Dünyayı görme biçimimize ilk perspektifi veren çocukluk dönemi, ebeveynlik rolü veya kamusal alanı paylaştığımız çocuklar birçok başlık altında tartışıldı. Fakat çocukluğun geçtiği mekânın ve mekâna anlam katan mimarlığın çocuk zihnindeki önemi konusunda ne kadar bilinçliyiz?
Bir okul yolunun çocuğun düşün evrenini ne kadar beslediği, modern kentin yorgun büyükleri arasında sıkılan çocukların mekânsızlığı, parkların plastikliği ve mekânın onların psikolojisindeki etkisi kente dair yeni sorular sormaya davet ediyor.
Çocuklukta devasa görünen boyutlarıyla evleri, müzeleri ve okulları büyüklerin dar anlamlarından kurtarmanın çocuk gelişimine etkisi mimarlıktan psikolojiye, alanında uzman isimler tarafından mercek altına alınıyor.
Kamusal alan sınırlarından dünyayı görme imkânı veren pencerelere çocuk ve mimarlık ilişkisi Abdi Güzer’in derlediği bu eserde tüm yönleriyle inceleniyor.
İçindekiler
FOL “……… ve Mimarlık” Serisi 15
Celal Abdi Güzer
Çocuk ve Mimarlık Bir Arka Plan Öyküsü 18
Celal Abdi Güzer
1
Çocuk Yapılarından Öğrenmek ve Çocukça
Tasarlamak
25
Celal Abdi Güzer
2
Ev ve Sınıf Arasında Öğrenmek: Okul ve Kentsel
Oyun Mekanları Üzerine Modern Anlatılar
49
Lale Özgenel
3
Mimarlık, Psikoloji ve Çocuk 99
Ferhunde Öktem
4
Çocuklarda Sanat Eğitimi: Yaratıcılık ve Tasarım 120
Psk. Prof. Dr. A.Şebnem Soysal Acar
5
Etrafı Güzeltme Faaliyetleri: Çocuğun Özünden
Mimari ve Çocuk Mimarisi…
136
Ahmet Turan Köksal
6
Çocuk Gözünde / Yetişkin Elinde Çocukların Kent
ve Mimarlık Öğrenimi
199
Zehra Akdemir Veryeri
7
Çocuk, Öğrenme, Okul ve Mimari için “Neyin
Mümkün Olduğunu Araştırmak…”
217
Boğaçhan Dündaralp
8
Çocuk İçin Mekân mı, Çocuk İçin (De)
Mekân mı?
233
E. Hazal Türkyılmaz Bilgiç
Çocuklara Kentte Yer Açmak: Çocuk Dostu
Kentler
271
Hikmet Sivri Gökmen
10
Çocuklar ve Gençler İçin Resimli Mimarlık
Kitapları
306
Aktan Acar
11
Oyun-Öğrenme Odağında Tasarım Konusu Olarak
Çocuk
326
İpek Kay
Dizin 345
FOL “……… ve Mimarlık” Serisi
Kent, mimarlık, tasarım ve sanat insanla ve yaşamla çok girdili, çok boyutlu ve kaçınılmaz bir ilişki içindedir. Kentlerde, yapılarda yaşar, okur, çalışır, üretir ve tüketiriz. Binalar sadece barınma aracı değil, aynı zamanda biriktirme, yatırım, güvence aracıdır. Kullandığımız nesneler işlevsel özelliklerinin yanında görsel nitelikleriyle anlam oluşturur. Sanat bir yandan bağımsız bir üretim alanı iken öte yandan birçok ürünün bütünleşik parçasıdır. Fiziksel çevremiz ve onu oluşturan nesneler kimliklerimizi, tarihimizi, geleneğimizi, önceliklerimizi, sorunlarımızı, refah durumumuzu temsil ederler. İçimizdeki coşku, sevinç, takdir, hüzün, üzüntü, şaşkınlık, korku gibi duyguların arka planı olurlar. İçinde yaşadığımız fiziksel ortam sadece planlama ve mimarlığın değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel ortamın, ekonomik ve teknolojik olanakların, hukuki ve teknolojik sınırların bir sonucudur.
Bu nedenle kentler, yapılar ve tasarım ürünleri sanattan coğrafyaya, tarihten felsefeye pek çok alanın doğrudan ilgilendiği, örnekleme ortamı olarak kullandığı bir kesişme noktası oluşturur. Tersten gidildiğinde de fiziki çevre tarihi geçmişimizi, geleneğimizi, refah durumumuzu, önceliklerimizi, üretim ve tüketim ilişkilerimizi temsil eder. Bu nedenle mimarlık farklı alanlarla farklı ilişkiler içindedir, onları besler, onlardan beslenir. İçinde olduğumuz çevreyi sadece fiziksel özellikleri ile değil, onun oluşum ve dönüşümüne etki eden farklı girdilerle birlikte anlar, yaşar, değerlendiririz. Farklı alanlar eleştirel birikimlerini oluştururken diğerlerini sadece örnekleme alanı olarak kullanmaz, zaman zaman onların terminoloji ve yöntemlerini ödünç alırlar.
Mimarlık alanında yapılan akademik çalışmalar sosyolojiden edebiyata, sanattan tarihe, ekonomiden mühendisliğe çok sayıda alt alan üzerinde var olur, disiplinlerarası ilişkileri ve çeşitliliği temsil eder. Bu alt alanların ya da alt alanlarla eşleşen kavramsal çerçevelerin her biri mimarlığı anlamaya yönelik olarak farklı öncelikler ve bakış noktaları, uzmanlık alanları tanımlar. Bu geniş çerçeve içinde bakıldığında kent ve mimarlık hepimizin bir ya da birden fazla yerden ilişkilendiği büyük bir şemsiye oluşturur. Konunun doğrudan uzmanı olmayanlar için ilgi çekici geniş bir zemin tanımlar. Bu zemin FOL Kitap’ın “….. ve MİMARLIK” serisinin de çıkış noktasını oluşturdu. Serinin ilk kitabı olan “Sinema ve Mimarlık” derlemesinin gördüğü ilgi bu seriyi sürdürmek için cesaret verdi.
Bu seri içinde sanat, tarih, edebiyat gibi farklı disiplinlerin yanı sıra çocuk, medya, ütopya gibi konu başlıklarının da gerek mimarlık alanından bakılarak gerekse mimarlığa bakarak yeni derlemeler oluşturması bekleniyor. Şüphesiz mimarlığı farklı alanlarla birlikte ele alan, mimarlıkla farklı konular arasında ilişki kurmaya çalışan ilk seri değil bu. 2000’lerin başında Mimarlar Derneği 1927’nin önce genel sekreterliği sonra da başkanlığını üstlendiğim dönemde birkaç sene süren bir söyleşi dizisi tasarlamıştık. Büyük ilgi gören bu söyleşilerin bazıları yayına da dönüştü.
Mimarlık alanına komşu, dirsek teması olan alanlardan çok sayıda kişi bir araya gelerek beraberce düşünce üretme, tartışma fırsatı buldu. Aynı konulara, sorun ve değer önceliklerine farklı disiplin alanlarından farklı önceliklerle bakma şansı bulduk. Benzer biçimde mimarlığı farklı alanların, kavramların öncelikleri içinde anlamaya çalışan çok sayıda yayın var. FOL “…. ve Mimarlık” serisi oluşmuş olan bilgi birikimini tekrar etmekten çok bu birikimi ve tartışmaları genişletmeyi, farklı bakış açıları ve örnekleme alanları sunmayı hedefliyor. Bu anlamda serinin yazarlarının çoğu akademik ortamda çalışmalarını izlediğimiz insanların yanında farklı alanlardan konuya katkı sunabilecek, alternatif bakış açıları getirebilecek kişilerden oluşuyor. Yazarların çoğu akademik ortamdan gelmesine karşın bu seri içinde kullanılan dil ve örneklerin konu başlıkları ile ilgilenen geniş bir kesimi kapsamasına özen gösterildi.
Seri içinde “Mimarlık” sözcüğü başlığa taşınsa da kent, tasarım, sanat gibi farklı ölçek ve komşu alanları içerecek genel bir şemsiye oluşturuyor. Seri ilerledikçe hem ilgili alanlarda akademik çalışmalar yapan hem de konu ile ilgilenenler için geniş bir başvuru kaynağı oluşturması, farklı disiplinler arasındaki bağ ve ilişkiyi güçlendirmesi bekleniyor. Bu geniş şemsiye altında farklı okuyucu kesimlerinin serinin bütün kitaplarında kendileri ile aidiyet ilişkisi kuracakları alt parçalar bulacaklarını umuyoruz.
Celal Abdi Güzer
Çocuk ve Mimarlık
Bir Arka Plan Öyküsü
1980 yılında ODTÜ Mimarlık ikinci sınıf stüdyosunda üniversite arazisi içinde bir kreş tasarlamamız istenmişti. Heyecanla ilk eskizleri yaptım. ODTÜ yerleşkesinin diline uygun brüt beton bir yapı düşünüyor, hocam Kemal Aran’ın tepkisini merak ediyordum. Kemal Aran eskizleri birkaç dakika inceledikten sonra neredeyse yapıya ilişkin hiçbir şey söylemedi. Sonra çocukların binalara nasıl girip çıktığını, örneğin paspas kullanıp kullanmadığını gözleyip gözlemediğimi sordu. Giriş çıkış noktaları, hatta paspas üzerine yarım saate yakın konuştuk. Bir çocuk yapısında dış mekânın, iç dış ilişkisinin önemini, bahçenin aslında yapının devamı olduğunu anlattı. Ben bina yapmıştım; oysa tasarlanması gereken bina ile sınırlı olmayan bir yaşam alanı ve çocukların öncelikleri idi.
Masadan kalkarken binayı çocuk gözü ile yaşamaya çalış, dedi. Şüphesiz her yapı, her kullanıcı için geçerli olan bu öneri, konu çocuk olunca biraz daha güçleşiyor. Geride bıraktığınız yıllara geri gitmeniz, çocukların dünyasını yeniden keşfetmeniz gerekiyor. Çocuk gibi bakmanın önkoşulu bildiklerinizin bazılarını unutmak, şartlanmalarınızdan kurtulmak. Bu, çocuk yapıları ile sınırlı olmaksızın tasarımı özgürleştiren, yeniden başlamalara açık bir yaklaşımın ön koşulu. Bu nedenle çocuklar için tasarlamak her zaman bir ayrıcalık, özel bir deneyim alanı oldu. 1982 yılında ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun oldum. Hemen her genç mimar gibi bir an önce bir yapı yapmak istiyordum. Antalya’da yetim çocuklara yardım için kurulmuş bir dernek 2-7 yaş arası kimsesiz çocuklar için bir yuva yaptırmak istiyor, kendilerine yardım edecek, projesini bağış olarak gerçekleştirecek bir mimar arıyordu.
Hiç düşünmeden evet diyerek yaklaşık iki yıl sürecek bir sürecin içine girdim. Yeni mezun bir mimar ve inşaat işinden hiç anlamayan yönetim kurulu üyeleri ile hem konunun heyecanı hem de deneyimsizliğin verdiği cesaretle bir maceraya atıldık. Bize verilen arsa imarda değerlendirilemediği için artmış, ince uzun bir alandı. Yapı hemen her inşaat kaleminde bağışla yapılacağı için seçme şansımız çok sınırlıydı ve elimizde biriken malzemeleri kullanacaktık. Tasarım konusu herhangi bir çocuk yapısı değildi. Bu yapı çocuklar için sadece öğrenme ortamı değil aynı zamanda bir “ev”, evleri olacaktı. Mevcut yetim yuvalarını gezdim. Daha önce yapılmış projelere baktım. Çocuklarla çok kez bir araya gelip uzun sohbetler edip oyunlar oynadık.
Kemal Hoca’nın önerisine uyarak yetim çocukların dünyasını, önceliklerini anlamaya çalıştım. Birkaç ay içinde onlara “ev” olacak bir yapı tasarladık. Projenin ana fikri tüm kurumsal yapısı ve ölçeğine rağmen çocuklara ev hissi verebilecek, kendilerini aile ortamında hissedecekleri, kimsesizliklerini unutturabilecek bir yapı tasarlamaktı. Öte yandan konut dili ve ölçeği ile kurumsal yapı dil ve ölçeğini bütünleştirmek gerekiyordu. Yapı gerçek anlamda her bir tuğlası özenle örülerek tamamlandı. Antalya iklimini düşünerek dış mekânı yapı ile süreklilik kuran, çoğu noktada iç mekânın parçası olan bir program ögesi olarak ele aldık. Tamamlandıktan sonra yapıyı defalarca ziyaret ettim. Çocukların yapıyı kullanma biçimleri, kurdukları aidiyet ilişkisi emeklerimizin boşa gitmediğini gösterdi.
Yıllar sonra XXI dergisinin desteği ile eğitim yapıları konusunda öne çıkan isimlerden olan Herman Hertzberger’in yapıları üzerine bir araştırma yapmak üzere Hollanda’ya gidip onunla görüşme şansı buldum. Beraber onun yaptığı bazı eğitim yapılarını gezdik. Anna Frank okulundan çok etkilendim. Hertberger’e büyük galeriler, açık merdivenler, seviye farkları içeren, sokağa doğrudan açılan okulun çocuklar için güvenlik sorunu oluşturup oluşturmadığını sormuştum. Çocukların yaşadığı dünya neyse onlar için yapılmış yapı da o olmalı gibi bir cevap vermişti. Bu yapıdan çıkan çocuk anne ve babası ile alışveriş merkezine, sinemaya, lokantaya gidecek, orada ne kadar hayatın içindeyse burada da o kadar içinde olmalı, yapı onu gerçek yaşama hazırlamalı demişti. Sonra bizim etrafı yüksek duvarlarla çevrili, çocuklar dışarı bakmasın diye camlarının yarısı boyanmış okullarımızı anımsadım.
Elbette coğrafya, kültür ve gelenek bütün yapıları etkilediği gibi çocuk yapılarını da etkiliyor. Öte yandan çocuk yapıları çocuklara başka bir dünyanın olabileceğini göstermek, evde, sokakta, kentte göremediklerini deneyimlemek için önemli bir zemin oluşturuyor. Çocukları kendimize benzetmeden, onların dünyasının ayrıcalıklarını kullanarak kendi yaşantımızın bir parçası yapmak özel bir problem alanı tanımlıyor. Biraz da tesadüfen gelişen bu deneyim birikimi çocuklar, çocuk yapıları ve eğitim ortamları ile daha çok ilgilenmemi getirdi. Sonrasında çok sayıda eğitim yapısı tasarladık. Mimarlıkta çocuk için tasarlamak, çocuk dünyası ile ilişkiye girmek hem güçlükleri hem de hazları olan özel bir deneyim alanı. Ama en önemlisi, çocukların şartlanmamış kafa yapılarının yeni deneyimlere açık, büyüklerin dünyasındaki kısıtların pek çoğundan uzak olmasının hazırladığı zemini kullanmaktı.
Bir anlamda onlardan öğrenmek ya da onlar sayesinde öğrendiklerinin bazılarını unutmaktı. Çocukların kent ve mekân algısı büyüklere göre daha özgürdür. Yapıyı, kenti ekonomik, yasal kısıtlarından, üretim ve tüketim ilişkilerinin şablonlarından bağımsız olarak algılarlar. Sanat ve tasarımla kurdukları ilişkiler de benzerdir. Bir ağaç dalı onların hayal dünyasında bir araba, bir at olabilir. Halının kenarındaki çizgi oyuncak arabalar için yol, şeker küpleri kentin yapıları, plastik bir şişe bir mikrofon oluverir. Resimlerinde tek bir çizgi hem insanı hem ağacı anlatır.
Ankara’da Zafer Koleji’ni tasarlarken lineer, atriumlu bir sokak yapmış derslikleri ve ortak kullanımları bu sokağın iki yanına dizmiştik. İnşaatı gezerken okulun sahibi ve çok deneyimli bir eğitimci olan Ali Demir bu yapı işimizi kolaylaştıracak, çocuklar birbirlerinden öğrenecekler demişti. Oğlum Ekin ilkokulda iken arkadaşlarına bizim evde bir köprü var demiş. Evin ikinci katının iki bölümünü iki kat yüksekliğinde bir boşluk içinden geçerek birbirine bağlayan geçidi kastetmiş. Çocukların bir bölümü ona inanmamış. Daha sonra arkadaşları ile evde toplandıklarında çocukların ev ve mimarlık üzerine yorumları beni şaşırtmıştı. Çoğu, ev ile yaşam biçimi arasında ilişki kurmuş, avlusu, açık planı ve malzemesi ile alışılmadık bir kurgusu olan evi hemen benimsemişti. Çocuklar yeni, alışılmadık, tipolojik olmayan mekânları hepimizden daha kolay benimsiyor, kabulleniyor. Ekin’in mimarlık mesleğini seçmesinde yaşadığı evin etkisi olduğunu düşünmüşümdür hep.
Kitabın İçeriği
Mimarlık ve çocuk başlığı alt başlıkları olan çok geniş bir alan tanımlıyor. Şüphesiz bir uçta çocukların kullanıcısı olduğu yapılar, mekânlar var, öbür uçta ise kentin, mimarlığın, tasarımın ve sanatın onlara dokunma biçimi, tersten gidildiğinde de çocuk dünyasının bize öğrettikleri, bizim çocuklardan öğrendiklerimiz var. Bu kitap sadece çocuk mekânlarını değil, çocuk dünyasının mimarlık ortamına yansımalarını da içerecek bir çeşitlilik barındırıyor. Yazarların bir bölümü çocuğu merkeze alan çeşitli projelerde, araştırmalarda yolumuzun kesiştiği kişiler. Bir bölümü de bu konuda emek vermiş, çok boyutlu birikim oluşturmuş kişiler.
Eski öğrencilerim, proje ve araştırmalardaki takım arkadaşlarım, danıştığım, izlediğim kişilerin yanında bu kitap aracılığı ile tanıdıklarım da var. Bu serinin vazgeçilmez yazarlarından olan Lale Özgenel ile çok sayıda eğitim yapısı tasarlama, eğitim yapıları üzerine yazı yazma, araştırma yapma şansı buldum. Mimarlık ve akademi yolculuğunda yol arkadaşım oldu. Ama bu kitapta daha çok mimarlık tarihçisi gözlüklerini kullanarak çocuk yapılarına, özel bazı örneklere baktı. Ferhunde Öktem bambaşka bir alandan gelmesine rağmen hep dirsek temasında olduğumuz özellikle afet, insan psikolojisi gibi konularda yaptığı konuşmalarla stüdyo çalışmalarımıza destek veren, öte yandan mimarlıkla ilgili bir kişi. Çocuk psikopatolojisi, çocuk ruh sağlığı gibi konularda uzman.
Bu kitapta da kendi alanından bakarak psikolojide önemli olan bazı kavramları, mimarlıkla buluşturuyor. Benzer bir biçimde başka bir alandan, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan gelen A. Şebnem Soysal Acar da çocuklarda sanat eğitimini konu alıyor. Yaratıcılık ve tasarım alanlarında verilen eğitimin çocukların kendilerini ifade etme biçimleri üzerindeki özgürleştirici ve çeşitlendirici etkileri tartışılıyor. Ahmet Turan Köksal da Lale Özgenel gibi bu serinin birçok kitabında yer alan, kadrolu yazarlarından. Köksal, çocuk ve mimarlık ilişkisini eğitim yapılarından çocuklara yönelik kitaplara, çocukların yapı ve mekânlarla kurduğu ilişkilerden, çocuk oyunlarına çok geniş ve farklı alt alanlara taşıyarak çarpıcı örneklerle tartışmaya açıyor. Zehra Veryeri bu kitabın başlığını sadece araştırma alanı olarak değil, aynı zamanda iş alanı olarak da seçmiş bir akademisyen ve mimar. Yayımladığı çocuk kitapları, çocuklar için geliştirdiği eğitim programları çocuk, mimarlık, kent, tarih gibi alanların kesişme noktasını temsil ediyor. Veryeri, çocuk çalışmaları ile çocuk eğitimi çalışmaları arasındaki farkın altını çizerek “yetişkin elinden çocukların kent ve mimarlık öğrenimine” odaklanıyor.
Yazı sonunda çocukların kent ve mimarlık öğreniminin genel bir ülke eğitim stratejisi olarak işletilmesine dair bir işleyiş modelini tartışmaya açıyor. Boğaçhan Dündaralp tasarım anlayışını “yaratmak değil, oluşmasına izin vermek” olarak tanımlayan, uygulamanın yanında çok sayıda sanatsal ve toplumsal etkinlikte yer alan bir mimar. Dündaralp, bu kitaptaki yazısında Ivan Illich’in “okul, sistemin kendisi için uyumlu bireyler yetiştirir ve bu gizli müfredat nedeniyle özgürleştirici bir eğitimden bahsedemeyiz” saptamasından hareketle mimarlık ve mekânın “öğrenme” dediğimiz şeyin bir parçası, eğitim mekânının da zaman üzerine kurulu ilişkilerin bir mekânı olabilme olanaklarını tartışıyor. Hazal Türkyılmaz Bilgiç, öğrencim olarak başladığı mimarlık yaşamına bazı araştırma ve projelerde takım arkadaşımız olarak devam etti. Kızı İpek’in gelişimini, okul ve kent ortamıyla, mimarlık ve sanatla kurduğu ilişkiyi hep beraber gözleme şansımız oldu. Hazal’ın yazısı bu gözlem ve deneyimleri akademik ortama taşıyor, pek çok anne babanın kendini içinde bulacağı bir dizi deneyimi çocuk ve mimarlık arasındaki ilişkiye taşıyor.
Hikmet Sivri Gökmen “Çocuklara Kentte Yer Açmak: Çocuk Dostu Kentler” başlıklı yazısında çocuk ve kent ilişkisini, kentsel mekânların çocuklara yönelik sorun ve önceliklerini tartışırken “çocuk ve çevre”, “çocuk ve oyun”, “çocuk hakları sözleşmesi”, “katılım”, “sürdürülebilirlik”, “21. yüzyılda çocuk olmak” ve “çocuk dostu çevreler” gibi kavramlara açıklık getiriyor. Aktan Acar, çocuklar için hazırlanmış resimli kitapları incelediği yazısında “resimlerle süslenmiş, örneklendirilmiş kitapların aksine resimli kitaplarda anlatı sözcükler ve görseller arasında dinamik, hatta oyuncu, neredeyse deneysel uzanan bir etkileşimle vücut bulur” saptamasından hareketle örnekler üzerinden resimli kitaplarda mimarlık ve şehir konularının yer alma biçimlerini tartışıyor. İpek Kay, çocukların gündelik deneyimlerinden ve onlara etki eden krizlerden yola çıkarak çocuğun tasarım konusu olduğu durumları farklı mekânsal ölçekteki örneklerle değerlendiriyor. Kay, dijital ortamların da çocukların yaşamlarının ayrılmaz bir parçası olduğunu da göz önünde tutarak gündelik ortamların çocuklara yönelik tasarlanma sürecindeki çeşitli dinamikleri tartışmaya açıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.