Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Değersiz Bir Hayat
Değersiz Bir Hayat

Değersiz Bir Hayat

Hanya Yanagihara

Üniversiteden tanışan dört erkek arkadaş: Nazik, yakışıklı ve oyunculukta kariyer yapmak isteyen Willem. Sanat dünyasına hızlı bir giriş yapmak isteyen, zeki ama bazen kalpsiz…

Üniversiteden tanışan dört erkek arkadaş: Nazik, yakışıklı ve oyunculukta kariyer yapmak isteyen Willem. Sanat dünyasına hızlı bir giriş yapmak isteyen, zeki ama bazen kalpsiz davranabilen JB. Hayallerini gerçekleştirememiş, aileden zengin mimar, Malcolm. Bu arkadaş grubunun merkezinde duran, tam bir kapalı kutu olan avukat Jude. Yıllar içinde dörtlünün dostlukları bağımlılık, şöhret ve kibirle dönüşür ve derinleşir. Üç arkadaşın karşılaştıkları en büyük zorluk, hem bedensel hem de duygusal olarak ağır yaralı arkadaşları Jude’un yanında yer almak olacaktır. Jude’un üstesinden gelemediği çocukluk travmaları tüm yaşamını etkileyecek ve dostları onu hayatta tutmak için ellerinden geleni yapacaklardır.
Dostluk, aşk, kalp kırıklığına dair dokunaklı, müthiş bir hikâye…

“Enfes… Bu romanı bir şaheser olarak adlandırmak hiç de mübalağa olmaz. Hatta bu kelime hafif bile kalır.” San Francisco Chronicle
“Harikulade… Travma ve arkadaşlık öylesine zekice ve derin bir kavrayışla ele alınıyor ki bu roman bundan sonra bu konuda yazılmış tüm romanlar için bir ölçüt olacak.” The Wall Street Journal
“Değersiz Bir Hayat başka hiçbir romana benzemiyor. Sınırı aşıyor, çizgiden dışarı taşıyor, kısaca unutulmaz.” The Independent
“İçinize işliyor. Yanagihara insanın davranışının en aşağı ve en yüce uç noktalarını can acıtıcı bir yoğunlukla sorgulayabilme yeteneğine sahip bir yazar.” The Times Literary Supplement

İçindekiler

I/Lispenard Sokak

II/Postaci

III/Süsler püsler

IV/Eşitlik Aksiyomu

V/Mutluluk Yılları

VI/Sevgili yoldaş

VII/Lispenard Sokak

Teşekkür

1

Daire on birin tek dolabı vardı, ama sürgülü cam kapıyla çıkılan küçük balkonundan, sokağın karşısında ekim ayı olmasına rağmen şort ve tişörtle oturmuş sigara içen adamı görebiliyordu. Willem adamı selamlamak için elini kaldırdı ama adam selamına karşılık vermedi.

Willem yatak odasına girdiği sırada Jude dolabın kapısını açıp kapatıyordu. “Tek dolap var” dedi.

“Önemli değil” dedi Willem. “İçine koyacak bir şeyim yok zaten.”

“Benim de.” Birbirlerine gülümsediler. Emlakçı da peşlerinden içeri girdi. “Tutuyoruz” dedi Jude kadına.

Fakat emlakçının ofisine döndüklerinde, daireyi kiralayamayacakları anlaşıldı. “Niye ki?” diye sordu Jude.

“Altı aylık kirayı karşılayacak kadar geliriniz yok, birikiminiz de bulunmuyor” dedi bir anda tersleşen emlakçı. Kredi notlarına ve banka hesaplarına bakmış, çift olmadıkları halde Yirmi Beşinci Sokak’ın cansız (ama yine de pahalı) bir kesiminde tek odalı bir daire tutmak isteyen iki genç adamda bir tuhaflık olduğunu nihayet idrak etmişti. “Size kefil olabilecek kimse var mı? Patronunuz mesela? Aileniz?”

“Ailelerimiz hayatta değil” dedi Willem çabucak.

Emlakçı iç geçirdi. “O halde beklentilerinizi düşürmenizi tavsiye edeceğim. Buralarda sizin maddi durumunuzdaki kiracılara ev verecek yönetici bulamazsınız.” Sonra sözünün bitmiş olduğunu belli ederek ayağa kalktı ve uzun uzun kapıya baktı.

Fakat olanları JB’yle Malcolm’a anlatırken komediye vurdular: Döşemede fare pisliğinden dövmeler olmuştu, sokağın karşısındaki adam az daha donunu indirecekti, emlakçı da Willem’e iş atmış fakat karşılık bulamadığı için işi yokuşa sürmüştü.

“Yirmi Beş’le İkinci Cadde arasında kim oturmak ister ki zaten” dedi JB. Chinatown’da, ayda iki kez buluşup akşam yemeği yedikleri Pho Viet Huong’daydılar. Pho Viet Huong pek iyi bir yer değildi -çorbası nedense şekerliydi, limon suyunda sabun tadı vardı, her yemekten sonra içlerinden biri illa ki hastalanırdı-, ama gerek alışkanlıktan, gerek zorunluluktan buradan vazgeçemiyorlardı. Pho Viet Huong’da beş dolara çorba veya sandviç almak ya da sekiz ila on dolar arasındaki ana yemeklerden birini ısmarlayıp yarısını ertesi gün yemek veya gece atıştırmak için paket yaptırmak mümkündü. Ama Malcolm ana yemeğin hepsini bitirmez, paket de yaptırmaz, doyunca tabağını masanın ortasına sürer, hep aç olan Willem’le JB’ye bırakırdı.

“Biz de orada oturmak için can atmıyoruz JB” dedi Willem sabırla, “ama başka seçeneğimiz de yok. Paramız olmadığını hatırlatırım.”

“Niye taşındığınızı anlamıyorum ki” diyen Malcolm, o sırada tabağındaki mantarlarla tofuyu -her gittiklerinde koyu karamelli sos içinde istiridye mantarı ve ızgara tofu ismarlardıdidikliyor, Willem ve JB de onu gözlüyordu.

“Mecburum ya” dedi Willem, “unuttun mu?” Son üç ayda belki on kere anlatmıştı bunu Malcolm’a. “Merritt’in erkek arkadaşı yanına taşınıyor, o yüzden benim çıkmam lazım.” “Onu biliyorum da niye sen çıkıyorsun?”

“Çünkü kontrat Merritt’in adına Malcolm!” dedi JB. “Ha” dedi Malcolm. Sessiz kaldı. Kendine göre önemsiz ayrıntıları unutur, gelgelelim insanların onun unutkanlığına sinirlenmesine de aldırmazdı. “Doğru.” Mantarları masanın ortasına sürdü. “Iyi de sen Jude…”

“Seninle daha ne kadar kalacağım Malcolm? Bir noktada annenler gebertecek beni.”

“Annemler sana bayılıyor.”

“Çok incesin ama en kısa zamanda kendi evime çıkmazsam artık bayılmayacaklar.”

Dordunun arasında bir tek Malcolm aile evinde yaşıyordu. JB’nin de hep dediği bir şey vardı, onun da aile evi Malcolm’inki gibi olsa, o da aile evinde yaşardı. Muhteşem bir ev değildi Malcolm’larınki; hatta gıcırdayan ve bakımsız bir evdi, bir keresinde de Willem’in eline tırabzandan kıymık batmıştı ama hiç değilse büyüktü: Yukarı Doğu Yakası’nın hakiki mustakil evlerindendi. Malcolm’un kendisinden üç yaş buyuk ablası Flora bir süre önce bodrum kattaki daireden çıkmıştı. Jude da geçici olarak onun yerine yerleşmişti: Fakat Malcolm’un ailesi er ya da geç onun çıkmasını isteyecekti ki annesinin edebiyat menajerligi ofisi oraya taşınabilsin. bu da. (zaten merdivenlerde başına bir iş geleceğinden korkan Jude’un kendine bir yer bulması gerektiği anlamına geliyordu.

Willem’le birlikte eve çıkmaları da gayet doğaldı; üniversite boyunca ev arkadaşı olmuşlardı. Birinci sınıftayken otur dukları evde, briketle çevrilip salon haline getirilmiş yere masalarını ve sandalyelerini, bir de JB’nin teyzelerinin kamyonetle getirdikleri kanepeyi koymuşlar, içerideki küçücük odaya da iki ranza atmışlardı. Bu oda o kadar dardı ki, alt katta yatan Malcolm’la Jude uzansalar elleri birbirine değiyordu. Ranzalardan birinde Malcolm’la JB, diğerinde ise Jude ve Willem yatmışlardı.

“Siyahlar beyazlara karşı” derdi JB.

“Jude beyaz değil ki” diye karşılık verirdi Willem.

“Ben de siyah değilim” diye eklerdi Malcolm; inandığından değil de, JB’yi sinir etmek için.

“Neyse” dedi JB çatalının ucuyla mantar tabağını önüne çekerken, “İkiniz de bende kalabilirsiniz diyeceğim ama hiç hoşunuza gitmeyecektir.” JB’nin Little Italy’de oturduğu devasa ve leş gibi çatı katı, kullanılmayan ve yamuk çıkmazlara, kabası bitmiş yarım odalara açılan koridorlarla doluydu; müteahhidi inşaatın ortasında kaçmış bu daire, üniversiteden bir başka arkadaşlarına aitti. Ezra ressamdı, kötü de bir ressamdı ama iyi olması da gerekmiyordu, çünkü JB’nin hep hatırlattığı gibi, adam hayatı boyunca bir tek gün çalışmak zorunda değildi. Sırf bununla kalsa neyse; torunlarının çocuklarının dahi çalışması gerekmeyecekti. Nesiller boyu kötü, satılamaz, değersiz tablolar üretseler dahi, canları istediği an en kaliteli yağlıboyaları alabilir, Manhattan’ın göbeğinde lüzumsuz büyüklükte daireler edinip berbat mimari kararlarla rezil edebilir, gün gelip ressamlık hayatından sıkıldıklarında -ki JB, Ezra’nın bir gün sıkılacağından emindi fon yöneticilerini arayıp belki Malcolm dışında hiçbirinin ömürlerinde görmeyi hayal dahi edemeyecekleri tutarda bir paraya konabilirlerdi. O gün gelene kadar Ezra ile arkadaşlık edilmesi faydalıydı; çünkü evini JB ve okuldan başka arkadaşlarına açmakla -dairenin çeşitli köşelerinde dört beş kişi konaklıyor olurdu mutlaka kalmıyordu, iyi huylu ve özünde cömert bir insandı, üstelik yemeğin, içkinin ve uyuşturucunun esirgenmediği partiler vermeyi de severdi.

“Bir dakika” dedi JB elindeki çubukları bırakıp. “Şimdi hatırladım da, dergiden biri teyzesinin evini kiraya veriyordu. Tam Chinatown’ın kıyısında bir yerde.”

“Kaç paraymış?” diye sordu Willem.

“Çok bir şey olamaz, kaç para isteyeceğini bilmiyordu bile. Tanıdığa vermek istiyorum diyordu zaten.”

“Bize referans olabilir misin dersin?”

“Daha iyisini yaparım, sizi tanıştırırım. Yarın ofise uğrayabilir misiniz?”

Jude iç geçirdi. “Ben işten çıkamam.” Willem’e baktı. “Dert etme, ben çıkarım. Kaçta?”

“Yemek saatinde herhalde. Bir mesela?”

“Anlaştık.”

Willem hâlâ doymamıştı ama mantarların kalanını JB’ye bıraktı. Sonra bir süre beklediler; Malcolm lokantada lezzetli geleceği kesin tek şey olan dondurmadan isterdi bazen, iki kaşık alıp bırakır, kalanını JB’yle birlikte temizlerlerdi. Fakat bugün dondurma söylemedi, bunun üzerine hesabı isteyip kuruşu kuruşuna paylaşmak üzere incelemeye başladılar.

Ertesi gün Willem, JB’nin ofisine gitti. JB Soho’da, şehrin sanat hayatının nabzını tutan küçük fakat etkili bir dergide resepsiyon görevlisiydi. Stratejik bir işti bu onun için; bir gece Willem’e anlattığı planına göre, derginin editörlerinden biriyle arkadaşlık kuracak, sonra dergide kendisine de yer verilmesini sağlayacaktı. Bunun yaklaşık altı ay süreceğini tahmin ettiğine göre, daha üç ayı vardı.

JB yüzünde daimi bir şaşkınlık ifadesiyle çalışırdı; hem hakikaten çalışıyor olmasına, hem de kimsenin şimdiye kadar ondaki dehayı keşfetmemesine hayret eder gibiydi. Resepsiyoncu olarak başarılı değildi. Telefon neredeyse hiç susmadığı halde kolay kolay açmazdı; diğerleri ona ulaşmak istediklerinde (binada cep telefonu iyi çekmiyordu) aralarında belirledikleri şifreye göre iki kez çaldırır, kapatır, ardından bir daha ararlardı. O zaman bile açmadığı olurdu çünkü masanın altında elleri meşguldü; ayağının dibindeki siyah çöp poşetinden aldığı saç tellerini tarayıp örmekle uğraşırdı.

JB kendi deyimiyle saç döneminden geçiyordu. Bir süre önce resme ara vererek siyah saçtan objeler yapmaya baş…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıDeğersiz Bir Hayat
  • Sayfa Sayısı824
  • YazarHanya Yanagihara
  • ISBN9786050949889
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Arsen Lüpen – Sekiz Yüz On Üç ~ Maurice LeblancArsen Lüpen – Sekiz Yüz On Üç

    Arsen Lüpen – Sekiz Yüz On Üç

    Maurice Leblanc

    Paris’te esrarengiz bir adamın peşine düşen “Pırlanta Kralı” Rudolf Kesselbach, bir sabah otel odasında ölü bulunur. Cesedin üzerinde Arsen Lüpen’in kartviziti vardır.

  2. Koku ~ Patrick SüskindKoku

    Koku

    Patrick Süskind

    18. yüzyıl, Fransa. Romanın kahramanı Jean-Baptiste Grenouille, kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten bile çekinmeyen biridir. Gelgelelim kokular konusunda...

  3. Özeller ~ Scott WesterfeldÖzeller

    Özeller

    Scott Westerfeld

    Tally onların bir söylentiden ibaret olduğunu düşünüyordu, ama şimdi kendisi de onlardan biriydi. Bir Özel. Çirkinleri baskı altında tutmak, güzelleri aptal kılmak için yaratılmış,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur