Yanlış yerde ve yanlış zamanda ortaya çıkan bilgelikten daha delice bir şey olmadığı gibi, orantısız ve dolayısıyla yanlış zekâdan daha ahmakça bir şey de yoktur.
Hümanizmin en önemli temsilcilerinden Erasmus, taslağını 1509 yazında İtalya’dan İngiltere’ye yaptığı yolculuk sırasında hazırladığı, daha sonra dostu Thomas More’un evinde tamamlayıp ona ithaf ettiği başyapıtı Deliliğe Övgü’de “Beni benden daha iyi kim temsil edebilir?” diyen delilik tanrıçasının ağzından tüm insanlığa seslenir.
Zalim hükümdarların, açgözlü din adamlarının, hırslı tüccarların, kaypak entelektüellerin ve müridi olarak gördüğü herkesin deliliğindeki bilgeliği açıkça ortaya sererken bilgeliğin ahmaklığını ispatlamaktan da geri durmaz. Tanrıçanın hiciv olarak anılmasını istemediği bu methiye, aynı anda hem hicvin hem de methiyenin en delice ve bilgece örneklerinden biridir.
DESIDERIUS ERASMUS, 1466’da Rotterdam’da doğdu.Teolog ve klasik filolog kimliğiyle KuzeyAvrupa Rönesans’ının en önemli hümanistlerindendir. 1495-1499 arasında Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde teoloji öğrenimi gördü. 1499 yazında İngiltere’ye giderek Thomas More ve John Colet gibi isimlerle tanıştı, sonraları VIII. Henry adıyla tahta çıkacak olan genç prense Latince dersleri verdi. 1500’den 1506’ya dek Hollanda, Paris ve İngiltere arasında gidip geldi. Çalışmalarıyla Antikçağ düşüncesinin yayılmasına katkıda bulunan Erasmus, 1502’de Leuven Üniversitesi’nden gelen teklifiYunancadan yaptığı çevirilere yoğunlaştığı gerekçesiyle reddetti.1506’da İtalya’ya yerleşti,Torino’da teoloji doktoru unvanını aldı.Kilisenin kendini yenilemesi görüşüne temelde katılmakla birlikte,Martin Luther’in Reform hareketine Hıristiyan dünyasını kargaşa ve şiddete sürüklediği gerekçesiyle karşı çıktı ve asıl Hıristiyanlık ruhunu hümanist değerlerde aradı. 1510-1515 arasında Cambridge Üniversitesi’nde Yunanca dersleri verdi. Ardından Basel’e giderek 1529’a dek çalışmalarını burada sürdürdü ve yayımladı. Zwingli’ci Reform hareketi başladığında Freiburg im Breisgau’ya geçti ve Basel’e ancak 1535’te döndü. Sayıları yüz elliyi bulan eserlerinde Avrupa’nın hümanist değerlerden beslenen ortak bir sanat ve bilim anlayışıyla hareket etmesi gerektiğini vurgulayan Erasmus, 1536’da bu şehirde öldü.
İTHAF
ROTTERDAM’LI ERASMUS’TAN
SEVGİLİ THOMAS MORUS’A
Geçtiğimiz günlerde İtalya’dan İngiltere’ye dönerken at sırtında geçirmeye mecbur olduğum tüm zamanımı anlamsız ve sığ sohbetlerle boşa harcamaktansa, ortak araştırmalarımız üzerine düşünceler geliştirip geride bıraktığım son derece bilge ve sevecen dostlarımızın anısıyla keyiflenmeyi yeğledim. Fakat içlerinde en çok sen, sevgili Morus, gözümün önüne geldin: Uzaktan da olsa seni neredeyse her gün, ilişki içinde olmaktan keyif aldığım zamanlardaki kadar içtenlikle düşünüyordum, ki hayatım boyunca bana bahşedilen en değerli şeydi bu. Mutlaka bir şeyler yaratmam gerektiğine inanmakla birlikte koşullar ciddi bilimsel çalışmalara pek uygun görünmediğinden, vakit geçirmek için deliliğe bir övgü yazmak aklıma geldi. Hangi Pallas1 soktu aklına bu fikri, diye soracaksın. Öncelikle buna beni moria2 sözcüğüyle benzerlik taşıyan soyadın sevk etti ki senin bu sözcüğün içeriğiyle alakan yok. Herkesin yargısı uyarınca, senin bununla sahiden de zerrece alakan bulunmuyor. Ayrıca çoğunlukla bu tür şakalar, yani eğer yanılmıyorsam boş ve büsbütün tatsız olmayanlar, seni epeyce neşelendirdiğinden ve sıradan insan hayatında bir bakıma Demokritos1 rolü oynadığından, zihnimin bu oyunbazlığını özel bir alkışla karşılayacağını tahmin ediyordum. Olağanüstü keskin zekân seni sıradan halktan fazlasıyla ayırsa da, inanılmaz bir içtenlik ve dostlukla herkesin yüreğine dokunmayı bilirsin – ki bu seni daha da mutlu eder. O nedenle bu mütevazı üslup alıştırmasını dostunun bir hatırası olarak hoş karşılamakla kalmayıp güvenli bir şekilde bunun velayetini de üstleneceksin. Zira sana adandığından artık bana ait değil.
Bu tür şakaların bir teoloğa yakışmayacak kadar patavatsız, Hıristiyan mütevazılığıyla örtüşmeyecek kadar alaycı olduğunu söyleyerek ortalığı karıştıran eleştirmenler muhtemelen kusur kalmayacaktır; Eski Komedya’ya1 ya da Lukianos’a2 yeniden can verdiğimi ve her şeye coşkuyla dişlerimi geçirip didiklediğimi haykıracaklardır. Fakat içeriğin yüzeyselliğine ve tasvirin eğlendirici karakterine gücenenlerin, öncü rolünü benim oynamadığımı, önemli yazarların konuya uzun zamandır zaten bu şekilde yaklaştığını dikkate almalarını rica ederim. Yüzyıllar önce Homeros “Batrachomyomachia”yı [Kurbağalar ile Farelerin Savaşı], Vergilius “Culex” [Tatarcık] ve “Muretum”u [Köy Salatası], Ovidius “Nux”u3 [Ceviz Ağacı] yazdı. Polikrates ve onu eleştiren İsokrates, Busiris’i4 övdüler; Glaukon5 adaletsizliğe, Favorinus ise Thersites’e ve dört gün süren yüksek ateşe6 , Synesios7 kelliğe, Lukianos sineğe ve parazitliğe1 methiyeler düzdü. Senaca, İmparator Claudius’un ilahlaştırılmasıyla çılgınca eğlendi; Plutharkos, Gryllos ile Odysseus arasında geçen bir diyalog yazdı2 , Lukianos ve Apuleius eşeği övdü3 ve birileri, Aziz Hieronymus’un da söz ettiği, Grunnius Corocotta adındaki bir domuzcuğun vasiyetnamesini kaleme aldı.
Dolayısıyla şimdi bu eleştirmenler, canları eğer öyle istiyorsa, vakit geçirmek için satranç oynadığımı ya da arzu ettikleri buysa, kalemimle oyuncak at misali uzun bir yolculuğa çıktığımı düşünebilirler. Hayatın tüm etki alanlarına kendilerine özgü oyunları bahşedip edebiyat eserlerine hiç eğlence payı tanımamak bariz bir adaletsizlik değil midir? Özellikle de bu poetik şakalar ciddi bilgiler aktarıyorsa ve muhakemesi tamamen hissizleşmemiş okur, kimi âlimlerin kasvetli katı, insanı körleştiren tasvirlerinden ziyade önemli ölçüde bu hoşça vakit geçirten eğlencelerden faydalanıyorsa? Biri çıkıp retoriği ve felsefeyi alıntılara boğulmuş bir konuşmayla över, diğeri bir prensin şanlı eylemlerinin kaydını tutar, bir başkası Türklerle savaşmayı teşvik eder, öbürü geleceğe dair kehanetlerde bulunur ve yine bir başkası imparatorun sakalı hakkında atıp tutmaktan ileriye gitmeyen, sözümona bilimsel, yeni inceleme konuları uydurur. Nasıl ki ciddi meseleleri ciddiyetsiz bir şekilde ele almaktan daha bön bir şey yoksa, güldürücü olanı saçma sapan laflar zırvalandığı izlenimi uyandırmadan aktarmaktan daha zevkli bir şey de olamaz. Benim bunu becerip beceremediğime başkaları karar verecektir; yine de kibir gözlerimi kör etmediyse, deliliği o denli delice de övmüş değilim.
Bu iğneleyici alaya dair sitemi şuna dikkat çekerek karşılamak isterim ki yetenekli kafaların, insanların genel yaşamıyla keskin bir nüktedanlıkla eğlenme özgürlüğünü cezalandırılmadan ele geçirmesine her zaman izin verilmiştir; yeter ki açıksözlülük kör bir nefrete dönüşmesin. Bugünlerde beraberinde gösterişli unvanlar getirmeyen neredeyse her şeyi çekilmez bulan kulakların ne kadar şımartılmış olduğuna daha da çok şaşırıyorum. Kaldı ki bazılarının dindarlığı o derece sapkındır ki prenslerine ya da papaya en masum şakayla leke sürülmesindense İsa’ya karşı en ağır küfürlere bile tahammül gösterdikleri gözlemlenebilir; özellikle de paralarının kaynağı hakkında imada bulunulduğunda. İnsanların hayata dair alışkanlıklarını kimseye ismiyle saldırmadan çekiştiren biri –izninizle– sizin gözünüzde ısıran bir köpek midir, yoksa bir öğretmen ve eğitmen mi? Ve lütfen başka kaç isimle beraber kendimi insafsızca yerdiğimi dikkate alın! Ayrıca şu da var ki: Hiçbir zümreyi taciz etmeyen biri, öfkesini belirli bir insana değil akla gelebilecek tüm kusurlara yöneltir. Şu halde biri hakarete uğradığını dillendirip yakınıyorsa, ya vicdan azabını ya da mutlaka korkusunu ele vermektedir. Aziz Hieronymus kendine bu janrda çok daha sakınımsız ve iğneleyici şakalar yapma iznini vermiş, hatta yeri geldikçe şu veya bu ismi vermekten çekinmemişti. Bense isim vermekten bütünüyle kaçınmanın dışında, ifade biçimimi de öyle yumuşattım ki mantık sahibi okurlar benim için iğneleyici saldırılardan ziyade eğlencenin söz konusu olduğunu rahatlıkla fark edeceklerdir. Zira hiçbir noktada Iuvenalis1 gibi gizli suçlara ilişkin pislikleri karıştırmadım, aksine iğrenç olandan ziyade gülünç olanı eleştirel bir gözle mercek altına almaya çabaladım. Eğer bu savlar da birilerini yatıştıramayacaksa, en azından delilik tarafından kınanmanın bir onur olduğunu hatırlasınlar; onu öne çıkarıp konuşturduğuma göre, kendisi için belirlenmiş role bütünüyle uygun davranması gerekiyor. Fakat bütün bunları, pek avantajlı görünmeyen davalarda bile son derece başarıyla savunma yapmayı bilen senin gibi mükemmel bir avukata niçin anlatıyorum ki? Tanrı’ya emanet ol hitabetin üstadı Morus, moria’nı azimle savun!
Taşrada, 9.VI.1508
Deliliğe Övgü
Rotterdam’lı Erasmus’tan Bir
Üslup Alıştırması
Delilik öne çıkar ve konuşur:
Faniler sağda solda benim hakkımda ne kadar aşağılayıcı konuşursa konuşsunlar –en azılı deliler arasında bile deliliğin ne kadar kötü bir üne sahip olduğunu bilirim ne de olsa– iddia ediyorum ki gücümle tanrıları ve insanları neşelendirebilecek olan benim, yalnızca ben. İşte ikna edici bir kanıt: Bu kalabalık meclisin karşısında söz alır almaz herkesin yüzü bir anda adeta eşi benzeri görülmedik, alışılmadık bir neşeyle aydınlandı. Alnınızdaki çizgiler bir çırpıda düzleşti; keyifli ve hoş kahkahalarınız beğeninizi açığa vuruyor ve gördüğüm kadarıyla sayınız da çok, az önce Trophonios’un mağarasından henüz dönmüşçesine1 üzgün ve endişe içinde oturuyorken şimdi gözüme Homeros’un nektar ve Nepenthes’le2 sarhoş olan tanrıları gibi görünüyorsunuz. Sabah güneşinin altın renkli güzel yüzünü yeryüzüne ilk kez göstermesi ya da berbat bir kışın ardından yeni bir baharın yeryüzünü okşayan esintilerle canlandırması ve yeni bir görünüm, yeni bir renk ve tazeliğin her şeye bütün yönleriyle geri dönmesi gibi, sizlerin de beni görür görmez çehreniz değişiverdi. Önemli hatiplerin uzun geceler boyu üzerinde çalışılmış, coşkulu bir konuşmayla belki de asla elde edemeyecekleri şeye ben yalnızca ortalıkta görünerek eriştim.
Fakat bugün niçin bu garip kostümle1 ortaya çıktığımı, açıklamalarıma kulak vermenizin sakıncası yoksa, birazdan öğreneceksiniz; ama saygıdeğer kürsü hatipleri için değil çığırtkanlar, şaklabanlar ve soytarılar için kabartma eğiliminde olduğunuz kulaklarınızı vermeniz gerek, tıpkı sadık bendelerimden Midas’ın vaktiyle Pan’a kabarttığı kulaklar gibi.2 Aslında bir süre huzurlarınızda sofist rolüne bürünme arzusuna kapıldım, elbette bugünlerde çocuklara eziyet ede ede safsata belleten ve bir anlaşmazlık durumunda onlara ancak kadınca bir iddiacılıktan biraz fazlasını önerenlerin tarzında değil; hayır, ben bilge payesini itibarsızlaştırmaktan kaçınmak için, sofist olarak adlandırılmayı tercih eden eskilerle3 aynı şeyi yapacağım. Onların bütün enerji ve çabaları, tanrıların ve kahramanların şanlı eylemlerine methiye düzmeye gitti. Sizler de bir methiye dinleyeceksiniz ama Hercules’e değil, Solon’a4 da değil bana, yani deliliğe.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıDeliliğe Övgü
- Sayfa Sayısı168
- YazarDesiderius Erasmus
- ISBN9789750762659
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yenik Düşme Zamana ~ Halis Karabenli
Yenik Düşme Zamana
Halis Karabenli
“Sabahları inceden soğuyunca hava, damarları belirginleşip yeşilden sarıya dönerken yapraklar, güneş yeni çürümeye başlamış bir tay gibi çekingen gelirken güne, gri bulutlara artık daha...
- Babamı Dövmüşler ~ Zeynep Yiğit
Babamı Dövmüşler
Zeynep Yiğit
Divanın üzerinde ağlamaktan gözleri şişmiş, kendinden geçerek uyuklayan annesine baktı. Kocasının annesiydi. Onu kendi annesinden yakın görüyor ve seviyordu. Emine annesiydi ve hep öyle...
- Humboldt’un Armağanı ~ Saul Bellow
Humboldt’un Armağanı
Saul Bellow
Nobel Edebiyat Ödüllü Saul Bellow’dan yazarlık, şiir, edebi ün ve başarı gibi meseleler ışığında Amerika’yı anlatan bir modern klasik. Bellow ömrünün son yıllarında alkolizm...