Bu, tüm defolarıyla kendini bulmaya çalışanların hikâyesi. Yaşadıklarına rağmen ve yaşadıkları sayesinde daha çok kendi olmak için değişmek isteyenlerin hikâyesi. Tenha güneşli günlerde her dalganın kıvrıldığı ana, kalabalık kapalı bir havada her aralıktan geçen ışık huzmelerine eskisinden daha çok heyecanlananların hikâyesi. Tırmandığı her yokuşa da, tırmanırken arkasından iten her rüzgâra da teşekkür edenlerin hikâyesi.
Bu, onlarca minik öyküden oluşan, hepimizin tamamlanmak derdinde olmayan hikâyesi.
Umut müthiş bir şey. Sesiyle cam patlatabilecek alçak gönüllü bir operacı gibi. Sokak kenarlarından akıp anacaddede buluşan yağmur suyu gibi. Bir sürü insan yerine senin bacağına kıvrılan bir sokak kedisi gibi.
İçindekiler
Önsöz gibi ……………………………………………………………………………………………….. 11
1 / Ara bandı …………………………………………………………………………………………… 13
2 / Hayatta kal………………………………………………………………………………………… 19
3 / Her şey yeniden………………………………………………………………………………. 27
4 / Saniyeler sayesinde……………………………………………………………………….. 31
5 / Budünyadasendeyalnızmısınacaba?……………………………………….. 39
6 / Süper güç…………………………………………………………………………………………… 45
7 / Fire ………………………………………………………………………………………………………. 51
8 / Hissi kablelvuku……………………………………………………………………………… 57
9 / Reva …………………………………………………………………………………………………….. 69
10 / Fora …………………………………………………………………………………………………… 83
11 / Ortak katların en küçüğü………………………………………………………….. 91
12 / Ortak bölenlerin en büyüğü……………………………………………………103
13 / Göm ama bul…………………………………………………………………………………109
14 / Kahramanlarım…………………………………………………………………………….117
15 / 30 dakikada kapınızda………………………………………………………………133
16 / Orta iyi pişmiş………………………………………………………………………………155
Önsöz gibi
Bu kitap, şimdilik benim. Ama senin olacak. Üzerine istediğin izleri istediğin şekilde bırakmakta özgürsün. Kıvırıp kıç cebine koyabilirsin, bitirince vapurda unutabilirsin, istediğin sayfasına istediğin lekeleri bırakabilirsin, üzerine istediğin notları yazabilir, resimlerini cümlelerin istediğin tarafına çizebilirsin. İstersen en sevdiğin şarkıda üzerinde tepinebilir ya da onunla el ele dans edebilirsin. Seni sen yapan defolar gibi bu kitaba da istediğin defoyu bırakabilirsin. İşte o zaman bu elindeki kitaptan dünyada bir tane olacak. Tıpkı senin gibi, benim gibi, hepimiz gibi.
1
Ara bandı
A: “Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum; hiçbir şeye” dedi. Sonra bir sigara istedi. Verdim. Ateşi hiç sormadı. Devamlı çakmak kaybettiğimi biliyordu. Kendi çakmağıyla yaktı, iki derin nefes aldı. Sonra aynaya baktı, küfürler etti bir sürü. Bana değil. Onu bu hayatta en çok sevenlerden biriydim ben. O küfürlerin hedefi ben değildim. Bunu biliyorduk. O da, ben de. Kime küfrettiğini merak ettim. Soramadım. Sonra, “Benim babamın bir tişörtü vardı” dedi, “gri bir tişört. Üstünde bir yelkenli vardı” dedi. Neden bunu anlattığını anlayamadım. Ama neden diye düşünmeyeli çok olduğunu fark ettim sonra. O çok derdi neden… Ben çok demezdim. Keşke deseydim o an. “Neden?” deseydim. “Neden bana bunu anlattın?”, “Neden aynada başkasına küfrettin?”, “Neden beni bu sikindirik tuvalette terk ettin? Daha başka bir yerde yok olabilirdin hayatımdan. Bir deniz kıyısında çay içerken olabilirdi, az insanın geldiği bir kafede olabilirdi ya da evin en güneş alan yerinde. Neden bu tuvalet, neden bu ayna, neden sen, neden ben, neden biz?” diyemedim. Kendini hiçbir yere, hiçbir şeye ait hissetmeyen birini seversen, sen de hiçbir şeye ait hissetmezsin kendini diye düşündüm sonra. Böyle söyleyince uzun ama düşününce bir saniye. Diş fırçalarımızı gördü yan yana. Güldü. Ama acıdı. Gözlerinden anlayabiliyordum. Sırtı bana dönüktü, aynadan görüyordum gözünü… Benim diş fırçam daha eskiydi. Kılları böyle dağılmış. Mavi… Soluk mavi… Bu tuvaletten, bu evden, bu apartmandan çıkar çıkmaz yapacağım ilk iş yeni bir diş fırçası almak diye düşündüm. Sonra o çıktı. İçimden 15’e kadar saydım dış kapının çarpılma sesi geldi. 47’ye kadar devam ettim apartmandan çıktı. 3689’a kadar saydım akşam oldu. 22566’ya kadar saydım sabah oldu. Sonra sıkıldım. Bir daha hiç saymadım. Aylar geçti. Sokakta yürüyen gri bir tişört gördüm. Üstünde yelkenli. Yanında da o… Onca zaman sonra o da ait hissediyordu kendini. Ama o tişörtü giyene değil. Herifin suratını bile hatırlamıyorum zaten. O tişörte ait hissediyordu. Yanlarından kafamı çevirip geçtim, köşedeki bakkala girdim:
“Diş fırçası var mıdır abi sende?”
B: Gözbebekleri bile küçüktü. Elleri gibi. Omuzları gelişmemiş. Kolları ince çocuk kolu. Çocuktu zaten. 14 yaşındaydı. Hayalinde büyük kızlar vardı büyük ihtimalle. Atlet gibi bir şey vardı üstünde. Çamurlu. Sürüklenmiş belli ki. Saçları çok rastlanan, yüzü çok rastlanan. Altında eşofman gibi bir şey. Ama onun altındaki, dünyanın öbür tarafındaki yaşıtlarının imal ettiği eşofmanlardan değildi. Gözlerini kısmıştı. Korkuyordu. Hem de çok. Adrenalin hariç kan değerlerinin normalin altında olduğunu anlamak zor değildi. Dört kaplan arasında kaçışan bizon yavrusu kadar korkuyordu. İşte dört polisin karşısında yarım metreden gövdesine dört kurşun yiyen, buna rağmen yaşamak için ayakta kalmaya çalışan Brezilyalı çocuk böyleydi. Kurşunun ve korkusunun sahipleri tam karşısında duruyordu. Afrika’da her yeri kaplanlar tarafından parçalanmış ama hâlâ kaçmaya, yaşamaya çalışan bizon ile Brezilya’daki dört polisin ortasındaki o çocuğun hissettiği şey aynıydı. Herkes kaplan, aslan olmak isterdi ama esas mücadele dört kaplanın arasında yere yığılmadan yarısı parçalanmış ufak bedenini sürükleyebilmek.
İkisi de farklı kanallardaydı. Biri National Geographic, diğeri CNN. Ama aynıydı. Her şey aynıydı. Hissettikleri, kalp atışları, nefes alıp verişleri, gözlerini kaçmak istedikleri yöne çevirmeleri, bedenlerini ayakta tutmaya çalışmaları. Sayıları bile… Bu kadar tesadüf fazla geliyor bana. O sırada yüksekten karınca insanlara bakan “büyük”’ insanlar, yemeklerini beğenmemekle meşguldü. Ama hakları da var. Bamya sevmeyen adama bamya yapılır mı? Ben mi? Ben de olanları gördüm televizyondan, sonra o büyük insanları düşündüm.
Sabırsızlıklarını… Farklıyım biraz ama onlardan. En azından bamya seviyorum. Gitmek de kalmak da benimle… Bizon da, o çocuk da benimle… Ait olduğum yer, Güney Afrika’da bir nehir kenarı belki. O da dahil, hepsi kalbimde. Kandırdığım da, kandığım da hepsi kalbimde.
Onunla tanıştım sonra. Sevgilimle banyoda sıkı bir kavga etmiştik, otobüsü kaçırmıştım. Kliniğe geldiğimde beni elindeki kesikle bekliyordu. O televizyondaki çocuk ve bizon gibi bakıyordu. Sırtında, babamı son gördüğümde üstünde olan gri yelkenli tişörte neredeyse birebir benzeyen bir tişört vardı.
C: Küçük bir kesikti aslında, iki dikişlik bir şey. İsteyerek yapmamıştım zaten. İki dikişlik bir kesiğin hayatımı değiştireceğini hiç düşünmemiştim. Bedenimi, kafamı, ruhumu, kişiliğimi değiştireceğini, avcumun içindeki bir santimetrelik yarığın onu bulmama yeteceğini hiç tahmin etmemiştim. Dört günlük pansumanın âşık olmama yeteceğini hiç düşünmemiştim. Her şey, kırık bir camı tutmamla başladı. Aslında şimdi düşününce çok ilginç geliyor. Ama ben birden açamıyorum içimi insanlara. Bedenimi çok açtım, çok deldim, çok yırttım. Kanla barışığım. Çünkü bana pansuman yapıyor. Çocukluktan beri bir şeyler çaldım. Babam öğretti. Ne babalar var değil mi? Babamla iş üstündeyken hep sessiz olmak zorundaydık. Çıt çıkmaması lazımdı.
Birileri hep uyanabilirdi, fark edebilirdi, anlayabilirdi. Fark edilmemek zorundaydım. Kimsenin ruhunun duymaması lazım. İşimde de iyiyimdir. Sonra çaldıklarımdan payımı alıp kendime bir mobilet aldım. Var ya hani şu pırpır dedikleri. Ona binip yolda giderken avaz avaz bağırıyorum, “Goooooooollll!” diye. Niyesini sorma; anlamsız. Becerebildiğim kadar ses çıkarıyorum. Otobüsteki insanların hepsi, minibüstekiler, trafiktekiler hepsi bakıyor. Öyle boş boş bakıyorlar ki. Fark ediyorlar beni. Belki de ilk defa fark ediyorlar. Ama anlamıyorlar. Yani henüz.
“Goooooooolll!!!!!!”
Bu da benim golüm. Bana o kadar güzel gülümsüyor ki… Ana verilen bir tepkinin bu kadar güzel olabileceğini hiç düşünmemiştim. İnsanları atlatmak için koşmayı öğrendim ben. Sonradan koşmayla da barıştım. İlk kez koşarken cam tutmuştum. Sonra bana pansuman yaptı. İlk kez… O günden sonra hep pansumana gittim. Omzumda 12, bacaklarımda 15 dikiş falandı herhalde… Cam yüzünden. Bir türlü söyleyemedim… Yani onu sevdiğimi. Artık yaralar iyileştikçe yenilerini çıkarıyordum. Bir bağımlı gibi hissetmedim ama kendimi. Bu farklıydı, bu eşsizdi, bu sonsuzdu. Yaralar büyüdü, dikişler çoğaldı ama ben bir türlü söyleyemedim. İzleri 15’e kadar saydım. Sonra sıkıldım saymadım. Ama hep camla kestim. İzinin kalmasını seviyorum. Anı oluyor. Ensesi çok güzel. Üstümdeki tişörtü çok beğendiğini söyledi. Üstümde de işte gri yelkenli olan bir tişört vardı. Çok sikik bi tişört aslında.
Annem olsaydı toz bezi yapardı. Genelde evde giyiyorum zaten. Ama o hep giymemi istiyor. Onu seviyorum. O da beni. Onu anlıyorum. O da beni. İlk defa gerçek bir his var içimde… Çalmadığım, yürütmediğim, kendimi zorlamadığım bir his. Kalbim artık daha hızlı ve durmadan kan pompalıyor. Gol.
2
Hayatta kal
Ç: Yakın bir arkadaşım var benim. Bir tane. Ama bana yetiyor. Okulda tanıştık. Daha doğrusu serviste. Onu benden önce alıyorlar. Aslında birkaç site var aramızda. Ama ilk onu alıyorlar. Ben geldiğimde ön koltuklardan birine oturmuş oluyor. Beni de en son aldıkları için sadece onun yanı boş kalıyor serviste. Gerçi arkalar başkalarının. Patenci çocuklar var. Onların. Her bindiğimde bir küfür yiyorum onlardan. Yaratıcı küfürler. Başta gülüyordum. Güldüğümü görünce daha da sinirlendiler. Kafama falan vurmaya başlamışlardı bir ara. Sonra sustum. İfadesiz. Şimdi duymuyorum bile. Her bindiğimde bir şeyler diyorlar ama duymuyorum, kulağımda kulaklık varmış gibi. Kulaklıkla binemem. Çünkü duymamak için taktığımı düşünürler. Benim dışımda bir kişi daha vardı hiçbir şey duymayan. Kulaklıkla müzik dinliyordu. Şarkının sesi bana geldiğinden şarkıya kafamla eşlik ettim. Aslında yapmam normalde böyle şeyler. Utanırım. Yani kendimden.
Ama o şarkıyı çok seviyordum. Zaten servistekiler pek fark etmedi. Sonuçta head bang yapmadım. Sadece onun fark edeceği bir küçüklükteydi hareketim. Kulaklığını çıkarıp adımı sordu. Söyledim. Sonra okulda teneffüslerde birlikte takıldık. Kaykay yapıyormuş. O kadar çok anlattı ki ben de aldırdım bizimkilere. Okul çıkışlarında servise binip eve dönerim genelde. Bir keresinde eve gittikten yarım saat sonra mesaj attı. “Hadi aşşaaa.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıDefo
- Sayfa Sayısı160
- YazarHakan Kurtaş
- ISBN9786050942033
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2019
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kuş Kulesi ~ Ferda İzbudak Akıncı
Kuş Kulesi
Ferda İzbudak Akıncı
Son Tren’de dershaneden çıkan Sinan ve İrem’in uyuyakalışı, Papatyalar’da ayağı alçıda Pınar’ın annesine çok sevdiği papatyalardan toplayamayışının üzüntüsü, Kuş Kulesi’nde Mustafa’nın ışıklı hayalleri, Kasabalı Çocuk’ta tanıştığı yazar...
- Kum Saatinde Kumkapı ~ Jaklin Çelik
Kum Saatinde Kumkapı
Jaklin Çelik
Yıllardır uyuyakalmış kiremitler darbelere direndiler, birbirlerine daha bir sıkı kenetlendiler. Mutluluklar hüzün, yaşanmışlar yaşanmamış, günler hafta, aylar yıl olup birbirlerini bırakmamacasına. Çok geçmedi, indirdiler...
- Genç Bir Köy Hekimi ~ Mihail Bulgakov
Genç Bir Köy Hekimi
Mihail Bulgakov
Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev’de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesinin küçük bir köy hastanesinde çalışmak,...