Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Demir Dul
Demir Dul

Demir Dul

Xiran Jay Zhao

Huaxia’nın erkek çocukları, Çin Seddi’nin ötesinde gizlenen mekanik uzaylılarla savaşabilecek dev dönüşümlü Krizalitlere pilotluk yapmak için karşı cinsleriyle eşleşmenin hayalini kurardı. Genç kızlardan beklenen ise,…

Huaxia’nın erkek çocukları, Çin Seddi’nin ötesinde gizlenen mekanik uzaylılarla savaşabilecek dev dönüşümlü Krizalitlere pilotluk yapmak için karşı cinsleriyle eşleşmenin hayalini kurardı. Genç kızlardan beklenen ise, bu hedef uğruna sorgusuzca can vermekti.

18 yaşındaki Zetian, kız kardeşinin ölümünden sorumlu as erkek pilota suikast düzenlemek için kendini cariye-pilot olarak sunar. İntikamını ise kimsenin beklemediği bir şekilde alır: Pilotlar arasındaki psişik bağ aracılığıyla onu öldürerek. Kokpitten yara almadan çıktığında artık “Demir Dul”dur: Krizalitleri güçlendirmek için erkek eşi kurban edebilen, bu nedenle korkulan ve sır gibi saklanan o kadın pilot türü.

Zetian, korku uyandıran fakat paha biçilmez zihinsel gücünün ehlileştirilmesi için Huaxia’daki en güçlü ve en tartışmalı erkek pilot Li Shimin ile eşleştirilir. Gelgelelim, nihayet gücün tadına varan Zetian o kadar kolay sinmeyecek; kadın düşmanı olagelmiş pilotluk sisteminin işleyişini tam olarak çözene ve daha fazla genç kızın kurban edilmesini engelleyene dek eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır.

#1 New York Times Bestseller

  • USA Today Bestseller
  • The Indigo, Yılın #1 Numaralı Genç Yetişkin Kitabı, 2021
  • Barnes and Noble, Yılın Genç Yetişkin Kitabı Ödülü Kazananı, 2022
  • Amy Mathers, Genç Yetişkin Kitabı Ödülü Kazananı, 2022
  • Arlene Barlin, “En İyi Bilimkurgu ve Fantezi” dalında Yılın Ödülü, 2022
  • Andre Norton NebulaÖdülü Finalisti, 2021
  • “En İyi Genç Yetişkin Kitabı” dalında Lodestar Ödülü Finalisti, 2022
  • “En İyi Genç Yetişkin Romanı” ve “İlk Roman” dallarında Locus Ödülleri Finalisti, 2022
  • Book Riot’un “Tüm Zamanların En İyi 20 Bilimkurgu Kitabı” listesinde
  • New York Halk Kütüphanesi, Gençler İçin En İyi Kitap, 2021

Demir Dul heyecan verici, aksiyon dolu bir bilimkurgu hikâyesi ve ataerkil kültüre yönelik sert bir eleştiri.” Shelf Awareness

Demir Dul’un hem fiziksel hem de zihinsel savaşlarla bezenmiş aksiyon dolu olay örgüsü, orijinal ve queer temaların yanı sıra Zetian’ın sarsılmaz, katartik feminizmini içeriyor.” Kirkus Reviews

“Bu seri yüksek enerjili, feminist, queer anlatılar arayanlara hitap edecek.” Publishers Weekly

“Eğlenceli ve heyecanlı, bazen okuması korkunç ama her halükârda bir karaktere âşık olmanızı sağlayacak türden, inanılmaz bir roman.” Tor Online

“Kesinlikle destansı. En çılgın hayallerimin tarihi esintili, fütüristik bilimkurgusu. Demir Dul, dev mekanizmalar ve tavizsiz karakterlerle dolu bir dünyaya balıklama dalıyor. Xiran Jay Zhao’nun kaleminin acımasız güzelliği, beni son sayfasına kadar bu kitaba esir etti.” —Chloe Gong, New York Times çoksatan yazarı

“Bir kitabın ilkel çığlığı gibi yankılanan Demir Dul, tüm bu öfkeyi ve daha fazlasını, titiz bir tempo ve parlak bir dünya inşası ile birleştirerek, muazzam bir destansı anlatı haline geliyor.” —E.K. Johnston, New York Times çoksatan yazarı

Demir Dul’da Zhao, dudak uçuklatan aksiyonu ve erdemli, boyun eğmeyen kadın kahramanıyla heyecan verici, acımasız bir hikâye yaratıyor. Zetian durdurulamaz; ona tezahürat yapmamanız için size meydan okuyorum.” —Elizabeth LimŞafağı Ör ve Akşamı Çöz romanlarının New York Times çoksatan yazarı

Bu kitabın şiddet ve taciz sahneleri, intihar düşüncesi, cinsel saldırı (kitapta tasvir bulunmasa da), alkol bağımlılığı ve işkenceye ilişkin tartışmalar ve imalar içerdiğini lütfen göz önünde bulundurun. Bu kitap, tarihsel fantastik ya da alternatif tarih değil, Çin tarihinin dört bir yanındaki kültürel unsurlardan ilham alan ve çok farklı yaşam koşullarında yeniden tasavvur edilen tarihsel figürleri içeren, tamamen farklı bir dünyada geçen fütürist bir hikâyedir.

Bu tarihsel figürlerin yeniden tasavvurundaki amaç belirli bir döneme göre doğruluğu yansıtmak olmadığından, yetiştirilme tarzlarını ya da göreceli yaşlarını değiştirmek gibi önemli değişiklikler yapılmıştır. Güvenilir bir tarih görüşü elde etmek için lütfen kurgu dışı kaynaklara başvurun.

ÖNSÖZ

Hundunlar* geliyordu. Koca bir sürü, vahşi bölgede gümbür gümbür ilerliyor, gecenin karanlığında bir toz fırtınası koparıyordu. Ruh metalinden yapılmış toparlak, yüzsüz bedenleri, gümüş renkli yarımayın ve ışıltılı yıldızlarla dolu gökyüzünün altında parlıyordu. Toy bir pilot, onlarla savaş meydanında karşılaşmak için sinirlerini yatıştırmak zorunda kalırdı ama bu manzara Yang Guang’ı etkilememişti. Çin Seddi’nin hemen dışında bulunan kendi gözetleme kulesinin dibindeki Krizalit’ini, Dokuz Kuyruklu Tilki’yi* , harekete geçirtti. Yedi veya sekiz katlı bir bina kadar uzundu ve dikenli yüzeyi yeşildi. Metalik pençeleri toprağı döverken yeryüzünü salladı.

Krizalitler sıradan savaş makineleri değillerdi. Yang Guang, elektrikli bir araba ya da hava aracı kullanır gibi onu bir direksiyon ya da kolla yönlendirmezdi. Hayır, bizzat o olmuştu. Fani bedeni bu gece savaşa götürdüğü cariye-pilota kollarını dolamış hâlde kokpitte hareketsiz otururken, zihni Dokuz Kuyruklu Tilki’nin her parçasına psişik olarak hükmederek ufuktaki yaklaşan sürüye doğru saldırmasını sağlıyordu. Faal görevdeki diğer Krizalitlerin siluetleri de her iki yanında hızla ilerliyordu.

Yang Guang, pilot koltuğu boyunca omurgasına saplanan, saç teli kadar ince akupunktur iğneleri aracılığıyla yaşam gücü olan çi’sini, Tilki’ye güç vermesi için yönlendirdi. Çi, yaprakların filizlenmesinden alevlerin parlamasına ve gezegenin dönüşüne kadar dünyadaki her şeyi ayakta tutan yaşam özüydü. Sadece kendi yaşam gücünü tüketmekle kalmayıp aynı zamanda Krizalit’in psişik bağlantısı aracılığıyla cariye-pilotununkini de emmeye başladı. O bunu yaparken, kızın zihni herhangi bir direniş gösterecek kadar güçlü değildi; onun zihninin derinliklerinde kaybolmuştu. Kızın parça parça hatıraları aklından rüzgâr misali geçerken onları görmezden gelmek için elinden geleni yaptı. Cariyeleri hakkında fazla bir şey bilmemek en iyisiydi. İhtiyacı olan tek şey, kızın çi’sinin kendininkiyle etkileşimiydi, bu da onun ruh basıncını artırarak bu kadar büyük bir Krizalit’e hükmetmesini mümkün kılıyordu.

Aynı sınıftan bir avuç Hundun, Tilki’nin içine sızıp onu öldürmeye can atan büyük metal böcekler gibi, önce Yang Guang’a ulaştı. Birbirinden farklı renkleri yıldız ışığının altında donuk görünüyordu. Ancak bazıları parlıyordu, ışık saçan darbeler ya da çatırdayan elektrik akımlarıyla vücutlarından silah hâline getirilmiş çi ışınları atıyorlardı. Yang Guang onların karşısına insan olarak çıksaydı, ev kadar büyük cüsseleriyle tepesine çöker ve onu ânında buharlaştırırlardı ancak oğlan Tilki’yi kullanırken ona zarar veremeyecek kadar küçüklerdi. Onları Tilki’nin pençeleriyle ezerken içini yabancı duygular kapladı: statik elektrik kadar hoyrat keder, dehşet ve öfke. Krizalitlerin Hundun kabuklarından tam olarak nasıl yapıldığını bilmiyordu –sadece en üst düzey mühendislerin bilmesine izin vardı– ama zanaatlarını yüzyıllarca geliştirmek bile pilotların bir Hundun’un dış gövdesini deldiklerinde yaratık ne hissediyorsa onu hissetmelerini sağlayan kusuru ortadan kaldıramamıştı.

Pilotlar bunu toplum içinde pek dillendirmezlerdi ancak bu dikkat dağıtıcı duygulara direnmek, savaşın şaşırtıcı derecede özen gerektiren bir parçasıydı. Yang Guang, tam da kendini o duygulardan bu kadar iyi soyutlayabildiği için yaşayan en güçlü pilotlardan biriydi. Zihinsel saldırıya tam güç devam ederek Hundunları yumruklamayı sürdürdü. Tilki’nin dokuz kuyruğu, arkasında dokuz yeni uzuv gibi hışırdayıp gıcırdıyor, daha büyük Hundunları yankılanan çınlamalarla tokatlayarak savuşturuyordu.

Yang Guang onlara acımıyordu. Hundunlar, yaklaşık iki bin yıl önce insan uygarlığının zirvesini yerle bir eden ve insanlığı dört bir yana dağılmış kabilelere bölen, kozmostan gelen işgalcilerdi. Tanrıların yardımıyla Krizalit işçiliğini icat eden efsanevi kabile lideri Sarı Hükümdar olmasaydı, medeniyet asla belini doğrultamazdı ve gezegen çoktan Hundunların olurdu.

Kameralı dronlar, Tilki’nin etrafında kırmızı gözlü sinekler gibi vızıldıyordu. Bazıları İnsan Kurtuluş Ordusu’na aitti; diğerleriyse savaşı tüm Huaxia’ya* yayınlayan özel medya şirketlerinindi. Yang Guang, hayranlarını hayal kırıklığına uğratmamak için hataya yer vermeyerek tetikte olmaya devam etti.

“Dokuz Kuyruklu Tilki, sürüde bir Prens sınıfı var!” diye bağırdı bir ordu strateji uzmanı Tilki’nin kokpitindeki hoparlörden. Yang Guang irkilerek harekete geçti. Bir Prens-sınıfı Hundun, Tilki’yle aynı ağırlık sınıfında yer alan nadir bir rakipti. Onu en az hasarla indirirse, yaratık yeni bir Prens-sınıfı Krizalit’e dönüştürülebilir ya da çığır açan teknoloji veya ilaç kılavuzları gibi bazı büyük armağanlar karşılığında tanrılara sunulabilirdi. Ayrıca galibiyet, savaş rütbesine büyük bir katkı sağlardı. Belki de sonunda, Huaxia’nın en iyi pilotu olmayı hak etmeyen, hüküm giymiş katil Li Shimin’i geçebilirdi. Temiz bir atış için Yang Guang’ın Tilki’yi daha karmaşık bir forma geçirmesi gerekecekti. En yakınındaki silah arkadaşına Tilki’nin ağzından, “Xing Tian, beni kolla!” diye seslenirken çi’si sesini savaş alanına duyurdu. “Dönüşeceğim!”

“Anlaşıldı Albay!” Xing Tian, meme uçlarının olması gereken yerde parlak sarı gözleri ve karnında parlayan bir ağzı olan Başsız Savaşçı* adlı Krizalit’ten bağırdı. Tilki’nin önüne geçip devasa bir ruh-metali baltasıyla Hundun sürüsünü hırpalamaya koyuldu. Yaratıklar ışık saçarak can verdi.

Buna karşılık rahatlayan Yang Guang, meydana getirebileceği en şiddetli ruh basıncıyla çi’sini Tilki’ye aktardı. Tilki’nin diken diken yeşil yüzeyinde ışık saçan çatlaklar oluştu.

Krizalitler, Hundun kabuklarından yapılmış olabilirdi ancak her yönden üstündüler. Hundunlar o kadar akılsızdı ki yaratıldıkları malzeme olan ruh metalinin potansiyeline ulaşıp toparlak kütlelerden başka bir şeye dönüşemiyorlardı.

Ama insanlar bunu yapabiliyordu. Yang Guang, Tilki’nin Üstün Form’unu hayal etti ve o biçime bürünüverdi. Tilki’nin uzuvları incelip uzadı, beli içeri çekildi ve omuzları geriye doğru kıvrılarak ona biraz daha insansı bir hava kattı. Dokuz kuyruğu mızrak kadar keskinleşti ve gerçek dokuz kuyruklu tilkilerin düşmanlarının gözünü korkutmak için kuyruklarını havaya kaldırdığı gibi, sırtının alt kısmından güneş ışınları misali yayıldılar. Tilki’yi dik tuttu; çi’si daha yüksek bir ruh basıncıyla iletildiğinden, onu iki ayak üzerinde dengeleyecek kontrole ve ustalığa sahipti. Bu hamle, bir silahla savaşması için Tilki’nin ön pençelerini serbest bıraktı.

Yang Guang, omzunun üstünden uzanarak pençesini Tilki’nin kuyruğunu oluşturan mızraklarından birinin etrafına sardı ve onu sırtından çekip aldı. Farklı boyutlardaki Hundunlardan meydana gelen sürünün içinden hızla geçiyordu ki Prens-sınıfı olanı gördü, sonra alçaldı ve yerden sıçradı. Mızrak, Hundun’un böceği andıran altı küçük bacağı dışında hiçbir sureti olmayan yuvarlak gövdesini delmeden önce, ayışığından yansıyan anlık bir parıltı saçarak gecenin karanlığında savruldu. Ruh metali, koca bir porselen deposunun patlaması gibi çarpıcı bir sesle paramparça oldu. Yang Guang, yaratığın çi dolu çekirdeğinin ışığı yanıp sönerken kendini Hundunların öfke ve dehşet seline hazırladı.

Parıldayan Hundun deryasını defeden diğer Krizalitler sevinç çığlıkları attı. Kameralı dronlar Prens-sınıfı kabuğun etrafını kuşatırken, Yang Guang, Huaxia genelinde halkın ekranlarının karşısında tezahürat yaptığını hayal edebiliyordu. Onu heyecanlandıran bu coşkuyla Tilki’nin içinde geriye sıçrayıp Hundun’a saplanan mızrağı sıyırdı. Ancak teması kestikten sonra bile zihninde yabancı bir korku geziniyordu.

Bu duygu cariyesinden geliyor, onun içinde bir dalga gibi zirveye tırmanıyordu.

Bu, cariyenin zihninin bedenine geri dönmeyeceğini adı gibi bildiği noktaydı. Artık bilinçdışında kalp atışına kadar kızla ilgili her şeyi kontrol ediyordu. Bağlantıyı kestiği anda, kalbinin atmasını sağlayacak hiçbir şey kalmayacaktı ve kız öbür tarafa geçecekti. Bundan kaçış yoktu.

Önemli olan, ailesinin sağlam bir tazminat almasıydı. Böylece Sarı Pınar’da* huzur bulurdu. Kızın adını hatırlamıyordu. Zaten hatırlamamaya çalışmıştı. O kadar çok cariye-pilot olmuştu ki onların listesini tutmak zihnini felç edip dikkatini dağıtırdı. Ve dikkatinin dağılmasını göze alamazdı. Koruması gereken bir dünyası vardı.

Kız neye bulaştığını biliyordu. Onun yanında savaşmak için askere yazılmaya karar vermişti. Yang Guang, hayranlarına anavatanlarının güvende olmaya devam edeceğine dair güvence vererek sürünün geri kalanını ezmeye ve mızraklamaya odaklandı.

Cariyenin asil fedakârlığı boşa gitmeyecekti.

I. KISIM
TİLKİNİN YOLU
Dağda dokuz kuyruklu bir tilki görünümünde,
sesi bir bebeğin ağlamasını andıran bir
yaratık yaşar. İnsan etiyle ziyafet çeker.
–Dağlar ve Denizler Klasiği (山海经)

O KELEBEK, ÖLEN KIZ KARDEŞİM OLMASA İYİ OLUR

On sekiz yıl boyunca tek kaşım, beni acı verici ve korkunç bir ölüme satılmaktan kurtarmıştı. Bugün onu bu lütufkâr hizmetten azat edecektim. Eh, aslında bunu yapan ben değildim. Kız kardeşimin geride bıraktığı cımbız, Yizhi’nin elindeydi. Nemli orman toprağının üzerine serdiğimiz bambu hasırın üzerine diz çökmüş, çenemi kaldırırken tüyleri birbiri ardına yoluyordu. Tenim sanki yavaş yavaş kül oluyormuş gibi yanıyordu. Yizhi’nin yarım toplanmış saçlarının kapkara tutamları, kaşlarımı alırken soluk renkli ipek cübbesine sürterek hışırdıyordu. Onunkinden çok daha keçeleşmiş ve kurumuş durumda olan kendi saçlarım, eski püskü bir paçavranın altında dağınık bir şekilde toplanmıştı. Paçavra yağ gibi koksa da önüme düşen tutamları yüzümden uzak tutuyordu.

Soğukkanlı bir tavır takınıyordum. Fakat hayatımın son günlerinde tutunacak bir dal olması için zihnime kazımak isteyerek Yizhi’nin nazik, odaklanmış yüz hatlarına çok uzun süre bakma hatasına düştüm. Midem kasıldı ve gözlerim yakıcı bir basınçla dolmaya başladı. Gözlerimi kısmaya çalışmak, yalnızca gözyaşlarımın burnumun kenarlarından aşağı süzülmesiyle sonuçlandı; cidden, bu asla işe yaramıyordu. Elbette, Yizhi fark etti. Bunun gözeneklerime yapılan saldırıya verilmiş bir tepkiden başka bir şey olduğunu düşünmesi için hiçbir nedeni olmamasına rağmen, sorunun ne olduğunu kontrol etmek için elindeki işi bırakıverdi.

Bunun birbirimizi son görüşümüz olduğuna dair hiçbir fikri olmamasına rağmen. “İyi misin Zetian?” diye fısıldadı, cımbız tutan eli, saklandığımız yerden çok da uzak olmayan şelalenin meydana getirdiği hafif nem girdabının içinde havada asılı kalırken. Altında oturduğumuz bodur ağaçların yanında akan dere, sesini kimsenin bizi fark etmeyeceği şekilde bastırıyordu. “Ara vermeye devam edersen kesinlikle olmayacağım.” Şişmiş gözlerimi devirdim. “Hadi ama. Dayanabilirim.”

“Pekâlâ. Tamam.” Çatık kaşlarının yerini beni neredeyse savunmasız bırakan bir gülümseme aldı. Süslü ipek cübbesinin kollarıyla gözlerimi kuruladıktan sonra onları tekrar dirseklerine kadar sıvadı. Cübbesinin kolları zenginlerin giydiği türdendi; kullanışlı olamayacak kadar uzun ve gevşek. Beni her ziyaretinde onlarla dalga geçiyordum. Ancak dürüst olmak gerekirse, babasının onun ve yirmi yedi kardeşinin lüks marka olmayan herhangi bir şeyle evden çıkmalarına izin vermemesi onun hatası değildi.

Günlerce yağan yağmurun ardından havayı yeni yeni aydınlatan berrak güneş ışığı, nemli sıcak ve salınan yapraklardan oluşan gizli dünyamıza huzmeler hâlinde nüfuz ediyordu. Solgun kolları, ışık ve gölgeden oluşan bir örtüyle kaplıydı. İlkbaharın tadını alabileceğimiz kadar zengin olan baskın yeşil kokusu dört bir yanımızı kuşatıyordu. Yizhi’nin dizleri –bir de ciddi ve düzgün bir şekilde diz çökmüş hâlde oturuyordu– benim dikkatsizce bağdaş kurmuş bacaklarımdan küçük ama aşılmaz bir uzaklıktaydı. Onun özel tasarım ipek cübbesi, benim evde dikilmiş tunik ve pantolonumun yıpranmış kaba hatlarıyla saçma bir tezat oluşturuyordu. Onunla tanışana kadar kumaşın bu kadar beyaz ya da pürüzsüz olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Kaşlarımı daha hızlı almaya başladı. Hakikaten canım yanıyordu, sanki kaşım yavaş yavaş ikiye ayrılan canlı bir yaratıkmış gibi, bu yüzden tekrar ağlayacak olursam şüphe uyandırmazdı.

Keşke onu bu işe bulaştırmak zorunda kalmasaydım ama belli bir noktadan sonra yansımamla yüzleşip bunu kendi başıma yapmanın çok acı verici olacağını biliyordum. Karşımda tek gördüğüm ablam Ruyi olacaktı. Piyasa değerimi düşük tutan aşırı uzamış tüylerim olmadan, ona çok benzeyecektim.

Ayrıca bu hâlimle iki uyumlu kaş çıkarma konusunda kendime güvenmiyordum. Yani kaşlarım eşit olmazsa nasıl ölümüme gidecektim ki?

Yizhi’nin kucağındaki ışık yayan tabletin ekranını kaydırıp geçen ay beni ziyaret ettiğinden beri okulda aldığı notları okuyarak dikkatimi yakıcı sızıdan uzaklaştırdım. Ekrana her dokunuşum, onunla yeşillikler ve bahar sıcağıyla örtülü bir sınır dağında yalnız kalmaktan, dünyevi, sarhoş edici havanın aynı yoğun girdaplarını solumaktan daha müstehcen hissettiriyordu. Köyümün büyükleri, kızların bu ilahi aletlere dokunmaması gerektiğini söylerdi çünkü onların, ne bileyim, habis kadınlığımızla filan kutsallığını bozarmışız. Gökyüzündeki tanrılar sayesinde bu tabletler gibi teknoloji ürünleri, insanlığın Hundunlardan korkarak geçirdiği kayıp çağdan sonra yeniden yapılmıştı. Ama büyüklere ya da tanrılara ne kadar borçlu olduğum umurumda değildi. Sırf nüfusun “yanlış” yarısından olduğum için bana saygı duymuyorlarsa, ben de onlara saygı duymuyordum.

Ekran, Yizhi’nin yaprakların gölge düşürdüğü cübbesinin üzerinde ay gibi parlıyor, sahip olmamam gereken, küçücük dağ köyümün ötesinden gelen bilgilerle aklımı çeliyordu. Güzel sanatlar. Fen bilimleri. Hundunlar. Krizalitler. Parmaklarım tableti daha yakına getirmek için can atsa da ne o ne de ben hareket edemiyorduk; cihazın üzerindeki bir girintiden koni şeklinde bir neon süzülüyor ve benim için matematiksel açıdan ideal kaşları yüzüme yansıtıyordu. Yizhi ve göz kamaştırıcı şehirli zımbırtıları asla hayal kırıklığına uğratmıyordu. Ailemin beni tek kaşımla ilgili “son kez uyardığı” konusunda yalan söyledikten sonra dakikalar içinde bunu ayarlamıştı.

Gerçekte ne yapmama yardım ettiğini öğrendikten sonra benden ne kadar nefret edeceğini merak ettim. Başımızın üstündeki dallardan bir damlacık titreşerek düşüverdi. Yanağını sıyırıp geçti. O kadar dalmış ki farkına varmadı. Kıvırdığım parmağımın tersiyle yüzündeki ıslak şeridi sildim. Gözleri irkilerek kocaman açıldı. Şımartılmış, neredeyse solgun tenine renk geldi. Sırıtmaktan kendimi alamadım. Bunun yerine parmak uçlarımla ona dokunmak için elimi çevirerek göz kırptım. “Aman Tanrım. Yeni kaşlarım şimdiden karşı konulmaz mı?” Yizhi her zamankinden daha yüksek bir kahkaha patlattı ve sonra parmaklarıyla hızla ağzını kapatıp iyice saklanmış olmamıza rağmen etrafına bakındı. “Kes şunu,” dedi kahkahası giderek solarken. Gözlerini kaçırdı. “Bırak da işimi yapayım.” Yanaklarına hücum eden inkâr edilemez pembelik, içimi bir anlık suçluluk duygusuyla yakıp geçti. Söyle ona, diye yalvardı zihnim.

Fakat olabildiğince gelişigüzel bir şekilde elimi indirdim ve okul notlarında yeni bir bölüme, Hundun saldırılarının istatistiksel dinamikleriyle ilgili bir sosyal bilimler konusuna geçtim. Neden ona anlatarak görevimi tehlikeye atacaktım ki? Yizhi sahip olduğumuz bu ilişkiye ne gözle bakarsa baksın, bunu çok ciddiye alma hatasına asla düşmemiştim. O, kelimenin tam anlamıyla Huaxia’daki en zengin adamın oğluydu ve ben de uçan motoruyla gidebileceği en uzak yerde biraz kafa dinlerken tesadüfen tanıştığı, sınır bölgesinde yaşayan sıradan bir kızdım. Biri bizi birlikte yakalasa, ailesinin onuru uğruna bir domuz kafesine tıkılıp boğulacak olan o değildi. Aşmamamız gereken hiçbir çizginin yakınından bile geçmemiş olmamızın bir önemi yoktu.

Dikkatim, dudaklarına kaydı ve bakışlarım narin kıvrımlarında gezinirken aklıma ne kadar yumuşak göründüklerine yüksek sesle hayret ettiğim zaman geldi. Dört adımlı peeling ve nemlendirme rutini sayesinde olduğunu itiraf ettiğinde o kadar çok gülmüştüm ki dudaklarına dokunduğumda gözlerimden yaşlar gelmişti ve sonrasında gülmeyi bırakmış, ona fazlasıyla yakın bir şekilde yalnızca gözlerinin içine bakmıştım.

Ardından hemen geri çekilip konuyu değiştirmiştim. Onunla hiç yaşayamayacağım şeyleri düşünmek içimdeki hassas, narin bir parçayı sızlatsa da bunun onun için bir oyundan başka bir şey olmama ihtimalini göz ardı etmemiştim ve edemezdim. Tatil günlerinde ziyaret ettiği tek köylü kızı olmadığım ihtimalini de. Ona teslim olduğum an, kusursuz cübbesinin ipek kuşağını bağlayıp yüzüme gülecek; onun için önemsiz olan bir şey benim için ölüm kalım meselesiyken bile yine de tatlı gülümsemesine ve fısıldadığı sözlere hipnotize olabilmemle eğlenecekti.

Belki de bunu daha da heyecan verici kılan, son üç yıldır her ay sonu çıkagelmesini sağlayan şey benim dikkatimdi. Gerçek emellerini asla bilemezdim. Ki bu sorun değildi. Duygularıma boyun eğmediğim sürece, oynanabilecek hiçbir oyunu da kaybedemezdim. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, şu anda tüm köyüm bizi burada bulsa bile ailem beni şimdi boğmazdı. Sonunda istediklerini yapıyordum: Beni orduya cariye-pilot olarak satabilmeleri için kendime çekidüzen veriyordum. Tıpkı kız kardeşimi sattıkları gibi. Kuşkusuz, benim daha büyük, daha ölümcül planlarımdan haberleri yoktu.

Yizhi kaşlarımın alt taraflarına doğru ilerlerken, parmağım ders notlarındaki Hundun-Krizalit savaşından bir resmin üzerinde gezindi. Krizalit, Beyaz Kaplan* , o kadar biçimli ve canlı renkliydi ki bir zamanlar yuvarlak, suretsiz bir Hundun kabuğu olduğunu asla tahmin edemezdiniz. Dönüşümünün en üst seviyesi olan Kahraman Formu’ndayken çekilen fotoğrafında, pürüzsüz, süt beyazı camdan yapılmış, insanı andıran bir kaplan savaşçıya benziyordu. Zırh benzeri parçalarının kenarları parlak yeşil ve siyah çizgilerle süslenmişti ve ağaçtan daha uzun bir baltalı kargıyı kaldırırken renkler bu hareketle bulanıklaşıyordu. Ordunun tanıtımlarda kullanmayı en sevdiği Krizalit’ti ve ona bakarken rahatsız olmuyordum. Zihinsel olarak ona bağlı olan erkek-kız çifti, Dengeli Eşleşme olarak geçiyordu. Diğer çoğu durumdaki kadın pilotun aksine, oğlanın zihninin kızınkini tüketme ve savaş sona erdiğinde onu öldürme riski çok düşüktü.

Ailemiz onu ikinci en güçlü rütbe olan bir Prens-sınıfı pilotun yanında savaşa katılmaya zorladığında, ablamın da bu şekilde öleceğinden korkmuştum. Ama savaş alanına adımını bile atamamıştı. Pilot onu geleneksel, fiziksel şekilde öldürmüştü. Nedeni neydi, bilmiyordum. Ailemiz yalnızca onun küllerini geri almıştı. Seksen bir gündür harap hâldeydiler… Çünkü bel bağladıkları o büyük savaş zayiatı tazminatını alamamışlardı.

Çok komikti. Ablam bütün hayatını önemsenerek geçirmişti.

Ruyi ne zaman evlenecek?

Ruyi evlenmek yerine askere mi yazılacak?

Aman aman, Ruyi güneşte çok mu kaldı?

Teni biraz kararmaya başlamış.

Ama ölüm haberi yayıldığı anda bir daha ondan bahseden olmamıştı. Kimse külleriyle ne yaptığımı sormamıştı bile. Yanımızdaki derenin onu alıp götürdüğünü sadece Yizhi ve ben biliyorduk. Yizhi, ablam ve benim aramda küçük bir sırdı bu. Yukarı baktığımda, Yizhi’nin arkasındaki bir dalda sallanan gerçek bir kelebek krizalitiyle karşılaştım. Krizalitler, isimlerini onlardan almıştı, bu yüzden pilotların öldükten sonra kelebeğe dönüştükleri söylenirdi. Eğer bu doğruysa, bu kelebeğin kız kardeşim olmamasını umut ediyordum. Buradan çok çok uzaklara, sürekli birilerini kınayan köy büyükleri, meraklı dedikoducular, açgözlü akrabalar ya da pislik pilotlar tarafından ulaşılamayacak bir yere gittiğini umuyordum.

Bir süredir krizalitinde kıvranan yeni dönüşmüş bir kelebek üst yüzeyden çıkmaya başladı. Sonunda zarı yırttı. Baş aşağı duruyordu. Kıpır kıpır antenleri dışarı fırladı. Büyük finalde, açan bir çiçek gibi krizalitinden tamamen sıyrıldı. Kelebekler bu ormanda yaygın olduğundan bu o kadar da özel bir manzara değildi.

Ancak bu kelebek kanatlarını açtığında desenler uyuşmuyordu.

“Vay canına.” Daha dik oturdum.

“Ne oldu?”

Yizhi omzunun üzerinden baktı.

“Şu kelebeğin iki farklı kanadı var!”

Yizhi de şaşkınlık dolu bir ses çıkardı, bu da bunun sınırda yaşayan bir köylü olduğum için bilmediğim normal bir hadise olmadığı anlamına geliyordu. Bana kaşlarımın neredeyse bittiğini söyledi ve ardından kelebeğin yakınlaştırılmış bir videosunu çekmek için tabletini kaldırdı.

Gözlerimiz bizi yanıltmamıştı. Bir kanat siyah üzerine beyaz noktalı, diğeriyse beyaz üzerine siyah noktalıydı: Tıpkı yin-yang sembolü gibi. Bu kelebeklere de tam olarak bu isim verilmişti ama hem yin hem de yang kanatlısını hiç görmemiştim. “Bu nasıl olabilir?” Ağzım açık bir şekilde bakmaya devam ettim. Yizhi’nin gülümsemesi genişledi. “Soruların olduğunda ne yapacağını biliyorsun.” “‘Araştır,’ diyorsun. Anladım.” Yizhi’nin tabletindeki arama motorunu bana öğrettiği gibi açtım. Kullanımı zor değildi –sadece sorumun anahtar kelimelerini girmem gerekiyordu– fakat gerçeküstü ve ürkütücüydü; şehirlerdeki âlimlerin tanrıların yeterince armağan sunduğumuzda yeryüzüne gönderdiği şifreli kılavuzlardan yeniden düzenlediği tüm bilgilere sadece birkaç dokunuşla erişmek mümkündü.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Hayvan Hükümranlığı ~ Jean-Baptiste Del AmoHayvan Hükümranlığı

    Hayvan Hükümranlığı

    Jean-Baptiste Del Amo

    Fransa’nın güneybatısında sıradan bir köy. Küçük bir arazi parçasıyla başlayıp giderek işi büyüten mütevazı bir köylü ailesi. Ve doğum, büyüme, ölüm döngüsü içinde her...

  2. Alaska’nın Peşinde ~ John GreenAlaska’nın Peşinde

    Alaska’nın Peşinde

    John Green

    İlk içki, ilk şaka, ilk dost, ilk aşk, son sözler… Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan, sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François...

  3. Karamazov Kardeşler ~ Fyodor Mihayloviç DostoyevskiKaramazov Kardeşler

    Karamazov Kardeşler

    Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

    “Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki, toprağa düşen bir buğday tanesi yok olmazsa sadece bir buğday tanesi olarak kalır; ama yok olursa...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur