Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Deniz Feneri
Deniz Feneri

Deniz Feneri

Virginia Woolf

Deniz Feneri, Virginia Woolf’un geçmişin bellekte bıraktığı kalıcı izleri eşine az rastlanır bir yoğunlukla sergileyen en başarılı romanlarından biri. Virginia Woolf’un çocukluğunda ailesiyle beraber…

Deniz Feneri, Virginia Woolf’un geçmişin bellekte bıraktığı kalıcı izleri eşine az rastlanır bir yoğunlukla sergileyen en başarılı romanlarından biri.

Virginia Woolf’un çocukluğunda ailesiyle beraber St. Ives-Cornwall’da yaptığı tatillere dair anılarından izler ve aile fertlerine dair benzerlikler taşıdığı için otobiyografik bir boyutu da olan Deniz Feneri, ismini sekiz çocuklu ailenin en küçük ferdi James’in bir deniz fenerini ziyaret etme isteğinden alır. Ramsay ailesinin huzurlu günleri savaşta ölen çocuklarla ve ansızın hayatını kaybeden anneyle geride kalsa da ressam Lily Briscoe ve şair Carmichael’ın gelişiyle ailenin deniz fenerini ziyaret etme isteği yeniden canlanır. Mr. ve Mrs. Ramsay, Lily Briscoe, Augustus Carmichael gibi unutulmaz karakterleri edebiyat tarihine nakşeden Deniz Feneri, modernist romanın en zengin örneklerinden biri.

“Deniz Feneri’nde bugünü geçmişten ayıran mesafe genç Virgina Woolf’un kayıplarını kateder.”
JULIA BRIGGS

İÇİNDEKİLER
ROMANA DAİR GÖRSELLER…………………………………………………………………………………..7
KRONOLOJİ……………………………………………………………………………………………………………………….11
ÖNSÖZ
HAYAT ELİMİZDEN KAYAR GİDER / ARNOLD KETTLE……………………..21
Deniz Feneri
I. Pencere………………………………………………………………………………………………….. 35
II. Zaman Geçiyor…………………………………………………………………………..171
III. Deniz Feneri……………………………………………………………………………….. 193
SONSÖZ / JULIA BRIGGS………………………………………………………………………………………..267
SONSÖZ
DENİZ FENERİ’NİN AYDINLATTIĞI YOL /
MARGARET DRABBLE ………………………………………………………………………………………………..285

Deniz Feneri

I
Pencere

1

Mrs. Ramsay, “Elbette, ama yarın hava iyi olursa,” dedi.
“Yalnız sabahleyin erken kalkmalısın.”

Bu sözler, oğluna, sanki gezintiye kesinlikle gidilecekmiş, yıllar kadar uzun süren bir zamandır beklediği mucize, bir gecelik karanlık ile bir günlük sandal yolculuğundan sonra gerçekleşecekmiş gibi sonsuz bir sevinç verdi. James Ramsay yere oturmuştu; Ordu Pazarları’nın resimli kataloğundan kestiği buzdolabı resmini, annesinin o sözlerinden sonra, cennetten gelme bir şeymiş gibi görmeye başladı. Çünkü o, altı yaşındayken bile bir duygusunu ötekinden ayrı tutamayan; gelecek günlere yönelik tasarıların gölgesini hem sevinçleri hem üzüntüleriyle, yaşamakta olduğu ânın üstüne düşüren o çoğunluktandı; çünkü bu kimseler için daha küçücük bir çocukken bile herhangi bir yeni heyecan, doğduğu ânı, ister verdiği ferahlık ister bunaltısıyla, öteki anlardan ayırt edip tek başına vurgulayacak güçtedir. Resim sevinçten bir oya ile çevrilivermişti. El arabası, çayır biçme makinesi, kavakların hışırtısı, yağmurdan önce akçıllaşan yapraklar, haykırışan kargalar, oraya buraya çarpan süpürgeler, elbiselerin hışırtısı, bunların hepsi çocuğun zihninde öyle renkli, öyle birbirinden ayrı biçimler almıştı ki, daha şimdiden kendine özgü gizli kapaklı bir dil edinmişti. Yine de geniş alnı, lekesiz, yansız, tertemiz bakan, sadece insanoğlunun zayıflığını görünce biraz hırçınlaşan mavi gözleriyle sertliğin, uzlaşmazlığın ta kendisi görünüyor, ciddiyetini hiç bozmadan makasını buzdolabı resminin çevresinde dikkatle dolaştırırken, annesine, cüppesini giyip koltuğuna yerleşmiş bir yargıç ya da devlet işlerinin bunalımlı bir ânında etkisi büyük olacak önemli bir girişimin başına geçmiş bir adam gibi geliyordu.

Babası oturma odasının penceresinden bakarak, “Ama hava iyi olmayacak,” dedi.

Eğer elinin altında balta, ocak demiri, ne türden olursa olsun babasının göğsüne saplayıp onu oracıkta öldürüverecek bir silah olsaydı, James hemen kavrayacaktı. Mr. Ramsay bir şey söylemese bile, sade aralarına gelmekle çocuklarının içinde işte böyle olmayacak heyecanlar uyandırırdı. Şimdi de orada bıçak gibi daracık ince bedeniyle durmuş, sadece oğlunu umutsuzluğa düşürmek, her bakımdan (James’e kalırsa) kendisinden on bin kat üstün olan karısını gülünç etmek zevkiyle değil, aynı zamanda kendi düşüncesinin doğruluğuna inanan gizli bir büyüklenmeyle alaylı alaylı sırıtıyordu. Dediği doğruydu. Hep doğru çıkardı. Yanılmak istese de yanılamazdı; eğriyi doğru gösterdiği hiç olmamıştı; söyleyeceği söz acı ise filanın hoşuna gider ya da işine gelir diye bir sözcüğünü bile değiştirmezdi. Hele kendi çocukları için hiç. Madem onun evladı idiler, daha çocuk yaştan öğrenmeliydiler ki yaşam çetindir; gerçekler değiştirilemez; en parlak umutlarımızın söndüğü, çürük teknemizin yok olduğu o efsane ülkesine geçiş de (bunları söylerken Mr. Ramsay dimdik durur, küçük mavi gözlerini kısarak uzaklara dalardı) her şeyden önce yüreklilik, doğruluk ve dayanma gücü isteyen bir geçiştir.

Mrs. Ramsay ördüğü kızılkahverengi çorabı elinde bükerek sabırsızlıkla, “Ama hava belki de iyi olur – bana kalırsa iyi olacak,” dedi. Çorabı bu gece örüp bitirirse, Fener’e gidilirse, onu bekçinin küçük oğluna verecekti, çocuk kemik tüberkülozuydu da. Bir yığın eski dergi, bir parça tütün, daha doğrusu ortalıkta gereksiz, boşuna kalabalık eden ne bulursa o zavallılara götürecekti. Bütün gün lambayı temizleyip fitili düzeltmekten, biraz oyalanmak için de küçük bahçelerini kazmaktan başka yapacak hiçbir şey bulamayınca kim bilir canları nasıl sıkılıyordu. “Tenis sahası kadar bir kayanın üstünde her gidişte bir ay, hava fırtınalı olursa belki de daha uzun zaman kapalı kalmak sizin hoşunuza gider mi?” diye sorardı; “Ne mektup almak, ne gazete okumak, ne de insan yüzü görmek. Evliyseniz karınızdan uzak kalmak, çocuklarınız nasıl –hastalar mı, düşüp kollarını ya da bacaklarını mı kırdılar– haber alamamak; Tanrı’nın günü hep aynı sıkıcı dalgaların çatladığını, ardından korkunç bir fırtınanın koptuğunu, pencerelerin dalga serpintileriyle örtüldüğünü, kuşların gelip gelip kendilerini Fener’e çarptıklarını, her yanın sarsıldığını görmek; üstelik deniz alır götürür korkusuyla kapıdan dışarı burnunun ucunu bile çıkaramamak… Nasıl, hoşunuza gider mi?” Şimdi de özellikle kızlarına dönerek sormuştu. Sonra değişik bir sesle, “Onun için insan onlara ne götürebilirse götürmeli,” diye ekledi.

Mr. Ramsay’nin yanında, onun akşam yürüyüşüne katılıp taraçada bir yukarı bir aşağı gidip gelen tanrıtanımaz Tansley, kemikli parmaklarını rüzgâra karşı açarak, “Batıdan esiyor,” dedi. Evet bu adam gerçekten de insanın zıddına gidecek şeyler söylüyordu. Tansley bu konu üstünde durup James’in umudunu büsbütün kırdığı için münasebetsizlik etmişti, ama yine de Mrs. Ramsay ona gülmelerine razı değildi. Hepsi de ona, “o tanrıtanımaz adam” diyordu, “küçük tanrıtanımaz”. Rose onunla alay ediyordu; Prue alay ediyordu; Andrew, Jasper, Roger alay ediyorlardı; yaşlı Badger bile ağzında tek bir dişi yokken onu ısırmıştı, (Nancy’nin sözüyle) ta Hebrides Adaları’na kadar peşlerinden gelen bilmem kaçıncı genç olduğu için, oysa kendi kendilerine kalsalar ne iyi olacaktı.

Mrs. Ramsay sert sert, “Saçma!” dedi. Her şeyi abartmakta kendisine çekmişlerdi. Yatıya o kadar çok konuk çağırıyor ki, bazılarını dışarıda, kasabada yatırmak zorunda kalıyor demeleri yersiz değildi, ama yine de konuklarına karşı kabalık edilmesine razı olamazdı doğrusu. Hele gençlere, tatillerini geçirmeye gelen ve kocasının kendi hayranları diye “çok yetenekli” bulduğu o on parasız gençlere. Gerçekten de Mrs. Ramsay bütün erkekleri korurdu; niçin, bilemiyordu ama kimini mert, yiğit diye, kimini siyasal anlaşmalarda emeği geçmiş diye, kimini tüm maliye işlerini çeviren adammış diye, kimini Hindistan’da yöneticilik etmiş diye; en son da kendine karşı takındıkları tavır için, bu öyle bir tavırdı ki hangi kadının olsa hoşuna giderdi: Karşısındakine güvenerek, ana bilerek, sayarak bakmak; bunlar yaşlı bir kadının onurundan bir şey yitirmeden, genç bir adamdan kabul edebileceği şeylerdi. Bunun değerini ve ne demek olduğunu, ta iliklerine kadar duymayan, anlamayan kıza yazıklar olsundu. Şükür Tanrı’ya ki onun kızlarının hiçbiri o türden değildi.

Hırsla Nancy’ye döndü. “Peşimizden gelmedi,” dedi. “Biz çağırdık.”

Bir çözüm yolu bulmak gerekti. “Daha kolay, daha az eziyetli bir yol vardır herhalde,” diye içini çekti. Aynaya bakıp daha ellisinde saçlarını kırlaşmış, yanaklarını çökmüş gördüğü zaman, işleri –kocamı da, parasını da, kitaplarını da….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Orlando ~ Virginia WoolfOrlando

    Orlando

    Virginia Woolf

    Orlando, Virginia Woolf’un en tuhaf, en ilginç, mizah dozu en yüksek kitaplarından biridir. Yazar, en büyük eserleri sayılan Deniz Feneri ve Dalgalar arasına sıkıştırdığı...

  2. Dışa Yolculuk ~ Virginia WoolfDışa Yolculuk

    Dışa Yolculuk

    Virginia Woolf

    Virginia Woolf’un ilk romanı olan Dışa Yolculuk, yolculuk “tema”sını keskin bir zekâ ve güçlü bir sanatçı duyarlılığıyla işliyor. Babasının gemisiyle Güney Amerika yolculuğuna çıkan...

  3. Kendine Ait Bir Oda ~ Virginia WoolfKendine Ait Bir Oda

    Kendine Ait Bir Oda

    Virginia Woolf

    Kendine Ait Bir Oda, çağdaş yazının en etkili feminist metinlerinden ve kadın hareketinin klasikleşmiş manifestolarından biri. 1929’da yayımlanan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Ateş Merdivenleri ~ Anais NinAteş Merdivenleri

    Ateş Merdivenleri

    Anais Nin

    Anaïs Nin’in kendi sözleriyle “kadındaki yıkımla ilgili” olan Ateş Merdivenleri daimi, yerleşik meskeni olmayan ruhların içsel kentlerden dışarı taştığı yakıcı bir roman.

  2. Gülmenin Cevheri Üzerine ~ Charles BaudelaireGülmenin Cevheri Üzerine

    Gülmenin Cevheri Üzerine

    Charles Baudelaire

    Yaşamının hastalıklar ve yoksullukla başa çıkmaya çalıştığı zorlu yıllarında yazdığı bu felsefi metinde Baudelaire, mutluluk göstergesi olarak değerlendirilen gülme tepkisini bambaşka bir açıdan, insanın...

  3. Gidiyor, Gitti, Gitmiş ~ Jenny ErpenbeckGidiyor, Gitti, Gitmiş

    Gidiyor, Gitti, Gitmiş

    Jenny Erpenbeck

    “Ağustos sonunda bir perşembe günü on adam, Berlin’deki Kırmızı Belediye Binası’nın önünde toplanıyor. Açlık grevi yapacakları söyleniyor. Tenleri siyah. İngilizce, İtalyanca, Fransızca konuşuyorlar. Ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur