MONTAIGNE İLE ZAMANA YOLCULUK
Montaigne’nin ‘Denemeleri geniş bir öz anlatımdır aslında. Kendi türünde yazılmış eşsiz bir yapıttır. Montaigne zamanın akış çizgisini izlemez, hangi olgunun hangisinden geldiğini söylemez, kendisini zamansız bir çerçeve içinde ortaya sermektir amacı. Diğer özanlatımların yazarları ise doğumları ile başlarlar ve zaman akışını bozmadan devam ederler. Onların dünyasal zamanları vardır. Montaigne zoru dener ve bölük pörçük anlatılarla insanın özünü oluşturmaya çalışır, değişmez bir varlık olarak görmez insanı, doğadan süregelen değişimi insana yansıtır, çevresinde gelişen olaylar değil kendi benliğidir önemli olan.
Montaigne yeni bir yöntem denemektedir ve bunu da pek çok kez tekrarlamıştır. Dostlarına ve yakınlarına bir anı bırakmak istemiştir. Kendi profilini çizmek için bir sınama yapar, yeni bir terim kazanır edebiyat dünyası: deneme… Böylece çeşitli konular ve durumlar karşısında tepkilerini ölçecektir insanların. Eğitim ve arkadaşlığı deşer, yargılarımızın belirsizliği gözler önüne serilir, öğretmenler ve yamyamlık üzerine de bir bütün olarak başına buyruk görünen düşünceler geliştirir. Aslında kendisinin ve kendi düşüncelerinin sınamasını yapar bir anlamda hangi düşüncelerinin kalıcı hangilerinin geçici olduğunu görmek ister. Kendine özgü bilgelik tarzıyla yaşamının ve çağının kendine özgü havasının profili çıkar ortaya; dinsel çekişmeler, acımasız iç savaşlar…
Denemeler başlangıçta bir bencillik kitabı gibi görülebilir amansız bir bencilin notları izlenimini uyandırabilir. Ama dört yüzyıldır okuyucuyu çeken Montaigne’nin apaçık görüntüsüdür, o kendini olduğu gibi sunmuştur. Alçakgönüllü, doğrucu, şakacı ve gerçekçidir. Açıkgörüşlü, önyargısız ve büyük bir söyleşi uzmanıdır. Bir bireyde görmek istedikleri kendinde vardır aslında.
Montaigne doğru arayışında bıkmak usanmak bilmez, ne safsatalara ne de kolayca uydurulmuş kuramlara inanmaz. Yaşamının ilk kırk yılını sadece doğruyu aramaya adamıştır buna rağmen 1576 yılında 42 yaşında iken, kişisel mührünün üzerine Que sçais je (ne biliyorum ki) yazdırmıştır. Tecrübeler ve okuma ile en çok merak ettiği doğruların bulunmasında aklın güçsüzlüğü ile karşılaşmıştır. Kuşkuculuk diye bilinen bu dönemi onu karalamaya çalışan bağnaz dincilerin düşündüğünden çok daha temelsizdir. Montaigne çağdaş anlamıyla hiçbir zaman kuşkucu değildi. O Batı insanının evrenin merkezi olduğunu söylemedi, dünya gezginlerinin öyküleri ve Copernicus’un gökbilimsel kuramları onun perspektifini genişletti. Doğru denilen şey de neydi, doğru; ortam, yetişme biçimi, tutku ve bir önyargı sorunuydu. Montaigne insanlığı sorguluyordu: “Kedimle oynadığım zaman kimbilir o mu kendisini eğlendiriyor benimle, yoksa ben mi kendimi eğlendiriyorum onunla”…
Montaigne çağdaşı bazı insanlar gibi umarsız değildir, doğruyu arar omuz silkip Pirandello’nun deyişiyle komşusuna ‘Doğrunun öyle olduğunu düşünüyorsan öyledir’ diyemez. Onun için çoğu şey bilinemez olarak kalır. Montaigne’e göre insanın bir şeyler bulabileceği tek şey kendisidir.
Montaigne okuduğu filozofların yolundan gitti özbilgi ve özdisiplin yoluyla doğruya ulaşmaya çalıştı. Platon, Seneca, Cicero ve Plutarch’a göre bu özbilgi ve özdisiplin yolu ile doğruya yaklaşılabilirdi. Onların izinden gitti ve hiçbir konuyu bencilce ele almadı. Ölüm üzerine düşüncelerindeyse ar
tık hiç aldatmaca kalmamıştır (İkinci Kitap, 19. Bölüm). “Yalın sözcükler kullanmalıyız ve kazanın dibindeyken iyi ve doğru olmalıyız” der. Onun yazılarındaki amaç sade kazanının dibinde neyin olduğunu bulmaktır.
Çoğu özanlatıcı kendini sunarken yakınlarının görmek istediği kurgusal bir görüntü ortaya sererken Montaigne son derece yalındır. M.Ranon Fernandez sahte kişilik yaratıcılarını iki sınıfa ayırır, ona göre ilk grup olumlu bir öz ile doğmuştur ve kendilerinin gerçek doğrularının hiçbir zaman açıklanamayacağını söylerler. İkinci grup ise öne sürdüklerini kabul etmemize yeterli olacağına inandıkları birtakım yüzeysel imlerle yargılanmayı isterler. Goethe kendisini Şiir ve Gerçeklik eserinde yalnızca bir ozan olarak niteler, gerisi okuyucuyu ilgilendirmez. Ama bu yüzeysel, sahte kişilik sürekli olarak bizi aldatır. Bencilliğini savunmak ve benimsedi-ği bu kurgusal rolü sürdürmek için gerçekte ne ise o durmadan ezilecektir. Jean Jacques Rousseau’da gördüğümüz sahte kişilişin içsel türü daha da zararlıdır. Fernandez savına devam ederken ‘Rousseau’ der ‘töresinin dökümünü tutkuları açısından yapar. Olgunun ardından eğilimlerini açıklayarak, olmasını istediği kişilikle çakışacak bir kişilik yaratır.’ İtiraflar Fernandez’in tezine göre gizliliği hiçbir zaman ortaya çıkmayan sanal bir bene aittir ve hiç hissedilmeyen duygular yansıtılır. Rosseau bilinçli olarak gizemli bir yaşam kurgular. Kendi düşünde canlandırdışı ideal manzaranın dışında herhangi bir olguyu açıklayamaz. Montaigne hiçbir, zaman bu tür yollara başvurmamıştır, o tamamen yalındır. Kullandığı her sözcük törel ya da istendi eleştiriye yer vermeyen bir fiildir. Öylesine yalındır ki kendi idealindeki Montaigne’nin hiç beğenmeyeceği birçok şeyi yazmıştır. Montaigne sanrı üzerine yazdığı denemeyi (İkinci Kitap, 17. Bölüm) kaba birbiçim-de yazdığını -ki bu belirgin bir öz karalama diye düşünülebilir- yerel bir aksan kullandığını, arkadaş çevresi için sıkıcı bir dil olabileceğini, ve Latince’sini oldukça unuttuğunu söyler.
Bunu da anlaşılmak için yapar kendinden daha düşük bir akıl düzeyindeki birisinde itirafta bulunduğunda arı olduğunu savunduğu duygularına daha da rahatlık kazandırmak
içindir.
Yine Fernandez’e göre Montaıgne özünün şu ya da bu yönde davranış gösterme eğiliminden başka bir şey olmadığını; ne yapıp ne yapamayacağının kendi istemi içinde olduğunu” bulgular. Aslında Montaigne’nin temel kişiliği bir tür gözlemcidir, gözlemciliği tamamen bir denetim oluşturama- sa da birçok beklenmedik sonucun oluşmasına engel olur. Denemeler de bu gözlemciyi zenginleştirmek ve güçlendirmek için yazılmıştır.
Montaigne’e göre der Fernandez “bir insan kendisini başkalarının üzerindeki etkileri ve tutkuları ile özdeşleştirmemelidir; sonuna dek duygularının dürtülerini izlemeden kaçınabilmesi için dışında gerçek kendisi değildir.” Goethe’ninki gibi Montaigne’in de anahtar kelimesi Yalınlıktır. Montaigne Yunanlı kuşkuculardan aldığı bu sözü Yunanca olarak ünlü mührünün arka yüzüne yazdırmıştır. Yalınlığın ödülü ise tutarlılıktır. “Ne yaparsam, alışkanlıkla yaparım ve geride dokunulmamış hiçbir şey bırakmam. Düşünme yönteminden gizli ya da gizlenmemiş bir şey pek ender bulunur bende; sorgu sual olmadan kendimle her bir nokta uyum göstermeyen bir şey pek zor oluşur. Yargılarım, davranışlarımın onayını ya da yadsımasını tam olarak gerektirir; bir kez yadsındı mı da, sonuna dek süre gider. Hemen hemen doğumumdan bu yana aynı eğilimlerle aynı yöntemlerle ve aynı güç ile, benliğim bölünmeden süregelmiştir; yaygın düşünceler alanında da, çocukluğumda bile, bugünkü konumumda kaldım.”2 Kuşkuculuktan -acılı bir süreç de olsa- gerçek ve son sürece geçerken böyle görür Montaigne. Hayatının ilk 47 yılındaki bilgisinin çoğu kitap kaynaklıdır. Gençken Mecliste bulunmuştur, Bordeau’da hukukçuluk yapmıştır ama çoğu vaktini evinin kulelerinden birinde kurduğu kitaplıkta bulunmuştur. 1571 yılında kendisi 38 yaşında iken Saint Bartho-lomevy Kıyımının ertesi yılı kendisini kapamış ve yazılarını yazmaya başlamıştır. 1580’de Denemeleri ilk iki kitabını bitirdi -son hali olmasa da- ve basıldı, böbreklerindeki rahatsızlık sebebiyle İtalya ve Almanya’ya ılıcalara gitti. Bu gezinti özçözümleme uğraşılarını daha da derinleştirdi daha önce kitapların arasında bulduğu yolculuğu bu kez yabancı bir ülkede insanların arasında gerçekleştirdi. Tüm bunlar öz incelemenin yeni yollarını sağladı.
Bir süre sonra Bordeau Valiliğine seçildiği gerekçesiyle İtalya’dan çağrıldı. En önemli ve başlıca görevi kenti Katoliklerin elinden tutmak ve kırsal kesimi edilginleştirmekti. Ama her iki partide de arkadaşları vardı ve onlar Montaigne’nin yükselmesini engellediler kaldı ki bu Montaigne’nin istediği bir şey değildi. Görevinin ikinci döneminde Bordeau’yu terk etti, veba salgınından sonra da geri dönmedi. Vebaya yakalanmaktan korkarak biraz dolaştıktan sonra çiftliğe geri döndü, bazı insanlar onun sorumluluktan kaçmakla suçladılar. Aslında kendi yöresinde vebanın yanı sıra köylüleri öldüren, toprak sahiplerini fidyeye bağlayan dinci partizan maskesi altında soyguncu çeteleri vardır. Bir seferinde bir çete evini bastı ve Montaigne’i tutsak etti, sonrasında sık sık onların amacına hizmet ermeye zorlandı. Söylenenlere hiç kulak asmadı ve büyük zevk duyduğu avcılık ve askeri görevlerini yerine getirmekten geri kalmadı.
Artık Montaigne bir kitaba değindiğinde kendi deneyimlerine ilginç bir koşut gösterdiği için değiniyordu. Montaigne çoğu özanlatıcının tersine sessiz ve dingin dinlenme yerini terk etti. Diğerleri gibi geçmişe geri dönmek ve düşünceleriyle uyum sağlamak için sakin bir ortama ihtiyacı yoktu o hayatının edilgen yanının tamamlamış artık etken olarak varolmak istiyordu. Hayatının son üç yılında üçüncü kitabına yeni denemeler yazdı, ya da ilk ikisinin salt kuramsal olan savlarına deneyimler ya da örnekler ekledi.