Vaslından ayrı n’ola kanın dökülse gül gül
Ben gülbün-i fırakım bu fasıldır baharım
Bu bir bülbülün çığlığı değil. Öyle ya bülbül, gülün semtindeki yabancı âşığın adı; hakikat aşığının adı. Güle tutku ile bağlanan, gülden beslenen ve gülden beslendikçe nağmelerine revnak veren hakikat aşığının.
Oysa bu beyitteki hüznün sahibi güle yaklaşan, onu uzaktan seven, sırf bu uzaklık sebebiyle onu önlenemez bir tutkuyla tutmak isteyen bülbül gibi genç bir âşığın değil, bilâkis gülü her daim kavrayan, onun hep yanında olan, onun sadece açışını değil, soluşunu da, yapraklarını döküşünü de izleyen, hatta ona hayat vermişken onu elleriyle gömmek zorunda kalanın çığlığı… güle gülden yakın gülbünün…. gülbün-i firakın….
Yani bu çığlık başkalarının değil, sadece gül dalının çığlığı; gülün dalının çığlığı.
İÇİNDEKİLER
önsöz
sırr-ı kavseyn
düşünmeyi deniyorum
sayıklamalar
küre içre küreler
kemale ermek
hakikate ermek
aşka ermek
ben’in dönüşü
sığdın ver avucunun içine sınırsızlığı
asıl matlubun ne?
hiç hakkında herşeyi bilmek
neredesin ey insan?
davranma yanarsın
ölçülemez olan ölçülemez
adalet niçin mülkün temelidir?
Tanrı ve küre
adalet dairesine dair
daire’ye dair
ne söylesem ki harabım
önsöz
Müridin biri, gûn gelmiş, intisab elliği şeyhin, gerçekten de hak bir şeyh olup olmadığından kuşkuya düşmüş. Uzun bir müddet tereddütler geçirdikten sonra, istihareye yatıp şeyhinin hak olup olmadığım -düşünde vaki olacak bir işaret aracılığıyla-anlamak istemiş.
Hemen o gece istihareye yatmış. Rüyasında bir de ne görsün, şeyh efendi, cehennemin ortasında, alevler içinde, hem de cayır cayır yanmakla.
“Eyvah!” diye inlemiş; “güya bu şeyh bana cennete gidecek yolu gösterecek idi; göstermeli ne kelime bizatihi götürecek idi. Oysa kendisi ateşler içerisinde yanıyor.”
Uzun uzun düşündükten sonra, en nihayet, “kendisine yararı olmayanın bana da yararı olmaz” deyip şeyhin yanına gitmeye ve kendisinden izin isteyip dergahtan ayrılmaya karar vermiş.
Ertesi gün mahzun bir halde tekkeye gitmiş. Şeyh efendiyi avluda yalınız başına gezinirken görmüş. Yanına yaklaşınca, şeyh efendi, bakmış, müridin yüzünden düşen bin parça. Tabii hemen anlayıvermiş neler
olduğunu.
Tebessüm edip “Ne o?” demiş, “yoksa sen de mi o rüyayı gördün?”
Mürid, mahcup mahcup, ‘evet’ mânâsında başım sallayınca, şeyh efendi şöyle buyurmuş:
– “Evlâdım! Ben de yıllardır düşlerimde kendimi o hâlde görüyorum. Lâkin, bugüne değin yaptıklarımı yapmaya devam etmekten gayrı yapabileceğim hiçbir şey yok!”
Hakikatin bilgisi peşinde geçirdiğim koca bir ömrün ardından geriye dönüp baktığımda, ne zaman ye’se düşecek gibi olsam, bu menkıbede sözü geçen şeyh efendinin dediğiyle temessül etmekten gayrı çıkar bir yol bulamadım kendime.
Her yol ayrımında, önümdeki en makul seçenek, hep bana, yaptığımı yapmaya devam etmek olarak göründü: aramak.
Evet, sadece aramak. Her hâl u kârda, hem de ne pahasına olursa olsun aramaya devam etmek.
Aramak, aradığımı bulmak anlamına gelmedi hiç. Gün oldu, ne aradığımdan emin olamadım. Gün oldu, doğru yerde arayıp aramadığımdan kuşkuya düştüm. Gün oldu, bulduğumun, bulduklarımın gerçekten de aradığım şey olup olmadığına bir türlü karar veremedim.
lakin sahibi olmaya çalıştıkça, yakın’ın yakınına geldikçe, yakınım olandan uzaklaştım. Yaklaşan ben oldum; uzaklaşansa o! Kim bilir, belki de o yakınlaştığında, ben onun yanından uzaklaştım da bilemedim.
Hasılı bazen terkettim, bazen terkolundum. Lâkin hep aradım; inadına aramaya devam ettim. Buldukça, bulduğumu zannettikçe, hep daha ilerisine geçmek için yürümeye devam ettim. Aradıkça bulacağımı değil, olacağımı düşünüp müteselli olmaktan geri kalmadım. Ne buldum, ne oldum ve fakat bulmaktan da, olmaktan da vazgeçmedim.
Çaresiz, anı geldi, şu nefte nefese kulak verdim:
Ey gönül, kendini vezn etmeye kantar ara bul
Yürü git, kantarına halis olan ayar ara bul!
Bezm-i elest’ten beridir kulaklarımda çınlayan dost vasiyyetini ciddiye alıp araya araya nice kantar buldum, lâkin bir türlü ayarını bulamadım. Ayar bulduğumu, ayarını bulduğumu zannettiğimdeyse, civarda tartılacak bir kantar bulamadım.
Nereden bileyim, nefes’in devamı da varmış, ben de çaresiz devamına kulak verdim:
Kapatırlar seni bir hal-i haraba yalınız,
Ol karanlık geceler kendine yâr ara bul
Ol karanlık gecelerde yâri bulmak için. gitmem değil, gittiğim yerden bir an evvel gelmem gerekiyormuş, Bilemezdim.
Nasıl bileyim? Geldiğim son noktanın, gitmek İçin yola çıktığım ilk nokta olduğunu görünce, aynı daire içre devran etmek yerine özgürlüğü seçtim. Dairemi tamamlar tamamlamaz, dışına çıktım. Nâ-mütenahi dairelerden müteşekkil koca bir daire içinde daireler çize çize aramaya devam ettim. “Harabıyım, olsun ne çıkar?” deyû hâi-i haraba yalınız başıma kapatılmış olmaktan gocunacağıma yâr uğruna ağyardan yüz çevirmeyi nimet bildim.
Güya “kimi gülistanda gonca gül olur” imiş; “kimi gonca güle har [diken] olur gider” imiş. Bense, ne gonca gül oldum, ne de gonca güle hâr; hâmuşanda bülbüllere yalınız bir hadim olmayı seçtim.
Öyle bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin
Bülbül hamuş, havz tehi, gülistan harab
deyû oldum ama olduğumdan memnun kalmadım; buldum ama bulduğumu kâfi görmedim. Zamanı gelip ölünce, bildim ki aramak, araya araya daireler çizmek imiş asıl kemâl.
Ben de çaresiz arayanlar arasında saklanmak suretiyle “olup-olmamayı”, “bulup-bulmamayı” bir diğerine müsavi addettim…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Günümüz İslam Düşüncesi
- Kitap AdıDaire'ye Dair
- Sayfa Sayısı96
- YazarDücane Cündioğlu
- ISBN9752693739
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviETKİLEŞİM YAYINLARI / 2007