“Hayatı boyunca yaşayamamaktan korkan insan, bunu ölüm korkusu sanır. Düşlenen geleceği yaşayamama korkusu, aslında semirilmiş kaygılardan başka bir şey değildir. Hayatın içinde inşa edilmez ki ölüm korkusu, o zaten hayatın bir parçasıdır. Gelecek kaygısına benzemez ölüm, korkuyla sarılı şimdidedir hep.”
İç içe geçen hikâyelerden oluşan bir roman DENG. Yaşadığı yere dönüşen, ne olursa olsun her zaman “oralı” olan -çoğu zaman olmak zorunda kalan!-, her şeyden azade gözlerle dışarıdan bakan için cümbüşlü bir fotoğrafın içindeymiş gibi görünen insanların, bazen uzaktan gelen bir dengbêjin sesi gibi hüzünlü, bazen dalga dalga yayılan müjdeli bir haber gibi sevinç yüklü hikâyelerinden…
Yılmaz Şener, tek bir günde geçen, geçmişe dönüşlerle zenginleşen bu romanında zamana ve mekâna duyulan aidiyeti sorguluyor. Her şeyin hızla akıp gitmesiyle, adım adım ilerlemesi arasındaki mesafenin sandığımızın aksine o kadar da çok olmadığını gösteriyor.
*
Belki de her şey yaşandı bitti.
Yaşadığımızı sandığımız hayat,
geçip gitmiş olanın yankısı…
*
Giriş
O günün hafızalardan silinmesine kimse bir anlam verememişti. Hiç yaşanmadı diyenler de vardı, yaşandığını ama kimsenin hatırlamadığını söyleyenler de. Bir gün önce çöken ve gün boyunca devam eden kalın sisten dolayı ertesi gün kimsenin uyanmadığını, o çarşamba gününü herkesin uykuda geçirdiğini, dolayısıyla o günün sadece rüyalarda var olduğunu söyleyenler de…
İçten içe herkes o günün yaşandığını biliyordu, ama kimse neler yaşandığını hatırlamıyordu.
Deng, yaşandığını kimsenin hatırlamadığı o bir günün hikâyesidir.
3 Ağustos 2005
sowe
Gözlerini açtı Eşber, soluğuna ağırlık çökmüştü, yavaş yavaş nefes aldı. Verdiği ilk solukla göğsünde keskin bir ağrı duydu. Elini göğsüne götürdü; yaşlı kalbinin iniltisi yüzeye vurmuş, aklını bulandırmıştı. Ağrıyla beraber derin bir korku da varlığını hissettirdi. Korkulacak bir şey yoktu, her gün yaşadığı şeylerdi. Başka şeyler düşünmeliydi.
Belleğini aralayıp sis gibi dağılmakta olan rüyayı düşündü; geri dönülmez bir mutluluğun tanıdık acısını yüreğinde hissederek yataktan doğruldu, uykudan kalan son parçaları üzerinden atmak istercesine başını salladı. Geniş geniş esneyip yataktan çıkarak salona yürüdü. Salonun kapısını açarak balkona çıktı. Yüzüne çarpan serin ve temiz havayı yavaşça içine çekti, ağır ağır öksürerek yüreğinde yuvalanmış ağrıyı kımıldattı; eli istemsizce göğsüne gitti.
Soğuk betona basan ayaklarından bacaklarına doğru dalga dalga bir ürperme yayıldı. Sağa sola bakarak terlik arandı, diğer tekinin nereye kaybolduğu belirsiz birbirinden farklı bir çift terlik giydi. Bahçeye inerek kamelyaya gitti. Çiğlenmiş soğuk sandalyeye et yığını gibi bıraktı kendini. Yavaşça soluk alıp verdi, huşuyla bahçedeki ağaçlara, olgunlaşmaya başlayan domateslere baktı. Günlük hayatın her yanı kaplayan izleri arkasından anılara bakmaya çalıştı, birkaç anı dışında bir şey bulamadı. Unutuyorum, dedi içinden. Ölmek böyle bir şey olsa gerek, önce anılar terk ediyor insanı.
Bahçe duvarının arkasındaki yolda, uyanır uyanmaz kahveye giden Hamdi’nin ayak seslerini duydu; iyice yaklaşan ayak sesleri aniden kesildi, gürültülü bir öksürükten sonra yeniden hareketlenip aynı tempoyla uzaklaştı. Günün ilk alışkanlığını yaşamanın verdiği bir rahatlama hissetti Eşber. Birazdan bahçeyi sulamaya gidecek olan Hacı Yasin’in öksürüğünü duyacak, devamında da selamını alacaktı. Her şey yolundaydı. Sandalyeye iyice yayıldı. Güneşin ilk ışıkları bahçeye düşerken uyuşuk bir rüzgâr oyalanıyordu etrafta. Balkonun açık kapısı yaralı bir köpek gibi inleyerek yavaşça kapandı. Bugün ayın kaçı, diye düşündü Eşber. Dağınık bir depoyu andıran belleğinin içinde arandı, üç ağustos, dedi. Belleğinin puslu kalabalığı içinde bir başka ağustos öne çıktı; babasıyla ilk kez şehre gittiği gün. Bu kadarını anımsıyordu, gerisi belleğinin boşlukları doldurduğu bir oyunuydu. Özlemle gülümsedi.
Kurumaya başlayan bir yaprak, tutunduğu daldan boşluğa doğru ağır ağır süzülerek çürümeye düştü. Uyuşuk rüzgâr bahçede sıkışıp kalmış gibi zorlamaya başlamıştı dalları.
Şimdi sadece rüzgârın sesini duyuyordu Eşber, geri kalan her şey kendi kabuğunda anlamsız bir uğultuya bürünmüştü. Kulağının derinlerine kadar rüzgârın serinliğini hissetti, tüm bedenine bir rahatlama yayıldı. Yerinden kalkmak istedi ama kımıldayamadı. Beyaz plastik sandalyenin kenarından destek alıp kalkmayı denedi fakat ellerini oynatamadı; vurulmuş bir çift keklik gibi önüne düşmüştü elleri. Gözleriyle bahçede dolaşmaya başladı; oğluyla beraber diktiği akasya ağacına baktı, korku yüklü ve nemli bir pişmanlık boğazına kadar yükseldi, göğsündeki ağrı yüzeye daha da sert vurmaya başladı, nefesi kesildi, dişlerini sıktı, boynundaki damarların gerildiğini hissedebiliyordu. Nefes almaya çalıştı ama vücudu daha da kasıldı. Arsız rüzgâr dikkat çekmeye çalışırcasına daha da güçlü eserek, sular kesildiğinde ağaçları sulamak için su taşımaya yarayan plastik boya kovasını önüne katıp yuvarladı. Bir bacağının onarılacağı umuduyla atılmayan, Eşber’in büyük torununun can sıkıntısından robot ayağına benzer bir ayak taktığı ve her defasında tuhaf bir görüntüye neden olan sandalye de rüzgârın ispat etmeye çalıştığı gücüyle geriye doğru devrildi. Bahçedeki birkaç dayanıksız eşyayı daha deviren rüzgâr, dalların homurtusu ve yaprakların çığlıkları arasında göğe doğru yükselerek bahçeyi terk etti.
Derin bir sessizlik çöktü Eşber’in dünyasına. Sabit bir şekilde karşıya bakıyordu, düşünceleri karmakarışıktı. Bu karışıklığın içinde tanıdık ayak sesleri duydu, sonra da gevşek bir öksürük. İçine doğru çekildiğini hissettiği bu bilinmezden tanıdık seslere tutunarak çıkmaya çalıştı ama sesler gittikçe silikleşmeye başladı. Karanlık bir uğultu kulaklarına doldu, sonra da gözlerine çöktü. Varlığını sımsıkı saran karanlık uğultunun içinde daha önce hiç görmediği bir yüz belirdi; hem tanıdık hem de yabancı bu yüze gülümseyerek baktı.
Kimdi bu?
Hisleri donmuştu Eşber’in. Hissettiği tek şey, önünde genişleyen karanlığa doğru düşüştü.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıDeng
- Sayfa Sayısı279
- YazarYılmaz Şener
- ISBN9789750536878
- Boyutlar, Kapak13 x 19.5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Leyl Işıkları ~ Ahmed Günbay Yıldız
Leyl Işıkları
Ahmed Günbay Yıldız
Bir medya patronunun oğlu olan Bulut, istediği her şeye sahip olabilecek güçtedir. Hayatı zevk ve eğlence içerisinde geçer. Buna rağmen içinde git gide büyüyen...
- Öyle Bir Eylül Yok Artık ~ Enver Aysever
Öyle Bir Eylül Yok Artık
Enver Aysever
…bu mektuplar, sahipsiz mektuplar postanesine teslim edildiğinde, ki bunu sen de tercih edersin; yeni bir yerde olacağım, kimseye selam vermek istemiyorum, aşk dediğin ancak...
- Yüzbaşının Oğlu ~ Nedim Gürsel
Yüzbaşının Oğlu
Nedim Gürsel
27 Mayıs’ın karanlık günlerinde yasak ve imkânsız bir aşkın hikâyesi. Ayağında yüksek ökçeli iskarpinler yok bu kez, terlik giymiş. Bana doğru dönünce göğüsleri çarpıyor...