Gelecekte bile, hikâye “bir varmış bir yokmuş” dİye başlıyor… İnsanlarla androidlerin yan yana dolaştığı Yeni Pekin’e hoş geldiniz. Her ne kadar birlikte yaşamayı başarsalar da türlerin dostluğu sanıldığı kadar kolay değil. Ölümcül bir veba insan nüfusunu tehdit ediyor. Ay İnsanları, Dünya’yı uzaydan izleyerek doğru zamanı kolluyor. Kimse Dünya’nın kaderinin tek bir kıza bağlı olduğunun farkında bile değil…
Becerikli bir mekanik ustası olan Cinder, herkesten saklasa da aslında bir sayborg. Üvey annesinin hakaretleri yetmezmiş gibi şimdi bir de üvey kardeşinin hastalanmasından sorumlu tutuluyor. Yakışıklı Prens Kai’in hayatına girmesiyle birlikte, Cinder birden kendini gezegenler arası bir anlaşmazlığın ortasında buluveriyor. Sorumluluk ve özgürlük, sadakat ve ihanet arasında kalan Cinder, Dünya’nın geleceğini koruma altına almak için önce kendi geçmişinin sırlarını açığa çıkarmak zorunda… Yeniden kurgulanmış bu masalda Külkedisi ile tekrar tanışmaya ne dersiniz?
Marissa Meyer, Washington’ın Tacoma kasabasında doğup büyüdü. Henüz küçük bir çocukken kitaplara âşık olan Marissa, ergenlik yıllarından beri gençlik edebiyatı üzerine çalışıyor. Peri masallarına da büyük bir sevgi besleyen Marissa, gençlik günlerinden beri bu masalları yeniden kurguluyor ve bu tutkusundan da vazgeçecek gibi görünmüyor.
BÖLÜM Bir
CINDER’IN BİLEĞİNDEKİ VİDA PASLANMIŞ VE ARTI şeklindeki girintisi, biçimsiz bir oyuk hâlini almıştı. Elindeki tornavidayı zorla bu oyuğa yerleştirip vidayı gıcırtılar içinde yavaş yavaş döndürerek gevşetmeye çalışırken sarf ettiği çabayla parmakları ağrıyordu. Vidanın ucunu çelikten protez eliyle söküp alabilecek kadar dışarı çıkarmayı başardığında, çevresine sarılmış iplikler de tamamen temizlenmişti. Tornavidayı masanın üstüne firlatan Cinder, iki eliyle kavradığı ayağını çekiştirerek yuvasından çıkardı. Çıkan ufak bir kıvılcım parmaklarını yaladığında ellerini hızla geri kaçırdı. Ayağı, sarı ve kırmızı kabloların ucundan sarkar hâlde kalmıştı. Bir rahatlamayla iç geçirerek arkasına yaslandı. O kablolarin ucundan bir serbestlik duygusu yayılıyor gibiydi -özgürdü. Gereğinden küçük bu ayaktan nefret ettiği dört senenin ardından, onu tekrar yerine takmamaya yemin etti. Sadece, Iko’nun bir an önce bunun yerine takacağı yeni ayağıyla çıkagelmesini umuyordu. Cinder, Yeni Pekin’in haftalık pazarında çalışan tam teşekküllü tek mekanik ustasıydı.
Tezgahının bir tabelası bile bulunmuyordu ama kablolardan sarkan ayağı ve etraftaki rafların üsründe duran bir sürü android parçası, yaptığı işin ne olduğunu yeterince iyi açıklıyordu. Cinder’ın yeri, bir TV satıcısı ve bir ipek tüccarının tezgahlarının tam arasındaki daracık ve karanlik bir alana sıkışmış hâldeydi. Komşusu olan bu satıcıların her ikisi de, sürekli Cinder’ın tezgâhından gelen metal ve yağ kokusundan şikâyet edip dururdu. Üstelik karşı taraftaki pastacı tezgâhından gelen bal kokuları, çoğunlukla kendi dükkânından yayılanlara çok daha baskın çıkardı. Tezgahının önünden sarkan lekeli bir örtü, Cinder’ı etraftan geçip giden insanların görüşünden ayırıyordu. Bir sürü tüccar, isportacı, çoluk çocuğun sayesinde, ufak meydanda müthiş bir gürültü hâkimdi; robot tezgâhtarlarla tartışan ve alışverişlerinde bu androidleri kendi istedikleri fiyata ikna etmeye çalışan adamların bağırışları, kimlik çipi tarayıcılarının vızıltılı sesleri ve hesaptan hesaba aktarılan paraların monoton fatura gürültüsü, tüm binaları kaplayan dev ekranlar sayesinde gökyüzünü inleten reklam yayınları, haber sunumları ve dedikodu sesleri… Cinder’ın işitme düzeneği, bütün bu sesleri statik bir uğultu sesine indirgiyordu.
Ama bugün, diğer tüm seslerin arasından, kısamadığı tek bir melodik ses öne çıkıyor gibiydi. Tezgâhının hemen dışında bir çocuk grubu durmuş, “Küller, küller, hepimiz savrulacağız!” diye şakıdıktan sonra kahkahalar eşliğinde kendilerini asfalta atarak oyun oynuyordu. Cinder’in dudaklarında bir gülücük dolaştı. Fakat bu gülücüğün sebebi, geçen on yılda popüler olan, veba ve ölüm hakkındaki bu ninni değildi. Hatta bu şarkı midesini bulandırıyordu. Ama kıkırdayan çocuklar kendilerini yere bırakıp etraftan geçenlerin yoluna ayak başı olduklarında, insanların onlara attıkları bakışları seyretmeyi seviyordu. Yere serilmiş çocukların çevresinden geçmek zorunda kalan alışverişçiler homurdanip duruyorlardı ve Cinder da çocukları bu yüzden seviyordu.
“Sunto! Sunto!” Cinder’in gülümsemesi soldu. Üstüne un bulaşmış önlüğüyle pastacı Chang Sacha’nın kalabalığın içinden belirmesini seyretti. “Sunto, buraya gel! Sana burada oynamamanı söyledim. Ona bu kadar yakınken olmaz” Sacha’nın gözleri Cinder’inkilerle buluştu, dudakları ince bir çizgi halini aldı ve sonra oğlunu kolundan kavrayarak uzaklaştı. Çocuk ayaklarını sürüyerek geri dönmeye çalışırken, annesi de ona tezgâhın yakınından ayrılmamasını söyledi. Pastacı kadın uzaklaşırken, Cinder da yüzünü buruşturdu.
Diğer çocuklar ise kalabalığa karıştı ve kahkahalarını da beraberlerinde götürdüler. “Sanki kablolar bulaşıcıymış gibi,” diye mırıldandı Cinder, boş dükkânın içinde tek başına. Tüyleri diken diken eden bir gıcırtı sesiyle kolunu uzattı, kirli parmaklarıyla saçlarını tarayarak dağınık bir atkuyruğu yaptı ve sonra artık siyahlaşmış iş eldivenlerine uzandı. Eldiveni önce, çelikten yapılmış eline geçirdi. Sağ avucu bu kalın eldiven içinde anında terlemeye başlamasına rağmen, sol elindeki çelik levhaları saklayan bu eldivenlerle kendini çok daha rahat hissediyordu.
Parmaklarını esnetti ve tornavidayı zorlamaktan dolayı ağrıyan başparmağını rahatlatmaya çalışırken, bir yandan da dışarıdaki meydana tekrar bir göz attı. Çevrede bir sürü beyaz renkli androidin dolandığını görebiliyordu ama hiçbiri Iko değildi. Cinder iç geçirerek masanın altındaki alet çantasına uzandı. Bir süre, iç içe geçmiş bir sürü tornavida ve alet edevati karıştırdıktan sonra, en dibe gömülmüş kerpeteni dışarı çıkardı. Ayağını bileğine bağlayan kabloları tek tek sökerken her birinden ufak kıvılcımlar saçılıyordu. Eldivenleri sayesinde kıvılcımları hissetmedi ama retinasındaki ufak ekran, yanıp sönen kırmızı bir yazıyla, ayağıyla bağlantısını kaybetmekte olduğunu belirterek onu bilgilendirdi. Son kabloyu da çekip kestiğinde, ayağı bileğinden kurtularak yere düştü. Kendini aniden çok farklı hissetmişti.
Sanki hayatında ilk defa… Hafiflemiş gibi hissediyordu kendini. Artık çıkardığı ayağa masada bir yer açtı, onu civata anahtarlarıyla bijonlar arasından yükselen bir mihrap gibi masaya yerleştirdi ve sonra tekrar ayak bileğine doğru eğilerek soketlerden sızan kiri eski bir bezle sildi. PAT. Cinder irkildi ve başını masanın altına çarptı. Geriye doğru çekildi. Çattığı kaşlarının altından fırlattığı bakışları, ilk önce çalışma masasında yatan cansız androide sonra da onun arkasındaki genç adama yöneldi. Karşısındaki genç, şaşkınca bakan bakir rengi gözlere, kulaklarının arkasından sarkan siyah saçlara ve ülkedeki her kızın binlerce defa hayranlıkla düşlediği dudaklara sahipti. Cinder’in çatılan kaşları anında düzeldi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıCinder / Bir Ay Günlüğü Kitabı
- Sayfa Sayısı328
- YazarMarissa Meyer
- ISBN9786051425528
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ceberut Martin ~ William Golding
Ceberut Martin
William Golding
Bir deniz kazasından kurtulan Britanya donanması mensubu Christopher Hadley Martin, Atlantik okyanusunun ortasında bir ölüm kalım mücadelesinin ardından yalnızca hava durumu haritalarında görülen kayalık...
- Küçük Şeylerin Tanrısı ~ Arundhati Roy
Küçük Şeylerin Tanrısı
Arundhati Roy
Arundhati Roy, İngiltere’nin en saygın edebiyat ödülü olan Booker Ödülünü 1997 yılında Küçük Şeylerin Tanrısı adlı romanıyla aldı. Lirik bir dille, şiirsi bir anlatımla,...
- Camdan Kalp ~ Robyn Dehart
Camdan Kalp
Robyn Dehart
Camdan Kalp Etrafındaki güzelliklere karşı -henüz kendi güzelliğinden habersiz- keskin bir sanatçı gözüne sahip Claudia, kendini babasına adamış bir evlat olarak onun seçtiği erkekle...