Çocuk eğitimi, çocuğu ceza ve mükâfat ile “adam etmek” değil, onun dostluğunu kazanabilme becerisidir…
Bu beceriyi elde edebilen yetişkinlerdir çocuklarını eğitebilenler…
Çocuk, baskı ve zorlamalar ile sindirildikçe değil, ebeveynine güvenle tutunabildikçe kişiliğini geliştirir.
Çıktığı günden bu yana 100 binin üzerinde okura ulaşan bu kitap, “korkmayın çocuk iyidir” sözünden cesaret alan yetişkinlerin çocuğa dost olma hikâyesine dönüştü.
Birçok anne baba, çocukları ile dost olmanın verdiği keyifle birbirlerine, “gel sen de çocukla çocuk ol” diye seslendi…
Bir “çocuk dostu” hikâyesi yayıldı ülkemizde…
Bu eserde Pedagog Dr. Adem Güneş, çocuğun anne karnında başlayan yaşam serüvenini ergenlik sonuna kadar ele alıyor, çocuk eğitimine dair “doğru bilinen yanlışlar”ı gözler önüne seriyor…
*
Embriyo Psikolojisi
Anne karnında dokuz ay geçiren çocuğun tıpkı fiziksel görünümü gibi psikolojik ve ruhi gelişiminin de temelleri usulca atılır. Anne kendini huzurlu, mutlu hissettiğinde ya da kaygılanıp üzüldüğünde karnındaki bebek tüm bunlardan acaba nasıl etkilenir? Örneğin, “Bizim çocuk çok çekingen. Kalabalıkta kendini ifade edemiyor, iki kelimeyi yan yana getiremiyor.” diye dert yanarken bu sonucun çocuğun anne karnında yaşadığı psikolojiyle bağlantısı olup olmadığı aklınıza geliyor mu? “Genetik karakter” anne-babadan alınan genlerin tesiriyle anne karnında oluşuyorsa; ‘psikolojik karakter’in temelleri de yine anne karnında atılır.
Genetik karakter nedir?
Çocuğun anne-babasından aldığı genlerin karışımının ve özetinin kendi fiziğinde-karakterinde şekillenmesine “genetik karakter” denir. “Tıpkı babası gibi uzun boylu” veya “aynı annesi gibi neşeli, cana yakın” gibi yaptığımız yorumlarla aslında genetik karakterden söz ederiz. Çocuk anne karnına düştüğü ilk andan itibaren hem karakterini hem de fiziksel görünümünü etkileyecek bazı özelliklerini babadan (veya baba tarafından), bazılarını da anneden (veya anne tarafından) alarak birey olmanın ilk adımlarını atar. Ebeveynin ortak genetik özelliklerinin çocuk üzerinde nasıl şekil alacağı konusunda, anne-babanın ne haberi ne de doğrudan bir tesiri vardır. Bu oluşum tamamen onların iradesi dışındadır.
Psikolojik karakter
Psikolojik karakter ise bebek anne karnına düştüğü ilk andan itibaren yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Annenin sevinç, öfke ve üzüntülerine bağlı olarak “genetik karakterin” üzerine inşa edilen ikinci bir karakterdir. Anne karnında dokuz ay geçiren bebek, sadece bu süreyi tamamlamak için beklemez. Aksine; annenin yaşadığı her acıyı, sevinci, duygusal değişimi aynı anda yaşayarak bir ömür boyu ana hatlarıyla kullanacağı karakter alfabesinin ilk harflerini dizmeye başlar. Genetik karakterin oluşumunda anne-baba her ne kadar söz sahibi değilse de psikolojik karakterin oluşumunda özellikle anne doğrudan tesir eder çocuğuna. Yani anne, eğer isterse karnındaki çocuğun “pısırık, korkak’”yahut “sakin, huzurlu” olabilmesi için ciddi rol oynayabilir. Çünkü bebek anne karnındayken de bir psikolojiye sahiptir. Annenin psikolojisi nasılsa çocuk da o psikolojiyi yaşar.
Embriyo psikolojisi
Anne karnındaki embriyonun anne vasıtasıyla yaşadığı ruh haline “embriyo psikolojisi” denir. Hamilelik sürecinde anne neyle meşgulse, duygu dünyası nasıl şekilleniyorsa, karnındaki embriyonun da duygu dünyası aynı olaylarla yoğrulur. Örneğin; anne korku nöbetleriyle hamileliğini geçirmişse muhtemel ki doğacak çocuk da bu ruh halinin izlerini ömür boyu taşır. Çok karşılaşılan başka bir durum da istenmeyen gebeliklerle ilgilidir. Hamileliği mecburen yaşayan bir kadının bebeği, dokuz ay boyunca istenmediğini bilir, kendini ezik hisseder hep. Bu ruh hali çocuğun hayatı boyunca taşıyacağı psikolojik karakterin en belirgin özelliğini oluşturur ve kişiyi nereye giderse gitsin gölge gibi sürekli takip eder. O halde bebek bekleyen bir anne, baykuş gibi ciddi ve dikkatli olmalıdır. Karnındaki yavrusuna fizyolojik olduğu kadar psikolojik açıdan da bağlı bulunduğunu asla hatırından çıkarmamalıdır. Bir anne okuduğu kitapları sadece kendine değil, karnındaki yavrusuna da okuduğunu bilmelidir. Hissettiği huzurun ve sakinliğin, sadece ona değil, minik yavrusuna da tesir ettiğini unutmamalıdır. Çünkü annenin yaşayacağı korku, öfke, hırs, üzüntü, vicdan azabı, kin, nefret ya da söyleyeceği yalanlar ve kötü sözler çocuğun ruh haline inceden inceye sızar. Anne bunu bilerek hareket etmelidir. Bu itibarla bakıldığında, çocuk terbiyesi ilk anne karnında başlar. Anne, çocuğunun nasıl bir karaktere sahip olmasını istiyorsa; hamilelik döneminde kendisi de aynı karakterin izlerini taşımalıdır.
Anne-Çocuk Arasındaki Sır
Pedagoji bilimi, anne ve çocuk arasındaki bağı araştırırken büyük bir hakikatin perdesini farkında olmadan araladı. Böylece aralarındaki o müthiş bağın gizemli sırrı birazcık daha anlaşılır duruma geldi. Çocuk yetiştirmek büyük yüktür. Bir çocuğun doğumundan ölümüne kadar tüm sorumluluğunu taşımak hiç de kolay değildir. Bundan dolayı da her insan bu fedakârlığı kaldıramaz. Çocuğun doğduğu andan itibaren tiksinmeden altını değiştirmek, henüz yürüyemezken onu her gidilen yere kucakta götürmek, gece uykusuz kalmak, gündüz onca yorgunluğa katlanmak sıradan ve kolay bir yaşam değildir. Bu süreci bile bile kabul etmek, ruhen çok güçlü olmayı gerektirir. “Çocukla anne arasındaki uyum süreci”nde ise anne ruhen güçlenir ve çocuğuna yoğun şekilde bağlanır. Eğer anne çocuğuyla bu ruh bağlanmasını gerçekleştiremezse bu yükün altından kalkamaz. Çocuğun her yaramazlığı veya hırçınlığı annenin bam teline dokunur, aşırı derecede sinirlendirir onu. Hatta bazen de sıradan birçok olay öfke nöbetleriyle bile sonlanabilir. Anneyle çocuk arasındaki bağlanmanın ne anlama geldiğini netleştirebilmek için çocukla teyze arasındaki ilişkiye göz atmak gerekir. Her teyze kendi yeğenini sever. Onu öper, koklar, hediyeler alır, incitmemeye özen gösterir. Kız kardeşinin bir işi olduğunda yeğenine gönül rahatlığıyla bakıp annelik de yapar. Ancak birkaç saat ya da birkaç günlük bakım süreci birkaç ay ya da birkaç yılı bulursa teyze bunalmaya başlar. Yorulur ve yıpranır. Peki, ama neden? Teyze anne yarısı değil midir? Ya da niçin başka birinin çocuğuna bakmak insana ağır gelir? Evet, anne özeldir ve babanın bile taşımakta zorluk çektiği evlat yükünü gönül rahatlığıyla gayet güzel taşıyabilir. İşte onları özel kılan şey de budur. Anne; baba, teyze gibi değildir. Anne, anne gibidir. Ancak annenin anne gibi olabilmesi, anneyle çocuk arasındaki bağlanmanın gerçekleşmesine bağlıdır. Eğer anne çocuğuyla sağlıklı bir bağlanma süreci yaşamamış ise; “baba gibi annelik” ya da “teyze gibi annelik” yapar. Çocuğuyla bağlanamamış bir annenin en belirgin özelliği; tahammülsüzlüğüdür. Çocuğunun davranışları anneyi yorar. Özellikle çocuğun oyun oynama, sohbet etme ihtiyacına karşılık vermekte zorluk çeker. Madem bağlanma pedagojik olarak bu kadar önemlidir; o halde bir anne çocuğuyla bağlanma sürecine tesir edecek her olumsuzluğu hesaba katmalıdır ki ilerleyen yıllarda psikolojik olarak yeterli bir anne olsun… Bu yüzden çocukla anne arasındaki sağlıklı uyum sürecinin en önemli halkalarından biri “doğum”dur.
İlk saatlerin önemi…
Anne için doğum anı ölüm korkusuyla eşdeğerdir. Ancak yaşanan bu korku ve acılar kadında “prolaktin” hormonun salgılanması için gereklidir. Doğum ve doğumdan sonraki ilk birkaç saatte prolaktin vücuda hızla yayılır ve böylece “annelik duyarlılığı” en üst noktaya ulaşır. Bu hormon, annenin yeni doğan bebeğiyle arasındaki sinyalleri ayarlamak üzere harekete geçer. Tıpkı uzaktan kumandayla televizyon arasındaki uyum gibi; anne, bedenini ve ruhunu minicik bebeğe göre hazırlar.
Çocuğun özellikleri bilinçaltına kaydediliyor
Bebeğin dünyaya gözlerini açtığı ilk dakikalardaki ağlama sesi, vücudu hormonla uyarılmış annenin hafızasında “ana ses tonu” olarak kayıt altına alınır. Bunun sayesinde anne, çocuğuna karşı “pedagojik simetri” oluşturur. İlerleyen ay ve günlerde farklı tonlarda ağlayan bebeğin sesini etraf ne kadar kalabalık, gürültülü olursa olsun, özel bir yetenekle duyabilme becerisidir bu. Dolayısıyla annenin doğum yaptığı ilk anlarda; çocuğunun sesini duymasını engellemek ona verilebilecek en büyük cezalardan biridir. Anne yorgunluğuna aldırmadan, kendi çocuğunun ilk ağıtlarını özellikle dinlemelidir. Bu an, annenin çocuğundan gelen sinyalleri alarak annelik hormonunun salgılaması açısından da çok önemlidir.
Ten, göz, koku…
Doğumu takip eden ilk dakikalarda bebeğin anneyle ten, göz ve koku teması sağlaması da hayati önem taşır. Bebeğinin tenine dokunan anne, ondan aldığı pozitif enerji ve hissi yine hafızasının en özel yerine saklar, hayatı boyunca da asla unutmaz. Çocuk anneye sesini, kokusunu ve teninin yumuşaklığını vererek aslında annesinin ona karşı hissedeceği empati duygusunun da temellerini atar. Doğum anındaki bu süreci kesintiye uğramadan yaşayan anne, diyelim ki bebeğini kaybetti. Onsuz 20-30 yıl geçirdi. Yıllar sonra tekrar karşılaştıklarında dahi anne hiç tereddüt etmeden karşısındaki gencin kendi çocuğu olup olmadığını rahatlıkla anlar. Bu nasıl bir hissediştir, hiç düşündünüz mü? İşte anneyle teyzeyi, anneyle babayı ayırt eden ince çizgi tam da burasıdır. Yukarıda anlatılan hususlar, bebeğini cerrahi müdahaleyle dünyaya getirmeye çalışan annede kesintiye uğrayabilir. Doğum anında salgılanması gereken hormonların devreye girmeme riski vardır. Üstelik annenin bilinci kapalı olduğu için bebeğin ilk bilgilerini de kayıt altına alamaz. Anne ve bebeğin sağlığı ise şüphesiz her şeyden daha önemlidir. Eğer anne cerrahi müdahaleyle doğum yapmak zorundaysa anne; genel değil, lokal anesteziyi (herhangi bir sağlık engeli yoksa) tercih etmelidir. Zira; lokal anestezi, genele göre anne-çocuk bağlanmasına daha uygun bir yöntemdir. Bu sayede; doğum anına anne adım adım şahitlik eder, bebeğine daha ilk dakikalarda dokunabilir. Tüm bu yaşananlar vesilesiyle de annelik hormonları hızla devreye girer, ilk kayıtlar anne tarafından bilinçaltına depolanır.
Anne Sütü Gereksiz mi?
Genellikle anne sütünün biyolojik beslenmeye etkileri üzerinde durulur. Oysa ki emzirme dönemi bebeği ruhen besler, anneyle çocuk arasında büyük ve çok önemli bir ilişkinin tesis edilmesini sağlar. Süt içen çocuğun ruhi beslenmesini hesaba katmadan, sadece beden gelişimini önemseyerek “ilk altı aydan sonra anne sütünün besleyiciliği azalıyor” demek, anneye ve bebeğe yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Kaldı ki bilimsel araştırmalar, anne sütünün ilk altı aydan sonra da besleyicilik özelliği taşıdığını ortaya koyuyor.
Anne sütü
Çocuğun dünyaya gelişini takip eden ilk yıllarda anneyle bebek arasında olağanüstü bazı olaylar yaşanır. Bunların başında bebeğin anne tarafından emzirilmesi gelir.
Emzirmenin pedagojik boyutundan önce fizyolojik etkilerine değinmekte fayda var. Çünkü anne sütü, teknolojinin bütün imkânlarına rağmen taklit edilmesi, üretilmesi imkânsız tek besin maddesidir. Bebeğin doğumunu takip eden dakikada, anneyle çocukta aynı anda biyometre (biyolojik kronometre) çalışmaya başlar. Bu anneyle bebek bünyesinin birbirine uyumunu sağlar. Örneğin, bebeğin dünyaya geldiği ilk gün, anne bünyesindeki biyometrik saat, çocuğun ilk ilacının hazırlanma vaktinin geldiğini sinyallerle beyne iletir. Annenin vücudu da bebeğe bir antibiyotik hazırlar. Annenin normal sütünden biraz daha koyu kıvamlı bu ilk süte, “kolostrum” (ağız sütü) denir. Kolostrum içerik olarak bebeğin ilk ilacı hükmündedir. Sadece ilk sütte değil, aynı zamanda ilerleyen günlerde de anne sütünün içinde hastalıklardan koruyucu probiyotikler bulunur. Onlar bebeğin bağırsaklarındaki yararlı bakterileri artırarak çocuğun karşılaşabileceği muhtemel hastalıklara karşı dayanıklılık geliştirirler. Yapılan araştırmalar anne sütüyle beslenmeyen çocuklarda ölüm oranının 4-6 kat daha fazla olduğunu gösterir. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre ise; bütün bebeklerin anne sütüyle beslenmesi halinde yılda 1,5 milyon çocuğun hiçbir ilaçlı tedaviye ihtiyaç duymadan hayatta kalabileceğini gösterir. Anneyle bebek arasında sütle başlayan ilk ilişkinin faydaları bu kadarla sınırlı mıdır sizce? Tabii ki değil. Bahsettiğimiz biyometrik saat sayesinde anne vücudu bebeği kurulu çalar saat gibi takip eder. İşte buna “annelik içgüdüsü” denir. Annelik hissi sayesinde, anne bazen bilinçli bazen de bilinçsiz olarak bebeğinin tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere harekete geçer. Zira bebeğin 15 günlükken ihtiyaç duyduğu besin değerleriyle 1 ay sonraki zaruretleri birbirinden farklıdır. Hiçbir anne, bebeğin birinci ayında, yüzde kaç oranında demir, yüzde kaç oranında proteine ihtiyaç duyduğunu hesaplayamaz. İlk defa çalışacak iç organların aldığı besinlerden zarar görmemesi içinse bu milimetrik hesaplamalara muhakkak ihtiyaç vardır. İşte bu noktada anne bünyesindeki biyolojik saatin nasıl da önemli bir işlevi yerine getirdiği bir kez daha ortaya çıkar. Çünkü biyolojik saat, bebeğin kaç aylık olduğunu anne beynine iletir; alınan sinyallerle o aya en uygun besinler mikrogram hassasiyetiyle hesaplanır, bebeğe sunulmak üzere anne göğsüne gönderilir. Anne bilincinin dışında “sessizce” gelişen bu olay olağanüstü bir yapıdadır. Bebeğin günlük ihtiyacına göre içeriği her an değişen anne sütünün taklit edilmesi ise bu özellikleri itibarıyla imkânsızdır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.