“Bugün çocuğu cephede bulunan bir anne de çocuğu canavarlar tarafından parçalanmış tarih öncesi bir anne gibi kuduz bir acı hissetmiştir. Biz kadınlar hangi yaştan, hangi ırktan, hangi asırdan olursak olalım hep aynı şekilde hisseder ve aynı şekilde muhakeme yürütürüz. Dikkat ederseniz görürsünüz ki, biz kadınlar diktatör bir devlet idaresinde kurulmuş gizli bir cemiyetin azalarına benzeriz.”
Daktilo Nebahat, Suat Derviş’in 1930-38 yılları arasında kaleme aldığı, kadın karakterleri merkeze alan öyküleri bir araya getiriyor. Kariyeri boyunca neredeyse yalnız kadınları yazmış, öykülerine, romanlarına kadın ana karakterler seçmiş Derviş. Dahası yazıları, söyleşileri, röportajları ve anketleriyle de kadınları görünür kılmış. Bu efsane kadın, henüz otuzlu yıllarda tüm bu ezber bozan kadınları yarattığı için sizleri kendisine hayran edecek, henüz etmediyse.
Suat Derviş’in kadın karakterleri, onların hayata ve aşka bakışı, mücadelesi bugün de güncelliğini, gücünü koruyor. Zaten Derviş’i büyük bir yazar yapan tam da bu.
Bige Bilgen de kitapta yer alan “Suat Derviş’in Kadınları” başlıklı yazısında, hem bu derlemedeki öykülerden hem de Suat Derviş’in yıllar boyu farklı gazete ve dergilerde çıkmış “kadın”, “kadınlık” yazılarından bahsedip bu yazılardan üçünü bir araya getiriyor.
*
KIRK SENE SONRA*
Köşede duruyor ve siyah şalı yüzünün alt kısmını tamamıyla örtüyor. Pis bir petrol lambasının sarı ışığı gözlerinin bebeklerine aksetmiş, gözbebekleri bulutlu bir göğün uzak birer noktasında kalmış iki yıldız gibi bu simsiyah odanın içinde ışıldıyor.
O; zayıf, ihtiyar, solgun bir kadın. Kirli, dağınık, karanlık odanın köşesinde ayakta duruyor. İkiye bükülmüş, harap olmuş vücudundan umulmayan bir heyecanla, “Hayır,” diyor, “hayır, gitmem, gidemem.”
“Fakat o ölüyor… Ona acıyınız…”
“Ona acımak mı? Niçin? O bana acımış mıydı?”
“Bana öyle yalvardı ki…”
“Ben de ona yalvarmıştım. Köy mezarlıklarında kış geceleri dolaşan çakallar yeni gömülmüş ölülerin ciğerlerine saldırırken bundan daha vahşi, bundan daha merhametsiz olamazlardı.”
“Fakat şimdi öyle çekiyor ki… Günlerden beri can çekişiyor. Hiçbir kimse yanında durmaya dayanamıyor.”
“Ya ben? Benim senelerden beri çektiklerim? Kırk seneden beri çektiklerim… Bunları o da bir parça olsun düşündü mü? Senelerden beri kimse benim yanımda da durmaya dayanamıyordu. Kirk seneden beri bütün insanlar benden kaçıyorlar. O kadar güzel, o kadar beğenilmiş bir kadınken… Kırk seneden beri burada, bu odada, bu mezbelenin içinde tek başıma yaşıyorum. Hatta yüzüme bile bakamadan… Yalnız bütün insanlar degil, ben bile kendimden korkuyorum.”
“Yaptığına öyle pişman ki…”
“Yalan! O, yaptığına pişman değildir. Ölmeden evvel beni ne kadar harap ettiğini görmek istiyor. Rahat ölmek için…” “İnanınız bana… O yaptığına pişmandır. Sizi görmeden, sizden affedildiğini işitmeden can veremiyor.”
“Onu affetmek mi?”
İhtiyar kadın ışığa biraz yaklaşıyor.
“Onu insanların yaptığı kanunlar affedebilir fakat ben onu affedemem, onu affetmeyeceğim.”
“Fakat ölüm…”
“Ölüm diyorsunuz… Ben de ölüyüm. Yalnız o beni öyle kurnazlıkla öldürdü ki…”
İhtiyar kadın hıçkırıyor.
“Vaktiyle çok güzel olan bir kadın için kırk sene yüzünü herkesten, hatta aynalardan bile saklamanın ne demek oldugunu bilmem anlıyor musunuz? Kırk seneden beri insanlar benden öyle igrendiler ki, bir lokma ekmeğimi temin edecek bir iş bile vermediler. Dilenmek için elimi uzatırken bile sadaka veren elleri ürkütmemek için yüzümü gizledim. Kırk sene… Kirk sene, bütün bir ömür…”
“Evet, haklısınız… Fakat onu görseniz… Vallahi onu affedersiniz. O, dev gibi adam… Ölüm yatağına nasıl uzandı, nasıl illeti onun canını damla damla sömürüyor… Acısı onu nasıl kıvrım kıvrım kıvrandırıyor…”
“Çok mu çekiyor? Sahi, çok mu çekiyor?”
“Yalnız şimdi değil, zaten bütün ömrü onun için bir azap oldu. Hapishaneden çıktıktan sonra artık ona insan ismi verilemezdi. Çok içiyor, sürünüyor ve yaptığı günahın cezasını çekiyordu. Yatağa düştüğünden beri her gün sizin isminizi anıyordu. Sizi görmek istediğini, sizi nasıl sevdiğini herkese anlatıyordu. Ve…”
İhtiyar kadın onun söylediklerini artık dinlemiyor.
“Çok çekiyormuş; çok çekiyor, öyle mi?”
Eski minderin üzerinde oturan adama yaklaşıyor. Ağır ağır, “Gideceğim,” diyor, “gideceğim… Onu affetmek için.” Affetmekten bahseden bu kadının gözleri ne kadar garip bir manayla bakıyor.
Gecenin en karanlık saati. Bütün sahilde bir tek ışık yok. Uyuyan şehrin gölgesi fena bir kâbus gibi sulara çökmüş. Denizi şehirden, şehri geceden ayırmanın imkanı yok.
Başında renkli bir fener yanan sandal, suların üstünde süzülüyor. Küreklerin ucunda fosforlu fenercikler parıldaşıyor. İhtiyar kadın ve siyah paltolu erkek sandalın içinde sessiz oturuyorlar.
Sandal suların üstünde süzülüyor. Gidiyorlar. Karşı sahile doğru gidiyorlar. Ve ihtiyar kadın içinden bin defa tekrarlıyor. “Onu affetmek için…”
Öksürüklü, ihtiyar bir göğüsten çıkan bu kahkahanın ne tüyleri ürpertici bir ahengi var.
“Gülüyorsunuz. Hâlâ gülüyorsunuz…”
Kürek sesleri. Rüzgarsız gece. Soğuk gece.
Gecenin en karanlık saati. Bütün sahilde bir tek ışık yok. Uyuyan şehrin gölgesi fena bir kâbus azametiyle sulara çökmüş. Denizi şehirden, şehri geceden ayırmanın imkanı yok.
Delik deşik kaldırım taşları. Çirkef suların birikintileri. Bu sokağın siyah, tahta, çarpık evlerinin cumbaları sanki birbirine geçecekmiş gibi yakın. Köşede yanan havagazı feneri, pencerelerden asılmış duran eski, yırtık çamaşırların komşu duvarlarına aksettirdiği gölgelerine birer heyula heybeti veriyor. Bir kapının önünde duruyorlar ve erkek, “Burası,” diyor. Ihtiyar kadın titriyor.
“Burası mı?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıDaktilo Nebahat
- Sayfa Sayısı176
- YazarSuat Derviş
- ISBN9786258401073
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Arkada Yaylılar Çalıyor ~ Melikşah Altuntaş
Arkada Yaylılar Çalıyor
Melikşah Altuntaş
“Arkamda yaylılar çalıyor. Biri bir filmde ya da dizide gururla yürüdüğünde çaldığı gibi. Hep hüzünlü şeyler çaldığını bildiğim yaylılar, ben gülümserken bambaşka duyuluyor. Sonunda...
- Sineklerin Kanadı Yoktur ~ Murat Aydın
Sineklerin Kanadı Yoktur
Murat Aydın
Oysaki her şeye güvenim tamdı. Her şey elle tutulurken, her şey somut bir hâldeyken yaşamaya karşı hep bir özlem doluydum. Uyuyup, uyandığım her gün....
- Sevincini Bulmak ~ Mustafa Kutlu
Sevincini Bulmak
Mustafa Kutlu
Türk edebiyatının usta hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun yeni kitabı Sevincini Bulmak okurlarıyla buluşuyor. Kutlu, Sevinci Bulmak’ta “dış dünyanın hücumuna karşı kitapların dünyasına sığınan” Suna ile...