Daha önce yayımladığımız Sen Buranın Kışındasın (1964-1967) ve İskandil (1968-1969) adlı günlüklerin ardından 1970-1999 yılları arasında yazılmış Daktilo Günlük ile Hulki Aktunç günlükleri sona eriyor.
Bu kitapta da yine ülke sorunlarıyla dolu sancılı günlerin izleri, parlak bir yazarın arayışları öne çıkıyor. Dönemin edebiyat ve sanat çevrelerinin çekişmeleri, yayın dünyasındaki gelişmeler, özellikle Kemal Tahir çevresinde beliren entelektüel oluşum, dönemin politik hatları ve Türkiye Defteri günleri bu son cilde ayrı bir özellik katıyor. Anılar, öyküler, şiirler, desenler ve elbette sıkı dostluklarla yüklü bir kitap Daktilo Günlük.
“Günlükleri birbirine karışmış bir adam”dır Hulki Aktunç. Öyküler, yazılar yazılırken günlükler de evle iş arasında çatallanmış. Evde büyük defterlere, dışarıda cep defterlerine, işyerinde daktilo kâğıtlarına yazılı günlerin bir derlemesi olan kitaba Daktilo Günlük adını yazar vermiş.
Günlük tutmayan bir yazar düşünemiyorum; bu işi yapmamak bir tür “görevden kaçma” gibi geliyor bana; kendine ve okura karşı bir sorum disipliniyle davranmak, günlüğü cayılmaz kılıyor.
İÇİNDEKİLER
Yayıncının Önsözü • 7
1970 • 11
1971 • 35
1972 • 43
1973 • 87
1976 • 217
1977 • 245
1978 • 259
1979 • 265
1981 • 283
1983 • 291
1985 • 295
1986 • 337
1987 • 355
1988-1999 • 375
Dizin • 399
Yayıncının Önsözü
YKY’de 2015 yılında başladığımız Hulki Aktunç günlüklerini kitaplaştırma çalışmaları elinizdeki ciltle tamamlandı. Günlükleri yayına hazırlayan Doğan Yarıcı Sen Buranın Kışındasın ve İskandil adlı ilk iki cilde yazdığı önsözde bu çalışmaların nasıl yürütüldüğünü anlatmıştı. Aktunç, 1964-1999 yılları arasında tuttuğu günlüklerde hem konu ve kapsam, hem düşünce ve duygu, hem de günlük yazma yöntemleri bakımından farklı evreler geçirmiş. Yazdıklarını yayımlamaya ve yazar olarak tanınmaya başladığı 70’lerin başından itibaren günlük yazmayı seyreltmiş. Kısa notlarla, yazı taslaklarıyla, öykü tasarılarıyla yetinmiş. 1976 Ekim’inde yazıyla ilişkisini şöyle değerlendirmiş: Yazma etkinliğim, temel ağırlık olarak “günlük”lerle başlamıştı. Bir süre edebiyat etkinliğim günlük’lerle bağımlıydı. Şimdiyse günlük yazma etkinliğim edebiyatla bağlı. Demek iyi bir günlük yazarı değilim. 1970’ler sırasında edebiyat çalışmalarımın yoğunluğu oranında günlük yazmışım, o yoğunluk seyreldikçe günlük aksamış. Kendi ifadesiyle, “Günlükleri birbirine karışmış bir adam”dır Aktunç. Meydan-Larousse Ansiklopedisi’nden ayrılıp reklam ajansında çalışmaya başladığı 1973’ten itibaren defter-kalemden uzaklaşıp daktilo-saman kâğıda geçmiş. Ofis düzeni içinde yazarlığını yürütmüş. Öyküler, yazılar yazılırken günlükler de zaman zaman evle iş arasında çatallanarak, sıklaşıp seyrekleşerek sürmüş. Bazı günlükler aynı günlerde evde kalemle deftere, işyerinde daktiloyla yazıldığından bazı tarihlerin art arda tekrarına rastlanabilir. Günlükler yazarın duygu ve düşünceleri kadar huyunu suyunu da yansıtır. İşte bu noktada, Hulki Aktunç, eleştirel zihni ve sivri diliyle dikkat çeker. Dolayısıyla bazı niteleme ve saptamalarına karışan, anılan kişileri incitmesi muhtemel ifadeler –Semra Aktunç’un yönlendirmeleri doğrultusunda– kapatılmak durumunda kalındı ve bunlar […] ile geçildi. Yazarın dipnotlarının sonuna [yaz.n.] konuldu, kalan tüm notlar Doğan Yarıcı, Semra Aktunç ve editör tarafından yazıldı. Bazı yerlerde küçük harfle başlayan cümleler öylece bırakıldı. Bir karışıklık yaratmadığı sürece noktalama imlerine ve harflere dokunulmadı. Zira en baştan beri imlası imzası olmuş yazarlardandı o. 1977 yılında akvaryuma merak sarmış Aktunç ve evinin salonuna yerleştirdiği akvaryumların defterini tutmuş; teknik ve bilimsel bilgileri ders notu tutarcasına günlüğüne kaydetmiş. Bu ciltte olması gereken “akvaryum günlüğü”nü hem kitabın kalınlığını gözeterek hem de yazınsal bir günlükle bağdaşmayacağı kanısıyla buraya almadık. Aktunç’un Daktilo Günlük adını koyduğu sayfalarda günlük türü üstüne düşüncelerini gösteren ve okura hoş gelecek yerleri bir araya getirdik ki son sözü bu cümleleriyle, günlüklerin sahibine bırakalım:
* Bütün mektuplarım yırtılmış yitip gitmiştir belki, ama günlüklerim ve o yazılı çizili kitaplar kadar kendimi tanıyabildiğim kesit, hiç yok.
* Günlük tutmayan bir yazar düşünemiyorum; bu işi yapmamak bir tür “görevden kaçma” gibi geliyor bana; kendine ve okura karşı bir sorum disipliniyle davranmak, günlüğü cayılmaz kılıyor.
* Güzel her günlük, günlük üstüne doğru bir düşünceden kaynaklanır. Günlüğüne “edebiyat” da yaz. Bu şiir olmayacaktır. Öykü olmayacaktır. Oyun hiç. Roman hiç mi hiç. Günlük olacaktır. Günlüğünde çeliş. Gerçeklik böyle değil mi? Ara sıra acı çekmişlerin günlüklerine bak. Pavese’ye, Mansfield’e… Kendinin acısını çekmek, her şeyin acısını çekmektir. Tersi, soğuk bir insandışılıktan öteye geçemez. Günlüğünü aksat. Hiç bir bürokrat ya da kolluklunun, bu niteliklerini egemen kılarak günlük tutamayacağı, tutsa da bunun bir halta yaramayacağı açık. Günlüğünü düzeltme. Bütün yanlışlarını geçmiş kuşakların kara tarihi gibi sırtında taşı. Düzeltmek, sonsuz hesaplaşmadan korkup kaçmak demektir.
* Bugün biraz fazlaca “edebî” olmamın nedeni, hafta sonunda istediğim gibi yazamamamdır sanırım. Gerçek bir günlük tutmak isteyip de buna yerli yersiz edebiyat karıştıranların sayısı az değildir. İşte buna bir kulp: Edebiyat eylemi aksaksız ve tıkır tıkır yürüyen kişiler, gerçek bir yaşantısal günlük tutabilecek kişilerdir.
* 1974’ten beri, defterim yok, sayfalarım var; çünkü günlüklerimi daktiloda yazmaya başlamışım o tarihten itibaren. Kemal Tahir’in ölümünden sonra, onunla ilgili birkaç sayfayı yayınlamıştım (yitip gitmemesi gereken düşüncelerdi). Bunun dışında, hiç günlük yayınlamadım. Yayınlamayı da pek düşünmüyorum. Ama şunu söyleyebilirim: Hikâyelerimin, romanlarımın, şiirlerimin ilk izleri, günlüklerimde hep görünür. Düşünsel yapımdaki gelişimler, hatta savruluşlara da tanıktır günlüğüm. Günlük yazıp da yayınlayan yazarlarımız içinden herhangi bir tercihim olmadı: GÜNLÜK YAZMAK kavramına öyle saygı duyuyorum ki, değil “yazar” niteliğindeki kişi, defterine çarşı listesi yazan bir ev kadını da bende heyecan uyandırıyor. Karım (Semra Aktunç da bir günlükçüdür) geçenlerde bir pusula gösterdi bana: Semra, ilk oğlum Uluğ ve ben, Kadıköy-Bahariye’den bir taksiye atlamışız, Bostancı’da bir lokantaya gidip mükellef bir yemek yemişiz; bütün harcamamız, yirmi lira! O gün, o küçük pusulada yaşıyor. Bir süredir, her gün yazmıyorum. Günlük üzerine edilmiş en güzel sözlerden birini anarak şu küçük notlarımı bitireyim: “Bir günlük tut; bir gün gelir, o da seni tutar”… Kimin sözü mü? Mae West’in! Hani Hollywood’un ilk sarışın bombalarından Mae West!
İstanbul, Ağustos 2024
1970
7 Ocak 1970 Çarşamba
Geçenlerde hem demokratik üniversite isteyen hem de duvarları kırmızı yazılarla “Yobazlara ölüm”lerle dolduran sözde sosyalistlere, faşistler belki de anlamını pek bilmeden çok önemli bir jest yaptılar; bütün sözde solcu şiarların altında bir sabah baktık ki aynı kırmızı yazıyla MHP imzası var.
***
Dün Çelik’e giderken köprüden geçtim, Karaköy ucunda yıllardır seks yayınları, ucuz piyasa romanları satan, “tasarruf bonosu” alınır bir yer vardır, or’da o garip kitaplar arasında bir iki Tatar
Ramazan gördüm. Satıcı, iştahlı elleriyle balık ekmek atıştıran orta yaşlı biriydi. O soğukta göğsü bağrı açık, 45 yaşlarında, seyrek saçlı biri.
— Bu Ararat’lar kaç lira?
— Üst fiatına, 10 lira, yukarda 7,5 liraya da satıyor, hem bu kitabın yazarı benim.
Şaşırıp iyice baktım, Kerim Korcan’dı bu.
— Ben de hikâyeciyim, dedim, ismimi sordu, söyledim. Birden,
— Papirüs’te mi çıkıyor? dedi,
— Çıkacak, dedim.
Öteden beriden konuştuk biraz.
— Linç’i oyun yapıyorum, dedi, sizin hikâyelerinizi de görmek isterdim.
Adresini verdi, pazar günleri filan beklerim konuşuruz, dedi.
Ben ancak bir haftadır burdaydım.
Sağlıklı bir adamdı Kerim Korcan. Sanırım bu yüzden de, yazdıklarıyla “vatan kurtaracağım” filan sanmayan bir adam.
14 Ocak 1970 Çarş.
Dün ikinci kez doktora gittim. M. Anahid diye bir Ermeni dudusu. Çok mahirmiş doğrusu, dün saat 18.00’den bu yana hiç bir yanma ve ağrı yok. İnsanı iki yandan bele bağladıkları halatlarla
çeke bura yamultan kolit cinleri yitti saatlardır. Günlerdir, şöyle böyle bir aydır hiç bir şey yaptırmadı bana, “Yardakçı”ya bile eğilemedim. Oysa tam (yazılamamış) günlük gibi tavındaydı, dörtnala gidiyordu.
Bir de şu Hukuk’un şubat sınavları için yatırılan harç korkunç bir şey.
Kâğıt alıp doldurulur.
Bu, kaknem ve nanemolla bir kadına “parafe” ettirilir.
“İşe geç gelen bir memur” makbuz doldurur.
Bu makbuzla bir sıradan öbürüne girip gişeye gidersin ve oraya para yatırıp hademeden satın aldığın 25’lik pulu içeren bir başka “makbuz alındı” alırsın.
Bu makbuzdaki numaraları karnedeki gerekli yere yazarsın.
Tekrar geri dönüp ilk makbuzu aldığın “yavaşçıl yaratığa” gelip karneni damgalatırsın.
Ve böylece en az 45 dakikan geçer, bu arada İsmet’in söylediği gibi avunmak için Kafka’dan sûreler okursun.
15 Ocak 1970 Perş.
Son bir kaç gün içinde, bana çok şey kazandıran bir kür, Taylan “senle seminer usûlü Lukacs’ı okuyalım” demişti, ben kendi kendime; a) Hasan Amca’nın Doğmayan Hürriyet – Bir Devrin İçyüzü
1908-1918; b) F. Rıfkı’nın Çankaya; c) A. Ağaoğlu’nun Serbest Fırka Hatıraları’nı okudum. (a) ve (c) hele, çok yararlı oldu. Gerçekte, hemen hemen son iki yıl içinde, o hak edilmemiş tembelliğimi epey hırpaladım.
Yukarki paragrafı iki yıl üç yıl önce bir yerde okusam, herhalde epey gülerdim, yazarla inceden alaylar ederek. Üstelik yarım yamalak, M. Ali Cennet’si, eblehce alaylar.
Ha! Bir de şu var: “Dil devrimine sırt dönen sayın Atay, gene de kitabında koşut, bayındır gibi sözcükleri kullanmadan edememiş” demeyi de unutmazdım.
24 Ocak Cumartesi 70
Her şey bir yana, ara sıra azgının biriyim. Hele sayrılardan uyandıkta, sayrık yataklardan aşağlara sıyrılıp doğrulunca. Bugün de öyle –aslında yarım demem gerek, saat 0.4 çünkü–, günler süren bir sürü gurultunun yittiği bugün.
Hikâyem bu sayıda da çıkmazsa gidip ileneceğim Cema Süreya’ya.
***
[…]
***
Gidgide yoruluyorum tabii. Hayattan değil, bu hastalıklardan.
Gene de kalbimin birer ıssız, ama şen bileyci, bileniyor hatta coşkuya kapılınca öğütülüp unufak oluyor “hayat parçaları”nın o sessiz insanları. Hatta “yardakçı” bile.
26 Ocak Pazartesi 70
Bugün Ayşegül’ü tanıdım. O’na bir derya gülü. Çok sevimli, hoş bir kız. Salise Hanım bir yılda çok ihtiyarlamış, keder mi öyle yaptı onu? Halit Enişte öldüğünde tarih düşecek denli severdim onu.
***
Aydınlık’lar çok ilginç doğrusu. Öteden beri, hele Şahin Alpay’ın D. Avcıoğlu üstüne yazısından beri bekliyordum bunu. Ama böyle değil; iki dergi yan yana, biri Proleter Devrimci-Aydınlık, öteki Aydınlık-Sosyalist Dergi.
Pazarlama sorunları yüzünden “Susam simitçi fırını” ortakları kavga edip ayrılıyorlar, ortaklardan biri eski fırının yanına “Yeni Susam simitçi fırını”nı açıyor.
Türk Solu’nda böyle olmamıştı.
Bir safra atma (?).
27 Ocak Salı 70
Geçende Leylâ Erbil, Selim’e “Zati Türkiye’de iki iyi hikâyeci var, biri ben, biri siz” demiş. Selim, şaka yapıp yapmadığı konusunda kuşkulu.
***
Selim, Çelik, Taylan. Bugün birlikteydik, hani şu yazdıklarımızı okumalar olmasa, epey sıkıcı olacak bu toplantılar. Selim’in bir dizi tasarladığı yazıların ilki Osman Cemal Kaygılı üzerine.
Bugün okudu, okurken o devlet kurma yeteneği… sorununu not alıp, bitirince söyledim, Taylan da katılıyor buna, aynı düşüncede. Bu yüzden ticaretle uğraşamama… filan. Bunları sildi yazıdan, “herkes buraya takılıyor” dedi Selim. Uysaldı.
***
Martin Ritt’in K. Douglas’lı bir filmi Kan Davası, zorla beni de soktular sinemaya. Ritt çok iyi anlatan bir adam, Douglas yer yer “dehşet” oynuyordu. Böyle bir film piyasası içinde, ortadan iyi.
***
Sarıkamış. 93 Harbi. Rus piyanoları ve taş evler ve sayfiye ve çok geniş tren yolları. Kerpiç. Satlıcan. Barsakları dışarı dökülmüş tren yolcuları. Bende yok ama bir arkadaşımda var, o da %50 istiyor, …bakalım alabilir miyiz?
***
İşsizlikten kamburu çıkmış kahve delileri. Aylığı olmayan sürüyle emekli sarı duvarlara yapışmışlar ve sonra sonra her birinin resimleri oralarda kalmış böylece. Ağaçtan çerçevelerden, ağaçtan piyano kabuklarından, uzun davar dişlerinin yerlere dökülmelerinden ve çalgılı gök gürültüleri çıkarmalarından. Suyun sesi değişiyor. Bunu, o görmüyor.
28 Ocak Çarşamba 70
Büyük çarşının domuzu. Durmak değil beklemek onunkisi, kimseden ayırdı olmayan dinelişiyle. Gelip geri eğriltir yüzünü, her kim dükkânını kesesi eksik kitlemişse. İpek Hanım’ın asma sarmış ahşap evine doğrulup bütün çıkınları o köşe için derler o sofu’da.
Büyük çarşının domuzlan böceği ama, asma sarmış kuru tahtalar arasında ve çıkıntılarla sarmaş dolaşken ancak sırtında kedi gezinmeleri yüklü sıcak bir ihtiyar.
***
Demek Yardakçı’ya (18 Ağustos 1969)da başlamışım. O koyduğum kırmızı çizgiler, + lar, * işaretleri biraz zedeliyor günlüğümü, ama dayanıyorum buna. Yazılmamış hikâyeler, unutuşun bölük pörçük izleri adına değil bu katlanış, bu parçaları yazarken ellerim sevdiğimin yüreğine kapalıymış gibi, ısındığımdan. A.Y.’u düşünüyorum da, “kediler geziniyor” içimde. O parçaların, atıp duran kandan, seyiren gözden, çıtlayan dirsekten ayırdı bu yüzden yok. İçinde “kedi gezinmeleri” demek bugün geliyor aklıma, bunu tek ben yazıyorum tefeci ihtiyar için ve böyle bir sevgide de A.Y. ile birlikte tek’im. Bende –bizde– öylesine yanan söz, o ihtiyarda buz ölmüşlüğünde ve beni –bizi– ayartan bir başka şey de bu.
29 Ocak Perşembe 70
Her yerde bulunan türden yağmur tıkırtısı, kurumuş ekmek parçaları. Onun oda karanlıklarından da sızan gün ışıklarından da veya ampul sarartısından da yakınması yok. Oturmuş tekerlemeler düzen bir yalvaç, kalçalarının, baldırlarının altında ısınmış
topukları, başparmaklarının da nasır sertliği. Hep bir sözde takılıp duruyor, aşamıyor bir türlü, korkusu donup kalmış, avuçları nemli.
–Gidip bakıyor, yarın hava nasıl?–
–acımasızlığımı kuşanırım onu görünce, onun payına başka hangi kabza işler ki?–
Titriyor ve kunt görünmeye çabalıyor. Dışarıya.
Titriyor ve yerlere yapışarak bağışlatmaya çabalıyor kendini.
Bilinmedik gözler ne kolay bağışlar, ne kolay takınırlar gaffar maskelerini. Ülkenin de ancak üzerlerinde üzerlerinde dolaşırlar, yerden tabanları yanabilir inseler. Gene de o, kimi bunları gövdesinde bildiği, korkusunun donup kalmışlığıyla üşümesi arasında yasak ilintiler kurabildiği halde, çöküp kıssalar düzmeye yelteniyor.
Bağrı yanık koyunların masalları, borsacı tilkilerin bilmeceleri, konuşkan, gagası işlek kuşların ağmaları onun yanında öyle diri duruyorlar ki. Onun payına artık silah kuşanılmazdı.
Yazıcının Doğası
***
Benim isli ellerim
Kumları alıp alıp yerine koyuyordu, bir takım eski vazoların kumlarını yeni yapılar için devşiriyordu.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Günlük
- Kitap AdıDaktilo Günlük: Günlükler 1970-1999
- Sayfa Sayısı408
- YazarHulki Aktunç
- ISBN9789750864155
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaşama Uğraşı – Günlükler 1935-1950 ~ Cesare Pavese
Yaşama Uğraşı – Günlükler 1935-1950
Cesare Pavese
“İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine –bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine– yol açan...
- Bacakaramdan Yükselen Şöhret ~ Gizem Ay
Bacakaramdan Yükselen Şöhret
Gizem Ay
Fakat en sonunda A. dayanamadı, yüzü allak bullak oldu ve dedi ki “Ben onların altına yatmayıp kendimi onlara düzdürmeseydim hayat beni düzecekti! Sen olsan...
- Paris, Ecekent ~ Enis Batur
Paris, Ecekent
Enis Batur
Modern Zamanlar, Baudelaire’den başlayarak, büyük şehrin aylağı olma koşulunu neredeyse bir poetik duruş haline getirmiştir. Bulvarlar, meydanlar, köprüler, ara sokaklar gece gündüz yürüyen, avâre...