On dokuzuncu yüzyılda Babıali’nin Rumeli’ye ilişkin önceliklerinden biri liman şehirleri ile iç merkezleri birbirine bağlayacak ve bunları Dersaadet’e ulaştıracak bir demiryolu ağının kurulmasıydı. Demiryollarının Osmanlı şehirlerine varışı, Balkanlarda modernite deneyimini canlandırdığı gibi, bu şehirlerin ve şehirlilerin kendileri dışındaki dünyaya ekonomik ve sosyal ağlar üzerinden entegre olabilmelerini kolaylaştırdı. Demiryolları yalnızca şehirleri bağlamakla kalmadı, aynı zamanda Osmanlı coğrafyasının sosyal, ekonomik ve mekânsal dokusunu da kökten değiştirdi.
Ahmet Erdem Tozoğlu’nun Demiryolu ve Kent adlı bu çalışması, okurlarını Osmanlı Balkan şehirlerinin iç içe geçmiş hikâyelerine ve İstanbul’dan başlayarak Balkanlara uzanan demiryolu ağının şehirler üzerindeki etkileyici serüvenine tanıklık etmeye çağırıyor. İstanbul’dan Selanik’e, Manastır’dan Edirne ve Dedeağaç’a kadar uzanan bu modernleşme ve dönüşüm yolculuğunda, arşiv belgeleri, edebi eserler ve göz alıcı görsellerle zenginleştirilmiş bir anlatı yer alıyor. Kitapta, Türkiye’de bugüne kadar daha çok ekonomik, siyasi ve askeri açılardan ele alınan demiryolları tarihine dair sosyal ve kültürel bir perspektif sunuluyor.
Önsöz
Oscar Wilde, yazar için “zihnini yaramazlık yapmaya alıştırmış olan kişi” tanımlaması yapar. Pek tabii, her aktarım gibi burada kültürden kültüre tercüme yoluyla kaybolan büyük bir içgörü var, ancak bu haliyle bile yazarlığın bir yaratıcı edim olduğu vurgusu hissedilebilir. Yazılan eser, bir tarih metni olunca bu edimin yaratıcı olduğu kadar ikna edici olma ve pek tabii ki bilimsel olma gibi bir sorumluluğu da var. İşte, yazma eylemi ile ilişkisi çoğunlukla, popüler okuyucu tarafından fazla uzman işi ve hatta “sıkıcı” bulunabilecek metinler yazmaya dair olan akademisyenlerin elinden, okurken adeta “su gibi akan” metinler çıkması çoğu zaman nadirattan. Bu kitabın kaderi de siz okuyucuların teveccühü ile şekillenecek. Temennim, mekân, toplum ve kültür tarihi arakesitinde olan bu metnin siz okurlar için keyifli anlar olarak da hafızalarda yer etmesi.
Her kitap, aklı kurcalayan bir fikrin yazıya dönmüş halidir. Bu kitap da öyle; kökü uzun yıllar öncesine giden bir fikrin nihai ürünü. Temeli bir doktora araştırmasına dayanan bir hayli ertelenmiş bir proje. Genç akademisyenlerin doktora tezlerini kitaplaştırması dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaygın bir pratik. Ben de 2007-2013 yılları arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Tarihi Doktora programında öğrenci olduğum dönemde yazdığım doktora tezini hemen rafa kaldırmayı düşünmemiştim. Zira bu çalışma ertesi yıl (2014) ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce verilen Yılın Tezi ödüllerinden birini almış, ayrıca aynı seçkide yayın ödülüne de layık bulunmuştu. Bu ödülün mükâfatı, ODTÜ Yayınları’nca tezin yayımlanması şeklindeydi.
O dönemde, bir hevesle tezi Türkçe tercüme etmeye başlamışken, zihnimde beliren yeni olasılıkların verdiği heyecanla yaptığım işi yarıda bıraktım ve yayın ödülünü de iade ettim. Yeni hedefim, bu tezin daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması için kitabı, Osmanlı çalışmaları alanında bilinen, bir uluslararası yayınevinden tezin de dili olan İngilizce çıkarmaktı. Osmanlı tarihi alanındaki akademik okurların yakından bildiği bir yayınevine kitap projemi teslim ettikten kısa bir süre sonra ilgili editörden kabul aldım. Ardından tez metnimin üzerinden geçip, neredeyse pek çok yerini yeniden yazdıktan sonra metni yayınevine teslim ettim. Birkaç ay sonra gelen hakem değerlendirmelerini içeren e-postayı aldığımda duyduğum heyecanı hâlâ hatırlıyorum. Yeniyetme bir öğretim üyesi olmanın verdiği tedirginlikle, hakemlerce yapılan önerilerle ve kimi yerlerde tonu yükselen eleştirilerle nasıl başa çıkacağımı düşündüm bir süre. Sonra gerekli revizyonları yapmak için harekete geçtim, hatta bu sefer neredeyse hepsini bitirmek üzere olduğumu iddia da edebilirim. Ancak, her işin daha mükemmel olabileceğine dair o dönemlerdeki katıksız inancım bu seferde de süreci akim bırakmamla sonuçlandı. Peki, ya sonra? Yıllar boyu bu iki sonuçlanamayan, başarısız girişimim içimde büyük bir ukde olarak kaldı. Bu durum, doktora öğrencilerime ve genç akademisyen arkadaşlarıma erteleme sorunu ve mükemmeliyetçilik hastalığı konularında verdiğim kişisel örneklerden biri oldu. Bu geçen yıllar beni de olgunlaştırdı. Hedef çıtasını nereye koymam gerektiği, akademik yayın sürecinin nasıl ilerlediği, jüri ve hakem değerlendirmeleri ile nasıl baş edileceği gibi konularda içgörüm genişledi. Artık daha tecrübeli –ve tabii daha makul– bir profil haline geldiğim noktada doktora tezimde tartıştığım olgulara karşı bakışımın genişlediğini ve hatta kısmen değiştiğini de fark ettim. Kendi kendime, bu tezi bugün yazsam muhtemelen daha farklı yazacağımı sıklıkla anımsatır olmuştum. Pek tabii ki, tezin teslimi üzerinden neredeyse on sene geçmişti. Bu süre içinde alanda yeni yayınlar çıktı ve geç Osmanlı dönemi şehirleri üzerine kavrayışımız daha kapsamlı hale geldi. Bunun da ötesinde, kişisel olarak da entelektüel olgunlaşmanın getirdiği bir üst zaviyeden alana bakabilmenin imkânını hissediyordum.
İşte tam bu sırada, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’dan aldığım bir e-posta ve ardından alan editörlerinden sayın Kansu Şarman ile yaptığımız bir uzun telefon görüşmesi, üzerinde kül biriken ateşi yeniden harladı. Doktora araştırmamı, geçen yılların ardından yeni bir gözle okuyup tartışabileceğim bir ortamı vaat ediyordu bu fırsat bana. Bir düşünme süresinin ardından bu işe yeniden girişmeye ikna oldum. Dolayısıyla okuyacağınız bu çalışmanın, temelde bir doktora araştırmasına dayansa da bir doktora tezinin kitaplaşmasının ötesine geçtiğini düşünüyorum. Kişisel hikâyemde Cumhuriyet ve Osmanlı dönemi Türkiye modernleşmesinin farklı veçhelerine adadığım farklı dönemlerdeki akademik üretimimin imbikten damıtılmış ve birbiri içinde eritilmiş bir terkibini okuyucuya sunuyorum. Türkiye’de başta İstanbul ve Ankara’daki kütüphane ve arşivlerde geçen saatler ile Türkiye dışında, doktora döneminde Balkanlar’da yaptığım arşiv ve kütüphane araştırmaları ile, doktora sonrası akademik ziyaretçi araştırmacı olarak bulunduğum Şikago Üniversitesi’nde yaptığım araştırmalar bu metnin nüvesini oluşturmakta. Doktora yaptığım
yıllarda, o dönemde adı Başbakanlık Osmanlı Arşivleri olan kurum şu anda bulunduğu İstanbul Kâğıthane’deki yerleşkesine taşınmamıştı. Gülhane’de Babıâli yerleşkesi içinde küçük ve sevimli binalarında araştırmacılara hizmet vermekteydi. Evrak talebi ile temini arasında saatlerin geçtiği, henüz arşivin internetten erişime açılmadığı o yıllarda arşivin kantini ile bahçesindeki çay molalarındaki kimi ilham verici sohbetler o dönemlerde acemisi olduğum arşiv belgelerini okuma, yorumlama ve bir bağlam içinde değerlendirme konusunda beni çok eğitti. Arşive gitmek, o yıllarda Kayseri’den gidişgeliş yaptığım da göz önüne alınca zahmetli bir süreçti. Ancak bugünden bakınca nostaljik bir tonda o dönemleri özlediğimi itiraf etmeliyim.
Tüm bu ham malzemeyi anlamlı bir kurgu içinde bir araya getirebilmek için yaptığım denemeleri sabırla okuyan, görüşlerini büyük bir özen ve nezaketle benimle paylaşan bir dizi insanın gayreti olmasaydı bu çalışma bu noktaya gelmeyebilirdi. En başta, doktora yıllarında tezimi her seferinde büyük bir ilgi ve nezaketle benimle tartışan sevgili tez danışmanlarım Sevil Enginsoy Ekinci ve Namık Erkal’ı anmalıyım. Yaptıkları yorumlarla tez izleme komitesi toplantılarında her defasında zihnimde yeni fikirler doğmasını sağlayan Cânâ Bilsel ve Elvan Altan hocalarımı ve tez savunmamı yaptığım gün, “bu metin bir tez olarak kalmamalı, bir kitaba dönüşmeli” diyerek beni cesaretlendiren Bülent Tanju hocama da ayrı ayrı minnettarım. Tez araştırmasını yaptığımda Selanik’te geçirdiğim bir dönem boyunca ve sonrasında dostluk ve desteklerini hiç esirgemeyen Vassilis Colonas ve Alexandra Yerolympos’u da ayrıca anmalıyım. Yunanca metinlerin tercümesinde desteklerini esirgemeyen Selahattin Kesit’e de teşekkürü bir borç bilirim.
Kitabın hikâyesine inanan ve beni destekleyen Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları editörlerinden Kansu Şarman, başeditör Ali Berktay ve yayınevinin tüm emektarlarına, bu kitabın olabilecek en iyi kalitede çıkması konusundaki dikkat ve emeklerinden dolayı teşekkür ederim.
Ayrıca, Trakya ve Balkanlar coğrafyasında ve Türkiye’nin farklı yerlerinde ziyaret ettiğim arşiv ve kütüphanelerde, çoğu zaman aramızdaki dil engeline rağmen beni anlamaya ve bana yardım etmeye çalışan, hepsinin adını buraya sığdıramayacağım arşiv ve kütüphane personellerine de ayrı ayrı minnettarım. Bugün tarihçilik yapmak biraz da onların anlayış ve emekleri ile daha mümkün. Bu ülkenin eğitimli ve liyakatle yükselmiş neslinin bir ferdi olmaktan hep onur duydum. Ankara’da Gazi Anadolu Lisesi, Ankara Fen Lisesi ve Bilkent Üniversitesi’nde olduğum yıllarda bu ülkenin yetişmiş insan kaynağının merkezinde olabilme ayrıcalığını yaşadım. Bilkent Üniversitesi’nde lisans eğitimi yıllarında eleştirel ve analitik düşünmeyi, akademik okuma ve yazmayı mesleki bilginin ötesinde bir kavrayış ve ifade yolu olarak benimseten hocalarıma, özellikle de mimarlık ve kent tarihi alanına merakımın oluşmasına katkı sunan Dr. Serpil Özal, Dr. Christopher Wilson ve Prof. Dr. Gülsüm Baydar’ı özellikle anmam gerekir. Bir de, Türkiye’deki mimarlık tarihi lisansüstü programları içinde hep ayrı yeri ve yüksek standardı olduğunu düşündüğüm ODTÜ Mimarlık Tarihi programındaki hocalarım ve meslektaşlarıma da ayrı ayrı minnettarım. Onlarla, alanın yöntem, yaklaşım ve sınırlarına ilişkin yaptığım ufuk açıcı tartışmalardan bugün hâlâ istifade ediyorum. Akademik kariyerimde farklı üniversitelerde birlikte çalıştığım ve yaptığımız enformel sohbetlerimiz ve akademik çalışmalarımız vesilesiyle kafamda hep yeni soruların oluşmasına olanak sağlayan lisansüstü öğrencilerim ve akademisyen arkadaşlarıma da teşekkürlerimi sunarım.
Son olarak, yıllardır içinde bulunduğum akademik üretim ortamının gelişiminde katkısı olan görünmez kahramanları anmaya sıra geldi. Eğitim hayatımın başından beri iyi bir eğitim almam için fedakârca çalışıp destek olan, kocaman olduktan sonra bile hâlâ küçük evladıymışım gibi derdimle dertlenen anneme; ayrıca bana ve kardeşlerime aklımın erdiği yaşlardan itibaren okumayı, düşünmeyi ve sorgulamayı bir yaşam biçimi olarak örnekleyen babama minnetlerimi bu vesileyle sunmak isterim. Ve tabii hayat arkadaşım Yasemin’e özel bir teşekkür etmek boynumun borcu: Doktora yıllarımdan beri hep sabreden taraf olmak onu hiç gücendirmediği ve bana ve evlatlarımıza sevgi ve özenini hiç azaltmadan sürdürdüğü için.
Taşkışla, 2024.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih Türk-Osmanlı
- Kitap AdıDemiryolu ve Kent – 19. Yüzyılda Osmanlı Balkan Şehirlerinin Mekânsal Değişimi
- Sayfa Sayısı368
- YazarAhmet Erdem Tozoğlu
- ISBN9786254299599
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024