“Onlar dağın ardındakiler. Sözlerinden önce çığlıkları ulaşanlar. Kim oldukları, neye inandıkları bilinmiyor. Görünmez bir güç olarak oradan buraya etki ediyorlar. Adları telaffuz edilse de kim oldukları bilinmiyor. Hepsi buralı, hepsi bizden, binlerce silahlı kadın ve erkek. Dağı mesken tutmuş, hakikatin bildiğimizden farklı olduğunu iddia ediyorlar. Kendi yayınları, medyaları, sivil güçleri var.
Neden dağa çıktılar, neden dağda yaşadılar, dönenler neden döndü ve kalanlar neden hâlâ orada? Bu soruların cevabını almak için önce doğduğum topraklara, yüzlerce evladını kaybetmiş komşu köylere, şehirlere, sonra çoğunluğu için daha büyük bir acı, bir sürgün olan Avrupa’ya gittim. Dağa çıkmış, çatışmalara katılmış, yakalanmış ya da teslim olmuş, cezaevinde yıllarını geçirmiş kişilerle konuştum.
Ve dağın ardına duyduğum büyük merakla bir bayram günü Kandil’e gittim.
Bir masal dağı olmayan, istersek ulaşmamız mümkün olan o dağın ardına bakmaya çalıştım. Anlatılanların içine girmeden sorunun anlaşılmasının ve dahi çözülmesinin mümkün olmadığını gördüm. Yaşananlar her ne idiyse, bu geçen yıllar boyunca Kürt, Türk her kim incindiyse ancak birbirimizi anlamakla iyileştirebiliriz yaralarımızı.”
AYIN BÜYÜTTÜĞÜ OĞULLAR
Bize kanlı bir uykunun, bir kardeşlik sabahı başlatacağı müjdelenmedi.
Cinayetten dönen kardeşiniz, gölgesini gizlediği duvarların Ötesini götür.
Ellerini yıkar ve sizi dünyada bir söz olarak bırakır.
Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları. Ölü oğullar. Kurban hepsi.
Sanki unlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü. Yüzleşiyoruz!.
Sulanmaya başlayan bir çırpınmada “yeter” diyorum. “gidin ve öldürmeyin” ağzımda kesik bir gülüş. Kâbus olmalı. Bir cinayetten dönen kardeşim korkutuyor beni. Katılar içinde uyanıyorum. Terliyim. Aç gözlerini. Tırnaklarını acıyan yerlerine bastır. Biri var mı göğsümü mendiliyle silecek. Kardeşim bir cinayetten dönüyor. Karanlık dehlizlerden. Siyah paltosu Ve gözleriyle.
Ona benzemeyeceğim.
Gece ayaklarımız okşandı ve büyük dağları geçeceğimiz söylendi.
Karlarla bekletilmiş büyük dağları geçtik. Bahçede ilk gün keskin bir çizgiyle yan yana duran üç yıldızı göıdük.
Mutlak. Yol açıcı. “Bakmak istiyorum ayaklarına” dedi eğilen bir ses.
Onlara, hir daha görüşmeyebiliriz demedim.
Hepimiz biliyorduk.
O dağ oğullarını yedi.
Ve onları bir sese kapattı.
Kolu yok kiminin.
Kimi kör.
Kardeşlik eski bir masalın bilgisinde kaldı. Kardeşlik acımaydı.
(Bejan Matur, Ayın Büyüttüğü Oğullar, Metis Yayınları, 2002)
Sınır ötesi operasyonlara, ‘Eve Dönüş’ tartışmalarına konu olan ‘dağdakiler’ kim bilmiyoruz. Sayılarla ifade edilen bu insanların ne yaşadığı bilinmiyor. Neden dağa çıktılar, neden dağda yaşadılar, dönenler neden döndü ve kalanlar neden hâlâ oradalar?
Bunları samimiyetle sormak ve gerçekle yüzleşmek zorunda-yız. Haklı çıkarmak ya da mahkûm etmek için değil. Anlamak için. Bu soruların cevaplarını almak üzere Önce doğduğum topraklara, yüzlerce evladını kaybetmiş komşu köylere, şehirlere, sonra çoğunluğu için daha büyük hir acı, bir sürgün olan Avrupa’ya gittim. Dağa çıkmış, çatışmalara katılmış, yakalanmış ya da teslim olmuş, cezaevinde yıllarını geçirmiş kişilerle konuştum. Ve dağın ardına duyduğum büyük merakla 2010 yılının Kasım ayında Kandil’e gittim.
BEJAN MATUR
Bir masal dağı olmayan, istersek ulaşmamız mümkün olan o dağın ardına bakmaya çalıştım. Dağın ardında ne var, orada yaşayanlar nasıl yaşıyor, dönmekle ilgili ne düşünüyorlar’ Cevaplar aradım. Anlatılanların bu kadar içine girmeden soru-nun anlaşılmasının ve dahi çözülmesinin mümkün olmadığını gördüm. Yaşananlar her ne idiyse, bu geçen yıllar boyunca Kürt, Türk her kim incindiyse ancak birbirimizi anlamakla iyileştirebiliriz yaralarımızı.
Dağda yıllarını geçirmiş olanlara ulaşmak, onları konuşmaya ikna etmek, yaşadıklarıyla yüzleşmek fazlasıyla ağır bir deneyim-di. Aralarından pek çoğu yaşadıklarını ilk kez dile getiriyordu. Benim açımdan zorluklarla dolu olan bıı sürecin belki de en zor anlarından biri Rewan’ı tanımak ve hikâyesini dinlemek oldu. Dağda geçeri yılların somut izlerini bedeninde taşıyan biriydi o. Karda donan parmaklarının arkadaşları tarafından nasıl tek tek kesildiğini anlatmıştı Rewan. Bir zeytin kutusunda biriken parmaklarını nasıl hâlâ rüyasında gördüğünü… Ve tabii yaşadığım asıl büyük hikâye, bu kitabın en önemli durağı olan Kandil’e gittiğimde çocukluk arkadaşımı bulmak oldu. Ondokuz yıl önce izini kaybettiğim ve kendisinden bir daha haber alamadığım çocukluk arkadaşımla Kandil’de karşılaştım. Kod adı Mizgin’di. Bana, geçen yılların, yaşanan acıların en derin muhasebesini yaptırdı o karşılaşma. Onu orada bırakarak dönmüş olmanın, onu getirememiş olmanın bütün duygusal karmaşasını yaşadım.
Bütün bıı karşılaşmaların ve daha fazlasının yer aldığı bu çalışma; dağda kalmanın ne anlama geldiğini, dağa yüklenen anlamın tekrarla nasıl üretildiğini, dağdakilerin neden orada kaldığını, kalabildiğini ve döndüklerinde neyle karşılaştıklarını anlatmaya çalışıyor.
Benimle konuşan, hikâyesini paylaşan çoğu kişi doğal olarak fotoğraf vermek istemedi. Adları bilinsin istemediler. ‘Beni yazabilirsin’ diyenleri ise ayırmam gerekti. Halen dağda olanlar zaten sakınmıyorlardı, onların kendi seçtikleri kod adlarını kullanmakta sakınca görmedim. Fakat bir biçimde dağla yolları ayrılanların adlarını gizlemenin daha doğru olacağını düşündüm. Onlarca kişiyle konuşulduğu halde, ancak bazı örneklerine yer verebildiğim bu çalışmanın, kanın durmasına katkı sunması tek temennim.
DAĞIN ARDINA BAKMA’nın HİKÂYESİ
Fiziki zorluklarından çok duygusal zorlukları olan bu yazı dizisine karar verdiğimde çevremdeki pek çok kişi karşı çıktı. Görüşmelerin nasıl yapılacağı bir yana, nasıl aktarılacağı ve en önemlisi, nasıl anlaşılacağı kaygısını taşıyorlardı ve samimiyetle engel olmaya çalıştılar. Onlara göre üzeri zaten örtülmüş ve ısrarla da örtülmeye çalışılan bu hikâyelerin karanlıkta kalmasında hiçbir mahsur yoktu. Gerçeğin peşinde olmaktan kim ne fayda görmüştü? Çoğu kabuk bağlamış bu yaralara bakmayı denemek, hiç kimseye akıl kârı görünmüyordu. Masa başında yapılamayacağına göre ciddi fiziki zorlukları da vardı işin. Ama bana asıl zor gelen, fiziki engellerden çok karşımda bulduğum ideolojik kamplaşma oldu.
Öncelikle yaptığım görüşmelerin hesabını vermem gerekti pek çok kimseye! O bilinen cümleyle, ‘Kime hizmet edecekti bu çalışma.” Tahmin edeceğiniz bütün klişelerle mücadele etmek, yeterince gücümü tüketse de Kürt inadım her zamanki gibi imdadıma yetişti. Özellikle Avrupa’da yaptığım bazı görüşmelerde dünyaya sadece içinde bulundukları ideolojiden bakan bazı kimseler işe gölge etmek niyetiyle yaklaştılarsa da…
“Dağın Ardına Bakmak” için 4 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Etnik Sorunlar İnceleme-Araştırma
- Kitap AdıDağın Ardına Bakmak
- Sayfa Sayısı256
- YazarBejan Matur
- ISBN6051143644
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2011
Şahsen Bejan Matur’un köşe yazılarını da okuyor ve oldukça beğeniyorum ve kendisinin okunmasını da öneriyorum…
Kitapta terör örgütünün gizli propagandası var…Nedense kimse bu örgütün Marksist-Leninist çizgide materyalist düşüncede olduğunu söyleyemiyor..Azcık yürekli olunda söyleyin şunu yahu
türkiyenin bir gerçeğini bölücülük diye nitelendiriyorsanız bence bir demokrasi ayıbıdır farklı düşünceleri asla tehlike ymiş gibi algılamayın
empati olmadan çözümlerin olmasıda zorlaşır bunu iyi bilmek gerekir empati olmadan diyalog ve çözümlerinde olması zorlaşır türkiyenin gerçek tarihine baktığınızda 1876 yılında kanuni esasi ile başlayan ilk yasayı iyi inceledeğinizde ne kadar yanlış bir zihniyette olduğunuzda görürsünüz