Orhan Duru’nun ikinci öykü kitabı “Denge Uzmanı” (1962) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı.
“Denge Uzmanı”, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ikinci kitabı. Biçemiyle, kurgusuyla ne ölçüde yenilikçi, seçkin, öncü bir kitap olduğu bugün de apaçık ortada.
Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.
“En sonunda ben de baktım fotoğrafıma. Dehşet içinde kaldım. Korktum. Acayip bir adam oturuyordu bir tahta sandalyede. Arkasında kara bir perde. Perdenin üzerinde kuş resimleri.”
*
Denge Uzmanı
Lunapark ağaçlıkların ortasındaydı. Çakıl döşeliydi halkın gezebileceği yerler. Bir yandan gezer, bir yandan sandviç yer bu halk. Ama herkesin o bilinmeyen ancak sezilen bilincinin alt katında yatan arslanları ve de sırtlanları ayaklandırıp, sevinçli yavrular yaratıyordu Lunapark. Bu yüzden, şehirde oturanlar akın akın, sürü sürü geliyordu çılgınlıklar yapmaya. Birbirlerinin gözlerini oymaya. Bunu da yaz
Sonra parçala,
Ahmet binmek istemesin motora. Karısı aldatıyor onu başkasıyla.
Boş yataklı bir gecede çığlıklar Ahmet uçuyor göklere
Göklerin yedinci katlarına.
Ölüm üstüvanesinin içinde kendi yaşayışını sürdürüyordu motoruyla Ahmet. Beş beygirlik bir BSA motordu Ahmet’in bindiği, herkesin ayaklarının dibinde, düşmeden merkezkaç gücün itişiyle dönüp dururken, üstüvanenin duvarlarında. Bir de on katırlık motoru vardı Ahmet’in yedekte sakladığı. Kimi günler bu motora binip de açtığı zaman bayrağı bir yelken gibi ve örttüğü zaman yüzüne görmemek için dünyayı, anlamamak için hanyayı konyayı, düşünürdü hep altındaki motorun ne kadar uslu olduğunu. Seyirciler çılgınca alkışlarlardı hep onu, açıp hızdan titremeye başlayınca bayrak. Kimi zaman kızdığı da oluyordu alkışlamıyorlar hiç beni, hep bayrağı alkışlıyorlar diye. Sanki bayrakmış gibi onu süren motorun silindirlerinde patlayan benzin püskürüğü. Ama gene de düşünmeden edemiyordu bizim halkımızın ne kadar vatansever olduğunu, ve aynı zamanda bayraksever. Onun için dalgalandırıyordu ya bayrağımızı hızla. Önemli olan para kazanmaktı, parayı yemekti, yemeği yemekti. Giriş elli kuruş.
Halk geliyordu akın akın. Çığırtkanlar bağırıyordu avaz avaz. Hoparlörler böğürüyordu bayağı, kapı gıcırtısı gibi sesler. Lunapark’a gelenlerin bir bölümü sıradan gelip diziliyorlardı Ahmet’in büyük bir bardağa benzeyen gösteri yerinin kıyısında. Seyretmek için gelenlerin hepsi çıkmak zorundaydılar bu bardağın ağız dayanacak yerine. Yüksekti bu yer üstelik. Çıkınca kadınlar ve kızlar yukarıya, ergenlikli oğlanlar, delikanlılar, yaşlı erkekler toplanıyorlardı bardağın dibine gözetlemek için bacaklarını, saptamak için donların rengini. Kızıyordu Ahmet bacak gözetlemek için toplananlara. Neden kendini görmeye gelmezler?…
Çok ilgi çekici köşeleri vardı Lunapark’ın. Büyük bir bölümünde oynanıyordu kumar. Gelenler çengelli iğne, işe yaramaz heykeller, sırça köşkler kazanıveriyorlardı bu kumarlarda. Kahkahalar evinde herkes kasıkları çatlayarak gülmek için çatlıyordu durmadan. Çat, çat, çat… Acayip, bakla bıyıklı erkeklerin kimi zaman kırdıkları oluyordu bu aynaları ki, büyük güçlüklerle getirtebilmişti Avrupa’dan. Gelip gelip aynaları kırıyorlardı, tükürüyorlardı aynalardaki görüntülere birtakım sarhoş adamlar. Bir temiz sopa atıyordu park polisi de onlara. Ama kırılmak sürüp gidiyordu aynalarda. Görmüşsündür sen de ey okuyucu: Bu dökümü bozuk aynaları, aynaların içinde dökümü bozuk insanları. Sonra eşek kadar adamlar, kazınmamış sakallarıyla biniyorlardı atlı karıncalara, oyuncak uçaklara -pilot gibi kurulup-döner dolaplara ve döner kebaplara. İyice boyanmış kenar mahalle kızlarıyla gelenleri yakalıyordu hemen şipşakçılar, şipşak sızdırmak için paralarını.
Oysa, eskiden ne yerlerdi buraları. Doğrusu buraya böyle cansıkıcı bir eğlence yeri açmak herhangi bir akıllının değildi işi. Oysa, eskiden bu parkın kurulduğu yerde genç sevgililerle cinsi sapıklardan başka bulunmazdı kimse. Bekçiler de aman vermezdi onlara milletin namusunu korumak konusunda.
Şimdi herkes geliyor buraya bala üşüşen sinekler gibi uğuldayarak. Gecekondularda oturanlar, pazara gelmiş köylüler, üstü başı kireçli badanacılar, küçük orospular, büyük anneler torunlarıyla birlikte, sosyeteye dahil bayanlar, sevgililer, ne idüğü belirsizler, bakkallar, garsonlar, jokeyler, demiryolu makasçıları, üç kâğıtçılar, röntgenciler, çok şen erkekler, bıyıklı, kafaları kazınmış başka erkekler. Kısaca büyük şehrin bütün artıkları, kıyıya atılmışları kokuşturuyorlardı bu yeri. Kalabalık, korkunç kalabalık, ayağınıza basan, küfür eden, üzerinize tüküren, küt diye çarpan bir kalabalık.
Firdolayı dönüyordu üstüvanenin içinde, yere paralel olarak. Motorun gürültüsü ve kulaklarında havanın sürtünmesinden çıkan ıslık duymasına engel oluyordu üstüvanenin üst çevresinde dizilmiş insanların çığlıklarını. Bitmeyen bir yol üzerinde sonsuzluğa doğru gidiyormuş gibi geliyordu ona, böyle motorun hızını arttırıp dönmeye başlayınca. Karşısında sonu gelmez bir yokuş varmış gibi. Bu yokuş durmadan yükseliyordu o bitimsiz boşluğa dek. Birbirine sıkıca çivilenmiş araları ziftle doldurulmuş tahtalardan yapılmıştı ölüm üstüvanesi. Bu tahtalar Ahmet’in üzerinde her gece kendisini tehlikeye koyarak yokuşu tırmanmaya başladığı sıralarda birbiri ardınca motorun tekerlekleri altından kayıp giden parmaklıklar gibiydi. Ama sonra ziftli aralıklar yaklaşıp kaynaşıyor, karanlık bir yokuş başlıyordu yükselmeye. Bu benzeyiş fena, mide bulandırıcı, usandırıcı. Çünkü inince motordan yokuşun sürüp gittiğini saniyordu önündeki düz yerin yavaşça kalkıp yükseldiğini. Hani nasıl trenden inince durduğumuz zaman bile çevremizin döndüğünü sanırız öyle.
Bakmaya, yeltendiği de oluyordu dönerken, üstüvanenin gökyüzünde, yaşayışa açılan ağzına. Ve büyük bir güneş görüyordu fırıl fırıl dönen. Kıyametleri, dünyanın sonunu hatırlatan mistik bir korku çöküveriyordu o zaman yüreğine. Ama gerçekte mistik bir korku değil çok biraz mide, biraz barsaklar, biraz biraz da sidik kesesiyle ilgili bir korkuydu bu. Çişi geliyordu o anda ve dönerek hızla yağmur gibi çıkarıp sulamak istiyordu ağzı açık halkı.
Küçük bir bayrak örttü yüzüne. Koptu bir alkış yukarlardan. Yüzü örtülüyken bıraktı ellerini. Koptu bir alkış daha. Bir keresinde yanlışlıkla bayrak yerine kirli mendilini örtmüştü de yüzüne bu alkışlayanlar nasıl gülmüşlerdi kendisine. O bunu düşünüyordu ve şipsevdi buluyordu seyircileri.
Motor dönerken sarsılıyordu üstüvane, motorun bir yürek atışı, bir soluk alıp veriş gibi zaman zaman yükselen gürültüsü heyecanlandırıyordu herkesi.
Yaz bunu da
Gidiyor Ahmet göklere,
Göklerin yedinci katlarına,
Kiralarını ödemeyen kiracılar katlarına
Binmek istemiyordu işte motora
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıDenge Uzmanı
- Sayfa Sayısı88
- YazarOrhan Duru
- ISBN9789750848843
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Neva Bulvarı ~ Nikolay Vasilyeviç Gogol
Neva Bulvarı
Nikolay Vasilyeviç Gogol
Neva Bulvarı, Gogol’ün Rus edebiyatının mihenk taşı kabul edilen Petersburg Öyküleri adlı derlemesindeki diğer öyküler gibi “küçük adam”ın yazgısını anlatır. Çarlık Rusya’sında yaşanan sosyal...
- Gün Eksilmesin Penceremden ~ Cahit Sıtkı Tarancı
Gün Eksilmesin Penceremden
Cahit Sıtkı Tarancı
Tarancı denilince akla önce Otuz Beş Yaş şiiri gelir. Tarancı’nın bir dönem öyküler yazdığı bilinir elbette ama özellikle genç kuşak bu öyküleri görmemiş, okumamıştır....
- Zor Saat ~ Thomas Mann
Zor Saat
Thomas Mann
Hayatınızdan tat almak, gerçekten, bilinçli, sanatkârane şekilde tat almak istiyorsanız, asla yeni şartlara alışmaya uğraşmayın. Alışmak ölümdür. Ahmaklıktır. Yaşamaya alışmayın, hiçbir şeyin sıradanlaşmasına izin...