Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Dalgalar Hep Aşk Getirse
Dalgalar Hep Aşk Getirse

Dalgalar Hep Aşk Getirse

Tawna Fenske

Deniz fobisi olmasına rağmen Juli’nin Virgin Adaları’na yolculuk yapması gereklidir. Dayısının vasiyetini gerçekleştirmek için oraya gidip, küllerini St. John’a savuracaktır. Kendine bir tekne gezisi…

Deniz fobisi olmasına rağmen Juli’nin Virgin Adaları’na yolculuk yapması gereklidir. Dayısının vasiyetini gerçekleştirmek için oraya gidip, küllerini St. John’a savuracaktır. Kendine bir tekne gezisi planlar. Yola çıkacağı sırada bir kafede karşılaştığı Alex ona gezi boyunca eşlik edecektir çünkü Juli yanlış tekneye binmiştir ve Alex’in de o yolculukla ilgili planları ve sırları vardır.

Juli ve Alex görevlerini tamamlamak isterlerken, dalgalar arasında yaptıkları yolculuk onlara aradıkları aşkı da getirecek midir?

Hedefler mi daha önemlidir, yoksa aşk mı?

***

Birinci Bölüm

“Pardon, ne yapmamı istiyormuş?”

Juli Flynn duyduklarına inanamıyordu. Şaşkınlığını saklamaya da çalışmadı. Akimdan annesinin mutfak masasının altına saklanmak geçti. Erkek kardeşinin otuz yıl önce oraya sümüklerini sildiğini hatırlamasa muhtemelen hemen oraya çömelirdi.

Juli annesine baktı. Tina Flynn, muhtemelen konuklara berbat gelecek jöle salatası için havuç doğruyordu.

Tina, küçükken çocuklara,burunlarına fasulye sokmamalarını söylerken kullandığı ses tonuyla, “Frank dayının seni ne kadar sevdiğini biliyorsun,” dedi. “Bence bundan gurur duymalısın.”

“Anne. Cenazede şiir okumamı veya kedisine bakmamı ya da giysilerini hayır kurumlarına bırakmamı isteseydi gurur duyardım. Ama bu -bu çok tuhaf.”

“Abartma Juli.”

“Abartmak mı? Asıl abartmak ölüm döşeğinde, yeğeninin ta Virgin Adaları’na gidip tekneyle St. John yakınlarına küllerini dökmesini istemek -işte bu abartmak. Oregon kıyılarının ya da Hood Dağı’nın filan nesi varmış?”

Tina havuçları bitirip yeşil tezgâha minik mor lekeler saçarak pancarları doğramaya başladı. Juli iç çekip dolapta susamı aramaya koyuldu.

“Frank’in orada yelkenle açddığı zamanlardan güzel anıları var,” dedi Juli’nin annesi,

“Federal suçlamalardan kaçarken yanında götürdüğü Polonyalı fahişeyle de güzel andan var.”

Tina gülümseyerek bıçağını yere koydu. “Evet, doğru -neydi adı? Olga mı Helga mı neyse?”

“Oksana,” dedi Juli, bunun hiç de konuyla alakası yoktu.

Juli, otuz yedi yaşında hâlâ huysuz bir çocuk gibi hissettiği için sinir oluyordu. Gözlerini kapadı. Aniden ayaklarını yere vurmak ve yumruklarını hızla tezgâha geçirmek istedi.

Frank dayısıyla o kadarda, yakın değillerdi ki. Juli son altı yıldır Seatde’da yaşıyor, Portland’a arada sırada tatillerde geliyordu. Geçen haftaya kadar Frank dayısını en son geçen seneki doğum gününde görmüştü. Frank, Tina’nın pasta malzemeleri dolabından aldığı vanilya esansını içip sarhoş olmuştu. Bütün aile rezil olmuştu. Juli ise bir kerelik de olsa, ailede tuhaf davrananın kendisi olmadığını görünce mutlu olmuştu. Aralarındaki bu benzerlik Frank dayısıyla hep özel bir ilişkileri olmasına neden olmuştu.

Frank’in tuhaflığının yanı sıra, bunaması ilerledikten sonra Celine Dion’u yeğeni sanması da buna neden olmuştu.

“Frank dayıma şeyi söylemek aklına gelmedi mi-”

“Denizden ödünün koptuğunu mu? Hayır, bunu söylemeye içim el vermedi.”

Juli başını aşağı yukarı salladı, annesi el yazısıyla yazılmış tarife bakarak Worcestershire sosuna uzandı.

“Frank dayım bu görevi ne zaman yapmam gerektiğini de söyledi mi?”Juli üç paket portakallı jöleyle annesinin balık şekilli jöle kalıbını aldı. “İnsan küllerinin -ıımm- raf ömürleri falan var mıdır?”

“Aslında pek bir şey söylemedi. Sonuna doğru dili dolanmaya başladığından anlamak zordu. Şu beyaz peyniri uzatır mısın?”

Juli annesine peynir kabını uzatırken, annesinin çıplak ayaklarına keskin objeler düşürme huyunu bildiğinden önündeki bıçağı kaldırdı.

“Yani belki de onu doğru anlamamış olabilir misin?” diye sordu Juli umutla. “Acaba ‘küllerimi bir balıkçı teknesinden denize dök’yerine ‘popomu kaydır salak sürtük’¹ demiş olabilir mi?”

“O yatak yaraları gerçekten kötüydü! Bana şu naneli çikolatayı uzatır mısın?”

Juli konuşmanın bir yere gitmediğini anlayarak içini çekti. Belki de yanlış konuyu savunuyordu.

“Valizimi hazırlayıp öylece St. John’a gidemem. Bir hayatım var.”

Tina kızına gülümsedi. “Görüştüğün yeni biri mi var tatlım?”

Juli kaşlarını çattı. “Onu demek istemedim. Şeyden beri -asbnda uzun zamandan beri kimseyle görüşmüyorum.”

“E, bazı erkekler senin gibi bir kadınla çıkmaktan çekinebilirler.”

“Anne, şimdi bunu konuşmasak ya!”

“Tatlım, neden hep bundan utandığını anlamıyorum.”

“Lütfen anne,” dedi Juli güçsüzlükle, değişik olduğu konusu ne zaman açılsa hep kulaklarının yandığını hissederdi. Kulak memelerine dokunarak serinletmeye çalıştı.

“Frank dayım konusundan çıkmayalım lütfen,” diye rica etti.

“Tabii canım, Kurutulmuş dereotunu uzatır mısın?”

Juli baharat rafına göz atıp aradığı kavanozu buldu. “Bir işim var anne. Bir de Karayipler tatilini karşılayamayacak bir banka hesabım.”

“Frank dayın vasiyetinde sana yolculuk masraflarının bir kısmını karşılayacak kadar para bıraktı.”

“Tamam. Bu sorunun yarısını çözer sadece. İşim ne olacak peki?”

“Departmanının, çalışanların işe biraz ara vermelerini istediğini söylememiş miydin? Ne güzel işte.”

Juli, annesinin jöleyi karıştırmasını seyrederken havucunu yiyerek, buna daha çok işten çıkarma denir, diye düşündü.

Bu fıkır onu cezbetmiyor da değildi. Juli bir yddan az süredir bir yazılım şirketinin pazarlama departmanında çalışıyordu ve şimdiden sıkıntıdan kaşınmaya başlamıştı. Geçen hafta müdür yardımcısı çalışma kabinlerinin ortasında durup elleriyle saçlarını tarayarak, tazminat olarak üç haftalık maaşla aylık kurabiye paketi² karşılığında işe biraz ara vermekle ilgilenip ilgilenmeyen biri var mı diye sorduğunda yaşadığı mutluluğu saklamaya bile çalışmamıştı. Süresiz olarak işe ara vermek.

O günün ilerleyen saatlerinde terapistinin ofisinde koltuğa uzanıp iç çekmişti. “Kariyerimin hiçbir yere gitmediğini hissediyorum,” demişti Dr. Gordon’a.

Bilge bir tavırla, hafiften kabız gibi turuncu koltuğunun kenarında oturan doktor, “Neden bunu söylüyorsun?” diye sormuştu.

“Dün patronumun bana ‘Juli, kariyerin hiçbir yere ilerlemiyor’ demesi yüzünden.”

“Anladım,” dedi Dr. Gordon başını sallayarak. “Peki, bu sana kendini nasıl hissettiriyor?”

Juli doktora sert bir bakış attı. “Muhteşem.”

Dr. Gordon neşelenmemişti. Zaten o nadiren neşeli olurdu. Juli onu halıya yatırıp, altını ıslatana kadar gıdıklamayı hayal ederdi hep.

“Juli, çekingenliğin ve aidiyet hissi yoksunluğunla baş etme mekanizması olarak geliştirdiğin sosyal tuhaflıklarından daha önce konuşmuştuk. Bu tuhaflıkların, bilimsel çevrelerin ve medyanın dikkatini çekmenin doğrudan nedenidir- ” Doktor konuşmayı bırakıp kafasını salladı. “Duymamak için kulaklarını mı kapıyorsun yoksa utandığında hep yaptığın gibi kulaklarını mı serinletiyorsun?”

“İkisi de,”diye itiraf etti Juli ellerini indirerek.

“Anlaşddı,” dedi Dr. Gordon asık bir suratla. “Bu konu seni rahatsız ediyor. Kariyerinden konuşalım. Çocukken ne olmak istiyordun?”

“Biyonik kadın.”

Dr. Gordon gülümsemedi. “Üniversiteden sonraki ilk işin neydi?”

“Üç ay gazete muhabirliği yaptım, çalışırken geçirdiğim bir yaralanma beni kariyer değiştirmeye zorladı.”

“Yaralanma mı?”

“Belediye Meclisi toplantısında uyuyakalıp kurşun kalemi kendi kaburgalarıma sapladım.” Juli gömleğinin eteğini kaldırdı. “Baksana, tam şurada beş dikiş- ”

Dr. Gordon iç çekip notlarına göz gezdirmeye başladı. “Diğer işlerinden konuşalım. Muhabirlikten sonra veri analisti olarak mı çalışmıştın?”

Juli gömleğini düzeltip daha dik oturdu. “Ya, evet, öyleydi. Ve pazarlama tabii ki. Ayrıca yedi yıl önce helikopter pilotluğu lisansı da aldım, ayrıca pet shop müdürlüğü yaptım, orman yangınlarında dört ay izcilik yaptım ve altı ay şapkacıda çalıştım- ”

“Juli iş geçmişin arzu edilecek türden.”

Juli anlaşılmaktan memnun olarak başını salladı. “Haklısın. Hiç beyin cerrahı olmadım.”

“Senin IQ_seviyende biri için bunu yapmak- ”

“Perdeler yeni mi? Minik püsküllerini beğendim.”

Dr. Gordon yine iç çekti. “Juli insanlarla yakın, içten ilişkiler yaşamak istiyorsan ayaklarını yere basmak üzerine çalışmalısın.”

“Annem ayaklarımı yere bastırmaya inanmazdı. Tek ayak üstünde durmanın en iyi ceza olduğunu düşünürdü.

“Juli-”

“Biliyorum. Biliyorum. Şaka yapıyordum.”

Doktor gülümsemedi. “Bir adım geri atıp kariyer ve yaşam tercihlerini yeniden gözlemlemeye ne dersin? Yeni bir bakış açısı edinmelisin.”

Bakış açısı. İşte Juli’nin ıhtiyacı olan şey buydu.

Frank dayısının haberini duyduğu gün hemen Seattle’dan Pordand’a gelmişti. İşte şimdi burada, dayısının cenaze gününde annesinin jöle salatası için et kesiyorken bir anlık kararla St. John’a gelmenin belki de onun için en iyisi olup olmadığım düşünüyordu. Belki de en kötüsüydü.

“Canım, bana şu fasulyeleri uzatır mısın?”

Hayır. En kötüsü değildi. En kötüsünden de öteydi.

*

Cenaze sonrası evdeki ziyaret hâlâ tüm hızıyla devam ediyordu ama Juli limuzinin arka koltuğunda saklanmış, rahat koltuğa sırtını vererek çatıya vuran yağmur damlalarının tıngırtısını dinliyordu. Gözleri kapalıydı, döşemedeki Old Spice kokusuna veya kuzenlerinin neden hâlâ bekâr olduğunu sormalarının tatsız anısına aldırmamaya çalıştı.

Limuzinin kapısı açıldı ve biri ön koltuğa atlayıp kapıyı çarparak kapadı. Juli bunun kim olduğunu anlamak için gözlerini açmaya gerek duymadı. Koku yüzüne çarpınca burnunu kırıştırdı.

“Gretchen teyzenin başından aşağı elma sirkesi dökmesi ne kötü,” dedi Juli. “Bir aile geleneğidir.”

“Aile?” dedi Brian bariz bir merakla. “Hısım akraba gibi aile mi yoksa Baba‘daki gibi aile mi?”

Juli doğrulup siyah elbisesini düzeltti. Brian’a arkadan bakarken başındaki kelleşmenin aynı Zimbabwe haritasına benzediğini Brian’ın bilip bilmediğini merak etti.

“Frank dayımın cenazesi için limuzinini kullanmamıza izin vermene teşekkür ederim,” dedi Juli, Brian’ın omzunu sıkarak. “Ayrıca ailem yemek salonunda bacak güreşi yaparken burada saklanmama izin verdiğin için de teşekkür ederim.”

Brian kravatını gevşetip sürücü koltuğuna yaslandı. “Sorun değil. En sevdiğim eski kız arkadaşım için ne olsa yaparım.”

Juli dişlerini sıktı. “Yedi yıl önce ayrıldık. Bana hâlâ öyle demesen karın çok mutlu olurdu eminim.”

“Olmaz bir şey.”

“Ayrıca birbirimize rastladığımızda popoma şaplak atmasan da iyi olur.”

“Mandy bunu takmadığını söylüyor,” dedi Brian, kravatını çözüp gösterge paneline koydu. “Seni kesinlikle tehdit olarak görmediğini söylüyor.”

Juli buna sinirlenmemeye çalışarak dudaklarını sıktı. Via Spiga marka siyah deri ayakkabısının içinde, ayaklarını kıvırıp saçlarını düzelterek “Her neyse, geç vakte kadar kaldığın için teşekkürler,” dedi. “Ben gideyim de sen de işine bak.”

“Acele etmene gerek yok aslında. Limuzin bozuldu, Wheel Of Fortune³ bitene kadar tamirci de çağıramam. İstersen bütün akşam burada kalabilirsin.”

Juli iç çekip elini uzattı. “Kullanma kılavuzunu ver bana.”

Brian torpido gözüne uzanıp sözlük boyutlarındaki deri kaplama kitabı çıkardı. Sırıtarak Juli’nin kucağına bıraktı. Juli’ye bakmak için arkasını dönüp “Senden iyisi yok,” dedi. “Neden ayrılmıştık sahi?”

Juli ona aldırmamaya çalışarak kitabın ilk sayfasını açtı. Arabanın tarihinden okumaya başlayarak tavsiye edilen oktan seviyesinden bahsedilen bölüme çabucak ulaştı. Brian’ın bakışlarını üzerinde hissediyor, hâlâ ondan bir cevap beklediğini biliyordu, işaret parmağını 242. sayfaya koyup ona baktı.

“Scrabble tahtamı yatak odasının penceresinden aşağı fırlatıp, kirli sözler söylemedikçe tahta oyunlarının ön sevişmeden sayılmadığını söylemiştin.”

“Doğru,” dedi Brian. “Unutmuşum.”

“Komşu unutmadı. Havuzundaki sesli harfler yüzünden hâlâ kızgın.”

“Özür dilerim.”

Juli dikkatini tekrar kullanma kılavuzuna çevirip yağ akışkanlığı bölümüne gelince daha hızlı okumaya başladı. “Sorun değil zaten. Birbirimize uygun değildik.”

Brian kahkaha attı. “Çoğu erkek için çok fazla kadınsın sen,” dedi. “Ama senin için de biri var Jules; biliyorum.”

Juli buna kırılmak yerine kızmaya kendini zorlayarak dişlerini sıktı. Kırılmamak için sinirlenmeyi bugünlerde çok yapıyordu. Bazen buna inanıyordu bile.

Kitabın sonuna geldi, çarparak kapadı. Koltuğa uzanıp Brian’a kitabı geri verdi.

“Şanzımamn elektronik kontrolüyle arka farlar aynı sigortaya bağlıdır,” dedi Juli, cenazeye getirdiği küçük si-

————

1     ‘Burada ‘throw my ashes of a fishing boat’ ve ‘roll my ass over, you stupid whore’ cümleleri içindeki ses benzerliği olan kelimelerle birlikte yapılan kelime oyunu Türkçe’ye bu şeklide yansıtılmıştır.
2     Aylık kurabiye paketi: Amerika’da 6 veya 12 aylık paketler olarak satılan, evlere servis edilen ürünlerden biri.
3     Çarkıfelek türü, çok izlenen bir yarışma programı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıDalgalar Hep Aşk Getirse
  • Sayfa Sayısı355
  • YazarTawna Fenske
  • ÇevirmenTuğba Kırca Alptekin
  • ISBN9786055395872
  • Boyutlar, Kapak13x21, Karton Kapak
  • YayıneviNemesis Kitap / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kim Bu ~ Joan Kim ErkanKim Bu

    Kim Bu

    Joan Kim Erkan

    Türkiye’de pek de sıradan olmayan bir yaşam… Türkçe ve İngilizce baskıları eşzamanlı yayımlanan Kim Bu / Lady Who, 1959’da henüz yirmi iki yaşındayken Galler’den ayrılıp, önce İstanbul’a...

  2. İnci ~ John Steinbeckİnci

    İnci

    John Steinbeck

    Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş İnci, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir inci avcısının, Kino’nun ve ailesinin hikâyesini...

  3. Aradığın Şey Kütüphanede Saklı ~ Michiko AoyamaAradığın Şey Kütüphanede Saklı

    Aradığın Şey Kütüphanede Saklı

    Michiko Aoyama

    Tokyo’nun en esrarengiz kütüphanecisi Sayuri Komaçi tarafından sık sık sorulan ünlü soru: Ne arıyorsun? Çoğu kütüphaneci gibi Sayuri de raflarındaki tüm kitapları okumuş. Ama...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur