Bu kitap, bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur. Okuyucu bu kitapta, bugünün Türkiye’sinde halkın iradesini temsil eden ve üstünde irade olmadığı ifade edilen ve kabul edilen siyasal sistem gereği böyle olması da gereken Meclis’in üzerinde irade olmaya çalışanların ilk örneklerini 23 Nisan 1920’de faaliyetine başlayan Meclis’te bulabilir ve halkın iradesine müdahalenin Türkiye’de köklü bir geleneğe sahip olduğunu görebilir; halkın iradesini ifade biçimi olan seçimlere müdahale ederek sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanların yaklaşık yüz yıldır devlet kurumunun önemli noktalarında yer aldıklarını fark edebilir; halkın iradesi söylemine sımsıkı sarılan ancak eğer bu irade kendi iradesini onaylıyorsa kabul eden, yoksa halkı “cahil sürüsü” olarak algılayan zihniyetin sahiplerinin yine yüz yılı aşkın süredir bu ülkede “iktidar” olduklarını tespit edebilir; bu ülkede birilerinin ülkeyi her şeyi ile kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetine sahip olduğunu ve bunu sağlamak için her türlü enstrümanı titizlikle edindiğini, oluşturduğunu ve bunun yaşadıklarımızın önemli bir faktörü olduğunu fark edebilir; bütün manipülasyonlara ve yönlendirmelere rağmen, halkın iradesini biraz ortaya koyma tavrını sergilediği zaman, bunun hemen ses getirdiğinin yüzyıllık süreçte bir çok örneğini bulabilir….
Hiç kuşkusuz Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgili sayısız denecek kadar çok makale ve kitap yayınlanmıştır. Bu durumda, bu çalışmanın süreci bilmeye katkısının ne olduğu sorulabilir. Böylesi haklı soruya verilebilecek en kısa cevap, bu çalışmanın konuyu ön yargılı ele almadığıdır. Bu çalışmanın herhangi bir şekilde övgü veya sövgü amacı yoktur. Bu çalışmanın ikinci önemli özelliği, tüm süreci konu edinme gibi bir amaca sahiptir; bu yönüyle tarihsel açıdan bütüncül bir yaklaşıma sahiptir.
***
İlk Söz
Dün-bugün veya bugün-yarın ilişkisi, hemen herkesin hakkında kolaylıkla bir şeyler söyleyebileceği bir sebep-sonuç ilişkisini ifade eder. Bu, aynı zamanda, bir toplumsal olayı doğru değerlendirebilmenin önemli kriterlerinden birisi olarak anlam kazanır. Çünkü, herhangi bir toplumsal olay belirli bir anda, o andan öncesiyle irtibatsız bir tarzda oluşmaz; bunun istisnası, yok denecek kadar azdır. Her toplumsal olayın oluşumunu sağlayan olaylar zinciri geçmişe uzanır; geçmişin bazı imkân ve şartlarından beslenerek büyüyüp, gelişir. Bu nedenle, şurası açık ve kesindir ki, bugünün Türkiye’sinde yaşanan toplumsal, siyasal, ekonomik, yasal… olaylar, dünün şartları dikkate alınmadan doğru değerlendirilemez. Yarının Türkiye’si ise, hiç kuşkusuz, dünden bugüne süregelen şartlara göre şekillenecektir. Yine bu ülkede yaşayan ve yaşadıklarını doğru değerlendirme çabası içerisinde olan herkes bilir ki, bu ülkenin görünenleri son derece sığ ve büyük oranda sahte, görünmeyenleri ise son derece derin ve bir o kadar da gerçektir.
Bu kitap, bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur. Bir toplumun yüzyıla varan süre içerisinde tüm yaşadıklarını ortaya koymanın bir kitapla mümkün olamayacağı açıktır. Üstelik bu ülke Türkiye ise, değil yüz yılı, belki yaşanan herhangi bir on yılı dahi bir kitapta bütün yönleriyle ele almak imkânsız denecek kadar zordur. Dolayısıyla bu kitap, yaşadıklarımızla ilgili “her şeyi” ele aldığı veya anlattığı iddiasına sahip değildir; olamazda. Konu incelenirken, mümkün olabildiği kadarıyla bugünü doğru değerlendirmede katkı sağlayacak olay ve özellikler dikkate alınmaya çalışılmıştır. Örneğin, okuyucu bu kitapta, bugünün Türkiye’sinde halkın iradesini temsil eden ve üstünde irade olmadığı ifade edilen ve kabul edilen siyasal sistem gereği böyle olması da gereken Meclis’in üzerinde irade olmaya çalışanların ilk örneklerini 23 Nisan 1920’de faaliyetine başlayan Meclis’te bulabilir ve halkın iradesine müdahalenin Türkiye’de köklü bir geleneğe sahip olduğunu görebilir; halkın iradesini ifade biçimi olan seçimlere müdahale ederek sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanların yaklaşık yüz yıldır devlet kurumunun önemli noktalarında yer aldıklarını fark edebilir; halkın iradesi söylemine sımsıkı sarılan ancak eğer bu irade kendi iradesini onaylıyorsa kabul eden, yoksa halkı “cahil sürüsü” olarak algılayan zihniyetin sahiplerinin yine yüz yılı aşkın süredir bu ülkede “iktidar” olduklarını tespit edebilir; bu ülkede birilerinin ülkeyi her şeyi ile kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetine sahip olduğunu ve bunu sağlamak için her türlü enstrümanı titizlikle edindiğini, oluşturduğunu ve bunun yaşadıklarımızın önemli bir faktörü olduğunu fark edebilir; bütün manipülasyonlara ve yönlendirmelere rağmen, halkın iradesini biraz ortaya koyma tavrını sergilediği zaman, bunun hemen ses getirdiğinin yüzyıllık süreçte bir çok örneğini bulabilir….
Hiç kuşkusuz Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgili sayısız denecek kadar çok makale ve kitap yayınlanmıştır. Bu durumda, bu çalışmanın süreci bilmeye katkısının ne olduğu sorulabilir. Böylesi haklı soruya verilebilecek en kısa cevap, bu çalışmanın konuyu ön yargılı ele almadığıdır. Bu çalışmanın herhangi bir şekilde övgü veya sövgü amacı yoktur. Elbette ki sayıları fazla olmasa bile “övgü” “sövgü” kapanına yakalanmamış çalışmalar mevcuttur ve bunların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Fakat bu çalışmaların, tespit edebildiğimiz kadarıyla, hepsi ya konu olarak, ya da süre olarak son yüzyılda yaşadıklarımızın sadece küçük bir kısmını veya bir yönünü ele almışlardır. Bu çalışmanın ikinci önemli özelliği burada açığa çıkıyor: bu kitap tüm süreci konu edinme gibi bir amaca sahiptir; bu yönüyle tarihsel açıdan bütüncül bir yaklaşıma sahiptir. Bu özelliğin, konunun derinlerine inmeyi engelleyecek bir durum olduğu ise açıktır. Fakat, amaç tüm yaşadıklarımızdan ziyade, bugün yaşadıklarımızın köklerini tespit etmek olunca, konunun eksenini belirlemek zor olmamış, belirtildiği üzere, günümüz ve geleceğimiz açısından önem ifade eden boyut yakalanmaya çalışılmıştır.
*
TBMM Hükümeti
Birinci Meclis (1920-1923)
Halife Hazretlerinin yüce katına; Halife ve pek kutsal Hakanımız, Efendimiz. İstanbul’un işgali ve bunu izleyen çok acıklı olaylar üzerine durumu inceledik ve yüce saltanatınızın haklarını ve ulusal bağımsızlığımızı savunmak ve sağlamak amacıyla bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık… Görkemli padişahımız… Yücelerin yücesi Efendimiz… Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusuyla dolu olarak tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı bir bağlantı ile toplanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü Halife ve Padişahına bağlılık olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine böyle olacağını yüce katınıza en büyük saygı ve gönül eğilmesi ile sunar.
TBMM Başkanlığı
Düşmanlarımız saltanat ve hilafeti birbirinden ayırmak istiyorlar. Bizim amacımız bu iki makamı ayırmanın milli iradeye uygun olmadığını göstermek ve mukaddes makamı esaretten kurtarmaktır… Hilafet ve Saltanat makamını kurtarmayı başardıktan sonra meclisimizin düzenleyeceği yasalar çerçevesinde padişahımız da yerini alacaktır.
Mustafa Kemal Paşa
Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetine geçişte yer alan en önemli kurum, faaliyetine 23 Nisan 1920’de başlayan ve Nisan 1923’e kadar sürdüren Birinci TBMM’dir. Genelde “Birinci Meclis” ismiyle anılan ve bu araştırmada da aynı isimle anılacak olan Birinci TBMM, hem ülkenin düşman güçleri tarafından istilasına karşı verilen mücadeleyi fiilen yürütür ve hem de devlet politikası halinde yüzyılı aşkın süredir devam eden batılılaşma sürecinin önemli bir aşamasını teşkil eder. Bu nedenle, Birinci Meclis’in oturumlarında ele alınan gündem maddelerinin, gruplar arası çekişme konularının, milletvekilleri arasında meydana gelen tartışmaların ve hatta kavgaların neden ve sonuçlarının bilinmesi, Cumhuriyet döneminde yaşanan toplumsal, siyasal, yasal, ekonomik süreçleri doğru anlamanın temel şartıdır. Çünkü, sonraki yıllarda yaşanmış veya hâlen yaşanmakta olan toplumsal, siyasal, yasal, ekonomik olayların kökleri genellikle Birinci Meclis’e kadar gerilere uzanır.
*
TBMM’nin Açılışı
İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi Birinci Meclis’in açılışına uzanan sürecin başlangıcını oluşturur. İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın, işgal nedeniyle, faaliyetine 18 Mart 1920’de oy birliğiyle son vermesi üzerine Mustafa Kemal, “Heyet-i Temsiliye” adına, illere, bağımsız sancaklara ve ordu komutanlarına bir genelge gönderir. 19 Mart 1920 tarihli bu genelgede, yaşanan olumsuz şartlar kısaca ifade edildikten sonra, yeni meclisin Ankara’ya gidecek Meclis-i Mebusan üyelerinden ve tüm yurtta gerçekleşecek seçimle belirlenecek üyelerden teşkil edeceği bildirilir. Böylelikle TBMM’nin açılışına uzanan süreç fiilen başlamış olur.
İlk zamanlar, Meclis-i Mebusan üyeleri arasında, yeni meclisin yeni üyelerin katılımıyla Ankara’da açılması konusunda bazı ufak tartışmalar yaşanırsa da, önemli bir sorunla karşılaşılmadan hedefleneni gerçekleştirmeye yönelik işler sırasıyla yerine getirilir. Meclisin açılışına uzanan süreçte bir çok kişinin önemli katkıları olur. Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi Meclis-i Mebusan Başkanı Celalettin Arif Bey’dir. Celalettin Arif Bey’in “milli hukuku müdafaa edebilmek vazifesi ile dolu olanları Ankara’ya davet” etmesi Meclisin açılışına çok büyük katkı sağlar. Bu davet üzerine Meclis-i Mebusan üyeleri ve Milli Mücadele’ye katılma arzusunda olan aydınlar, sivil ve asker bürokratlar, yalnız veya gruplar halinde gizlice Ankara’ya giderler. Bu arada Anadolu’nun hemen her yerinde duruma göre gizli veya açık seçimler yapılır. Oldukça sıkıntılı geçen bir seçim sürecini takiben, seçilen milletvekillerinin de büyük kısmı açılacak olan Meclise katılmak üzere Ankara’ya hareket ederler.
Ankara’da toplanan milletvekilleriyle 11 Nisan 1920’de bir ön görüşme yapılır. Bu ön görüşmede meclisin 22 Nisan Perşembe günü açılması kararlaştırılır. Fakat daha sonra karar değişikliğine gidilerek açılış tarihi 23 Nisan Cuma gününe ertelenir. Değişikliğin nedenini, Mustafa Kemal Paşa “Heyet-i Temsiliye Reisi” sıfatıyla “kolordulara, 61. Fırka komutanlığına, tüm vilayetlere, müstakil livalara, müdafaa-i hukuk heyet-i merkeziyelerine ve belediye reislerine” gönderdiği 21 Nisan 1920 tarihli tamiminde “Cuma gününün kutsallığından yararlanmak” olarak açıklar. Bu, toplumda son derece güçlü olan ve Milli Mücadele’yi başarıya ulaştıran dini duygu ve düşünceleri dikkate alan yaklaşımın gereği olur. Bu, aynı zamanda, Millî Mücadeleyi zafere ulaştıran ruhun hangi ruh olduğunu gösteren önemli bir belgedir.
23 Nisan günü Hacı Bayram Camii’nde mahşeri bir kalabalık toplanır. Her zamankinden daha yoğun duygularla cuma namazı kılınır. Namaz sonrasında, çoğunun halkın içinden çıkmış kimseler oldukları giysilerinden kolaylıkla anlaşılan milletvekilleri, daha önceden İttihat ve Terakki Kulübü olarak inşa edilmiş ve Meclis olması kararlaştırılmış binaya gitmek üzere topluca hareket ederler. Her yer insan doludur; Hacı Bayram Camii ile Meclis binasının bulunduğu meydanın arası tüm Ankaralılarla ve çevre köylerden, kasabalardan gelenlerle hınca hınç doludur. Hemen herkes sesli veya sessiz dua mırıldanmakta, tekbir getirmektedir. O anı yaşayanların şahitliğiyle öğrendiğimize göre, Anadolu’nun bu küçük yerleşim birimi, o gün tarihi boyunca hiç şahit olmadığı bir biçimde “ruhani hava” ile kuşatılır. Ankara’nın her bir yanında tehliller ve tedbirler yankılanır, Ankara “pek dindarâne, daha doğrusu pek dervişâne bir merasime” tanık olur. Milletvekilleri dua ederek Meclis binasının önüne gelirler. Burada da topluca dua edilir. Hayırlara vesile olması dilekleriyle kurbanlar kesilir. Milletvekilleri binaya girer ve yerlerine otururlar. Açılış konuşmasını en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey yapar. Şerif Bey, metnini Mustafa Kemal’in kaleme aldığı konuşmasında “tüm Müslümanların halifesi ve Osmanlıların Padişahı Sultan Mehmet hazretlerinin ve saltanatın sürekli merkezi olan İstanbul ile işgal altında türlü zulümler altındaki illerin kurtarılmasında” başarılı olunması dilek ve dualarını dile getirirken, herkesin paylaştığı duygu ve amaçlara tercümanlık yapar.
24 Nisan günü Meclis Başkanı seçimine geçilir. Meclis Başkanlığı seçiminde iki aday yarışır. Celaleddin Arif Efendi’nin aldığı 109 oya karşılık, Mustafa Kemal Paşa aldığı 110 oy ile Meclis Başkanı olur.
Meclis, faaliyetlerine yoğun bir gündemle devam eder. 2 Mayıs 1920 tarihli “Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına Dair Kanun”la bir “İcra Vekilleri Heyeti” oluşturulur. Kanuna göre İcra Vekilleri Heyeti, Meclis üyelerinin arasından ve yine Meclis’in salt çoğunluğuyla seçilecektir. İcra Vekilleri Heyeti’nin üyeleri arasında çıkacak ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Siyasal Hayat
- Kitap AdıCumhuriyetin Tarihi
- Sayfa Sayısı536
- YazarAhmet Cemil Ertunç
- ISBN9789753522007
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviPınar Yayınları / 2010