jan şövalyelerinin kara anlı ve sanlı kalesi apak yükseliyordu. Karbeyaz badanalı evlerse iki limanın eyimince kıyıya diziliyorlardı. Daha geride beyaz evler yeşillerin koynuna gömüle kalmışlardı; onların ardında geniş bir dağlar amfitiyatrosu iki limanı da sarıyordu. Bunlar pars yatağı doruk doruk dağlardı.
İki limanın da kıyılarında, evlerin bembeyaz angısı, denizin ayna yüzüne vuruyordu. Kıyı sağnağı üfürünce, angılar ürpererek tiril tiril titriyordu. Kent havayla ışıktan yapılmıştı ve bir üfleyişle uçup, yok olup gidecekti sanki; evlerinde, ağaçlarında ve dağ taşında ta onca bir hafiflik vardı. Kentin, rüzgâr esince, denizdeki angıları gibi titretmediğine şaşılırdı. Uyuyan kentin taa uçlarından gelen bir horoz ötüşü, uzaklıklarca arınarak bir keman sesi gibi ince ince süzüldü. Kentin kaldırım taşlı sokaklarından kalınlı inceli insan sesleriyle kabaralı adımlar duyuldu. Süngerci kaptanı Ateşoğlu Murat Reis ve dalgıç arkadaşları takım taklavatlarıyla yüklü olarak limana yürüyorlardı. Kayıklar Ege dalgıçlarının ayakları altında gümbürdedi. Kaldırılan demirlerin zincirleri şıngırdadı, Ateşoğlu’nun dört teknelik dalgıç filosu, püfür püfür sağnaklayan rüzgârla, iç limandan açık denizlere karga funda1 fırladı. Elli tonluk kartal burunlu tirandil depozito gemisi2 çift bıyık3 salarak önde uçuyordu. Karbeyaz yelkenleri, armasının4 binbir ipine takıla kalmış bulutları andırıyordu. Depozito gemisi yedeğinde yine tirandil biçiminde küçük bir dalgıç gemisine bağlıydı. Denizcilerin bakışları yurtlarına çevrikti. Orada bağdaş kuranları tatlılıkla dolu bir sukût sarıyor, konuşmaya koyulunca da sesleri sesten ziyade okşayış oluyordu. Kıyı rüzgârının getirdiği kekik ve yabani nane kokusu sanki çoluk çocuklarının tatlı soluğuydu. Sevgiye açılan gönül gibi yurtlarının, bir cana yakınlığı, bir gülümsemesi vardı. Sevgisini bütün ateşiyle söylemeye utanan, titrek dudaklar gibiydi, yurtlarının denizde ürperen angısı. Kendini veren koca bir masumlukta şehir kıyısı boyunca titreyen sular. Yoksa denizcilerin gönül suları mıydı onlar?
Hey Bodrum!.. Masmavi gökleri, ışık dolu sokakları, bembeyaz evleri, hurmaları, frenk incirleriyle uzaklarda kalıyordu. Acaba arasıra çakan kara gözlerle, çiçekli ve rüzgârlı pencerelerle mandalin esintileri ve darbuka sesleriyle süslenen o yurt yollarında sağ salim dönüp bir daha yürüyecekler miydi uzaklaşan denizciler? Bu bakış o beyaz pencereyi, bu bakış o fukara kapıyı gönül yordamıyla arıyordu. Acaba sabah yeli miydi o pencerede ucuz patiska perdeyi yelpirdeten? Hayır, hayır! Patiska durup dururken mavi olmaz a! Evdeki mavi battaniyeyi sallıyorlardı dualar okuyup üfleyerek. Sağ olsunlar yavrular, ekmeklerini çıkarır geliriz tuzlu sulardan, diye düşünüyorlardı denizciler. Şu pencerede pırıldayan battaniye, bu kapıda yapraklanan çarşaf, karadaki gönüllerden denizcilerde ayrılanlara can işaretleriydi. Teleskop Mehmet –denizde herkesten daha uzakları görebildiği için ona Teleskop derlerdi– evden ayrılışını Karabatak Davut’a anlatıyordu: “Ben ayrılırken annem odanın en karanlık köşesine sokuldu, ‘Allah yola baktırsın da yere baktırmasın derler. Şu yetmiş yıldır ki hep yola, denize bakarım, artık onu görmek istemiyorum’ dedi. Feri kalmamış ihtiyar gözlerini kapadı ayrıldığımı görmemek için, içine baygınlıklar geliyordu zavallı ihtiyarcığın. Bizim bacınınsa yüzü kireç kesildi. Boyuna gözlerini kırpıştırıyordu, ağlamamak için. Ben kapıdan çıkarken, hıçkırıklarla sarsıldı. Bağırdım ona ‘Yahu sizleri görenler, darağacına asılmaya götürülüyoruz sanacaklar. Yahu bir şey olmaz, yine gelirim, yine paçavralarımızı atarız, evcek yeni giysiler giyeriz,
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıDeniz Gurbetçileri
- Sayfa Sayısı288
- YazarHalikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)
- ISBN9789754942415
- Boyutlar, Kapak 13,3x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviBilgi Yayınevi / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cennet ~ Muammer Yüksel
Cennet
Muammer Yüksel
Türk Romancı ve beyin cerrahı (Keşişin On Günü romanının yazarı, 2002) Muammer Yüksel, İslam ve Hıristiyan dünyasının kültürel köklerini sarsacak bir roman trilojisine CENNET’e...
- Soğan Doğradığın Çıplak Eller ~ Pınar İlkiz
Soğan Doğradığın Çıplak Eller
Pınar İlkiz
“O, evden çıkınca, “Açıyorum radyoyu, alıyorum kahvemi,” demek isterdim ama o lüks kimde var çok merak ediyorum. Ben arkasını toplamaya yatak odasından başlıyorum. Her...
- Kiralık Konak ~ Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Kiralık Konak
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
İmparatorluğun çöküş çanlarının sesi işitilirken kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını sergileyen bir roman. Seniha-Faik-Hakkı Celis üçgeni. Tedirgin, yerleşememiş insanlar topluluğunun ortak...